Muhammedi davetin, kapalı mekÂnlardan acık alanlara cıkma vakti gelmiştir. Mekke site devletinin muşrik oligarşisinin tek derdi vardır: Cıkarlarını korumak.

Allah Rasulu, yeni gelen etkili sureyi KÂbe’nin onunde kimin okuyacağını sorar. Sahabenin “İslam’ın evi” adını koydukları “Erkam’ın evi”nde hazır bulunanlar arasından ince bir ses yukselir: “Ben okurum ya Rasulallah!” Bu sesin sahibi, dev imanıyla ters orantılı cılız bir cusseye sahip olan Abdullah b. Mes’ud’dur. Soru ikinci kez, ucuncu kez tekrarlanır, fakat her seferinde ondan başka kimsenin eli kalkmaz. Sonunda İbn Mes’ud cok istekli olduğu bu “ilk” icin Hz. Peygamber’den izni koparır.

Ortalığın en kalabalık olduğu bir vakitte KÂbe’ye gider ve başlar Kur’an okumaya. Kur’an’ın acıktan okunması, Mekke’nin putperest oligarşisi uzerinde soğuk duş etkisi yapar. “Kur’an okumak” gibi masum bir eylemi, “meydan okumak” olarak algılarlar. Gercekte Kur’an’ın muhatabını yureğinden sarsan etkisinden korkarlar. Okunan Kur’an’ın cazibesine kapılmamak elde değildir. Bunu sağlamak icin, şamata cıkarır, gurultu patırtı yaparlar.

Okunan Kur’an’ın şokundan ilk cıkan “Ebu Cehil” lakaplı Amr b. Hakem olur. Bolgenin ticaret hacmi en yuksek şehri olan Mekke’de, ticaret tekelini elinde bulunduran bir avuc seckinden biridir o. Kur’an’ın etkisini cevresindeki yuzlerde gormuş ve telaşlanmıştır. O telaşla İbn Mes’ud’un uzerine yurur ve o nahif bedene tekme tokat girer.

İbn Mes’ud, ağzı yuzu kan revan, soluğu kesilinceye kadar Kur’an okumayı surdurur. Zira sozun gucunun gucun sozunden ustun olduğunu fark etmiştir. Mekke’nin putperest oligarşisinin Kur’an karşısındaki acziyetini ayan acık gormuştur. Sozun guc karşısında bu kadar etkili bir silah olduğunu yaşayarak muşahede etmiştir. Sozun gucu karşısında soyleyecek sozu olmayanların, şiddete yoneldiğini hayretle gormuştur. İbn Mes’ud, daha sonra o kanlı gunu anlatırken şu carpıcı tesbiti yapacaktır:

“Muşrikleri hic o gunku kadar acziyet icinde gormemiştim.”

Burada dur sevgili okur! Dur ve vahyin inşa ettiği bir şahsiyetin “acziyet” tasavvurunu alkışla! Vahyin inşa ettiği bu akla gore acizlik şiddete maruz kalmak, sopa yemek, ağzı burnu dağıtılmış olmak değildir. Vahyin inşa ettiği akla gore “aciz kalmak”, soyleyecek sozu olmadığı icin guc kullanmaktır. Sozun gucunu gucun sozuyle bastırmaktır.

Soz aklın urunu, guc kasın urunudur. Kur’an okumayı meydan okuma olarak algılayan onyargılı putperest akıl, kafasını calıştıracağı yerde kasını calıştırmıştır, o kadar.

İmkÂn olsa da aynı İbn Mes’ud’u kaldırıp bu cağa getirsek ve Kur’an’a karşı yapılan saldırıları bir bir aktarsak, sanırım alacağımız cevap yaklaşık şoyle olurdu: “Modern inkÂrcıların Kur’an karşısındaki acziyeti, Mekkeli seleflerininkine cok benziyor”.

İslam karşıtı kuresel lobinin kendisine laboratuar olarak sectiği anlaşılan Danimarka’da Kur’an meali satışları patlamış. Karikatur krizine de evsahipliği yapmış olan Danimarka’da Kur’an’ın Dan’ca mealinin 5000 adetlik ilk baskısı bir ay dolmadan tukenmiş. En cok satanlar listesinde Kur’an 2. sıraya yukselmiş.

Kur’an meali satışları konusundaki bu patlama birilerini fena halde telaşlandırmış. Marjinal bir gurup, Kur’an’ın mahkûm edilmesi ve onu bulunduran mescit ve camilerin ‘teror yuvası’ addedilerek kapatılması istemiyle mahkemeye başvurmuş. Anlaşılan bu cevre de, Kur’an okumayı “meydan okuma” olarak değerlendirmiş. Ve onlar da Kur’an’ın canına okumak gibi, eceli gelenin irtikÂp edeceği cirkin bir yola başvurmuşlar.

Cami duvarına yestehleme teşebbusunde bulunan Danimarkalılara, oteden beri bu konuda hevesli tavırlarıyla dikkat ceken Hollanda’dan bir ses katılmış. Bu sesin sahibi, ırkcı soylemi ve gocmen karşıtlığıyla tanınan milletvekili Geert Wilders. Bu nasipsiz kışkırtıcı “Hz. Muhammed hayatta olsaydı ve Danimarka’da yaşasaydı onu kovardım” gibi herzeler yemiş ve demiş ki: “Bir İslam tsunamisi ile karşı karşıyayız”, “Eğer Muslumanlar Hollanda’da yaşamak istiyorlarsa, Kuran’ın yarısını yırtıp atmalılar, imamları dinlememeliler, cunku Kuran’da korkunc şeyler soylendiğini biliyorum.”

Danimarkalı ırkcı azınlığı da, onlara ses veren Hollandalı milletvekilini de anlıyorum, tıpkı Mekke muşriklerini anladığım gibi. Tahminim o ki, Kur’an duşmanı bu catlak sesler artarak surecek. Zaten bu surec yeni başlamadı. Ta 1990-91’de zamanın İngiliz Başbakanı M. Teacher ve Nato Genel Sekreteri Willy Cleas’in komunizm tehdidinin yerine İslam’ı koyduklarında başladı.

28 Şubat sureci, bu konseptin bir parcasıydı. İşe Kur’an okumayı yasaklamak, cami yapımına sınır getirmek, İmam-Hatip’leri kapatmak, tesetturu kamusal alandan silmekle başlamaları tesaduf değil. Dahası, yukarıdaki Kur’an duşmanlığı orneklerine rahmet okutacak bir kitapcık yayınlayacak kadar gozleri donmuştu.

11 Eylul sureci, 28 Şubat surecinin kuresel olceğe taşınmasından başka bir şey değildi. Irkcı Hollandalının “Kur’an’ın yarısını yırtıp atın” soylemiyle, 28 Şubat’ın Baba’sının “Kur’an’da gunumuzle uyuşmayan 250 ayet var” sozu arasındaki benzerliği hatırlayın.

Kur’an’a savaş acanlar başarısız olacaklar, bundan adım gibi eminim. Zira sozun gucune karşı gucun sozcusu olmak acizliktir. Ne kadar guc gosterisinde bulunurlarsa bulunsunlar, acziyetleri pacalarından akıyor.

Mona Roza şairinin başlığa cıkardığım mısraı, onların halini tam resmediyor.


mustafa islamoğlu

__________________