“HOLOGRAFİK EVREN” gercekliği, bildiğiniz uzere, gectiğimiz yuzyılın en onemli bilimsel bulgularından birisi…

Batıdan doğan bilim guneşi, insanlığı, varlığın “TEK”liğine giden yolda duşunmeye; tanrı kavramından arınıp, “Allah” ismiyle neye işaret edildiğine yonlendirirken…

Ne yazık ki doğuda…

En azametli mucize ortuldu kuru bir tarih kitabı ve fermanname anlayışıyla; ve Yeryuzunde acığa cıkmış en muhteşem bilinc ve Sonsuzluğun En Muhteşem Ruhu’na zulmedilip, “Hakikat Mertebesinin Konuşan Dili” olmak derecesinden, “postacılık-elcilik” derekesine indirildi!

Tum varlığın hakikatini ve oluşumunu ve boyutsallığını acıklayan yeryuzunde acığa cıkmış en muhteşem bilgi kaynağı KURÂN’ı, “tanrının fermannamesi” gibi pazarlayan zihniyetin nasıl bir vebÂl yuklenmiş olduğunu hayal bile edemeyiz!.

“Bırakın kabile reisliğini, bir elime ayı bir elime guneşi verseniz bile işlevimden donmem” anlayışındaki ZÂt’ı ve evrensel oğretisini; dunyada insanları gutmek icin kullananlar perdelerin kalktığı gunde acaba ne kadar acı duyacaklar, duşunebilir misiniz?

“B” harfinin işÃ‚ret ettiği sır temeline dayalı olarak insanlığa ışık tutan KURÂN isimli bilgi kaynağı, adını duyduğunuz veya duymadığınız nîce evliyaullah tarafından bÂtınî (derûni) anlamlarıyla deşifre edilirken… Bir suru insan tarafından da, gokteki tanrının yanından yeryuzune inmiş(!) kutsal fermanname olarak kabul edilmiş; yatak odalarında suslu kılıflar icinde başuclarına asılmıştır!.

Yuzyılımızın “Yenileyici”sinin bizlere ulaştırdığı en muhteşem bilgi yayını kapsamında, batıdan ilim guneşi doğup, “HOLOGRAFİK EVREN” gercekliği de fark edilirken… Uzerinde oturduğumuz hazineden habersiz olarak, sanmışız ki bu, batının, bizce bilinmeyen bir keşfi!.

Oysa…

Bundan yaklaşık 700 sene once yaşamış olan, evliyÂullahın tÂclarından Abdulkerîm el Ciylî hazretlerinin, tasavvufun zirve eseri “EL İNSAN-I KÂMİL” isimli kitabındaki şu acıklamayı dikkatle okuyun lutfen:

“Ulûhiyet icin bir SIR daha vardır. “Şey” ismi kendisine ıtlÂk olunan eşyÂdan her ferd, Ulûhiyetin heymÂnesi altında dahil olan eşy (şey ler) efrÂdının (birimlerinin) bakiyyesinin kÂffesini (tamamını) ZÂTıyla ihtiva eder. O şey kadîm olsun hÂdis olsun mevcud olsun mÂ’dum olsun musavidir.

Bunun temsili şu suretledir: Yekdiğere mutekabil aynalar vaz olunduğu zaman, bunların kÂffesini o aynalardan her biri ihtiv eder. “Yekdiğere mukabil vaz olunan aynalardan her birinde Âharın ihtiva ettiği şey mevcuttur” denildiği zaman, o aynalardan birisinde mevcûd olan ancak onda mer’î olan şeydir.

Mecmûunu ihtiva eden diğer aynalardan her birisi ki –efrÂd-ı muteaddideden ibarettir- bunların, yani bu efrÂd-ı muteaddidenin haricinde kalması lazım gelir, diye tefekkur olunursa, vucûdun efradından her ferdin ihtiva ettiği şeyi yalnız zÂtının istihkakına gore olup, ondan ziyade değildir, demek cÂiz olur.

Yok eğer merÂi-yi mukabilden her birinde kaffesinin vucudunu itibar etmek tefekkur olunur da, “mevcudÂtın kÂffesi, efrÂd-ı vucuddan her ferdde mevcuttur” denilirse, bu da cÂizdir.

Hakikate nazaran ise bu sozler maksûdun lubbu uzerine gecirilmiş kabuktan ibarettir...”

Naklettiğim bu anlatım, tasavvufun zirve eseri “EL İNSÂN-I KÂMİL” kitabından alınmıştır (sayfa 86). Yazan Abdulkerim el Ciylî (Geylan&#238dir. Abdulaziz Mecdi Tolun (Rahmetullahı aleyh) cevirisi olarak İz Yayıncılık tarafından yayınlanmıştır.

Yedi asır onceki şartlarda, TEK’liğe işÃ‚ret eden “holografik gerceklik”, daha nasıl anlatılabilirdi bundan başka?

Gunumuzun “holografik evren” ve “holografik beyin” buluşu ne diyor cok ozetle:

“Alemlerde, evren icre evrenlerde her ne varsa, tamamı her zerre de, her şey de mevcuttur!”

700 sene once yaşamış olan İnsan-ı KÂmil Abdulkerîm el Ciyli ne diyor; onu da ozetle anlatalım:

“Allah ismiyle işaret edilenin (Ulûhiyet) kapsamında yer alan ve şey kelimesiyle işaret edilen her ferd (birim), tumun ihtiva ettiği her şeyi, ZÂtıyla ihtiva eder. O şey ister varlığı daim olsun (esma mertebesi), ister sonradan olmuş olsun (esma mertebesinde var olan her şey).”

Biz bu konuyu nasıl anlatmaya calıştık gecmiş yazılarımızda… Yine ozetle:

“NOKTA diye işaret edilen isimler mertebesinden varlığını alan RUH adlı yapı icinde yaratılmış tum noktalardan oluşan koniler, projeksiyonlar hÂlinde varlık amacları doğrultusunda işlevler meydana getirerken; noktaları itibariyle de, NOKTA’nın tamamındakine sahiptirler. Cunku “nokta”, bolunmez, parcalanmaz, cuzlere ayrılmaz som yapıdır”!

KURÂN:

“Ademe tum isimleri tÂlim etti…” (Bakara: 31) Âyeti, esm mertebesindeki tum isimlerin işaret ettiği anlamların insanın hakikati noktasında var olduğunun delilidir.

“El İnsan-ı KÂmil” yazarı Zat, diğer zevata karşılık eserlerini Tek’ten cokluğa bakış acısıyla kaleme almıştır. Kez bizim anlatımlarımız dahi, bu bakış acısı benimsenmiş olarak, kaleme alınmaktadır. Bu konuların cok zor anlaşılmasındaki en buyuk sebep ise olaya cokluktan Tek’e bakmaya calışmaktır. Ağacı anlamanın yolu tohumdan, kokten yaprağa doğru olursa, sistemli ve anlaşılması kolay bir tarz olur. Yapraktan koke gitmeye calışmak, oradan tohuma ulaşmak cok meşakkatli, cileli ve uzun yoldur ki, bunu başarabilen fevkalÂde enderdir. Veya tek bir hucereden insan bedeninin nasıl oluştuğunu seyretmek…

Onemli bir başka konu da, "esma mertebesi" anlamıdır.

“Esm mertebesi” demek, isimler ile işaret edilen tek bir som soyut mertebe veya boyut demektir.

Dikkat edilsin ki isimlerin cokluğu, isimlenenin cokluğu demek değildir. “Butun husna (Hak’ın ozelliklerine işaret eden) isimler O’nundur” işareti yeterli uyarıdır bu konuda.

Tum isimlerle işaret edilen zat aynı tek zattır.

İsimler, hep, aynı tek bir ZÂt’ın isimleridir. O isimlerle işaret edilen ozellikler, hep aynı tek şeye işaret eder som bir TEKillik (Samediyyet) halinde.

Gercekte yalnızca O Tek vardır İlmi İlÂhide!. İkincisi olmayan tek tecellî… HU Allahu Ahad ve Samed!

Bizler (tum algılayıcı turleri olarak evren icre evrenlerdekiler, boyutsal katman varlıkları olarak), zatımız itibariyle (varlığımızın noktası itibariyla) esma mertebesinin her an yeni şan alışı itibariyle, yeni ozellikler acığa cıkarırız birbirimize gore!.

“Tum yaratılmışlar onun kapsamındadır”, dediğimiz “RUH” adlı melek (Hakikati Muhammed&#238, her bir şeyin hakikatidir.

“Rabbimle goruştum” diyen, bu noktaya işaret etmiştir.

“Allah” ismi bir yonuyle varlığın her noktasında var olana, bir yonuyle de Âlemlerden Ganî olana işaret ettiği icindir ki…

“Rabbim Allah’tır” diyen de Hak soylemiştir (teşbih yonlu).

“Allah, Âlemlerden Ganîdir” idrakiyle konuşan da Hak konuşmuştur (tenzih yonlu).

“Muhammedî” isen, her ikisi de seyr alanında!

“Ahmedî” isen, daha da otesi… Ehli anlar ancak bunu da!.

Kesinlikle bilin ki…

“DİN” bilgisi bir butundur!.

“DİN” bilgisi, “ALLAH” adıyla işaret edilenin, ilminden nasiplenme, işidir.

“DİN” bilgisi denince KurÂn, Hadis ve bunların yuzeysel değil deruni manalarını deşifre etme ve kavrama ve yaşama ilmi olan tasavvuf anlaşılır.

Ezberledikleriyle Âlim gecinip, akıllarının ermediği hadisleri yok veya uydurma sayanlar, “Sunnetullah”ı “OKU”yamadıkları ve sistemi farkedemedikleri icin; idrak edemediğini inkÂr eden bir zihniyete sahip kişilerdir!. İnkÂr, zihnin sigortasıdır! Kişi idrÂk etmekte aciz kaldığı noktada inkÂr sigortasını attırarak duşunsel sağlığını korumaya calışır!.

Din adamlarından, tanrıbilimcilerden (ilahiyatcılardan) “DİN”i oğrenemezsiniz! Onlar ancak konunun, olayın bir yonunun kırıntısını size anlatır. Uzmanlıkla perdelenmişlerdir tumu gormekten!

İlimde rusuha ermemiş kişilerin, Âyet veya hadis ezberleyerek Âlim gorunmeleri, ancak cahilleri kandırır.

“Nefsi levvame” ehli, hayatı yoğun ibadetle, zuhd-takva ile gecen kişilerin, avamın evliyası olması gibi; ses kayıt cihazıymışcasına Âyet veya hadis ezberlemiş, bilgisayar gibi bunları ekranından cıkartan beyinlerin, Âlim kabullenilmeleri devrinin de sonuna gelinmiştir!.

Hicri 1400 yılı başlarında işlevine başlayan zamanımızın “Yenileyici”sinin (belki de hic tanımadan gecip gideceğiz) ardından, 40 yaşında olarak acığa cıkacağı soylenen “Mehdî Rasûl (tazimen değil gercekten)” zamanında, acaba nicin butun tarikat ve mezhepler gecersiz olacaktır? Hic derinliğine duşundunuz mu bu konuyu? O değerli Zat, gercekten “Rasûl” oluşu gereği, “irsÂl eden”den aldığı ilhÂm ile mi kararlar verecek; yoksa bir mezhep veya bir tarikat veya bir cemÂat anlayışının uygulatıcısı Âlim imam mı olacak?

Samimi olarak, “DİN”i, “Allah” adıyla işaret edileni ve “eşyÂnın hakikatini” anlamak isteyen kişiler, bu işi ancak, bizzat yapacakları, derin calışmalar ile gercekleştirebilirler.

İman taklit kabul etseydi, teklif maymunlara veya papağanlara yapılırdı!.

Bir robot, gunumuzde, 24 saat namaz kılıp, KurÂn okuyarak gununu tamamlayabilir!. Okuduğunun anlamını anlamadan!.. “OKU”yamayan, okuduğunun anlamını bilmeyen, anlamını bilmediği şeyi duşunmekten de mahrum kalan insan, ne kadarıyla taklitcilikten ote bir varlıktır acaba?

“TÂbi olmak”, yani dediklerini kavrayıp yolundan yuruyerek “ALLAH” adıyla işaret edilene ermek icin uymak zorunda olduğunuz tek kişi, Allah Rasûlu ve son nebîsi Muhammed Mustafa (aleyhisselÂm)’dır!.

Kabir Âleminde “Rabbiniz”, “Nebiniz” ve “Bilgi Kaynağınız”dan sorgulanacaksınız!

Bu konularda yeterli bilgisi olmayan tanrıbilimciler (ilahiyatcılar) veya dinadamları asla mazeret vesilesi olmayacaktır sizin icin!.

1985’te yazdığım “İNSAN ve SIRLARI” isimli kitabımda ve sonra yazdıklarımda genellikle hadislerin kaynaklarını yazmadım. Şu sebepten:

Gercek Hadis Bilgini, benim yazdığım o hadislerin kaynağını zaten bilir. Benim naklettiğim o hadisleri eleştirmeye kalkan ya da “boyle bir hadis yok, kaynağın ne” diyen cahili de daha ilk anda tanıyayım, istedim. Nitekim Diyanet İşleri Başkanlığı danışmanı eleştirmeni olan biri, yazdığım “ALLAH” isimli kitabımdaki sahih hadisi inkÂr ederek kitabımı karalamaya kalktı. (Belgesi elimde)… Ve ben de o duzeydekileri tanımış oldum. Tanımaya da devam ediyorum.

Hadîslerde kaynak belirtmediğim icin, yazılarım, kitaplarım akademik kabul edilmezmiş!!! Ben yazılarımı, kitaplarımı akademik kaygılarla değil; sorgulayıp duşunebilecek kapasiteyle yaratılmış olanlar icin, duşunce ve muşahedelerimi paylaşım amaclı olarak yazıyorum. Kimsenin bana bir unvan veya etiket veya bir pÂye vermesine ihtiyacım yok! “Allah kulu” olmak şerefi bana cok bile!.

Diyeceğim odur ki…

Gercek manada “İslÂm DİNİ”ni tanımak, “Allah” ismiyle işaret edileni farketmek, “Sunnetullah”ı bilmek istiyorsanız; “BEN” kimim, neyim, nerden geldim, neredeyim, geleceğim ne olacaktır sorularının cevaplarını gercekci bir bicimde almak istiyorsanız, bunu kendiniz oluşturmak zorundasınız!.

50 yıl namaz kılıp(!), bir kere “ALLAHU EKBER” dememiş, “Besmele” cekmiş ama “B-ismillah” diyememiş; “Fatiha”yı tekrarlamış ama bir kere “FATİHA”yı “OKU”***** fethe ulaşmamış nîce velî sanılanlar tanıdım!.

“SalÂt”ı “kılınan namaz” olarak anlayıp; “OKU”yamadığının tekrarıyla omur tuketip, boylece de kulluğunu yerine getirenler seyrettim!.

“NÂrın da hoş nurunda hoş” hikÂyeleriyle omur tuketip; hÂlinin, şartlarının hoşnutsuzluğu icinde nice ağlayan gozler gordum!.

Tasavvufla ilgilendiğini sanıp başkalarının dedikodusuyla omur tuketen; ermek icin geldiği dunyadan başkalarını eritmeye calışan işlevle gecip giden nicelerini seyrettim!.

Şukreden kullar arasında yer alanları da, nankorluk icinde kulluğunu ifa edenleri de ibretle seyrettim!

Her biri de, oylece kulluklarını eda edip; belki de ebeden surecek perdelilikleriyle gecip gittiler ve dahi gidecekler bu dunyadan…

Dostum…

“Falanca bu konuda boyle demiş, filancaya gore boyle imiş”, dedikodularını bırakıp; kendi duşuncelerini oluştur; kendi muşahedene ulaşmaya bak!.

El kesesiyle bir yere varamazsın!.

Kendi cebindekileri keşfetmeye bak!. Bu gune kadar soylenmişlerden farklı, yeni bir muşaheden yoksa, taklitci olmaktan ote bir kulluğun yok demektir!.

“Sunnetullah”da tekrar yoktur!.

Her velîde, kendine ozgu bir keşf ve muşahede vardır!.

Sen de gerceğe ermeye ve kendine ozgu seyre ulaşmaya calış!.

Başkalarının yaptıklarının hesabını sen vermeyecek, ellerinle yaptıklarının sonuclarını yaşayacaksın! Dunya’da sahip olduğun her şey, sonucta burada bırakılıp gidilecektir!. Dunyandakiler o Âlemde bir şey ifade etmeyecektir!

İlmin haric!

İlmin ve vicdanın, bu yolda elinden gelen her şeyi yaptığını tasdik ediyorsa mesele yok!. Ama bu konuda tatmin edici hukum gelmiyorsa vicdanından veya ilminden, tehlike canları calıyor demektir!.

Allah bize, her gece uykuya tek başına daldığımız gibi, tek başına dunyamızda yaşamakta olup, tek başımıza, yepyeni bir boyutta yaşantımızın hesabını vererek, sonuclarını yaşayacağımızı farkettirmiş olsun!

AHMED HULÛSİ
29 Mart 2007
www.ahmedhulusi.org
__________________