Kalabalıklar icinde, insan fÂnî alkışlara aldanabilir. Allah muhafaza, ameline riy karışabilir. İmam GazÂlî, Aziz Mahmud HudÂyî ve HÂlid-i BağdÂdî gibi Hak dostlarının; buyuk ictimÂî hizmetler icindeyken, bu muhasebe ile her şeyi terk edip bir muddet inzivÂya cekilmelerinin hikmeti budur.

Hazret-i MevlÂn bu nefis muhasebesini şu kıssa ile anlatır:

AyyÂzî adında bir Hak dostu dedi ki:

“Belki bir yara alırım umidi ile tam doksan kere, zırha burunmeden, cıplak goğusle savaşa girdim. Beni oldurecek bir ok yerim umidi ile cıplak goğsumu oklara tuttum. Tenimde ok yarası almayan bir yer kalmadı. Fakat oklar, beni oldurecek bir yerime gelmedi. Şehidlik nasip işidir; yiğitlik, akıl ve idrak işi değil.

Şehidlik nasip olmayınca, (kucuk cihaddan buyuk cihÂda dondum) halvete girdim. Cile cekmeye koyuldum. Bedenimi en buyuk cihÂda attım, kendimi riyÂzata verdim. Az uyudum, az yedim, az ictim; zayıflamaya koyuldum.

O sırada kulağıma gazilerin davul sesleri geldi. Gaziler hızla savaşa doğru yuruyorlardı. Bir sabah vakti idi. Nefsim icimden bana seslendi, onun sesini can kulağı ile duydum. Nefsim bana;

«–Kalk!» diyordu. «Sabah vakti geldi. Yuru, kendini savaşa at!»

Ona;

«–Ey, habîs, ey vefÂsız nefis!» dedim. «Sen kim, bu cihad iştiyÂkı kim! Ey nefis! Doğru soyle; bu istek, bir hile olmasın? Yoksa kendini şehvete kaptırmış olan nefis; ibÂdete, kulluğa yanaşmaz bile. Eğer doğru soylemez isen; senin ustune atılırım, seni riyÂzatla daha fazla sıkıştırırım, daha fazla hırpalarım!»

O anda nefsim, dilsiz-dudaksız, sessiz-sedÂsız guzel bir ifade ile icimden seslendi:

«Sen beni her gun olduruyorsun; canımı, îmansızların canı gibi işkencelerle surukleyip duruyorsun. Hic kimsenin benim cektiğimden haberi yok; sen beni uykusuz, yemeksiz bırakmakta, beni yavaş yavaş oldurmektesin. Savaşa girerim; can alıcı bir yara ile şu bedenden sıcrar, cıkar kurtulurum. Halk da benim yiğitliğimi, erkekce can verişimi gorur, beğenir!»

Nefsime dedim ki:

«Ey zavallı nefs! Hem munafık olarak yaşayacak hem de munafıkca oleceksin oyle mi? Sen nesin? Sen nasıl bir varlıksın? İki dunyada da murÂîsin, gosterişcisin, yuze gulucusun; iki dunyada da hicbir işe yaramazsın!»

Hazret-i MevlÂnÂ, Allah ile beraber olma mÂnÂsında halvetin hikmetini şoyle îzÂh eder:

“İnsan yalnız iken, yani halvette iken; bedeni ne yaparsa yapsın, onu ne erkek gorsun diye yapar ne de kadın gorsun diye yapar. Halvetteki hareketi de ancak Hak icindir. Oturup dinlenmesi de Hak icindir, insanın halvette Allah’tan başka niyeti olamaz.

Bu nefsle mucadele, buyuk savaştır. Bildiğimiz harp, kucuk savaştır. Fakat her ikisi de Hazret-i Ali gibi yiğitlerin mucadelesidir.”

Demek ki, halvet ile arzu edilen şey; niyet tashihidir. Riy ve ucubdan kurtulmak icin, insanın ic dunyasında CenÂb-ı Hak ile baş başa olduğunu idrÂk etmesidir. Amelini yalnızca O’nun rızÂsı icin, O’nun kabulu icin îf ettiğinin şuurunda olmasıdır.

Bu kıvÂmı yaşayan bir Allah dostu şoyle der:

«–Kalabalıklar icinde O’ndan ayrı kalıyor ve kendimi yalnız hissediyorum. Kalabalıktan sıyrılınca da O’nunla beraber olduğum icin yalnızlıktan kurtuluyorum.»

Kalp seviye kazandıkca CenÂb-ı Hakk’a iştiyak artar. O MuteÂl ZÂt’a yaklaşabilmek icin de Hak dostlarına iştiyÂk artar.


Osman Nuri Topbaş
Yuzakı Dergisi

__________________