İman, ilahi iradeyi kabuldur. İslÂm, ilahi iradeye teslimiyettir. İhsan ise, iman ve İslÂm’a hayatiyet kazandırmak, onları, kuru bir dava, şekli bir uygulama aşamasından ruhi bir ozumsemeye donuşturmektir. İhsan Allah’ın gozetiminde olduğunu bir an icin unutmadan insanın, inanc ve ibadetini aşk alanına taşımasıdır.
İhsan her ceşit hırstan arınmaktır. Cunku nasıl olursa olsun hırslar, ‘Mutlak’a yuruyen insanın ayaklarına vurulmuş zincirlerdir. Onlarla Allah’a varılamaz. Hz. Musa Allah ile vuslata hazırlanırken ‘Ey Musa, mutlaka Ben senin Rabbinim. Kat kat ustun bir vadidesin. (Bana yonelmek icin) pabuclarını cıkar’5 ilahi hitabına mahzar olmuştu. İnsanın Allah’a yurumesi de ‘pabuclarını’ cıkarmasıyla; hırslarından, kinlerinden, ithamlarından, nefsanî arzularından, masivaya duyduğu temayullerinden kurtulması ile mumkun olacaktır.
Nefis, gecici zevk ve arzulara ulaşmaya, ruh ise hakka kavuşmaya taliptir. Bunlardan birinin işlev kazanması, insanın iradesinin bir sonucu olarak belirecektir: ‘Biz ona yolu gosterdik; ister şukreder isterse nankorluk…’6
Mevlana, nefsanî arzularla akıl ve ruhun zıtlığını, Mecnun’un deve ile uğraşmasına benzetmektedir. Bir gun Mecnun bir deveye rast gelmiştir. Uzerine atlamış, yularını sıkıca tutarak ‘beni şu ilerideki Leyla’ma kavuştur; yalvarırım sana’ demiştir. Deve ise; ‘senin ileride Leyla’n varsa benim de geride tutkunum var, yavrum var’ diye karşılık vermiştir. Mecnun yuları sıkı tutmasaymış deve onu nerdeyse gerisin geri goturup Leyla’sından uzaklaştıracakmış. Yalvarmış yakarmış; olmamış. Sonunda deveden inmiş ve ‘Anladım’ demiş, ikimiz de aşığız; sen yavruna ben Leyla’ma… Oyleyse sen yoluna ben yoluma.’
Yine Mevlana der ki; ‘Ey oğul! Nefsin suretini gormek istiyorsan yedi kapılı cehennem tarifini oku.’ Mevlana burada ‘O gun cehenneme ‘doldun mu?’ deriz; o; ‘daha yok mu’ der’ ayetini hatırlatmakta cehennem gibi nefsin arzularının doyum tanımadığını vurgulamaktadır.
İnsan ve İman
Akıl, ilahi hitabın muhatabıdır ve insani erdemlerin kaynağıdır. Hz. Ali’nin dediği gibi, dini anlamadan yoksun akıl, akıl sayılamaz; aklın tavrından uzaklaşan din de din olarak gorulemez.
Hz. Ali’nin kardeşi Hz. Cafer’in, İslÂm’dan oncesi ve sonrası asalet ve karakterinde var olan değerlerden oturu Cebrail’in ovgusune mahzar olduğu, ceşitli rivayetlerde ifade edilmiştir. Bu rivayetlerde Resulullah’ın Cafer’i cağırıp, Cebrail’in ender gorunen iltifatına mazhar oluşunun sebeplerini sorduğu da belirtilmiştir. Cafer’in Resulullah’a cevabı iyilik ve kotuluğu kavramada aklın onemini kavratmaktadır:
‘Ey Allah’ın Resulu, ne İslÂm’dan oncesinde ne de sonrasında ağzıma icki koydum. Duşundum; icki, bendeki en buyuk değeri, aklı elimden alıyor. En azından akıl gucumu zayıflatıyor. HÂlbuki ben, insanlık değerlerimi korumak icin, aklımı korumaya, ona daha cok işlerlik kazandırmaya muhtacım.
Ey Allah’ın Resulu, bana bir zarar ve fayda sağlamayacağını bildiğimden putlara hic ilgi duymadım. Efradıma yapılmasını kabullenemeyeceğim icin hayatta zina sucu işlemedim. En buyuk cirkinlik addettiğim icin hic yalan soylemedim.’
Akıl sağlam olculere sahiptir. Hisler kadar yanılmamakta, kendini kaybeden insanı kendine getirebilmektedir. Akıl, insanları nefsanî arzularının pencesinden kurtarabilmekte, Muhayyel korkuların esaretinden insanı azade kılabilmektedir. Akıl, haklara saygılı olmayı oğretmektedir. Hangi fiillerin fazilet olduğunu hangilerinin ‘iyi’ olmadığını idrak etmektedir.
Ama Mevla’ya kullukta aklın tek başına yeterliliğini savunmak mumkun değildir. Akıl kendi başına sadece ilk olarak hisleriyle yaşayan insan varlığının başına ‘insanlık tacı’ giydirmiştir ki Kur’Ân bu durumu ‘ahseni takvim’ ifadesi ile karşılamıştır.
Akıl kalpteki iman duygusu ile birleşmelidir. Cunku insanın hakikat guneşinin aydınlığına kavuşması ancak bu sayede gercekleşebilecektir. İşte o zaman insan, eşyayı gercek yuzu ile gorme bahtiyarlığına kavuşacaktır. Resulullah (s.a.s.)’in ‘Allah’ım bize eşyanın hakikatini goster’ niyazının anlamı bu olsa gerektir.
Cıplak akılla duşunme iddiasında olan insanın kafasında kalıp duşunceler calıp duracaktır. İyi ve kotuyu tek bir olcu ile değerlendirecek, cevresine tek bir bakış acısıyla bakacak, bu bakış acısına uymayan her şeye tepkili olacaktır. Her şeyin kendi heva ve hevesinin belirlediği olcuye uymasını isteyecektir. Cunku kalp tekniğinden yoksun bir akıl, aslında artık akıl değil, hevadır. Hevasına bu şekilde uyan biri, hoşgoru zeminini kaybeden mutaassıp fanatik biri olup cıkacaktır.
Kur’Ân ‘Eğer hak onların hevalarına uysaydı gokler ve yerler ve oralarda bulunanlar fesada uğrar, dengeler bozulurdu’ 7 uyarısında bulunmaktadır.
Her şeyi gercek yuzu ile gormek, varlığı Allah fikriyle muşahedeye bağlıdır. Cunku; ‘Allah hem goklerin hem de yerin nurudur’.
Ve Aşk
Aklın imanla tezevvucunden aşk guneşi doğmaktadır. İman, İslÂm ve ihsan, ‘aşk’ın aydınlığında bir anlam kazanmaktadır. Hakikatte aklın fonksiyonu da sahibini aşkın sınırına kadar goturmektir. Akıl daha oteye gidememektedir. Aşk guneşi doğunca akıl feneri yerini aşk refrefine bırakır; ‘yuru ki meydan artık senindir’ der. Boylece akıl, insanı mevlası ile buluşturmuş olmanın zaferini kutlar. Ve boylece ‘mu’minin miracı’ gercekleşmiş olur. Ve boylece erdemler Âleminde aşkın esiri olanlar, tam hurriyetlerine kavuşurlar. Ve boylece ‘Âşıklar’;
Ben yururem yane yane
Aşk boyadı beni kane
Ne Âkilem ne divane
Gel gor beni aşk neyledi
terennumu ile bahtiyarlıklarını anlatmaya calışırlar.
Fuzuli, ‘Ayetlerimizi yalanlayıp onlara karşı buyukluk taslayanlara gok kapıları acılmaz. Deve iğnenin deliğinden gecmedikce onlar cennete de giremezler’8 ayetinden ilham alarak latife yapar gibi şoyle feryat etmiştir:
Benim bu cektiğim derdi
Baîrin başına koysan
Cıkar kÂfir cehennemden
Guler, ehli azap oynar.
Fuzuli diyor ki; benim cektiğim aşk derdi o kadar ağırdır ki, onu devenin sırtına yuklesen, o aşk onu eritir, iplik haline getirir de iğnenin deliğinden gececek kadar olur. O zaman kÂfire de gok kapıları acılır, cehennemden cıkma isteği kabul edilir. Azap ehli iken cennet ehli olmanın sevinci ile gulup oynamaya başlar.
Aşk ilahi coşkudur; Hakk’a vuslatın coşkusu. Sevincler gecici olmasına rağmen aşk kalıcıdır. Nefis aşka talip olmak istemez. Zira aşk ızdırabın dostudur. Âşık, muzdarip insandır. Ama soylemek gerekir ki aşığın zarfı (dış gorunuşu) nÂr (ateş) olsa da ici cennet ve cemaldir. Gozu yaşlı olsa da kalbi duğun bayramdır.
Kalbi rububiyet aşkı ile dolu insanın bedeni ibadetlerden zevk duyar. Aşktan doğan gayret, kulluk yolunda sıkıntıları iştiyake cevirir:
‘Eğer Âşıklarını Dost’un kahrı ateşe layık gorurse
Ac gozlu olayım, eğer Kevser ceşmesine bakarsam’.
İnsan bu aşk ve teslimiyeti kazanma yolunda cehd sahibi olursa, artık masivaya iltifat etmez olacaktır. O’ndan gelen lutfu da kahrı da cana minnet bilecektir.
İbrahim Havas, Hızır’ı bile mÂsiva saymış; ‘Yolda giderken karşıma Hızır cıktı; ‘seninle arkadaş olalım’ dedi. ‘Olmaz’ dedim. Sebebini sordu; ‘Sana Hızırsın diye bağlanır guvenirim de Allah’a olan bağlılığımda noksanlık cekerim’ dedim.’
Oyleyse denebilir ki insanın dinle ilişkisi, sadece formal kaidelerin taassubuna bağlanmamalıdır. Boyle olursa dini hayatımızın cevheri olan aşk kaybedilir. Din sadece olu kaidelerin yığını haline gelir. Dinin insanın ruh yapısı ile, samimiyeti ile alakası kesilmemelidir.
Sozun ozu dinin ruhu, aşkını yaşatmaktır. Din, vicdanı sonsuzluğun huzuruna cıkaran kuvvettir. İrademize hareket kabiliyeti ufleyen ruzgÂrdır. Din eylemi aşk eylemidir. Zira sonsuzluk huzurundaki halin adı, aşktır.
Kaynak : dini ilimler dergisi
__________________