MUSLUMANCA YAŞAMAK

Her beşerî sistem ve beşerî duşunce tarzı, ne kadar uzun omurlu olursa olsun, zamanla eskir, bayatlar, cÂzibe ve guzelliğini yitirir ve bıkkınlık hasıl eder; ama, muslumanca yaşama ve muslumanca duşunce tarzı oyle değildir. İnsan onda, eğer ruhunu tam hazırlayabilmişse, alışılmış şekil ve formullerin otesinde, tıpkı baharlarda, tabiat kitabının cehresinde parıldayan bir guzellik ve cÂzibe ruhunu, cağlayanlarla fışkıran sonsuzluk duşuncesini, semaların mavi derinliklerinde tutup duran ebediyyet duygusunu bulur ve başı cennetlere ulaşmış gibi olur.

Musluman olarak doğup buyumek ve ruhuyla onun husûsî şivesini duyup tatmak bir tÂli’ eseri ve bir bahtiyarlıktır. Onun yumuşak, aydın ve feyizli iklimini tanıma fırsatını bulamayanlar, butun bir hayat boyu sevgilisinden mahrum kalmış birinin yalnızlığı icinde, “Bu sahra benim, şu sahra senin” der koşar.. “Dîde giryÂn, sîne puryÂn, akıl hayrÂn”, “Şirin” der sızlar, “Leyl” der goz yaşı doker.. gozlerinin feri biter, dizlerinin dermanı tukenir; ama neticede, bir cuvaldız boyu dahi yol almadığını gorur.. başı acık, ayağı yalın hayÂlleri ile olduğu yerde saydığına muttali olur ve hasretle inler.

Bazen hic bir şey bilmeden yola cıkıpta, belli bir sure sonra fıtrat ve tabiatın rehberliğinde kendi ham hayallerinden kurtularak, fıtrat yolu İslÂm’la tanışanlar da cıkabilir ki, bir bakıma bunun da kendine gore bir guzellik ve bir cÂzibesi vardır. Hatta ulfet ve unsiyet golgesi henuz uzerlerine duşmemesi bakımından, boylelerinin muslumanlığında ayrı bir tad, ayrı bir tazelik ve ayrı bir tarÂvet te olabilir. Ancak, boylesi cok ve yaygın değildir. Umumiyetle, ondan uzak yerlerde neş’et edenler, onu kendi ozuyle, kendi şivesiyle bilemez ve kendi orjini, kendi hususiyetleri ile tanıyamazlar. Zaten başından bu yana belli yanlarıyla “Âb emced” hep vicÂhî intikal eden bir kultur başka turlu de olamazdı.

O, lÂhûtî soluklarını duyurabildiği dunyanın ve o dunya insanının cenneti gibidir. Onu şuurlarıyla tartıp tanıyanlar, onda, başka hic bir şeyde rast gelemeyecekleri hÂrikalar bulur ve hÂrikalar tanırlar. Bu şuurla onun ışıktan ikliminde dolaşanlar, gectikleri her yerde yol boyu sihirli ceşmelerin aktığını gorur.. suların, ruzgÂrların, dağların, ovaların dile gelip; onunla konuştuklarını duyar ve butun şanlı gecmişi onun ruhuna sinmiş bir ses, bir mûsikî gibi hisseder.. gecen gunleri, değişen renkleri, hic gecmemiş, hic değişmemiş gibi, onun aydınlık atmosferinde tekrar ber tekar yaşarlar.. ve Âdeta her fÂni ruh onda olumsuzluğun bir buudunu bulur ve otelerdeki ebediyyetine menfezler acmış olur...

Şurada-burada serseri gezen ruhlar, ne zaman onun unsiyet esintili sînesine donseler, kendi kendilerine: İşte ruya ve hulyalarımızda aradığımız dunya (!) der, duşunce ve ihsaslarını onun baharlar gibi engin, canlı ve renkli iklimine salar, fÂniliğe rağmen olumsuzluğe uyanırlar.

Onun yÂkuttan havası, ışığı ve sihirli atmosferine girenler, cok defa: Neden insanların coğu bu cennetÂs dunyaya karşı lÂkayd kalıyor? ve nasıl olur da insanlık, onun iliklerine kadar işleyen onun bu diriltici soluklarını duymuyor..? demeden kendilerini alamazlar. Evet, o, boyle derinden derine ruhun butun ihtiyaclarını soylerken, en derin, en huzunlu bir ses olarak gaflet ve dalgınlıklarımızı delerken, nasıl oluyor da bu buyulu sese, bu coşturan soluğa karşı alÂkasız kalabiliyoruz! Nasıl oluyor da hayatı, idrak ettiğimiz gunden bu yana, onun gozumuzun onunde orduğu, parlattığı, o hoş ve gonulleri hoplatan guzellikler şiirine karşı duyarsız olabiliyoruz!

Onun dunyasında herşey bir aşk buyusu ile sihirli gibidir. Gunduzler, bu masmavi Âlemin buyusu icinde doğar, aydınlanır ve sînelere bir bir boyasını calar, oyle gider.. geceler insanın derinliklerine matkaplar salıyor gibi en duşundurucu duygularla gelir, gonullere bir avuc kor atar-gecer.. sabahlar insanı en tatlı ses, rayiha ve esintilerle kucaklar.. bağ ve bahcelerden yukselen ciceklerin kokuları, damla damla sağdan soldan dokulup gelen kuşların cıvıltıları ve yer yer golgeler gibi bir belirip bir kaybolmaları.. zaman zaman gerceklerin golgelere karışması, vakit vakit de golgelerin gercekleşmesi, evet, butun bunlar Âdet bir hayret ve urpertinin besteleri gibidirler.

Duşunce dunyasıyla bu seviyeyi yakalayabilenler, kendilerini cennet yamaclarında seyr ve tenezzuhe cıkmış gibi hisseder, gonullerinde ebedî var olma ve aşkın nefeslerini duyar, sonsuzluk icin yaratılmış olmanın hazları ile buyulenir giderler.

M.Fethullah Gulen "Gunler Baharı Soluklarken" Kitabından
__________________