Gafletimizin, gunahlarımızın, negatif enerji yuklerimizin cevremize, dunyamıza ve evrene zarar vermesinden başkalarını koruyabilmemiz icin kurtuluşumuzu talep etmeliyiz. Bizler dua ve niyazlarımızla felaha erebilirsek, belki kendimiz bile farkında olmadan nice maddi ve manevi yucelikleri yeşertmiş olacağız.
Allah’ın isimleri, sıfatları ve ayetlerinden tezahur etmesini dilediği her birinin ortak mekÂnı olan evren, Yuce Yaratıcımız’a yapılan butun dua ve niyazların cûş u hurûşa geldiği, bir başka ifadeyle, dualarımızla her bir zerresinin coştuğu, neşe ve ahenk icerisinde kaynayıp taştığı bir alandır.
Şukur yerine yapılan dualarımız olsa da, genelde duada istemek vardır; niyazda ise Allah’a teslimiyet ve halimizden dolayı O’na karşı mahcubiyet vardır. Ancak her ikisinde de Allah’ın varlığının kabulu ve kendi yaratılışımızın idraki gercekleşmektedir.
Duaya yoneldiğimiz zaman, guvendiğimiz bir limana demir atıyoruz demektir. Duaya yoneldiğimiz zaman, Allah’ı ve dertlerimize derman olacak yarattıklarını arıyoruz demektir. Boylece dua eden insan, hicbir varlık dışarıda kalmamak şartıyla, evreni kucaklamaya hazır hale gelmiştir.
Necip Fazıl’ın şu beytini burada hatırlamak uygun olacaktır:
“Seni aramam icin beni uzağa attın!
Âlemi benim, beni kendin icin yarattın!”
Kulluğumuz dualarımızda saklı
Yaratılışından bugune ucsuz bucaksız bu evren deryasında nice dua ve niyazlar yankılanıp durmaktadır. İlk insandan bu yana yapılan dualar geride mi kaldılar? Yani asırlar once bile olsa, yapılmış duaların bereketi halen devam etmiyor mu?
Bugunku varlığımız, Allah’ı idrak edişimiz, O’na imanımız, varsa O’na olan aşkımız, kim bilir kac nesil oncesinden gelen ihlÂslı duaların neticesindedir. Ve bizlerin de, bugun icin yaptığımızı sandığımız dualarımız, kim bilir kac asır sonrasında yeni yeni varoluş tecellileriyle bereketlenip coğalmaya devam edecektir.
Dualarımızla varız; dualarımızla kendimizin, neslimizin ve evrendeki her bir zerrenin kaderiyle ilgileniyoruz. Kierkegaard’ın dediği gibi, dua etmemiz kesinlikle Allah’ı ve O’nun iradesini değiştirmek değil, kendimizi değiştirmek anlamına gelmektedir. Dolayısıyla Allah’a olan kulluğumuz, dualarımızın kalitesi olcusundedir.
Sadreddin Konevî’nin şu sozleri, bir değer olarak kalitemizin sınırsızlığını deşifre etmektedir: “İnsan her şeyi, her emri kapsayan bir nusha, varlığının bir sûreti, her sırrı iceren bir hazine, sûret ve mertebe acısından da ihata edici bir daire olduğu icin, ilÂhi emir, insanın her mertebeye gore bir talebi ve her makam acısından da bir duasının olmasını gerektirmiştir.” (Tasavvuf Metafiziği, s. 104)
Butun insanların kurtuluşu icin
Duayı nicin yapıyoruz? Hayata, tarihe ve tabiata her an mudahil olan Allah’ın yardım ve mudahalesinin celbedilmesini sağlamak icin değil mi? Dua, Allah’ın yuceliği karşısında kulun aczini itiraf etmesi, sevgi ve tazim duyguları icinde lutuf ve yardımını dilemesidir. Dolayısıyla duanın ana hedefi, kulun Allah’a halini arzetmesi ve O’na niyazda bulunmasıdır. Buradaki kuldan maksat sadece insanlar değil, butun yaratılmışlardır.
Nitekim Kur’an-ı Kerim’de, “Yedi gok, yer ve bunlarda bulunanlar O’nu tesbih eder. O’nu overek yuceltmeyen hicbir şey yoktur; fakat siz onların bu tesbihini anlamazsınız.” (İsrÂ, 44) buyrularak, bu gercek vurgulanmıştır.
Demek ki dua ettiğimizde sadece kişisel bir yonelişle Allah’ı anmış ve yardımını istemiş olmuyor, aynı zamanda evrendeki butun varlıkların her an yapmakta oldukları muhteşem tesbihin musikisine de katılmış oluyoruz.
Dua, Yuce Peygamberimiz s.a.v.’in beyanıyla “İbadetin ozudur.” (Tirmizî, Da’avÂt, 1). Ayrıca Peygamberimiz, “Allah’ı guzel isimleriyle anan kimsenin gunahları, denizin kopukleri kadar cok olsa bile yine affedilir.” (Buharî, Da’avÂt, 65) buyurarak, zikir ve duanın kurtuluşumuza vesile olacağını da vurgulamıştır.
Bizim kurtuluşumuz kişisel değildir ve olmamalıdır. Bir başka ifadeyle, sadece bizi ilgilendirmemelidir. Aksine, kendi gafletimizin, gunahlarımızın, negatif enerji yuklerimizin cevremize, dunyamıza ve evrene zarar vermesinden başkalarını koruyabilmemiz icin kurtuluşumuzu talep etmeliyiz. Bizler dua ve niyazlarımızla felaha erebilirsek, belki kendimiz bile farkında olmadan nice maddî ve manevî yucelikleri yeşertmiş olacağız. Bu noktadan hareketle diyebiliriz ki gercek dua, kişisel veya cemaat olarak bir şey uzerine yoğunlaşma neticesinde o şeyin meydana geldiği andır.
Allah dostları, suclu olsun sucsuz olsun, butun mahlukata dua ederler; kişilerin mueyyideleri Allah’a aittir, insana değil. Dolayısıyla onların duaları butun bir evreni kapsamaktadır ve herkese yoneliktir. Cunku onlar, Enbiya Suresi’nin 107. ayetinde Peygamberimiz icin buyrulduğu uzere, “Ey Muhammed, biz seni ancak Âlemlere rahmet olarak gonderdik.” sırrına gore hareket ederler.
“Ya Rabbî” diyebilmek de O’nun lutfu
Yuce Allah insana vermeyi dilemeseydi, dilemeyi verir miydi? Kalbimizin ozunden gelen ve evrenin derinliklerinde asırlarca yankılanacak bir duayı yapabilmiş isek veya evrende asırlardır yankılanan bir duayı dile getirebilmiş isek, gururlanabilir miyiz? Bu durum, Allah’ın bizlerde tecelli eden bir lutfu değil midir? Bu tecelliye mazhar olabilecek kalp, Seyyid Abdulhakim Bilvanisî Hazretlerinin de işaret ettiği gibi, ‘zikrin faydasını gorup sukût haline’ ulaşabilen kişi icindir. (Altın Silsile, s. 490)
MevlÂna Hazretleri’nin Mesnevi’de zikrettiği şu hikÂye, Allah’ın adını anmamızın ve O’na dua etmemizin ilÂhi kıymetini bizlere hatırlatmaktadır:
Birisi, bir gece Cenab-ı Hakk’ı zikrederek dilini, dudağını manen tatlılaştırmak icin “Allah, Allah” diyordu. Şeytan ona dedi ki: “Senin Allah Allah deyişine karşılık, ‘Lebbeyk!’ (Buyur kulum, ne istiyorsun?) sesi nerede? Ey bu sozu cok soyleyen kişi, ne vakte kadar boyle soyleneceksin? Cenab-ı Hak’tan sana bir cevap gelmiyor. Sen bu sıkılmaz, bu utanmaz yuzunle daha ne zamana kadar Allah deyip duracaksın?”
Adamın neşesi kactı, gonlu kırıldı. Zikri bırakıp başını yastığa koydu ve uyudu. Ruyasında yemyeşil, cayırlık cimenlik bir yerde Hz. Hızır’ı gordu. Hızır a.s. o şaşkına dedi ki: “Ne diye zikirden geri kaldın? Allah’ın ismini anmaktan ne diye pişman oldun?”
Adam, “Ettiğim zikir karşılığında bana bir ‘Lebbeyk!’ (Buyur kulum!) diye cevap gelmiyor...” dedi. “Allah’ın kapısından kovulacağım diye korkup durmadayım.”
Hızır dedi ki: “Senin Allah deyişin, bizim ‘Buyur!’ dememizdir. Senin o yalvarışın, yanıp yakılman da, bizim habercimizdir. Cunku zikretmek arzusunu sana biz verdik. Senin ‘İşim cok, zamanım yok, cok da yorgunum!’ demen, hilelere başvurman, ‘Allah’ı gereği gibi zikredemiyorum’ diye duşunmen, careler araman, bizim seni kendimize cekmemizden, ayağındaki dunyaya olan sevgi bağını cozmemizdendir. Senin korkun, aşkın, bizim lutfumuzun kemendidir. Senin her ‘Ya Rabbî!’ deyişinin altında ‘Lebbeyk’ (Buyur kulum!) deyişleri vardır.
Hak bilgisinden haberi olmayan kişinin canı, bu duadan uzaktır. Cunku onun, Ya Rabbî demesine izin yoktur; ona zikir zevki verilmemiştir. Bir zarara, bir sıkıntıya uğradığı vakit, inleyip de Allah’a yalvarmaması icin, onun ağzına da, gonlune de manevi kilitler vurulmuştur.” (Mesnevi, c. 3, 189-199.beyitler)
Allah kabul etmeyeceği duayı, bizlere ve ozellikle de dostlarına ilham eder mi? Oyle dualar vardır ki iclerinde Allah’ı istemekten başka bir istek yoktur. Dikkat edilirse duanın hakikati, kulun Allah’a derdini bildirmesi değil, o derdin dermanının ancak Allah olduğunu bilmesi halidir. Bu yuzden diyebiliriz ki, Allah’ı butun hakikatiyle sevemeyen bir insan, olması gerektiği gibi bir dua edemez.
Bizi bizden iyi bilene teslim olmak
Allah, riyadan uzak bir şekilde ve ihlÂsla yapılan dualara melekleri ile icabet edeceğini şu ayetinde belirtmektedir: “Siz Rabbinizden yardım istiyordunuz. O da: ‘Ben size birbiri ardınca bin melek ile yardım edeceğim..’ diye duanızı kabul buyurmuştu.” (Enfal, 9)
Biz sadece dua ederiz, edeple niyazda bulunuruz; gercekleşeceği vakit ve saat ise Allah’ın katındadır. Bu gerceğe rağmen, acziyetinin farkına varamamış insan, aceleci karakteriyle adeta sipariş verir gibi yaptığı duasının hemen gercekleşmesini isteyebilmektedir. Belki istediğimiz şey veya gonlumuzden gecen arzu, bizleri hayra değil şerre goturecektir. Kur’anımız bakın bu gafleti nasıl tasvir etmektedir:
“İnsan, hayra dua eder gibi, şerre de dua etmekte, yani hayrı ister gibi şerri de istemektedir. İnsan pek acelecidir.” (İsra, 11)
“İnsanın tabiatında acelecilik vardır. Oyle acelecidir ki, sanki insan aceleden yaratılmıştır. Durun, size ayetlerimi gostereceğim, benden acele istemeyin.” (Enbiya, 37)
“Kim bu aceleci dunyayı isterse, orada ona, evet istediğimiz kimseye hemen cabucak dilediğimiz kadar veririz; ama sonra yerini cehennem yaparız! Kınanmış ve kovulmuş olarak oraya girer.” (İsra, 18)
Oyleyse, olmasını istediğimiz şeyin, bizim istediğimiz zaman değil, Allah’ın hayrımıza takdir ettiği zaman olması daha hayırlı değil midir? Boylece Allah, o talebimize veya kendi ruhumuzda beklediğimiz o gelişmeye, evrendeki butunluğun bir parcası olması hakikatine gore icabet edecektir. Allah bu şekilde dilemedikten sonra biz nasıl dileyebiliriz ki!.. “Âlemlerin Rabbi Allah dilemedikce siz dileyemezsiniz.” (Tekvir, 29)
Bizim talebimiz, nefsimizin, kotuluklerimizin ve gunahlarımızın daralttığı kendi varlık alanımızı genişletmek olmalıdır. Mehmet Akif’in İstiklal Marşımızda, “Kukremiş sel gibiyim, bendimi ciğner aşarım, / Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım.” şeklinde ruhunun coşkusunu ve varlık alanının beden kalıbını aşmasını ifade ettiği gibi, Muhammed İkbÂl’in de bizler icin ornek olabilecek şu duası, kendi idrakini genişleterek sonsuzluğu keşfetme talebine yoneliktir:
“Allahım! Ben bir selim;
Dar gonullu bir ırmağa nasıl sığarım.
Bana bir Âlem ver ki,
Dağları, vadileri aşıp aşıp geceyim.”
(Zebûr-i Acem, s. 149)
Ellerimiz ihlÂsla semaya doğru yukselirse, emellerimiz Hakk’a kanat acarsa, işte o zaman kederlerimiz ve ahlarımız kaybolacak, gunahlarımız gozlerimizden yaş olup akacaktır. Evrenin her bir zerresinde akseden boyle bir dua, kendi miracımızın onemli bir basamağı olabilir.
Dualarımızda, daima Allah’ın ve Rasulu’nun yolunda yurumek, O’nun ve Rasulu’nun sevgisine layık olmak, İslÂm dinini hakkıyla yaşamak ve yaşatmak ideallerini hatırlamalıyız.
Yazımızı Rabindranath Tagore’un bir duası ile tamamlayalım:
“Kopar, gonlumdeki sefaleti kokunden kopar! Senden niyazım budur, efendim.
Sevinc ve uzuntulerime katlanmayı kolaylaştıracak kuvveti ver bana.
Aşkımı hizmette faydalı kılacak kuvveti ver bana.
Fakirden asla yuz cevirmeme ve kustah kuvvete diz cokmeme kudreti ver bana.
Aklımı gunluk hadiselerin cok ustune cıkaracak kuvveti ver bana.
Ve kuvvetimi senin iradene seve seve teslim etme kuvveti ver bana.” (Gitanjali, s. 42)
__________________
Dua Ve Nİyazlarin
Dini Bilgiler0 Mesaj
●21 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Dua Ve Nİyazlarin