
Sozluklerin; idrÂk, fetÂnet, delil ve şÃ‚hit kelimeleriyle kar*şılamaya calıştıkları basîret, kÂmus ve ta’rifÂt kitaplarında: “Kalb gozunun acıklığı, idrÂk genişliği, daha başlangıcta iken neticeyi gorup-sezme ve yarınları bugunle beraber değerlen*direbilme melekesi” olarak tarif edilmiştir.
Gonul erlerinin muhÂverelerinde basîret, bir başka de*rinlik ve ihÂtaya ulaşır. Şoyle ki; o, tefekkur ve ilhÂmın reh*berliğinde biricik irfan kaynağı, eşyÂnın hakikatini kavrama*da rûhun ilk idrÂk mertebesi; aklın, renk, şekil ve keyfiyetlere takılıp kaldığı noktalarda, rûhî değerleri gorup tesbit eden bir vicdÂnî şuur ve ilÂhî tecellilerle nurlanıp ZÂt-ı Ulûhiyetin unsi*yeti ziyÂsıyla surmelenmiş oyle bir idrÂktir ki, idrÂklerin yalın ayak, baş acık hayÂllerle yorulup bîtÂp duştukleri vÂdilerde o, delil ve şÃ‚hide ihtiyac duymadan eşyÂnın perde arkası sırla*rıyla halvet olur ve aklın şaşkın şaşkın dolaştığı yerlerde gider hakikatler hakikatine ulaşır.
Basar, Allah’ın nur-efşÃ‚n bir sıfatıdır; her mustaidin ba*sîreti de نَحْنُ قَسَمْنَا بَيْنَهُمْ “Aralarında taksimi yapan Biziz.”[1] mîzÂnıyla bu ilÂhî sıfattan hissesi olcusundedir. Boyle kaderî bir tecellide en buyuk hisse ile, bu lÂhûtî kaynaktan kana kana istifÂde edip, sonra da rûhunun ilhÂmlarını, arkasında saf bağlamış bendelerinin sînelerine boşaltma mazhariyetinin biricik sîmÂsı, Hak tecellilerinin mucell Âyinesi Hz. Muham*med (s.a.s.)’dir ve bu mevzuda O’nun eşi-menendi yoktur. قُلْ هَذِهِ سَبِيليِ أَدْعُوا إِلَى اللهِ عَلَى بَصِيرَةٍ أَنَا وَمَنِ اتَّبَعَنِي “De ki: İşte benim yolum! Ben Allah’a -koru korune değil- basîret uzere davet ediyorum.. bana tÂbi olanlar da oyle...”[2] beyÂnı, Ne*bîler Sultanı ve arkasındakilerin bu ilÂhî mevhibe ve onun vÂridÂtın*dan istifÂdelerinin hususiyet ve azametine işÃ‚ret etmektedir.
Bu ışıktan idrÂk sayesindedir ki, miracın kutlu yolcusu, idrÂksizler icin hemen her zaman, anlaşılmaz bir “am” sa*nılan varlığın perde arkasını, bir solukta gezip gordu.. bir ki*tap gibi mutÂlaa etti..iman rukunlerinin misÂlî levhalarının sergilendiği gayb yamaclarında dolaştı.. kader kalemlerinin yurekleri hoplatan nağmeleriyle urperdi.. hûri-gılman teşrifat*cılığına uğrayıp gecti.. “ne mekÂn var Ânda, ne arz u semÂ...” duygularının mûsikîleştiği noktada قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنَى “İki yay arası kadar, hatta daha da yakın...”[3] nefehÂtiyle istikbÂl edildi ve armağanlandırıldı...
Bazen basîretteki temÂşÃ‚ zevki firÂsetle ayrı bir derinliğe u*laşır ki, o zaman idrÂk “te’vîlu’l-ehÂdîs”e (eşyÂnın melekûtî yon*lerine nufuz ve hÂdiselerin yorumuna) uyanır ve ruh, uc bu*ud*lu şu mekÂnda, birkac buudu birden yaşamaya başlar. Derken vic*dan, varlığın goren gozu, atan nabzı ve kavrayan aklı olur.
Sezme, anlama mÂnÂlarına gelen firÂset, idrÂkin iz’Ânlaş*ması ve basîretin daha da derinleşmesi demektir. Hak nuru*nun tecellisine acık firÂsetli gozler, golgelere aldanmayan oyle ay yuzlulerdir ki, basîretlerinin nuruyla en karanlık zeminde dahi her şeyi apacık gorur, iltibasları aşar, benzerliklere asl takılıp kalmaz.. cuz’iyyÂtın esiri olmaz.. kamışın icinde şekeri, suyun ruhunda oksijen ve hidrojeni birden muşÃ‚hede ve id*rÂk eder ve gonlu hep “fark” ikliminde dolaşır.
İnsan sîmÂsından kÂinat cehresine kadar her nokta, her kelime, her satırإِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِلْمُتَوَسِّمِينَ “Elbette bunda ba*sîret ve firÂseti olanlar icin ibretler vardır.”[4] golgesinde se*yahat edenlere cok mÂnÂlı birer lÂfız, hatta birer kitaptır.اِتَّقُوا فِرَاسَةَ الْمُؤْمِنِ، فَإِنَّهُ يَنْظُرُ بِنُورِ اللهِ “Mu’minin firÂsetinden kor*kun ve titreyin. Cunku o, Allah’ın nuruyla nazar eder.”[5] sır*rıyla her tarafı gorebilecek bir tarassut noktasına oturmuş bu yuksek kÂmetler, eşyÂnın hakikatiyle temasa gecer, varlığın perde arkası itibarıyla gercek cehresine muttali olur, her şeyin hakikî yuzunu kavrayıp ortaya koyarak hÂdiselerin yuzlerine nur sacar.. ve omrunu karadelikler etrafında gecirenlere rağ*men hep firdevsî yamaclarda zevkten zevke koşar dururlar.
Gozleri firÂsetle acılıp-kapanan bir rûhun nazarında, var*lık, yaprak yaprak bir kitap, canlı-cansız butun eşy bin bir mÂn ile ışıldayan kelimeler, varlığın cehresi ve insanların sî*mÂları da aldatmayan birer beyÂn olur. Gonul erleri o kitabın tekvînî Âyetlerinden, o Âyetlerin nur-efşÃ‚n cumlelerinden, her gozun goremediği, her kulağın işitemediği oyle şeyler duyar, oyle şeyler gorurler ki, en muhteşem dimağlar dahi bunların tasavvurundan Âciz kalır. Her mu’minin derecesine gore, gozlerin gormediği, kulakların işitmediği ve hicbir insanın ta*savvur edemeyeceği surprizleri, onlar her lÂhza burada du*yar, sezer ve zevk ederler.
اَللَّهُمَّ إِنَّا نَسْأَلُكَ قُلُوبًا أَوَّاهَةً مُخْبِتَةً مُنِيبَةً فِي سَبِيلِكَ وَصَلِّ وَسَلِّمْ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ رَهْبَرِ سَبِيلِكَ وَعَلَى آلِهِ وَصَحْبِهِ أَجْمَعِينَ
[1] Zuhruf sûresi, 43/32
[2] Yûsuf sûresi, 12/108
[3] Necm sûresi, 53/9
[4] Hicr sûresi, 15/75
[5] Tirmizî, tefsîru sûre (15) 6
Sızıntı, Mart 1991, Cilt 13, Sayı 146
Fethullah Gulen
__________________