AHMED ŞÎRÂNÎ
Son devir Osmanlı Ă‚limlerinden. İsmi Ahmed ŞîrĂ‚nî Efendidir. Babası ZurrĂ‚'dan Mahmûd Ağadır. 1879 (H.1297) senesi Şiran kazĂ‚sının Karaca koyunde doğdu. Medrese tahsîlini bitirerek 1909 senesinde icĂ‚zet, diploma aldı. Muderrislik imtihanını başarı ile verdi. DĂ‚r-ul-Hikmet-i İslĂ‚miyye memuriyeti, Cerîde-i İlmiyye Mudurluğu yaptı. 1916'da da Sahn Medresesi fıkıh muderrisliğine tĂ‚yin edildi. 1920'de Medreset-ul-İrşĂ‚d muduru oldu. 1922'de Konya İmam ve Hatip Mektebi mudur ve muallimliği, 1924'te İstanbul İmĂ‚m-Hatip Mektebi hocası oldu.

Turkce, Arapca ve Farscanın yanında Fransızca da bilen Ahmed ŞîrĂ‚nî Efendi, Hayru'l-KelĂ‚m ve İ'tisĂ‚m isimlerinde mecmualar neşretti. Bu mecmualardaki yazılarında devrin reformcu ve mezhepsizleriyle mucĂ‚dele ederek, cevaplar verdi. Bir ara İttihatcılarca dîvĂ‚n-ı harbe verilen Ahmed ŞîrĂ‚nî, mecmuasında bunlara şoyle cevap verdi:

Bir insan Allah'ı, Peygamberi, din ve mezhepleri inkĂ‚r ettikten sonra, "Benim nazarımda din ve mezhep, Kur'Ă‚n ve hadîsten ibĂ‚rettir." derse, onda ilim ve irfĂ‚n, akıl ve idrĂ‚k, muntazam dimağ, sağlam hĂ‚fıza bulunur mu?

"Benim nazarımda dort imĂ‚m denilen muhterem zĂ‚tlar, İslĂ‚mî ilimlerde rusûh sĂ‚hibi, derin Ă‚lim ve ictihĂ‚da kĂ‚dir, gucu yeten bir Ă‚limden başka bir şey değillerdir." diyorsunuz. Bunun hilĂ‚fını, aksini iddiĂ‚ edecek kimse bulunmadığına gore anlatmak istediğiniz bir maksad var. Fakat pek cĂ‚hil olduğunuz icin istediğiniz şekilde anlatamadınız. Demek istiyorsunuz ki: "Ben onların ilmî şahsiyetlerini tanırım, fakat mezheplerini tanımam." Artık size ne diyeyim. Acıklanması guc, gizlenmesi guc bir vereme tutulmuşsunuz. Bir murşidin, yol gostericinin irşĂ‚d eteğine, bir Ă‚limin îkĂ‚z rahlesine (onune) vakit gecirmeksizin murĂ‚caat etmenizi din kardeşliği nĂ‚mına tavsiye ederiz.


1) Son Devrin İslĂ‚m Akademisi; s.166
2) Şeriatten LĂ‚ikliğe; s.310
3) Son Devir Osmanlı UlemĂ‚sı; c.1, s.226


KÂSIM CELEBİ
Buyuk velîlerden. İsmi KĂ‚sım Celebi'dir. İstanbul'da doğdu. Doğum tĂ‚rihi bilinmemektedir. Babası Edirne kĂ‚dısı Muhammed CemĂ‚lî Efendiydi. 1519 (H.926) tĂ‚rihinde İstanbul'da Baba Nakkaş semtinde vefĂ‚t etti.

KĂ‚sım Celebi onceleri uzleti, insanlardan uzak yaşamayı secip, yalnız başına tenhĂ‚ yerlerde, dağlarda dolaştı. Bir zaman; saray ağası, bir dergĂ‚h ve yanında bir cĂ‚mi yaptırdı ve velî bir zĂ‚t olan Celebi Halîfe'den bir talebesini burada irşĂ‚d ile hak yolun bilgilerini yaymakla gorevlendirmesini ricĂ‚ etti. Celebi Halîfe de bu arzu uzerine bir talebesini gonderip tenhĂ‚ yerlerde Allah aşkı ile dolaşan KĂ‚sım Celebi'yi getirtti. Sacını traş ettirdi ve elbise giydirip, saray ağasının yaptırdığı dergĂ‚hta gorevlendirdi.

KĂ‚sım Celebi bir zaman sonra Hadım Ali Paşanın kendisine muhabbeti sebebiyle bir dergĂ‚h ve bir cĂ‚mi yaptırmasıyla oraya gecip talebeleriyle birlikte ilim ve ibĂ‚detle meşgûl oldular. Mecbûriyet halleri hĂ‚ric dergĂ‚htan dışarı cıkmadılar. Cok kerĂ‚metleri goruldu.

KĂ‚sım Celebi, vefĂ‚tları yaklaştığı zaman kaldığı dergĂ‚htan cıkıp Baba Nakkaş semtine gittiler. Sevdikleri kendisine; "Efendim! Bu hasta ve zayıf hĂ‚linizde nicin tenhĂ‚ yerlere gidiyorsunuz. DergĂ‚hınızda kalıp istirahat etseniz." dediklerinde, onlara; "BizAllahu teĂ‚lĂ‚nın lutfuna buralarda kavuştuk. Buradan Ă‚hirete sefer edelim arzu ederiz. Hem biz burada merhum olursak iyi olur." buyurdular. O gecenin sabahında arzu ettiği gibi vefĂ‚t etti. VefĂ‚t zamĂ‚nı Sultan BĂ‚yezîd Han oğlu SultanSelîm devriydi.

PEKİ EFENDİM!

Talebelerinden biri Allahu teĂ‚lĂ‚nın en sevgili kullarından sayılan bir kutup gormek arzu ederdi. KĂ‚sım Celebi onun bu arzusunu anlayınca talebeyi bir iş sebebiyle Bursa'ya gonderdi. Talebe, deniz yoluyla giderken fırtına cıktı. Nasıl olduğunu anlamadan kendisini bir adanın ortasında buldu. Adada yalnız başına dolaşmaya başladı. Netîcede cimenlik bir yere oturdu. Etrafta kimsecikler yoktu. Akşama kadar oralarda kaldı. Akşam olunca adanın herbir tarafından yedi kişinin kendisine doğru geldiğini gordu. Bir ara aralarında bĂ‚zı şeyler konuştular. İclerinden birinin yuzu ortuluydu. Sonra cemĂ‚at hĂ‚linde akşam namazını edĂ‚ ettiler. Yuzu ortululeri imĂ‚m olmuştu. Daha sonra herbiri geri donup geldikleri tarafa gitmek icin yola koyuldular. Talebe, onların yanından ayrıldıklarını gorunce feryĂ‚d etti. Bunun uzerine yuzu ortulu olan, o talebeye donup; "Oğlum! Nicin hocan ile kanĂ‚at etmeyip başka kimse ararsın. İcinden kutup gorme arzusunu cıkar." dedi. Talebe şaşkınlıkla; "Peki efendim." deyip tovbe etti. Yuzu ortulu olana dikkatlice baktığında onun kendi hocası KĂ‚sım Celebi olduğunu anladı. KĂ‚sım Celebi talebesine tebessumle; "Sen arkadan gelirsin. Bizim acele işimiz var." buyurdu ve ayrıldı. O talebe kırk gun sonra İstanbul'a dondu. DergĂ‚ha geldiğinde hocasının vefĂ‚t ettiğini gordu.

1) LemezĂ‚t, SuleymĂ‚niye KutuphĂ‚nesiMahmûd Efendi, No: 453b, v.143
2) ŞakĂ‚yık-ı Nu'mĂ‚niyye Tercumesi; s.375
3) Sicilli Osmanî; c.4, s.46


KEVSERÎ
Anadolu velîlerinden. İsmi Hasan Hilmi bin Ali olup, meşhûr Mehmed ZĂ‚hir el-Kevserî'nin babasıdır. Kevserî diye meşhûr olmuştur. Kafkasya'nın Sebj (Şebjer) kasabasında doğdu. 1926 (H.1345) senesinde İstanbul'da vefĂ‚t etti.

Kucuk yaşında ilim tahsîline başlayan Kevserî, Kur'Ă‚n-ı kerîmi zamĂ‚nın kurrĂ‚larından el-Battal el-HĂ‚c SuleymĂ‚n el-Ezherî'den oğrendi. Sonra SoposzĂ‚de diye meşhûr Şeyh AllĂ‚me MûsĂ‚ Efendinin derslerine devĂ‚m ederek Arapca gramer bilgilerinden icĂ‚zet, diploma aldı. Şeyh ŞĂ‚mil'in hocalarından Suskî el-HĂ‚c Hasan Efendiden de fen ilimlerini oğrendi. BilĂ‚hare yaşadıkları bolgenin Rus işgĂ‚line uğraması uzerine 1863 senesinde Osmanlı ulkesine gecerek Duzce yakınındaki Calıcuma (Hacı Hasan Efendi) koyune yerleşti. BeyzĂ‚deler diye meşhur bir Ă‚ile olarak yaşadılar. Duzce'de Şeyh Devlet adında Abdullah-ı Mekkî silsilesine mensûb halîfelerden Saîd Giray'ın halîfesi olan bir zĂ‚ta talebe olup ondan icĂ‚zet aldı. Şeyhinin hac donuşu vefĂ‚t etmesi uzerine İstanbul'a gelerek Ahmed ZiyĂ‚uddîn GumuşhĂ‚nevî hazretlerinin sohbetlerinde bulundu. Ondan DelĂ‚il-i HayrĂ‚t okutma icĂ‚zeti aldı. Bu arada hac vazîfesini yerine getirmek uzere Hicaz'a giderek MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚lid-i BağdĂ‚dî hazretlerinin halîfelerinden MûsĂ‚ el-Mekkî'ye intisĂ‚b etti. Ondan hilĂ‚fet ve icĂ‚zet aldı. 1871 senesinde tekrar Duzce'ye dondu. Kendi adıyla yaptırdığı medresede hem ilim oğretti, hem de tasavvuf yolunu anlatıp insanların kurtuluşu icin gayret etti. Şeyh Devlet'inDuzce'deki halîfesi Âtıf Efendiye de bağlılığını surdurdu. Daha sonra İstanbul'a giderek AhmedZiyĂ‚uddîn GumuşhĂ‚nevî hazretlerine olan bağlılığını yeniledi. Halvete girdi ve kısa zamanda ondan hilĂ‚fet yĂ‚ni İslĂ‚miyeti insanlara anlatma izni aldı. BilĂ‚hare Duzce'nin ileri gelenlerinin yaptırdığı Yeni CĂ‚mi bitişiğindeki medresede senelerce ilim oğretti ve RĂ‚mûz-ul-EhĂ‚dîs okuttu. Ahmed ZiyĂ‚uddîn GumuşhĂ‚nevî'nin emri uzerine medresenin yanına bir dergĂ‚h yaptırdı. Burada fıkıh, hadîs, tefsîr, Kur'Ă‚n-ı kerîm okutmak ve halvetten başka bir şeyle meşgûl olmamaya başladı. Omrunun sonuna kadar ilim oğretmek ve ibadetle meşgûl olarak Allahu teĂ‚lĂ‚nın rızĂ‚sına kavuşmak icin gayret eden Hasan Hilmi el-Kevserî hazretleri, 1926 (H.1345) senesinde İstanbul'da vefĂ‚t etti.


1) İrgĂ‚mu'l-Merîd; s.103


MUHAMMED EFENDİ
EvliyĂ‚nın buyuklerinden. İsmi Muhammed'dir. Acı Corba lakabı ile meşhûr olmuştur. Kaynaklarda doğum ve vefĂ‚t tĂ‚rihleri bulunamayan Şeyh Muhammed hazretlerinin, on altıncı asrın ikinci yarısında vefĂ‚t ettiği bilinmektedir.

EvliyĂ‚nın meşhûrlarından Akşemseddîn'in oğlu Fadlullah Efendinin hizmet ve sohbetlerinde yetişip kemĂ‚le gelen Şeyh Muhammed Efendi, zĂ‚hirî ve bĂ‚tınî ilimlerde derin Ă‚lim ve velî bir zĂ‚t oldu. İlim tahsîlini tamamlayıp kemĂ‚le geldi. Tasavvufta yuksek derece ve olgunluklara kavuşup, kendisini ibĂ‚det ve tĂ‚ata verdi.

Diğer buyuk velîler gibi, bu da, insanlara bulundukları dunyĂ‚lık mevkiler ve sĂ‚hib oldukları servetlere gore kıymet verilmesini hoş karşılamaz ve boyle yapılmasından şiddetle nefret ederdi. Yanına gelenler arasında, zengin, fakir, yuksek ve aşağı şeklinde bir ayırım yapmaz, kıymet ve ustunluğun İslĂ‚miyete uymak nisbetinde olduğunu bildirirdi. Dînimizin emirlerine son derece bağlı, Allahu teĂ‚lĂ‚yı unutmayan dağdaki bir cobanın, Allahu teĂ‚lĂ‚dan gĂ‚fil olan bir sultandan binlerce kat daha kıymetli olduğunu soylerdi.

İstidĂ‚d sĂ‚hibi birisi kendisine gelse, ona mutlaka alĂ‚ka gosterir, ilim ve edeb oğrenmesinde ona faydalı olurdu. Talebeler sohbetleri bereketi ile oyle yuksek derecelere kavuşurlardı ki, başkaları uzun seneler mucĂ‚hede edip uğraşmakla o dereceleri elde edemezlerdi.

Ekseri gecelerde meclisinde bulunanlar ile birlikte, başka bir şey duşunmeyip, yalnız Allahu teĂ‚lĂ‚yı zikretmekle meşgûl olurlardı. Onların bu hĂ‚lini gorenler, bulundukları yerden nûr yayıldığını ve bu nûrun gok yuzune doğru yukseldiğini gorurlerdi. Nice insanlar, Şeyh Muhammed'e bir muddet hizmet etmekle, yuksek derece ve makamlara kavuşmuşlardı.

Bir gun, Şeyh Muhammed hazretleri talebelerine şoyle tenbihde bulundu: "Yakın zamanda bana bir hĂ‚l olur ve hareketsiz kalırım. O hĂ‚lim ile karşılaştığınızda, uc gun beklersiniz, uc gunden sonra vucûdumda bir kabarma ve şişme gorurseniz, o zaman vefĂ‚t etmiş olduğumu anlar, beni defnedersiniz."

Şeyh Muhammed'in bu sozu soylediği sırada, orada bulunan ve talebelerinden olan bir zĂ‚t şoyle anlattı: "Ârif-i billĂ‚h olan o buyuk zĂ‚t, yukarıdaki sozu soyledikten bir zaman sonra, kendisinde bildirdiği gibi bir hĂ‚l oldu. Hakîkaten hicbir hayat belirti ve hareketi gorulmeden, uc gun o hĂ‚lde durdu. Uc gun gectikten sonra, vucûdunda şişme eserleri gorulmeye başlayınca, vefĂ‚t ettiğini anladık. Yıkayıp kefenledikten sonra defnettik.

1) ŞakĂ‚yik-ı Nu'mĂ‚niyye Tercumesi (Mecdî Efendi); s.425
2) İslĂ‚m Âlimleri Ansiklopedisi; c.14, s.370


MUSTAFA EFENDİ
On sekizinci yuzyılda Anadolu'da yetişmiş olan evliyĂ‚dan ve Ă‚limlerden. İsmi Mustafa olup, Hacı Mustafa Efendi veya DebbağzĂ‚de diye meşhur olmuştur. Rize'de doğdu, İstanbul'da vefĂ‚t etti. Doğum ve vefĂ‚t tĂ‚rihleri belli değildir.

Doğum yeri olan Rize'de ilim tahsiline başlıyan DebbağzĂ‚de Mustafa Efendi İstanbul'a geldi. ZamĂ‚nının Ă‚limlerinden aklî ve naklî ilimleri tahsil edip derin Ă‚lim olduktan sonra FĂ‚tih CĂ‚miinde ders okuttu. SelĂ‚nik kĂ‚dılığına tĂ‚yin edildiyse de gitmedi. Daha sonraMısır kĂ‚dılığına tĂ‚yin edildi. Mısır kĂ‚dılığı sırasında insanların Allahu teĂ‚lĂ‚nın emirlerine uygun olarak yaşamaları icin gayret etti ve bu vazîfeyi adĂ‚letle yuruttu. Derin ilmiyle ve guzel ahlĂ‚kıyla insanlara ornek oldu. Sonra Medîne-i munevvere kĂ‚dılığına getirildi. Sevgili Peygamberimizin kabr-i şerîflerini ziyĂ‚ret edip, mubĂ‚rek beldenin ahĂ‚lisine hizmette kusûr etmedi. Mekke-i mukerremeye giderek hac vazifesini yerine getirdi.Hac ibĂ‚deti esnĂ‚sında başka İslĂ‚m memleketlerinden gelen Ă‚lim ve velîlerle goruşup sohbet etti. Sonra İstanbul'a donmek uzere oradan ayrıldı. Ancak Bayas (veya Payas) VĂ‚lisi KucukAlioğlu onun bu yolculuğuna mĂ‚ni oldu. Onu hapsettirdi. DebbağzĂ‚de Hacı Mustafa Efendinin hapsedildiği haberi İstanbul'a ulaşınca, zamĂ‚nın pĂ‚dişĂ‚hı, onun serbest bırakılması icin emir gonderdi. Fakat vĂ‚li, pĂ‚dişĂ‚hın emrini de dinlemeyip, onu serbest bırakmadı. HattaDebbağzĂ‚de Hacı Mustafa Efendiye sıkıntı ve ezĂ‚ ettirdi. Mustafa Efendi hapsedildiği hucrede devamlı olarak namaz kılıp, ibĂ‚det etti ve Allahu teĂ‚lĂ‚ya duĂ‚ ve niyĂ‚zda bulundu.

Hucrede bulunduğu sırada başını secdeye koyup kendisinin kurtulması ve onu hapseden vĂ‚linin cezalandırılması icin Allahu teĂ‚lĂ‚ya duĂ‚ ve niyĂ‚zda bulundu. Allahu teĂ‚lĂ‚ Ă‚lim ve velî olan bu zĂ‚tın duĂ‚sını kabûl etti. Ona zulmeden bu vĂ‚li feci bir şekilde oldu.VĂ‚linin yerine gecen oğlu, DebbağzĂ‚de HacıMustafaEfendiyi hapishĂ‚neden cıkarttırdı. Ona ikrĂ‚m, iltifĂ‚t ve ihsĂ‚nlarda bulundu. Bu hĂ‚lin, HacıMustafaEfendinin kerĂ‚meti olduğunu anlayan vĂ‚li, onu kendi adamlarıyla İstanbul'a kadar yolladı.

İstanbul'a gelen DebbağzĂ‚de Hacı Mustafa Efendi, ilim oğretmeye ve insanlaraAllahu teĂ‚lĂ‚nın emir ve yasaklarını anlatmaya devĂ‚m etti. Sahîh-iBuhĂ‚rî'yi, İbn-i Hacer'in Nuhbe'sini okuttu. Pekcok kimse ondan ders alıp ilim oğrendi. ÂkifzĂ‚de AbdurrahmĂ‚n Efendi de ondan ders ve hadîs-i şerîf okutmak husûsunda icĂ‚zet alan kimselerdendir. Sahîh-i BuhĂ‚rî'nin senedinde bulunan zĂ‚tları ihtivĂ‚ eden bir eser te'lif eden DebbağzĂ‚de Hacı Mustafa Efendi, ilim ve fazîlet sĂ‚hibi, olgun, cok ibĂ‚det eden, velî bir zĂ‚t idi.

1) Mecmû fi'l-Meşhûd ve'l-Mesmû'; s.26


VİŞNEZÂDE
Osmanlı Devleti zamĂ‚nında yetişen Ă‚limlerden, velî. İsmi, Muhammed bin Lutfullah’dır. Şeyh Muhammed Arabî ve İbn-i Bayram-ı Rûmî diye de meşhûrdur. 1615 (H.1023) senesinde Filibe’de doğdu. 1681 (H.1092) senesi ŞĂ‚bĂ‚n ayında İstanbul’da vefĂ‚t etti. Amcası ZekeriyyĂ‚zĂ‚de YahyĂ‚ Efendinin yanına defnedildi.

Muhammed Arabî, yedi yaşında babasını kaybettiği icin ŞeyhulislĂ‚m olan amcası YahyĂ‚ Efendinin yanında yetişti. İbn-i Bayram-ı Rûmî, once İstanbul’da ikĂ‚met eden Seyyid Muhammed’den, sonra HĂ‚mid bin Mustafa AksarĂ‚yî, DersiĂ‚m diye meşhûr Molla Abdullah’dan ilim oğrendi. Edebî ilimleri, SultĂ‚n-ul-ulemĂ‚ veş-şu’arĂ‚ denilen amcasından aldı. İbn-i Bayram-ı Rûmî, genc yaşta yazdığı şiirleri amcasına arzeder, amcası da gerekli tashihi yapardı. Sultan Dorduncu MurĂ‚d, İbn-i Bayram-ı Rûmî’ye İstanbul’da cok ikrĂ‚mda bulunurdu. Bir gun Sultan MurĂ‚d, İbn-i Bayram-ı Rûmî'yi dĂ‚vet etmişti. İbn-i Bayram-ı Rûmî’nin yaşı oldukca kucuktu. Sultan, elinde bulunan altınları ona verdi. Altınlardan bĂ‚zıları yere duştu. İbn-i Bayram yere duşenlere hic iltifĂ‚t etmedi ve eğilip onları almadı. Sultan MurĂ‚d onun bu asĂ‚letini cok beğendi.

Amcasının vefĂ‚tından sonra, ŞeyhulislĂ‚m Ebû Saîd Efendi, onu once amcasının ders verdiği medreseye hoca tĂ‚yin etti. Sonra onu, Sahn-ı semĂ‚n medreselerinden olan EsmĂ‚ HĂ‚n binti Sultan SuleymĂ‚n Medresesine tĂ‚yin etti. Sonra 1654 senesinde Şam kĂ‚dılığına gonderildi. Mısır, Bursa ve Edirne kĂ‚dılıklarında da bulunduktan sonra 1662 senesinde İstanbul kĂ‚dısı oldu. On yedi ay bu gorevde kaldı. 1668 senesinde Anadolu, 1669 senesi Rebî’ul-Ă‚hir ayında da Rumeli kĂ‚dıaskeri oldu. Bir sure sonra bu vazifeden ayrıldı. 1676 senesinde tekrar Rumeli kĂ‚dıaskerliğine getirildi. Bir sene sonra bu gorevden de ayrıldı. VefĂ‚tına kadar evinde koşesine cekilip, munzevî bir hayat yaşadı. SĂ‚dece haftada iki gun cıkardı.

İbn-i Bayram-ı Rûmî, Osmanlı Ă‚limlerinin onde gelenlerinden olup, ilim ve fazîlette, fesĂ‚hat ve belĂ‚gatta cok yuksek idi. Arabca, Farsca ve Osmanlıca nazm ve nesir yazmada cok mĂ‚hir idi. Hakkında cok medhler yazıldı. Cok zekî idi. Guzel ahlĂ‚klı, iffet ve vekĂ‚r sĂ‚hibi idi. KĂ‚dı iken yanına gelenlere şefkatli bir baba, hakîkî bir kardeş muĂ‚melesinde bulunurdu.

Şoyle anlatılır: İbn-i Bayram-ı Rûmî’nin muhtelif mevzûlara dĂ‚ir cok kitabı vardı. Bunların hepsini okuyup, tetkîk ettiğinden, cok iyi bilirdi. İbn-i Bayram-ı Rûmî’ye bir gun bir kitap lĂ‚zım olmuştu. O kitabı cıkartması icin kutuphĂ‚nesine bakan hizmetcisine soyledi. KutubhĂ‚neye bakan hizmetci bir yardımcı ile berĂ‚ber uzun muddet aradılar. İbn-i Bayram-ı Rûmî’nin aradığı mevzû ile alĂ‚kalı birkac kitap cıkardılar. Fakat onun istediği kitabı daha bulamamışlardı. İbn-i Bayram-ı Rûmî onlara kitabın satırlarını ve yaprağının husûsiyetlerini soyleyince, bir muddet sonra aradıkları kitabı buldular. Kitab, İbn-i Bayram-ı Rûmî’nin anlattığı şekilde idi.

İbn-i Bayram-ı Rûmî’nin Keşf-uz-Zunûn’a yaptığı bĂ‚zı ilĂ‚veler, Şu’ara Tezkire’si ile bir DîvĂ‚n'ı vardır.

1) HulÂsat-ul-Eser; c.4, s.131
2) EsmĂ‚-ul-Muellifîn; c.2, s.298

3) Sicilli OsmĂ‚nî; c.3, s.455
4) İslĂ‚m Âlimleri Ansiklopedisi; c.15, s.293


__________________