Hayat imtihanının butun meşakkat ve zorluklarını rız ve teslîmiyetle aşarak Allah ve Rasûlu’nun yolunda yurumek, mu’minlerin en muhim îman şiÂrıdır.
Mu’minin îmÂnın zirvesine doğru irtif kazanması da; amel-i sÂlih dediğimiz, Allah rızÂsını gÂye edinen niyet, ibadet ve davranış guzellikleriyle yaşamasına bağlıdır. Bu yuzden Kur’Ân-ı Kerîm’de ve hadîs-i şerîflerde îman ve sÂlih amel, umûmiyetle birlikte zikredilmiştir.
***
Âyet-i kerîmede şoyle buyrulur:
“Boş kaldın mı hemen (başka bir) işe koyul ve yalnız Rabbine yonel.” (el-İnşirÂh, 7-8)
Yani ibadet ve hayırlı işlerin biri bittiğinde hemen diğerine koşmak, herhangi bir zamanın ibadetsiz ve hayırdan uzak gecmesine fırsat vermemek îcÂb eder. Cunku hayat, bize uhrevî saÂdeti kazanmak icin verilmiş bir nîmettir. İnsan omrunun nihÂyeti olan ecelin vakti de mechul kılınmıştır. Bu da hesap vermeye her an hazır olmayı gerektiren, dehşetli bir gercektir.
Vehb bin Munebbih -rahmetullÂhi aleyh-’in naklettiği şu hÂdise, olume her an hazırlıklı olmanın luzumunu ne guzel ifÂde etmektedir:
HukumdÂrın biri, bir yere gitmeye hazırlanırken uzerine giymek icin sayısız elbiseler icinden en guzelini ve binmek icin de bircok at icinden en rahvan ve gosterişli olanı secmişti. Adamlarıyla birlikte muhteşem bir tavırla, boburlenerek ve etrafına calım satarak yola cıktı. Yolda, ustu-başı perişan biri, atının yularına yapıştı. Hukumdar:
“–Sen de kimsin, benim karşımda kim oluyorsun, cekil onumden!” diye hışımla bağırdı. Adamcağız ise sÂkince:
“–Sana soyleyeceklerim var! Senin icin cok hayatî bir mesele…” dedi.
Hukumdar merakla karışık bir hiddetle:
“–Soyle bakalım!” deyince, adam:
“–Gizlidir, eğil de kulağına soyleyeyim!” dedi. Hukumdar eğilince, adam:
“–Ben AzrÂil’im, canını almaya geldim!” dedi.
Hukumdar bir anda neye uğradığını şaşırdı, telÂşa kapıldı, aman dilemeye başladı:
“–Ne olur biraz musÂade et!..” dedi.
AzrÂil -aleyhisselÂm- ise:
“–Hayır, sana musÂade yok. Âilene de ulaşamayacaksın!” dedi ve oracıkta hukumdÂrın canını alıverdi.
Daha sonra yoluna devam eden AzrÂil -aleyhisselÂm- sÂlih bir mu’min kul ile karşılaştı. Ona selÂm verdikten sonra:
“–Seninle bir işim var, bunu sana gizli soyleyeceğim.” dedi ve kulağına eğilerek kendisinin AzrÂil olduğunu soyledi. Mu’min kul buna sevindi ve:
“–Hoş geldin, kac zamandır seni bekliyordum. Butun gayretim, noksanlarımı ve kusurlarımı bertaraf edip olum Ânımı guzelleştirebilmek icindi. DÂim son nefesimin endişesi ve hazırlığı icinde idim.” dedi.
AzrÂil -aleyhisselÂm-:
“–Oyle ise yapmakta olduğun işi tamamla.” dedi.
Adam:
“–Benim en muhim işim, Allah TeÂlÂ’ya vuslattır.” dedi.
Bunun uzerine olum meleği:
“–Hangi hÂl uzere istersen, o hÂl uzere canını alayım.” dedi.
Adam:
“–Buna imkÂn var mı?” diye sordu.
Melek:
“–Evet, senin icin bununla emrolundum.” dedi.
Adam:
“–O hÂlde abdestimi tÂzeleyeyim, namaza başlayayım ve başım secdede iken canımı al.” dedi ve hakikaten oyle oldu. (İhyÂ, IV, 834-5)
Bu hÂdiseden idrÂk ettiğimiz kadarıyla olumu guzelleştirmenin cÂresi; AllÂh’ı sevmek ve Rasûl’unun izinden gidebilmektir.
***
Bir mu’min, kulluk hayatını şu iki olcu cercevesinde tanzim etmelidir:
TÂzîm li-emrillÂh. Şefkat al halkillÂh. TÂzîm li-emrillÂh, yani AllÂh’ın emirlerini titizlik ve ihtirÂm icinde yerine getirmelidir. Bunu yaparken de, bu emirlerin hem zÂhirine hem de bÂtınına dikkat etmelidir. Zira zÂhir ile bÂtın birbirini tamamlayan iki unsurdur. Biri olmadan diğeri dÂim noksandır.
Mesel CenÂb-ı Hak Âyet-i kerîmede:
“Mu’minler gercekten felÂh bulmuşlardır.” (el-Mu’minûn, 1) beyÂnından hemen sonra, zÂhir ve bÂtın butunluğunun luzumuna dikkat cekerek; “Onlar ki namazlarını huşû ile kılarlar.” (el-Mu’minûn, 2) buyurmaktadır.
Hatt namazı huşûdan mahrum, ihsan kıvamından uzak bir şekilde, yani kalp ve beden Âhengi olmadan kılanlar icin:
“Yazıklar olsun o namaz kılanlara!” (el-MÂûn, 4) buyrulmaktadır.
Yine zÂhirî farzlardan biri olan oruc, sadece imsak vaktinden başlayıp iftara kadar ac kalmaktan ibÂret bir ibadet değildir. Oruc ibadetini bu şekilde îf eden kimseler icin hadîs-i şerîfte şoyle buyrulmuştur:
“Nice oruc tutanlar vardır ki, oruclarından kendilerine kalan, kuru bir aclıktan başka bir şey değildir!” (İbn-i MÂce, SıyÂm, 21)
HÂlbuki gercek oruc, mideye ilÂveten, goze, gonle, dile, kulağa ve bilhassa vicdÂna tutturulan oructur. Kişiyi AllÂh’ın nîmetlerini tefekkure ve acların hÂlinden anlamaya sevk eden, gonlu takvÂya yonlendiren bir oructur.
Yine zekÂt ibadeti de, sırf muhtaca para vermekten ibÂret bir yukumluluk değildir. Oyle olsaydı CenÂb-ı Hak kullarını şu ilÂhî beyanla îkÂz etmezdi:
“Ey îmÂn edenler! AllÂh’a ve Âhiret gunune inanmadığı hÂlde malını gosteriş icin harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek sûretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa cıkarmayın…” (el-Bakara, 264)
Yine sadaka ve infak, sadece maddî imkÂna sahip kimselerin vereceği bir ikram olsaydı:
“O takv sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah icin infÂk ederler…” (Âl-i İmrÂn, 134) buyrulmazdı.
Yani nasıl ki, namaz, oruc, zekÂt, hac gibi zÂhirî farzlar vardır; bunun yanında guzel ahlÂk, merhamet, comertlik, adÂlet, tevÂzu, ihlÂs, samimiyet, edep, iffet, hayÂ, hûşû, takvÂ, sabır gibi bÂtını farzlar da vardır.
Yine kumar, icki, zinÂ, hırsızlık vb. zÂhirî haramların yanında, gurur, kibir, haset, ofke, riyÂ, cimrilik, israf, tecessus, yalan, gıybet, gaflet, ihtiras gibi bÂtınî haramlar da vardır. Bu bÂtınî haramlardan kacınmak, en az zÂhirî haramlardan sakınmak kadar muhimdir. Zira Âyet-i kerîmede şoyle buyrulmaktadır:
“GunÂhın acığını da gizlisini de bırakın! Cunku gunah işleyenler, yaptıklarının cezasını mutlak cekeceklerdir.” (el-En’Âm, 120)
***
Bir gunah, nasıl ki başka bir gunÂhı peşinden suruklerse, bir hayır da peşinden başka bir hayrı celb eder… Dolayısıyla kulluk hayatının seviye kazanabilmesi icin bir mu’minin namaza cok buyuk ehemmiyet gostermesi ve mumkun olduğunca cemaatle kılması zarurîdir.
Zira namaz, îmandan sonra, AllÂh’ı zikretmek icin yapılan amellerin en fazîletlisi[1] ve en kÂmilidir. Kelime-i şehÂdetten sonra İslÂm’ın en muhim ruknudur. Namaz gunde en az beş defa tekrarlandığı icin, devamlı CenÂb-ı Hakk’ı hatırlatır. Kalp ve vicdanı AllÂh’a bağlar. AllÂh’ın sonsuz kudretini, mutlak irÂdesini, rahmet ve merhametini, kerem ve ihsÂnını, azap ve ikābını insanın kalbine nakşeder. Boylece insanı gunah, cirkinlik ve haksızlıklardan alıkoyar. Nitekim Âyet-i kerîmede şoyle buyrulur:
“(Rasûlum!) Sana vahyedilen Kitab’ı oku ve namazı kıl! Muhakkak ki namaz, hayÂsızlıktan ve kotulukten alıkoyar. AllÂh’ı zikretmek, şuphesiz en buyuk iştir. Allah yaptıklarınızı bilir.” (el-Ankebût, 45)
Dolayısıyla bir mu’min, namazı hayatının mihveri kılmalıdır. Bunu başarabildiği olcude, diğer fazîletler, o kişinin hÂl ve davranışlarına aksedecektir. Cunku insan, “…Secde et ve yaklaş!” (el-AlÂk, 19) Âyetinde beyan edildiği uzere, gercek mÂnÂda ne kadar secde edebilirse, o nisbette Hakk’a yaklaşabilir. Hakk’a yakın bir kulun da her hÂli guzelleşir. Nitekim dÂim gulun yakınında bulunan, hic kotu kokabilir mi?
Mu’min, namaz kılmakla ferdî kulluk vazifesini îf eder. Cemaatle namaz ise onu ictimÂîleştirir. Yani kul, din kardeşleriyle bir ve beraber olma, onların sevinclerini ve uzuntulerini paylaşma imkÂnı bulur. Dertlilerin derdine derman olmaya koşar. Gonlu rakikleşir. Merhameti olcusunde, kendinden aşağıda olanları kendisine zimmetli addeder. Boylece “Şefkat al halkillÂh” hÂli tahakkuk eder. Yaratan’dan oturu yaratılanlara şefkat ve merhamet duyguları inkişÃ‚f eder.
***
Şu fÂnî dunya hayatında, cok sevdiğimiz bir misafirimiz geldiğinde; ona sevdiği şeyleri ikram etmek isteriz. Bir dostumuzu ziyarete gittiğimizde, onun sevdiği bir hediyeyi goturmeyi arzu ederiz.
Muhabbetin en muhim olcusu; sevdiğinin neleri sevdiğini, neleri sevmediğini bilmek ve buna dikkat etmektir. Yani onun sevdiğini sevmek, sevmediğini terk etmektir.
Bu edebi ihmal bir tarafa, bir de sevmediği şeyleri onune koymak, sevmediği tavırları sergilemek; muhabbet ve hurmetin değil, Âdeta nefretin bir tezÂhuru olur.
Rabbimiz, zÂhirî ve bÂtınî emir ve yasaklara riÂyet ederek hayatımızın her safhasına yansıyan bir İslÂm şahsiyeti sergileyebilmeyi, dÂim rÂzı olduğu sÂlih amellerde bulunabilmeyi, lûtf u keremiyle cumlemize ihsan buyursun.
Âmîn!..
Dipnot:
[1]. Bkz. Muslim, ÎmÂn, 137-140.
Osman Nuri Topbaş-Genc Dergisi
Yıl: 2017 Ay: Şubat Sayı: 125
__________________
Gonul DergÂhından Hikmetler-20
Dini Bilgiler0 Mesaj
●10 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaþam & Danýþman
- Eðitim Öðretim Genel Konular - Sorular
- Dini Bilgiler
- Gonul DergÂhından Hikmetler-20