ABAPÛŞ-İ VELÎ


Anadolu evliyĂ‚sından. İsmi BĂ‚li Mehmed Celebi olup, BĂ‚lî Sultan olarak da bilinir. Germiyan şehzĂ‚delerinden Hızır Paşanın oğludur. Dedesi SuleymĂ‚n Şah, MevlĂ‚nĂ‚ CelĂ‚leddîn Rûmî'nin oğlu Sultan Veled'in kızı Mutahhara Sultan ile evli olduğundan, soyu MevlĂ‚nĂ‚ hazretlerine ulaşır. Babası ona, saltanat elbisesi yerine tarîkat abası giydiği icin "Abapûş-i Velî" lakabını vermiştir.

Abapûş-i Velî, kucuk yaşta ilim oğrenmeye başladı. Kısa zamanda ilim tahsîlini tamamladı. AhlĂ‚k ve edeb numûnesi idi. Kucuk yaşta Mevleviyye tarîkatı buyuklerinin mĂ‚nevî bakışlarına kavuştu. İnsanlara doğru yolu gostermek uzere icĂ‚zet, diploma aldı.

Devrinin buyuk Ă‚limleri ve devlet ileri gelenlerinin coğu onun sohbetlerini tĂ‚kib ederlerdi. Tîmûr Han Afyon taraflarına geldiğinde, onun bolgesine girmedi ve bĂ‚zı ihsĂ‚nlarda bulunmak isteyince;
"Bizim abamız, elbisemizi terk ve ihtiyacsızlık elbisesidir" deyip kabûl etmedi.
Tîmûr Han Abapûşî hakkında;
"Boyle zatlar boş değildir. Allahu teĂ‚lĂ‚dan başkasından ne korkarlar, ne bir şey beklerler. Şahların gonullerinde onların heybeti, korkusu yer etmiştir." dedi.

Abapûş-i Velî omrunun sonlarını babasından kalan dergĂ‚hında yalnız gecirdi. Devamlı ibĂ‚detle meşgûl olurdu. Talebeleri ve sevenleri huzuruna gidip ders ve sohbetlerini dinler, ondan istifĂ‚de ederlerdi. Ceşitli zamanlarda insanlar arasına cıkıp, onlara Allahu teĂ‚lĂ‚nın emir ve yasaklarını anlatır, herkesi iyiliğe teşvik ederdi.

VefĂ‚tından once kendi evine gecen Abapûş-i Velî, uc gun sonra 1485 (H.890) senesinde vefĂ‚t etti. Afyonkarahisar Mevlevî DergĂ‚hının bahcesine defnedildi. Definden sonra bĂ‚zı hĂ‚ller goruldu. Talebeleri bunları hocalarının kerĂ‚meti olarak kabûl ettiler. Bu sırada sĂ‚dece gorunuşe bakarak konuşanlardan birisi bu hĂ‚llerin, talebeler tarafından uydurulduğunu, bunların aslının olmayacağı gibi sozler soyledi. Ayrıca kabre inkĂ‚r gozu ile baktığı anda, Allahu teĂ‚lĂ‚nın gazĂ‚bına uğrayarak gozleri gormez oldu, dili tutuldu. Baştan ayağa kadar butun vucûdu titremeye başladı. Bu hĂ‚le yakalandığının ucuncu gunu kotu bir vaziyette oldu. Allahu teĂ‚lĂ‚nın evliyĂ‚sı hakkında uygunsuz konuşmanın, onu inkĂ‚r etmenin cezĂ‚sını hemen gordu.


1) Sefîne-i Nefîse-i Mevleviyye; (SĂ‚kıb Dede; Mısır 1283) c.1, s.4




ABBÂDÎ


Meşhûr tasavvuf Ă‚limlerinden. İsmi Muzaffer bin Erdeşir bin Ebî Mensur el-Mervezî'dir. Merv şehrinin bir koyune nisbetle AbbĂ‚dî diye meşhur olmuştur. Kunyesi Ebû Mansur, lakabı Kutbuddîn'dir. 1098 (H.491)'de Merv şehrinde doğdu. 1152 (H. 547) senesinde Huzistan'da, Asker Mukrem denilen yerde vefĂ‚t etti.Sonradan BağdĂ‚d'a nakledildi. Cuneyd-i BağdĂ‚dî hazretlerinin kabrinin bulunduğu Şunîziyye kabristanına defn edildi.

İlim oğrenmeye Merv'de başladı. Nasrullah ibni Ahmed bin Erdeşir, Nasrullah ibni Ahmed el-Huşamî, İsmĂ‚il bin Abdulgafûr el-FĂ‚risî, AbdulgaffĂ‚r eş-Şirevî, ZĂ‚hir bin TĂ‚hir, Abdulmunîm bin el-Kuşeyrî gibi zamĂ‚nının meşhûr Ă‚limlerinden ilim oğrendi, hadîs-i şerîf dinleyip rivĂ‚yet etti. Kendisinden ise Ebû Muhammed el-AkdĂ‚n hadîs-i şerîf işitti.

Guvenilir bir hadîs rĂ‚visidir. VĂ‚z ve nasîhatlarıyla şohret bulmuştur. HitĂ‚beti cok duzgun, tesirli ve anlatım gucu kuvvetli idi. Halk onun vĂ‚zlarından cok istifĂ‚de edip, şevkle dinlerdi. Ona, "Sultan-ı Suhan", "HĂ‚ce-i MĂ‚nĂ‚" ve zamĂ‚nının allĂ‚mesi, en buyuk Ă‚limi mĂ‚nĂ‚sında "AllĂ‚me-i RuzgĂ‚r" gibi medhedici unvĂ‚nlar verilmiştir. Bu derece tanınıp sevildikten sonra Selcuklu hukumdĂ‚rı Sultan Sencer onu AbbĂ‚sî halîfesi Muktefî LiemrillĂ‚h'a elci olarak gonderdi.

AbbĂ‚dî'nin tasavvuf ilminde, tasavvufun pekcok konularını acıklayan SûfînĂ‚me adlı eseri vardır. Bundan başka MenĂ‚kıb-us-Sûfiyye, hazret-i Ali ve Ehl-i beytin fazîleti hakkında MerĂ‚sîmu'd-Dîn fî MevĂ‚sim-ul-Yakîn adlı eseri bulunmaktadır. Mî'rĂ‚cnĂ‚me ve Vesîle ilĂ‚ Fazîlet-il-Fazîle diğer eserleridir. İbĂ‚hat-ul-Hamr adlı bir eserinden bahsedilmiş ise de SemnĂ‚nî ve İbn-i Hacer gibi Ă‚limler boyle bir eserinin bulunmadığını bildirmişlerdir.

Buyurdu ki: "Kabre yılanlar dışardan gelir sanmayınız. Sizin kotu amelleriniz kabirde sizin icin engerek yılanıdır. DunyĂ‚da iken yediğiniz haramlar da kabre yılan olarak gelir."


1) VefeyÂt-ul-A'yÂn; c.5, s.212
2) TabakĂ‚t-uş-ŞĂ‚fiiyye; c.7, s.299
3) El-BidÂye ven-NihÂye; c.12, s.230
4) Mu'cem-ul-Muellifîn; c.12, s.297
5) İslĂ‚m Âlimleri Ansiklopedisi; c.7, s.144





ABBÂS BİN HAMZA EN-NİŞÂBÛRÎ


Hadîs Ă‚limi, hatîb ve velî. Kunyesi Ebu'l-Fadl'dır. EvliyĂ‚dan Ebû Bekr Hafîd'in torunudur. 900 (H. 288) senesinde vefĂ‚t etti. Zunnûn-i Mısrî ve BĂ‚yezîd-i BistĂ‚mî ile sohbet etmiştir. Hadîs-i şerîf oğrenmek icin memleketleri gezerdi. EvliyĂ‚nın meşhûrlarından ve Şam'ın guzel kokulu ciceği diye meşhur Ahmed bin Ebi'l-HavĂ‚rî hazretlerinden hadîs-i şerîf okudu. Gunduzleri oruc tutar, geceleri namaz kılardı. İnsanlara doğru yolu gosterir, İslĂ‚miyetin emirlerine sıkı sarılmaları icin cok gayret sarfederdi. VĂ‚z ve nasîhatlar ederdi. Bu sebeple "El-VĂ‚iz" lakabıyla meşhûr oldu.

Hasan bin Muhammed NişĂ‚bûrî annesinden şoyle nakletti:
Annem vefÂt etmeden once bana;
"Sana hĂ‚mile iken babandan izin alıp AbbĂ‚s bin Hamza'nın sohbet ettiği yere gittim. MunĂ‚sib bir yere durup, onu dinledim. Sohbetini bitirince;
"Ayağa kalkınız" dedi. Herkes kalktı ve hep birlikte ellerini acıp duĂ‚ etmeye başladılar. Ben de el acıp;
"YĂ‚ Rabbî! Bana ilim sĂ‚hibi sĂ‚lih oğul ihsĂ‚n et" diye duĂ‚ ettim. Sonra eve dondum. Gece bir ruyĂ‚ gordum, bir zĂ‚t bana;
"Mujde Allahu teĂ‚lĂ‚ senin duĂ‚nı kabul buyurdu. Sana bir erkek evlĂ‚d verecek. O Ă‚lim ve uzun omurlu olacak" dedi.

Hasan bin Muhammed bunu anlattıktan dort gun sonra vefĂ‚t etti. Annesinin ruyĂ‚sında mujdelendiği gibi Ă‚lim ve uzun omurlu bir zĂ‚t idi...

AbbĂ‚s bin Hamza hazretleri, hocası Zunnûn-i Mısrî'nin şoyle buyurduğunu nakletmiştir:

"İnsanlar neyi istediklerini bilselerdi, arzu ettikleri şey icin verdikleri onlara zor gelmezdi."

"Ey Allahım! Ben nasıl senin rızĂ‚n icin calışmayayım, cunku sen beni yoktan vĂ‚r ettin ve İslĂ‚miyetle şereflenmemi nasîb ettin."

AbbĂ‚s bin Hamza (r.aleyh) buyurdu ki: "Hocam Ahmed bin Ebi'l-HavĂ‚rî, hocası Ebû SuleymĂ‚n DĂ‚rĂ‚nî'den nakletti:
"Bir vaktin insanlarının bozulduğuna alĂ‚met, o insanların korkudan cok umid icinde olmalarıdır."

"Ârif olana, devamlı olarak Rabbinin emirlerine itĂ‚attan başka bir hĂ‚l yakışmaz."

Yine hocası Ahmed bin Ebi'l-HavĂ‚rî'den nakleder:
"DunyĂ‚yı tanıyan ondan vazgecer, Ă‚hireti tanıyan ona sarılır, Allahu teĂ‚lĂ‚yı tanıyan da O'nun rızĂ‚sına kavuşmak icin calışır."



1) TabakĂ‚t-us-Sûfiyye; s. 25,26,139
2) TabakĂ‚t-uş-ŞĂ‚fiiyye; c.3, s. 26
3) NefehÂt-ul-Uns Tercumesi; s. 121
4) TabakĂ‚t-us-Sûfiyye (EnsĂ‚rî s. 119
5) Hazînet-ul-MeĂ‚rif; c.2, s.165
6) NesÂyim-ul-Mehabbe; s.43
7) İslĂ‚m Âlimleri Ansiklopedisi; c.3, s.54






ABDULLAH BİN ABDULAZÎZ


Dokuzuncu yuzyıldaki hadîs Ă‚limlerinin meşhûrlarından. Omerî ismiyle de tanınmıştır. 800 (H.184) senesinde Medîne-i munevverede vefĂ‚t etti. Babasından ve diğer Ă‚limlerden hadîs-i şerîf rivĂ‚yet etti. Kendisinden ise SuleymĂ‚n bin Muhammed bin YahyĂ‚ bin Urve bin Zubeyr, İbn-i Uyeyne, İbn-i MubĂ‚rek, MûsĂ‚ bin İbrĂ‚him gibi Ă‚limler hadîs-i şerîf bildirmişlerdir.

İbn-i HibbĂ‚n; "O, zamĂ‚nının en zĂ‚hidi idi. DunyĂ‚ya duşkun olmıyan, Ă‚bid, hadîs ilminde sika, guvenilir bir Ă‚lim idi." demiştir.

Fudayl bin İyĂ‚d buyurdu ki: "Abdullah bin Abdulazîz ile İbn-i MubĂ‚rek'in huzûruna gidip, yanında bulunmayı cok seviyorum."

Ebû Ca'fer el-HızĂ‚, Abdullah Omerî'nin bir gun buyuklerden birisinin şu sozunu naklettiğini bildirdi:
"Kur'Ă‚n-ı kerîmi cok okumalı. Cunku, Kur'Ă‚n-ı kerîm, okunup emirlerine uyulduğu zaman Cennet'e goturur."

Abdullah Omerî hazretleri dĂ‚imĂ‚ kitaplarıyla beraberdi. Onları yanından hic ayırmazdı. MutlakĂ‚ yanında bakacağı bir kitap bulunurdu. Ona;
"Nicin kitapları bu kadar seviyorsun?" dediler. O, bunlara şu sozlerle cevap verdi:
"İnsana kabirden daha ibret verici ve daha cok nasîhat eden bir şey yoktur. Yalnızlıktan daha emin bir şey yoktur. Kitap ise, insana yakın ve samîmî bir arkadaştır."

Bir gun şoyle duĂ‚ etti:
"YĂ‚ Rabbî! Sana, buyuğumuz, kucuğumuz tovbe ederiz. Tovbelerimizi, doğru kıl. Bizi tovbesine uymayanlardan eyleme, Allahım!".

Ebû Munzir İsmĂ‚il bin Omer anlattı. Abdullah Omerî şoyle diyordu:
"İnsanoğlu gaflete dalar ise, Allahu teĂ‚lĂ‚nın emirlerini yapmaz ve yasakladığı şeyleri yapmaya başlar. İnsanlardan korkarak, emr-i ma'rûf ve nehy-i an-il-munker; iyiliği emredip, kotuluklerden alıkoyma farzını terkeder."

Birisi Abdullah bin Abdulazîz'e; "Bana nasîhat et." dedi. Bunun uzerine, o zĂ‚ta donerek; "VerĂ‚, şuphelilerden sakınmak cok kıymetli bir haslettir. İnsanın kalbinde verĂ‚nın bulunması, butun dunyĂ‚ya bedeldir. Onun icin, bir şey şupheli ise ondan sakın. Yoksa haram işlersin." dedi.

Talebelerinden biri; "Şukredici ve sabredici kimlerdir?" diye sorduğunda, Enes bin MĂ‚lik'den rivĂ‚yet ettiği şu hadîs-i şerîfi okudu. Resûlullah efendimiz buyurdu ki: "DunyĂ‚ husûsunda, kendisinden yukarı olanlara, din husûsunda kendisinden aşağıda olanlara bakan kimseyi, Allahu teĂ‚lĂ‚ şukredici ve sabredici olarak yazmaz. DunyĂ‚ husûsunda kendisinden aşağıda olanlara bakıp, din husûsunda kendisinden yukarıda olana bakan kimseyi Allahu teĂ‚lĂ‚, şukreden ve sabırlı bir kul olarak yazar."

EshĂ‚b-ı kirĂ‚ma karşı cok muhabbeti vardı. Onlar Peygamber efendimizin en yakınları, dostları, arkadaşları olduğu icin butun muslumanların onları sevmesini emrederdi.

İbrĂ‚him bin Sa'd'dan rivĂ‚yet ettiği şu hadîs-i şerîfi sık sık okurdu: "EshĂ‚bım hakkında, Allahu teĂ‚lĂ‚dan korkun. Sakın benden sonra onlara duşmanlık yapmayınız. Onları seven beni sevdiği icin sever. Onlara buğzeden, kin tutan, bana duşmanlığından dolayı boyle yapmış olur. Onlara eziyet eden, bana eziyet etmiş olur. Bana eziyet eden, Allahu teĂ‚lĂ‚ya eziyet etmiş olur. Kim Allahu teĂ‚lĂ‚ya eziyet ederse, Allahu teĂ‚lĂ‚nın onu cezalandırması cok yaklaşmış demektir."

DuĂ‚ların kabûl olması ile ilgili olarak sorduklarında Peygamber efendimizin şu hadîs-i şerîflerini nakletti: "Allahu teĂ‚lĂ‚ya yalvarıp duĂ‚ etmeden once ma'rufu (iyiliği) emredip, munkerden nehyediniz. Gunahınıza pişman olup, Allahu teĂ‚lĂ‚dan af ve mağfiret dilemeden once, elbette Allahu teĂ‚lĂ‚ sizin duĂ‚larınızı kabul etmeyecek. O zaman af ve mağfiret de olunmayacaksınız. Yahûdî Ă‚limler ve hıristiyan din adamları emr-i ma'ruf ve nehy-i an-il-munkeri terkettikleri icin, Allahu teĂ‚lĂ‚ onları, kendi peygamberlerinin lisĂ‚nı uzere lĂ‚netleyip, umumî bir belĂ‚ vermiştir."

KABİR AZABINI HATIRLAYIN

Muhammed bin Harb el-Mekkî şoyle anlatır:

Abdullah bin Abdulazîz Omerî hazretleri yanımıza gelmişti. Onun etrafına toplandık. Mekke-i mukerremenin ileri gelenleri de oradaydı. Bu sırada Abdulazîz Omerî hazretleri başını kaldırınca, KĂ‚be-i muĂ‚zzamanın etrafında yukselen sarayları gordu. Şiddetli bir şekilde bağırarak;
"Ey bu koşkleri bu mukaddes mekanın yanına dikenler! Olunce, yapayalnız kalacağınız mezarların zifiri karanlıklarını hatırlayınız. Ey zevk ve sefĂ‚ sahipleri, ey dunyĂ‚ nîmetleri icerisinde yuzenler! Kabirde, kurtların, boceklerin, yiyecekleri ve gıdĂ‚ları olacağınızı, şu guzel vucutlarınızın, toprak altında curuyeceğini, o goren gozlerinizin akacağını, konuşan dillerinizin susacağını hic duşundunuz mu?" Abdulazîz hazretleri bunları soyleyince gozleri doldu.

1) Hilyet-ul EvliyÂ; c.8, s. 283

2) Tehzîb-ut-Tehzîb; c.5, s. 302
3) TabakĂ‚t-ı İbn-i Sa'd; c.5, s. 435
4) İslĂ‚m Âlimleri Ansiklopedisi; c.2, s.90
5) TabakĂ‚t-ul-KubrĂ‚ (İmĂ‚m-ı Şa'rĂ‚nî c.1, s.65






ABDULLAH BİN ABDULAZÎZ (OSMAN) EL-YUNEYNÎ


EvliyĂ‚nın buyuklerinden. İsmi Abdullah bin Abdulazîz bin Ca'fer el-Yuneynî'dir. Kunyesi Ebû Osman'dır. Doğum tĂ‚rihi bilinmemekle berĂ‚ber 1136 (H.530) senesinden sonra Sûriye'de Ba'lbek beldesine bağlı Yuneyn koyunde doğduğu kaydedilmiştir. 1220 (H.617) senesinde vefĂ‚t etti. Omru seksen sene civĂ‚rında idi. Defnedildiği yere turbe yapıldı. Turbesi Ba'lbek'de olup, istifĂ‚de edilen bir ziyĂ‚retgĂ‚htır. Şam'da zamĂ‚nının Ă‚lim ve velîlerinden ilim ve feyz alarak yetişti. Zuhd sĂ‚hibi, dunyĂ‚ya duşkun olmayan, heybetli, uzun boylu, cesur, iyiliği emreden, kotulukten sakındıran, gece-gunduz dîn-i İslĂ‚mı yaymak icin uğraşan, Allahu teĂ‚lĂ‚yı bir an unutmayan, şĂ‚nı yuksek, kerĂ‚met sĂ‚hibi bir zĂ‚t idi. Ba'lbek vĂ‚lisi kendisini ziyĂ‚ret ettiğinde, ona adĂ‚letle davranmasını tenbîh eder ve nasîhatta bulunurdu.

Es-SehĂ‚vî şoyle anlatır:
"Ebû Osman el-Yuneynî, senede uc dirhem ile gecinirdi. Bir dirhemiyle un alır, bir dirhemiyle yağ, bir dirhemiyle de bal alırdı. Bunları karıştırıp, yuvarlak yuvarlak uc yuz altmış tĂ‚ne kofte gibi parcalar yapardı. Bayram gunleri haric devamlı oruclu olduğundan her akşam biri ile iftĂ‚r ederdi."

İbn-i Şuhbe TĂ‚rih-i İslĂ‚m adlı eserinde onun icin;
"Ebû Osman, aslen Ba'lbek koylerinden olan Yuneyn koyundendir. KerĂ‚met sĂ‚hibi bir zĂ‚t olup, nefsiyle cok mucĂ‚dele ederdi. Kimseden bir şey almazdı. Aza kanĂ‚at eden iffet sĂ‚hibi bir zĂ‚t idi." demiştir.

Şeyh Muhammed bin Ebi'l-Fadl şoyle anlatmıştır:
"ZamĂ‚nın sultĂ‚nı Sultan ÎsĂ‚, bir gun Abdullah bin Abdulazîz hazretlerinin huzûruna gelip;
"Efendim! Bize duĂ‚ ve nasîhat ediniz." deyince;
"Ey Sultan! Zulumden, kotuluklerden, şakî olmaktan sakın. Babanda bu haller gorulmuştu. Sen oyle olma!" dedi."

Bu sultan da, tebeasına Ă‚dil davranmıyordu. Bu bakımdan, soylenilen sozlere kulak asmadan kalkıp gittiği gibi Abdullah bin Abdulazîz hazretlerine de bir hîle yapmayı duşundu. Uc bin altın goturup, hediyemizdir, ihtiyaclarınıza harcayınız diye vererek deneyecek, kabul ederse hemen geri alacaktı. Ertesi gun hilesini yapmak uzere huzuruna tekrar gitti. Yanında goturduğu uc bin dirhemi onune bırakıp;
"Efendim, bunlar size hediyemizdir. Buyurun, dergĂ‚hınızın ihtiyaclarına harcarsınız!" dedi.
Abdullah bin Abdulazîz hazretleri sultana vakar ve heybetle bakıp;
"Ey cĂ‚hil! Kalk hemen buradan git! Bizi denemeye kalkışıyorsun! Biz Allahu teĂ‚lĂ‚ya duĂ‚ edersek yer yarılır seni yutar. Bizi parayla olcmek istiyorsun. Biz isteyince Allahu teĂ‚lĂ‚nın izniyle şu oturduğumuz seccĂ‚denin altından, birinden gumuş diğerinden altın akan iki ceşme ortaya cıkar! Su gibi altın ve gumuş akar." dedi.

Bu sozleri soyledikten sonra seccĂ‚denin kenarını kaldırdı. Huzûrunda bulunanlar iki ceşme gorduler, birincisinden altın diğerinden de gumuş su gibi akıyordu.

Abdullah bin Abdulazîz hazretlerinin zamĂ‚nında Melîk Emced bir imĂ‚rethĂ‚ne yaptırıyordu. BinĂ‚nın inşĂ‚sında buyuk taşlar kullanmak istedi. Beldesinde bulunan buyuk taşların kırılıp yontulmasını emretti. Ancak bu işle uğraşanlar taşları parcalamaya guc yetiremediler. Ne kadar uğraştılarsa da Ă‚letleri bu iş icin kĂ‚fi gelmedi ve caresiz kaldılar. Abdullah bin Abdulazîz hazretlerine gidip durumu anlattılar ve yardım istediler. O da yardım etmeyi kabûl edip taşların bulunduğu yere geleceğini soyledi. Beklemeye başladılar. Baktılar ki havada yuruyerek geliyor. Sonra, gelip havada tam taşların ustunde durdu. Taşlar onun himmetiyle ve Allahu teĂ‚lĂ‚nın izniyle gozleri onunde istenildiği gibi parca parca ayrıldı. Bu hĂ‚diseye cok şaşan işciler, gidip durumu Melik Emced'e anlattılar. Melik buna hem cok hayret etti hem de pek memnun oldu. Derhal huzuruna gidip hurmetle elini operek teşekkur etti.

İbn-i Şuhbe şoyle anlatmıştır:

Hanımımın bir ortuye ihtiyĂ‚cı vardı. Satın almamı istedi. Borcum olduğunu, bu sebeple alamayacağımı soyledim. O gece uyudum. RuyĂ‚da bana; "İbrĂ‚him Halîlullah'ı gormek istersen, Abdullah bin Abdulazîz el-Yuneynî'ye bak!" dendi.

Sabahleyin, Abdullah el-Yuneynî'nin bulunduğu yere gittim. Beni gorunce, beklememi istediler ve evlerine gidip geldiler. BerĂ‚berlerinde, bir ortu ve borcum kadar para vardı. Onları bana verdi. Alıp evime dondum.

Abdullah bin Abdulazîz hazretlerinin vefĂ‚tı şoyle anlatılır:

Bir cumĂ‚ gunu yıkanmak uzere hamama gitti. CumĂ‚ namazı icin gusl abdesti aldı. Sonra cĂ‚miye gelip, cumĂ‚ namazını kıldı. Sonra DĂ‚vûd ismindeki muezzine;
"Ey DĂ‚vûd! Sen cenĂ‚ze yıkar mısın? Yarın sabah bak neler olacak!" dedi.

Muezzin bir şey anlamayıp;
"Efendim biz sizin emrinizdeyiz." diyebildi.

Oradan ayrılıp dergĂ‚hına geldi. Talebelerini, her zaman altında oturduğu ağacın yanına cağırdı ve;
"Beni, buraya defnedin!" diye vasiyet etti. O gece butun talebeleriyle sohbet etti ve onlara ayrı ayrı duĂ‚ etti.
Talebelerinden biri;
"Efendim zĂ‚t-ı Ă‚liniz icin, tatlı menbĂ‚ suyu getirmişler icer misiniz?" diyerek ikrĂ‚m etti.

Suyu alıp icti. Kalanıyla da abdest aldı. Sabah namazını cemĂ‚atle kıldıktan sonra, her zaman cıktığı minderin uzerine cıkıp, kıbleye doğru bağdaş kurup oturdu. Her zaman olduğu gibi tesbihi elinde idi. O hĂ‚lde hic kimse ile konuşmadı. Herkes onun uyuduğunu zannedip yavaşca oradan ayrıldı.

Bir ara hizmetcisi bir şey sormak icin yanına girdi. Uyuyor zannederek geri cıktı. Bir sure sonra; "Hocamız bu kadar gec kalmazdı!" diye duşunerek, tekrar odaya girdi ve;
"YĂ‚ Seyyidî, ey efendim!" diye seslendi. Ebû Osman el-Yuneynî hic ses vermedi. Yanına gidip baktığında, vefĂ‚t ettiğini gordu. Hemen Melik Emced'e haber verdiler. Derhal dergĂ‚ha geldi. Ebû Osman Abdullah'ın hic renginin değişmediğini ve bağdaş kurmuş bir hĂ‚lde vefĂ‚t etmiş olduğunu gordu. CenĂ‚ze işlerine başladıklarında Muezzin DĂ‚vûd gelip, Ebû Osman Abdullah'ı yıkadı. O zaman Muezzin DĂ‚vûd'a;
"Yarın sabah bak neler olacak." demesinin, vefĂ‚tına işĂ‚ret olduğunu anladılar. Vasiyeti uzere, talebeleriyle altında sohbet ettiği ağacın dibine defnedildi. Daha sonra buraya velilerden pek cok kimse defnedildi.

Abdullah bin Abdulazîz el-Yuneynîhazretleri bir şiiri devamlı okuyup, ağlardı. Bu şiirin mĂ‚nĂ‚sı şoyledir:

"Ey benim şefĂ‚atcım! Butun arzum, ozlem ve iştiyĂ‚kım sizedir. Butun kerîmler, comertler kendilerinden şefĂ‚at istenilince kĂ‚bûl ederler. Benim ozrum, sizin arzunuzda esir olmaktır. Aşk ateşiyle yanıp esir olan kişilerin boynu bukuk olur. Benim size olan bu ozrumu kĂ‚bûl ederseniz ne iyi ve ne guzeldir. Eğer kabûl etmezseniz, seven buyuk bir yuk yuklenmiştir. Size karşı benim sabrım vardır. Benim icin bu sevgiliye kavuşmak, ulaşmak vardır."

BUNLAR ŞARAPTI

KĂ‚dı YĂ‚kûb şoyle anlatır:

Birgun Şam'da bir mescidin kenarındaydım. Orada bir kopru vardı. Hava cok sıcaktı. Abdullah el-Yuneynî, abdest almak icin dereye indi. O sırada bir nasrĂ‚nî, şarap yuklu katırı ile kopruden geciyordu. Katır bir ara urktu ve yuk yere yıkıldı. Cevrede başka kimse yoktu. Abdullah el-Yuneynî, yukarı cıkıp bana;
"Yuku yuklemeye yardım et!" dedi.

NasrĂ‚nîye yardım ettim ve yuku katıra yukledik. NasrĂ‚nî, oradan uzaklaşıp gitti. Kendi kendime; "Bu zĂ‚t boyle yapmamı niye istedi?" diye duşundum. Sonra nasrĂ‚nîyi tĂ‚kib ettim. NasrĂ‚nî, katırıyla şarap satan bir dukkĂ‚nın onune geldi. Katırdaki yuku indirip actı. Hepsi sirke olmuştu.
Şarap satıcısı;
"Yazıklar olsun sana! Senden şarap getirmeni istedim. Bunlar sirke!" dedi.

NasrĂ‚nî hayretten dona kalmıştı. Şaşkınlığından ağlamağa başladı ve;
"Bunlar şaraptı. Fakat neden sirke oldu sebebini anladım!" diyerek hemen katırını bir yere bağladı. Doğru Abdullah bin Abdulazîz hazretlerinin dergĂ‚hına koştu. Huzûruna girer girmez: "Eşhedu enlĂ‚ ilĂ‚he illallah ve eşhedu enne Muhammeden abduhû ve resûluhu." diyerek musluman oldu ve artık huzûrundan ayrılmayıp talebeleri arasına girdi.

1) CÂmiu KerÂmÂt-il-EvliyÂ; c.2, s. 110
2) ŞezerĂ‚t-uz-Zeheb; c.5, s.73
3) İslĂ‚m Âlimleri Ansiklopedisi; c.7, s.378







ABDULLAH BİN ABDULGANÎ EL-MAKDİSÎ


EvliyĂ‚nın buyuklerinden, hadis ve Hanbelî mezhebi fıkıh Ă‚limi. Kunyesi Ebû MûsĂ‚ olup, ismi, Abdullah bin Abdulganî bin AbdulvĂ‚hid bin Ali el-Makdisî'dir. Lakabı CemĂ‚luddîn'dir. 1185 (H.581) senesi şevvĂ‚l ayında doğdu. 1232 (H.629) senesi ramazan ayında cumĂ‚ gunu Şam'da vefĂ‚t etti.

Abdullah el-Makdisî, Kur'Ă‚n-ı kerîmi amcası Şeyh el-İmĂ‚d'dan oğrendi. Fıkıh ilmini Şeyh Muvaffakuddîn'den, Arab dilinin inceliklerini ise Ebi'l-BekĂ‚ el-Akberî'den oğrendi. Şam'da; AbdurrahmĂ‚n bin Ali el-Harkî, İsmĂ‚il el-Cinzevî ve Ebû TĂ‚hir el-Huşûî'den, BağdĂ‚d'da; Abdulmun'îm bin Kuleyb, El-MubĂ‚rek bin Matuş ve Mes'ûd El-CemĂ‚l'dan, İsfehan'da; Halîl er-RĂ‚zĂ‚nî ve Ebu'l-MekĂ‚rim el-LebbĂ‚n'dan, Mısır'da; Ebû Abdullah el-ErtĂ‚hî ve oğlu Sa'd-ul-Hayr'dan, NişĂ‚bûr'da; Mensûr el-FerĂ‚vî, El-Mueyyid et-Tûsî'den ve bircok Ă‚limden hadîs-i şerîf dinledi, yazdı ve rivĂ‚yette bulundu. Bunun yanında Mûsul, Erbil, Mekke ve Medîne'ye de gidip hadîs-i şerîf dinledi.

Kendisinden ise; HĂ‚fız ez-ZiyĂ‚, Şeyh Şemsuddîn, Şeyh-ul-Fahr, Şems ibni HĂ‚zım, Şems İbn-ul-VĂ‚sıtî, Nasrullah bin IyĂ‚ş, Nasrullah Sa'd-ul-Hayr ve bircok Ă‚lim hadîs-i şerîf rivĂ‚yetinde bulundular. Kendisinden icĂ‚zet (diploma) almak sûretiyle en son rivĂ‚yette bulunan, KĂ‚dı Takıyyuddîn el-Hanbelî'dir.

İbn-ul-Hacîb onun hakkında

HĂ‚fız CemĂ‚luddîn, sağlam, guvenilir, dînine son derece bağlı bir zĂ‚ttır. EmĂ‚neti koruma, mĂ‚rifet, ezberinin kuvvetli olması hususlarında, zamĂ‚nımızda bir benzeri yoktu. Cok mutevĂ‚zî, heybetli, vakûr, ağırbaşlı, comert, musĂ‚mehakĂ‚r, aklı selîm sĂ‚hibi, ozur dileyenin ozrunu kabûl edici, cok ibĂ‚det eden, vera' sĂ‚hibi, her an nefsi ile mucĂ‚dele eden bir zĂ‚t idi." demektedir.

HĂ‚fız ez-ZiyĂ‚ ise onun hakkında; "Kur'Ă‚n-ı kerîmi kırĂ‚atına uygun, doğru ve guzel okurdu. Ebû MûsĂ‚, fıkıh ve hadîs-i şerîf ilimlerinde zamanının buyuk Ă‚limi oldu. Bircok yere ilim oğrenmek icin gitti. Cok kere bu yolculukları yuruyerek yaptı. Her hĂ‚liyle ornek, kendisine uyulan bir zĂ‚t oldu. İnsanlar, onun derslerinden cok istifĂ‚de ettiler." demektedir.

Ebû MûsĂ‚, İsfehan veNişĂ‚bûr'a ilim oğrenmek icin yalınayak giderdi. Yolda aclık ve susuzluk sıkıntılarına da goğus gererdi. Melik el-Eşref, onun icin Sefh'de kendi ismiyle bir hadîs kulliyesi yaptırdı ve Ebû MûsĂ‚'yı buraya idareci ve muderris tĂ‚yin etti.

Zekîyyuddîn el-BerzĂ‚lî ise; "HĂ‚fız CemĂ‚luddîn, sağlam, dînine bağlı olup ve doğruyu yanlıştan ayırırdı." demiştir.

Muhammed bin SelĂ‚m onun icin; "Ebû MûsĂ‚, bir muzĂ‚kere, ders meclisi kurdu. Pek cok kimse akın akın ona koştu. O, ilim ve edeb olarak butun ustunlukleri kendisinde toplamıştır." demektedir.

Ebû MûsĂ‚ hazretleri vefĂ‚t ettikten sonra, talebelerinden pek coğu ruyĂ‚da gorduler. Bir talebesi onu ruyĂ‚da gordu ve; "Size nasıl muĂ‚mele yapıldı?" diye sordu. "Allahu teĂ‚lĂ‚nın ihsĂ‚nı ve ikrĂ‚mı ile nîmetler icindeyim." dedi. Bir başkası onu ru'yĂ‚sında gordu ve; "Haliniz nasıldır?" diye sordu. Ona da; "Hayra kavuştum." diye cevap verdi.

Ebû MûsĂ‚ el-Makdisî bir talebesine ru'yĂ‚da şoyle dedi:

Yavrum! Benim, dunyĂ‚da iken okuduğum ve size yazdırıp oğrettiğim duĂ‚ya devĂ‚m et. O duĂ‚, sana yazdırdığım falan kĂ‚ğıttadır. O duĂ‚; "YĂ‚ Rabbî! Sen benim Rabbimsin. Senden başka ilĂ‚h yoktur. Ancak sen varsın. Beni yoktan yarattın. Ben senin kulunum." duĂ‚sı olup, dunyĂ‚da cok okunması sebebiyle burada kurtuluşuma sebeb oldu. Ona devĂ‚m et!

VefĂ‚tı sebebiyle, Yûsuf bin Abdulmun'îm, soylediği kasîdede onun hakkında ozetle şoyle der: "Olumuyle berĂ‚ber sevinc ve neş'enin yok olduğu kimseye uzulmemek elde değildir. ŞĂ‚yet o kişi yaşasaydı, dîni oğretir, insanlara Allahu teĂ‚lĂ‚nın yolunu gosterir ve sunnetleri yayardı."


1) Zeyl-i TabakĂ‚t-ı HanĂ‚bile; c.2, s. 185
2) ŞezerĂ‚t-uz-Zeheb; c.5, s. 131
3) Mu'cem-ul-Muellifin; c.6, s. 76
4) Tezkiret-ul-HuffÂz; c.4, s. 1408
5) TabakÂt-ul-HuffÂz; s. 495
6) İslĂ‚m Âlimleri Ansiklopedisi; c.7 s. 381.






ABDULLAH EL-ACEMÎ


EvliyĂ‚nın buyuklerinden. İsmi, Şeyh Abdullah el-Acemî'dir. Doğum tĂ‚rihi bilinmemektedir. Haleb civĂ‚rında Bire yakınındaki Kefertaşe koyunde ikĂ‚met ederdi. Bağ-bahce ile uğraşır, ciftcilik yapardı. Ustun hĂ‚ller ve kerĂ‚metler sĂ‚hibi bir zĂ‚ttı. 1242 (H. 640) senesinde doğduğu yer olan Kefertaşe koyunde vefĂ‚t etti. Kabri ziyĂ‚ret mahallidir.

Menkıbelerinden bĂ‚zıları şoyle nakledilmiştir:

ZamĂ‚nın sultĂ‚nı Melîk ZĂ‚hir Muciruddîn, bir defĂ‚sında Abdullah el-Acemî hazretlerinin koyune gitmişti. Abdullah el-Acemî bahcelerde bekcilik yapıyordu. Melik onu bir bahce icinde gorup:

"Ey Genc! Bize tatlı bir nar getir." deyince, bulunduğu bahcedeki bir nar ağacından nar koparıp goturdu. Melik kesip tadına baktı ve; "Bu nar ekşi sen nasıl bekcisin narın ekşisini tatlısını ayırd edemiyorsun?" dedi.

Abdullah el-Acemî kendisine Ă‚id olmayan meyvelerden hic yemediği icin, ekşisini tatlısını bilmiyordu. Melîk'in sozleri uzerine hem uzuldu hem de mahcûb oldu. Gidip bir ağacın altında namaza durdu ve iki rekat namaz kılıp şoyle duĂ‚ etti: "YĂ‚ Rabbî bana hangi narın tatlı olduğunu bildir, gidip Melîk'e vereyim..."

Onun namaz kılışını ve duĂ‚ edişini seyreden Melik hayretinden atın ustunde donakalmıştı. Cunku ağaclar da onunla secdeye gidiyorlardı. Hayatında ilk defa boyle bir halle karşılaşıyordu. Hayretle; "Ağaclar! Evet, ağaclar! O secdeye kapandıkca ağaclar da secdeye kapandılar! Demek bu genc erenlerden!" diyerek atından indi. Ayakta durarak Abdullah el-Acemî hazretlerine sevgiyle baktı. Sonra koşup ayaklarına kapandı.

Abdullah el-Acemî hazretleri geri cekilerek boyle yapmasına mĂ‚nî olmak isteyince Melik ZĂ‚hir; "Sen namaz kılarken şu bahcenin butun ağacları seninle birlikte secdeye kapandılar. Bunun kerametiniz olduğunu anladım. Sen mubĂ‚rek bir kimsesin."dedi. Abdullah el-Acemî'nin; "Belki hĂ‚yĂ‚l gordunuz..." buyurması uzerine;

"Hayır! Vallahi gercek gordum. Melik aslında sizsiniz. Biz Melik değil sizlerin hizmetcisiyiz." dedi.

Bu konuşmalardan sonra Melik ZĂ‚hir ona duyduğu yakınlığı daha da artırmak istedi. Ona ısınmış, kalbi kaynamıştı:

"Benim edebli ve sana lĂ‚yık bir kızım var. Onu size nikahlamak isterim." O; "Efendim ben, malı mulku olmayan, bir garibim" cevabını verdi.

Fakat Melîk niyetinde kararlı ve cok ısrarlı idi. Abdullah el-Acemî hazretleri onun bu samîmî ve candan isteği karşısında teklîfini geri cevirmedi. NikĂ‚hları yapıldı.

Melik ZĂ‚hir saraya gidip durumu hanımına anlatınca o da memnun olup, kızının ceyizini duzdu. Sonra, kızını sultan kızına lĂ‚yık bir şekilde develer yuku ceyizle gonderdi.

Duğun alayı Abdullah el-Acemî'nin koyune yaklaşınca haberciler durumu Abdullah Acemî hazretlerine bildirdiler. Bu haber uzerine duğun alayını karşıladı. Sultanın kızı bir deve ustunde tahtırevan icinde geliyordu. Peşinde de katar hĂ‚lindeki develer uzerinde yukler dolusu eşyĂ‚ vardı. Sultanın kızına yaklaşıp; "Ey SultĂ‚n kızı! Benim hanımım olmayı mĂ‚dem ki kabul ettin, şimdi senden bazı isteklerim var!" deyince kız; "Evet, buyurun soyleyin." dedi.

"O halde şimdi, sen uzerinde bulunduğun deveden in! Uzerindeki o suslu elbiselerin yerine benim vereceğim şu sĂ‚de elbiseyi giy. Sonra şuradaki bahcıvan evine gir." buyurdu.

Kız isteğini memnuniyetle yerine getirdi.

Melik ZĂ‚hir ile Abdullah el-Acemî hazretlerinin arasında gecen bu hĂ‚dise Irak'ta evliyĂ‚ bir zĂ‚t ve talebeleri tarafından duyulmuştu. ZiyĂ‚ret etmek icin Abdullah el-Acemî'nin koyune geldiler.

Koye geldiklerinde, Abdullah el-Acemî bahcede calışıyor, bahcenin otlarını topluyordu. Gelen ziyĂ‚retci heyetinin reisi Allahu teĂ‚lĂ‚ya duĂ‚ etti ve otlara işaret etti. Allahu teĂ‚lĂ‚nın izni ile otlar bir yere toplandı. Abdullah el-Acemî hazretleri onları karşıladıktan sonra; "Nicin boyle yaptınız?" diye sordu. O zĂ‚t; "Efendim sizin yorulmamanızı, nasihat etmenizi istedim." deyince de;

"Biz, boyle olmasını isteseydik, Allahu teĂ‚lĂ‚nın izni ile otlar toplanırdı. LĂ‚kin biz alın teri ile lokma yeriz." dedi ve alnında toplanan terleri sildi. Terleri parmaklarından damla damla toprağa dokuldu. Sonra; "Ey bahcemin otları eski bulunduğunuz yere donunuz." dedi. Otlar bahceye yayılıp eski hallerini aldılar.

ZiyĂ‚retine gelen zĂ‚t onun yanından ayrılmadı. VefĂ‚tına kadar hizmetinde ve sohbetinde bulundu.


1) CÂmiu KerÂmÂt-il-EvliyÂ; c.2 s.113
2) İslĂ‚m Âlimleri Ansiklopedisi; c.8 s. 12






ABDULLAH BİN AVN


Peygamber efendimizin arkadaşlarını goren buyuk velîlerden. İsmi Abdullah bin Avn bin ErtabĂ‚n el-Muzenî'dir. İbn-i Avn diye de bilinir. Basra'da doğdu. Doğum tĂ‚rihi bilinmemektedir. Hadîs-i şerîf mutehassısı olarak Basra'da şohret buldu. 768 (H.151) senesinde vefĂ‚t etti.

Abdullah bin Avn, devrinin buyuk Ă‚limlerinden okudu. Hadîs-i şerîf ilminde zamĂ‚nın onde gelen Ă‚limleri arasına girdi. SemĂ‚me bin Abdullah bin Enes, Muhammed ibni Sîrîn, İbrĂ‚him en-Nehaî, ZiyĂ‚d bin Cubeyr bin Hayve, KĂ‚sım bin Muhammed, Hasan-ı Basrî, Şa'bî, MucĂ‚hid ve başkalarından hadîs-i şerîf rivĂ‚yet etti.

Hadîs-i şerîf oğrenmek icin Mekke, Medîne, Kûfe, Basra ve daha pek cok yere seyahat etti. İmĂ‚m-ı A'meş, DĂ‚vûd bin Ebî Hind, SufyĂ‚n-ı Sevrî, Şû'be, Ebû YahyĂ‚ el-KattĂ‚n, Abdullah ibniMubĂ‚rek, Vekî bin CerrĂ‚h, MuĂ‚z ibni MuĂ‚z, Muhammed bin Abdullah el-EnsĂ‚rî ve başkaları kendisinden hadîs rivayet ettiler.

Buyuk Âlim Kurre (rahmetullahi aleyh) der ki:

"Biz İbn-i Sîrîn'in verĂ‚sına, haram ve şuphelilerden sakınmasına hayrĂ‚n idik. Fakat Abdullah ibni Avn, onu bize unutturdu. O bu hususta cok ileri mertebelerde idi."

BikĂ‚r bin Abdullah es-Sîrînî anlatır:

"İbn-i Avn'ın kimseyle alay ettiğini gormedim. Cunku o, kendi hĂ‚linde ve nefsiyle meşguldu. Gunden gune olgunlaşıyor, tasavvufta git-gide yukseliyor ve derecelere kavuşuyordu.

Abdullah bin Avn hazretleri her gun sabah namazını talebeleri ile kılar, kimseyle konuşmadan, kıbleye karşı oturur, Allahu teĂ‚lĂ‚yı zikrederdi. Bu hal guneşin doğmasına kadar surerdi. Talebeleri de aynı şekilde yapardı. Guneş doğduktan sonra onlara donup, derse başlar ve nasîhat ederdi.

Bir defĂ‚sında; "Akıllı bir kimse bir hatĂ‚ işlediğinde ne yapalım?" diye kendisine soruldu. Buyurdu ki:

"Akıllı bir kimseyi, işlediği hatĂ‚ icin azarlamak yakışmaz. Şu zamĂ‚nımızda da durum budur. Kim birini incitirse, daha şiddetli azarı bir başkasından kendisi duyar."

Abdullah bin Avn, boş ve faydasız şeyler konuşmaz, insanların hayrına olan şeyleri anlatırdı. Bulunduğu yerde kendisinden cok guzel koku yayılırdı. Temiz ve guzel giyinirdi.Belli zamanlarda evine kapanır, sukût ve tefekkurle vakit gecirirdi. İyi işlerini gizler, belli etmezdi. Ana ve babasına iyiliği coktu. Onların yediği kaptan hic yemek yemezdi. Bu sebeple kendisine sordular: "Ey Allahın sevgili kulu nicin boyle yapıyorsun?" CevĂ‚ben buyurdu ki:

"Korkarım, yediğim kaptaki bir lokmada, onların gozu olur da farkına varmadan alıp yiyebilirim."

Bir gun annesi cağırdı. Biraz sert bir şekilde cevap vermişti. Sonra bu hĂ‚line cok uzuldu. Hemen gitti ve bu hareketine keffĂ‚ret olsun diye, iki kole Ă‚zĂ‚d etti.

Evlerinin hepsinde muslumanlar parasız otururdu. İsteyeceği ucret onlara cok gelebilir duşuncesiyle hic kira almazdı. Diline sĂ‚hib olup, hicbir zaman kotu soz soylemezdi. Yaptıklarından pişman olmayan akl-ı selîm sĂ‚hibiydi. Kur'Ă‚n-ı kerîmi cok okur, cemĂ‚ate devĂ‚m ederdi.

İbn-i Mus'ab'a; "Abdullah bin Avn hakkında ne dersin?" denilince;

"Avn oğlu ile yirmi dort sene berĂ‚ber kaldım. Her şeyine dikkat ettim. Her hĂ‚liyle dînimize uygun yaşayışının netîcesinde meleklerin ona bir hatĂ‚ yazmadığı kanĂ‚atine vardım." cevabını verdi.

Yahy el-KattÂn da;

"Avn oğlu Abdullah'ın ustunluğu, insanlar arasında dunyĂ‚yı en fazla terketmiş olması bakımından değil, diline sĂ‚hib olması bakımındandır. O, insanlar arasında diline en fazla sĂ‚hib olanlardandır."

İbn-i MubĂ‚rek onun icin; "Onun gibi namaz kılan gormedim." dedi. Âlimlerden Ravh ismindeki bir zĂ‚t da; "Ondan daha ibĂ‚det edici birisini gormedim." buyurdu.

Abdullah ibni Avn hic kızmazdı. Bir gun birisi kendisini kızdırmak istedi, ona donup; "Allahu teĂ‚lĂ‚ sana iyilikler versin." cevabını verdi ve duĂ‚ etti.

Muhammed bin Fudale anlatır:

Peygamber efendimizi ruyĂ‚da gordum. "İbn-i Avn'ı ziyaret ediniz. Cunku Allahu teĂ‚lĂ‚ ve Resûlu onu cok seviyor." buyurdu.

BikĂ‚r binAbdullah es-Sîrînî, onun bir gun oruc tutup bir gun tutmadığını soyler.

İbn-i MubĂ‚rek'e; "İbn-i Avn ne ile bu dereceye yukseldi?" diye sorulunca; "Doğrulukla." cevabını verdi.

Abdullah ibni Avn vasiyetlerinde;

"Ey kardeşlerim! Sizin icin uc şeyi seviyorum. Kur'Ă‚n-ı kerîmi gece-gunduz okumanızı, cemĂ‚ate devĂ‚mınızı ve kotu işlere mĂ‚ni olmanızı." buyurdu.


1) Hilyet-ul-EvliyÂ; c.3, s. 37
2) Tezkiret-ul-HuffÂz; c.1, s. 156
3) El-A'lÂm; c.4, s. 111
4) Tabakat-ul-KubrÂ; c.1, s.64
5) Tehzîb-ut-Tehzîb, c.5, s. 346
6) İslĂ‚m Âlimleri Ansiklopedisi; cild 2, s.91



ABDULLAH AYDERÛSÎ


Yemen evliyĂ‚sından. İsmi, Abdullah bin Abdullah bin Abdullah Ayderûs, kunyesi Ebû Muhammed'dir. 1538 (H.945) senesinde Yemen'de doğdu.

Abdullah Ayderûsî kucuk yaşta Kur'Ă‚n-ı kerîmi ezberledi. Âlim bir zĂ‚t olan babasından ilim oğrendi.Annesi FĂ‚tıma binti AbdurrahmĂ‚n da, evliyĂ‚lık derecelerine kavuşmuş bir hanımdı. Onun terbiyesi ile yetişti. Ayrıca dînî ilimleri ŞihĂ‚buddîn Ahmed, Huseyin bin Abdullah, Ahmed bin Abdullah ve başkalarından oğrendi. Sonra, Hindistan'ın AhmedĂ‚bĂ‚d şehrinde bulunan babasının yanına gitti ve okumaya devĂ‚m etti. Daha sonra hacca gitti. Hac farîzasını yerine getirdikten sonra Mekke-i mukerreme ve Medîne-i munevveredeki bircok Ă‚limden ilim oğrendi. Fıkıh, hadîs, tefsîr ve usûl ilminde yukseldi. Memleketine donup ilim ve edeb oğretmeye, ders vermeye başladı. Cok uzak yerlerden akın akın ilim oğrenmeğe geldiler. Hadramût beldesinde ilimde en ustun zat oldu. Pek cok kimse talebesi oldu. Muhammed ve ZeynelĂ‚bidîn adındaki oğulları ile,AbdurrahmĂ‚n SekkĂ‚f, Ebû Bekr Şiblî adlarındaki torunları, İmĂ‚m Abdullah bin Muhammed, Huseyin bin Abdullah, ŞeyhulislĂ‚m Ebû Bekr bin AbdurrahmĂ‚n, ŞihĂ‚buddîn, KĂ‚dı Ahmed bin Huseyn, Fakîh AbdurrahmĂ‚n bin Akîl, Seyyid Ebû Bekr bin Ali, Huseyn ve başkaları kendisinden ilim oğrendiler.

Abdullah Ayderûsî'nin omru, hep ilim oğretmekle gecti. Allahu teĂ‚lĂ‚ ona uzun omur verdi. Cok comert olup, îtibĂ‚r sĂ‚hibiydi. Asrının buyuk Ă‚limlerinden olduğunu herkes kabul etti. Yumuşak huyluluğu yanında heybetli olması ile karşısındakine saygı telkin ederdi. Susması cok olup, luzumsuz konuşmazdı. Evinde ibĂ‚detle meşgûl olur, ancak cumĂ‚ namazı icin veya bir duğun yemeğine cağrıldığında evinden cıkardı. Evinden cıktığında sokaklar onu gormek ve duĂ‚ almak isteyenlerle dolup taşardı. Cok kerĂ‚metleri goruldu. Bir talebesine bir beldeye gidip orada bulunmasını soyledi, o da gitti. Hocasına bağlılığı ve muhabbeti sebebiyle cok gecmeden orada hizmetler yapıp mĂ‚nevî derecelere kavuştu.

Sevdiklerinden birinin kıymetli bir eşyĂ‚sı calınınca, bu duruma cok uzuldu. Ayderûsî onun bu hĂ‚lini gorunce; "Falan yere git. Orada bekle, yanına gelen ilk kimseye aldığı malı getirmesini soyle." Getirip verirse guzel. İnkĂ‚r ederse onu al buraya getir." buyurdu. O da yanına ilk gelen kimseye soyledi. O kimse aldığı malı getirip eksiksiz teslim etti.

Ayderûsî, Yemen'in Terîm şehrinde cok hayır eserleri yaptırdı. Yaptırdığı mescidler meşhûrdur. Mescid-ul-ebrĂ‚r ve Mescid-un-nûr bunlardandır. Yolcular ve fakîrlerin istifĂ‚desi icin hurma fidanları dikti. Uzun bir zaman gozleri gormez oldu. Sonra acıldı. Fazîlet sĂ‚hibi kimseler onu medh eden kasîdeler yazdılar.

1610 (H. 1019) senesinin Şubat ayının dokuzunda Perşembe gunu ikindi namazının secdesini yaparken vefĂ‚t etti. CenĂ‚ze namazı cumĂ‚ gunu buyuk bir kalabalık tarafından kılındı. CenĂ‚zesinde sultan ve devlet adamları da yer aldılar. Onceden Yemen'de Terim kasabasının Zenbil kabristanında hazırladığı yere defnedildi. Sonra mezarın uzerine bir de turbe yapıldı.

KERÂMETLERİ COKTU

Âriflerden biri ruyĂ‚sında, Peygamber efendimizi Mudeyhac Mescidinin mihrĂ‚bında namaz kılarken gordu. Abdullah Ayderûsî de Peygamberimize uymuş olarak namaz kılıyordu. Abdullah bin Ahmed de, Ayderûsî'nin arkasındaki safta idi. Ayderûsî, cĂ‚minin sahn (ortasındaki boşluk) kısmında idi ve uzerine yağmur yağıyordu. RuyĂ‚yı goren zĂ‚t, bu ruyĂ‚sını sĂ‚lih bir kimseye anlattı. O kimse ruyĂ‚yı şoyle tĂ‚bir etti:

Bu ruyĂ‚, Ayderûsî'nin Peygamber efendimize tam uyduğuna; yağmur da, kerĂ‚metlerinin cokluğuna delĂ‚let eder. Cunku onun kerĂ‚metleri coktur.


1) HulÂsat-ul-Eser; c.1, s.49
2) Nûr-us-SĂ‚fir; s.200
3) El-Meşre-ur-Revî; c.2, s.135
4) İslĂ‚m Âlimleri Ansiklopedisi; c.15, s.196








ABDULLAH-I DEHLEVÎ


Hindistan evliyĂ‚sından. Silsile-i aliyye denilen buyuklerden olup, seyyiddir. 1745 (H. 1158)'te Hindistan'ın Pencab şehrinde doğdu. 1824 (H. 1240) senesinde Delhi'de vefĂ‚t etti. Kabri ŞĂ‚hcihĂ‚n CĂ‚mii yakınındaki dergĂ‚hındadır. Binlerce seveni her zaman ziyĂ‚ret edip, feyz almaktadır.

Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin babası, Abdullatif Efendi Ă‚lim, sĂ‚lih, zĂ‚hid, dunyĂ‚ya rağbet etmeyen, yuksek haller sĂ‚hibi KĂ‚dirî yolunda bir zĂ‚t idi. Bu yolu Hızır'la goruşmuş olan hocası Şeyh NĂ‚sıruddîn Kadîrî'den aldı. Ayrıca Ceştiyye ve ŞettĂ‚riyye yollarından da feyz almıştı. Tasavvuf yolunda kemĂ‚le, olgunlaşmaya calışırdı. Haram yemekten son derece sakınır, kırlarda yetişen meyvelerle yetinir, nefsini terbiye etmek icin uğraşırdı. SahrĂ‚larda Allahu teĂ‚lĂ‚nın ism-i şerîfini anarak dolaşır, yarattıklarına bakar, O'nun buyukluğunu tefekkur edip duşunur, bir an olsun Rabbini unutmazdı.

Bir gun ruyĂ‚sında hazret-i Ali ona şoyle dedi:

"Ey Abdullatîf! Allahu teĂ‚lĂ‚ sana bir oğul ihsĂ‚n edecek, o ilerde buyuk bir zĂ‚t olacak. Ona bizim ismimizi koyarsın."

Seyyid AbdulkĂ‚dir-i GeylĂ‚nî hazretleri de annesine ruyĂ‚sında; "Yakında dunyĂ‚ya bir oğlun gelecek. Ona bizim ismimizi koyarsın." buyurdu. Resûlullah efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de evliyĂ‚dan bir zĂ‚t olan amcasına ruyĂ‚sında, doğacak cocuğa Abdullah isminin verilmesini emretti. Cocuk doğduğunda, ismini babası, Ali, annesi AbdulkĂ‚dir, amcası Abdullah koydu. Abdullah-ı Dehlevî altı yaşına gelince, hazret-i Ali'ye karşı sevgi ve edebinden kendisine Ali demeyip Ali'nin hizmetcisi mĂ‚nĂ‚sına Gulam Ali dedi ve bu isimle tanındı.

Abdullah-ı Dehlevî hazretleri Allah vergisi cok ustun bir zekĂ‚ya sĂ‚hipti. Kur'Ă‚n-ı kerîmi kısa zamanda ezberledi. Dînî ilimleri ve zamanının fen ilimlerini oğrendi. Delhi'de hocası şeyh NĂ‚sıruddîn'in hizmetinde bulunan babası, onun terbiyesinde yetişip, KĂ‚diriyye yoluna girmesi icin, oğlu Abdullah'ı Delhi'ye cağırdı. Abdullah-ı Dehlevî Delhi'ye vardığı gece Şeyh NĂ‚sıruddîn vefĂ‚t etti.Babası; "Oğlum! seni Şeyh NĂ‚sıruddîn'den KĂ‚diriyye yolunu alman icin cağırmıştım. Nasîb değilmiş. Artık, sana nereden irşĂ‚d kokusu gelirse, oraya git. Serbestsin." dedi.

O sırada Delhi'de Ceştiyye buyuklerinden, Şeyh Muhammed Zubeyr ve iki halîfesi, Şeyh ZiyĂ‚uddîn, Şeyh Abduladl, Şeyh Mîr Dered bin Şeyh NĂ‚sır, MevlĂ‚na Fahruddîn ve başkaları vardı. Yirmi iki yaşına kadar onların huzûrunda ve sohbetlerinde bulundu. Bu sırada gonlunden, yine Delhi'de bulunan Mazhar-ı CĂ‚n-ı CĂ‚nĂ‚n hazretlerinin dergĂ‚hına gitmek geldi. Mazhar-ı CĂ‚n-ı CĂ‚nĂ‚n hazretlerinin huzûruna varıp, kendisini talebeliğe kabûl buyurmasını istedi. O da:

"Sen zevkin ve şevkin olduğu yere git. Bizim yolumuz, tuzsuz taşı yalamak gibidir." buyurdu.

Abdullah Dehlevî ise; "Zaten benim mûradım, isteğim de buyurduğunuzdur." dedi. Mazhar-ı CĂ‚n-ı CĂ‚nĂ‚n hazretleri; "MubĂ‚rek olsun."buyurup talebeliğe kabûl etti. Onu Nakşibendiyye yolunun, Muceddidiyye koluna gore yetiştirip, bu yolun esaslarını ve edeblerini oğretti. Abdullah-ı Dehlevî on beş sene onun sohbetiyle şereflendi. EvliyĂ‚lıkta yuksek derecelere kavuşunca, mutlak icĂ‚zet, diploma alıp, halîfesi oldu.

İlk zamanlarda, "Nakşîbendiyye yoluna girmemden Gavs-ul-a'zam Seyyid AbdulkĂ‚dir-i GeylĂ‚nî hazretleri rĂ‚zı olurlar mı?" diye tereddutler gecirmişti. Bir gun ruyĂ‚sında gordu ki, Seyyid AbdulkĂ‚dir-i GeylĂ‚nî hazretleri bir makĂ‚ma gelip oturdu. O makĂ‚mın tam karşısına da ŞĂ‚h-ı Nakşibend Muhammed BehĂ‚eddîn hazretleri teşrif etti. ŞĂ‚h-ı Nakşibend'in yanına gitmek istedi. Bu sırada Gavs-ul-a'zam; "Maksat, Allahu teĂ‚lĂ‚nın rızĂ‚sına kavuşmaktır. Sıkılmayın, gidin." buyurdu.

Elinde malı, mulku kalmadığı icin başlangıcda gecim zorlukları ile karşılaşan Abdullah-ı Dehlevî hazretleri, dĂ‚imĂ‚ tevekkul uzere oldu. Eski bir hasırı yatak, bir tuğla parcasını yastık edindi. Bu şekilde, on beş sene kanĂ‚at koşesinde oturdu. Bir defĂ‚sında o kadar cĂ‚resiz kalıp, bitkin duştu ki, "Artık bulunduğum bu hucre benim mezĂ‚rım olacaktır." diye duşunmeye başladı. NihĂ‚yet Allahu teĂ‚lĂ‚nın yardımı yetişti. Tanımadığı birisi, bir mikdĂ‚r para bırakıp gitti. O gunden sonra devamlı Allahu teĂ‚lĂ‚nın bu şekilde yardımına kavuştu.

Hocasının vefĂ‚tından sonra yerine gecip, talebe yetiştirmeye başladı. Uzak yakın her yerden, DiyĂ‚r-ı Rum, Şam, Irak, Hicaz, Horasan ve MĂ‚verĂ‚unnehr'den pek cok talebe, ilim ve feyz almak, sohbeti ile şereflenmek icin yarışırcasına yanına koştu. MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚lid-i BağdĂ‚dî, Şeyh Ahmed-i Kurdî, Seyyid İsmĂ‚il Medenî gibi bĂ‚zıları Resûlullah efendimizden aldığı mĂ‚nevî emirle geldi. Bazısı, sĂ‚dĂ‚tın, bu yolun buyuklerinin mĂ‚nevî işĂ‚reti ile koşup teslim oldu. Şeyh Muhammed Can bunlardandı. BĂ‚zısı ise,Abdullah-ı Dehlevî hazretlerini ruyĂ‚da gorup geldi.

DergĂ‚hında iki yuz kişi civarında talebe vardı ve onların ihtiyaclarını temin ederdi. Bununla berĂ‚ber, dĂ‚imĂ‚ mutevĂ‚zî ve gonlu kırık bulunurdu. Bir gun bir kopeği gorup; "YĂ‚ Rabbî! Ben kimim ki, seninle, sevdiklerim arasında vĂ‚sıta olayım. Bu yarattığın hurmetine bana merhamet eyle!" buyurdu.

Peygamber efendimizin sunnet-i seniyesine uygun yaşamaya cok gayret ederdi. Az uyur, teheccud, gece namazına kalktığında uyuyanları da kaldırırdı. Sonra murĂ‚kabeye oturur, peşinden Kur'Ă‚n-ı kerîm okurdu. Kur'Ă‚n-ı kerîmden her gun on cuz okurdu. Sabah namazını kıldıktan sonra talebeleriyle beraber işrak vaktine kadar zikir, Allahu teĂ‚lĂ‚yı anmak ve murĂ‚kabe, nefs muhĂ‚sebesi ile meşgul olurdu. Sonra hadîs ve tefsîr derslerine başlarlar bu hal zevĂ‚l vaktine kadar surerdi. Sonra yemek yenirdi. Zenginlerden birisi, lezzetli bir yemek gonderse yemez, talebelerinin de yemesini istemez, komşularına hediye gonderirdi. Birisi para gonderse, şupheli bir durumu yoksa, İmĂ‚m-ı a'zam hazretlerinin ictihadına gore bir sene dolmadan mal nisaba ulaştığında zekĂ‚t vermek cĂ‚iz olduğundan once onun zekĂ‚tını verirdi. Cunku bir kuruş zekĂ‚t vermenin binlerce lira sadaka vermekten kat kat ustun olduğunu bilirdi. Sonra kalan paranın bir kısmı ile helva ve başka şeyler yaptırır dervişlere dağıtır, bir kısmı ile dergĂ‚hın borclarını oder, birazını da yanına gelen ihtiyac sĂ‚hiplerine verirdi. Oğleye yakın sunnet-i şerîfeye uymak icin bir muddet kaylûle yapar, uyur, kalkıp bir mikdĂ‚r yemek yiyip dînî kitablar okumak, bĂ‚zı mevzular uzerinde yazılan yazıları gozden gecirmek ve yazılması lĂ‚zım olanları yazmakla uğraşırdı. Oğle namazını kılıp, ikindiye kadar, hadîs ve tefsîr dersi verirdi. İkindiyi kıldıktan sonra, hadîs-i şerîf, İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî hazretlerinin MektûbĂ‚t-ı İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî, AvĂ‚rif-ul-MeĂ‚rif ve RisĂ‚le-i Kuşeyrî'yi okur, sonra guneş batıncaya kadar talebeleriyle zikir ve murĂ‚kabe ile meşgul olurdu. Akşam namazından sonra, mĂ‚nevî teveccuhleri ile talebelerinden ileri gelenlerinin ilerlemelerini sağlardı. Yatsıyı kıldıktan sonra geceyi zikr ve murĂ‚kabe ile ihyĂ‚ ederdi. Uyku bastırdığında seccĂ‚desi uzerinde sağ yanı uzere yatardı. Bazan otururken uyuyakalırdı. HayĂ‚sının cokluğundan ayağını uzattığı gorulmezdi.

Kur'Ă‚n-ı kerîmi okumakdan ve dinlemekten cok hoşlanır şevk hĂ‚linin gĂ‚lib olduğu zamanlar dinleyince kendinden gecer ve; "Daha okumayınız, dayanamıyorum." buyururdu. MevlĂ‚nĂ‚ CelĂ‚leddîn-i Rûmî'nin Mesnevî'sini de cok okutup, dinlerdi. Bu esnĂ‚da vecd hĂ‚li hĂ‚sıl olur, coşar, ilĂ‚hî muhabbete gark olurdu. Fakat başkalarının yaptığı gibi dînin emir ve yasaklarına uymayan halleri gorulmezdi. Her hĂ‚li dine uygun olurdu.

Emr-i mĂ‚ruf ve nehy-i an'il-munker yapar, insanlara Allahu teĂ‚lĂ‚nın emirlerini hatırlatır, yasaklarından sakınmalarını emrederdi. Bir kerre Şimşîr BahĂ‚dır Han papazlara mahsus bir şeyi giyerek huzuruna geldi. Onu o hĂ‚lde gorunce darılıp bu vaziyette yanında oturmamasını istedi. Bahadır Han, bu kadarına musĂ‚de etmezseniz, bir daha yanınıza gelmem dedi. "Allahu teĂ‚lĂ‚ sizin bir daha boyle buraya gelmenizi nasîb etmesin." buyurdu. Huzûrundan kızarak ayrılan Bahadır Hanın ici rahat etmeyip, uzerindeki o şeyi cıkarıp, huzuruna gelerek affını istedi ve talebesi oldu.

DunyĂ‚ya ve dunyĂ‚lığa rağbet etmezdi. ZamĂ‚nın pĂ‚dişĂ‚hı defalarca dergĂ‚hın ihtiyaclarını karşılayacak bir yardımda bulunmayı teklif ettiği halde, kabûl etmedi. VĂ‚lî Emir Han da dergĂ‚hın ihtiyacları icin yardım teklif ettiğinde talebelerinden Raûf Ahmed'e; "Hediye gonderen Emîr Hana şu beyti cevap olarak yazınız.

Biz fakr-u kanĂ‚ati şeref biliriz,

Emîr Hana soyleyin mukadderdir rızkımız.

Ve biz, Allahu teĂ‚lĂ‚nın meĂ‚len; "SemĂ‚da ise, rızkınız ve vĂ‚d olunduğunuz Cennet vardır." (ZĂ‚riyĂ‚t sûresi: 22) Ă‚yet-i kerîmesine guveniriz.

Bir sıkıntısı olduğunda din buyuklerinin yardımına kavuşurdu. Şoyle anlatır.

Bir defasında karnım ağrımıştı. İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî hazretlerinin rûhĂ‚niyetinden yardım istedim. O anda kendisini gordum. Yanıma teşrîf edip, rahatsızlığımı giderdiler.

Peygamber efendimizi son derece seven Abdullah-ı Dehlevî, O'nun şerefli ismini duyduğunda, kendinden gececek gibi olurdu. Bir kere hizmetcisi ona; "Resûlullah'ın sallallahu aleyhi ve sellem manzûru yĂ‚ni nazar buyurdukları bir zĂ‚tsın." demişti. Bu sozden duyduğu mĂ‚nevî hazla birden yuzlerinin rengi değişti ve hizmetcinin alnından opup; "Ben kim oluyorum ki, Resûlullah efendimizin manzûru olayım." deyip tevĂ‚zu gosterdiler.

Yakın talebeleri anlatırlar; "MubĂ‚rek hocamızın odasından zaman zaman cok guzel kokular duyardık. O zaman, Resûlullah efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ile buyuk Ă‚lim ve evliyĂ‚nın rûhlarının ziyĂ‚rete geldiklerini anlardık. Hocamız, Peygamber efendimizin sunnet-i şerîflerine o kadar bağlıydı. Bir gun bize; "Biz muhabbet şerbetini icenlerdeniz. Bizim muhabbetimizin artmasına sebep; kalblerimize ceşit ceşit zevk bahşeden hadîs-i şerîfler ve salevĂ‚t-ı şerîfelerdir." buyurdu.

Giyiminde Resûlullah efendimize uyar, O'nun gibi sert ve kalın elbise giyerdi. Birisi kıymetli bir elbise getirse onu satar, parasıyla birkac elbise alır, fakirlere sadaka olarak dağıtırdı. "Birkac kişinin giyinmesi bir kişinin giyinmesinden daha iyidir." buyururdu.

Buyurdular ki:

RuyĂ‚da Peygamber efendimize sallallahu aleyhi ve sellem sual edip; "YĂ‚ Resûlallah; "RuyĂ‚da, beni goren gercekten beni gormuştur." sizin hadîsiniz midir? dedim. "Evet." buyurdu. Devamlı tesbih, subhĂ‚nellah ve tahmîd, elhamdulillah okuyup, mubĂ‚rek rûhuna hediye ederdim. Bir defĂ‚ okuyamadım. RuyĂ‚da Resûlullah'ı, Tirmizî'nin ŞemĂ‚il'inde anlatılan şekilde gordum. Geldiler ve; "Okumadın!" buyurdular.

Bir defĂ‚ Cehennem ateşi korkusu beni kapladı. RuyĂ‚da Resûl-i ekremi sallallahu aleyhi ve sellem gordum. Geldi ve; "Bizi seven, Cehennem'e girmeyecek." buyurdu.

Hicbir kerĂ‚met ve hĂ‚rika, Allahu teĂ‚lĂ‚yı sevmek ve peygamberlerin efendisine sallallahu aleyhi ve sellem tĂ‚bi olmak gibi olamaz. Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinde bu iki haslet ziyadesi ile var idi.

Talebelerinin gonullerine tasarruf eder, Hakk'ın feyz ve bereketlerini onların kalblerine akıtırdı. Bu buyuk iş, onda cok gorulduğunden binlerce talebenin kalbi devamlı Allahu teĂ‚lĂ‚yı anar hĂ‚le getirdi. Yuzlercesini cezbelere ve ilĂ‚hî feyzlere kavuşturdu. Coklarını yuksek makam ve hĂ‚llere eriştirdi. Bununla berĂ‚ber kerĂ‚metleri, Allahu teĂ‚lĂ‚nın izni ve ilĂ‚hî ilhĂ‚m ile gaybdan haber vermeleri olurdu.

Abdullah-ı Dehlevî'nin talebelerinden iki tanesi bir yolculuktan hocalarına donuyordu. Yolda kendi aralarında konuşurlarken; "Hocamızın yuksek huzurlarına kavuştuğumuzda, bize ikrĂ‚m olarak ne istiyelim?" dediler. Biri; "Bana bir seccĂ‚de vermesini isterim." oburu; "Bana bir takke vermesini arzu ederim." diye konuştu. Huzurlarına varınca, Abdullah-ı Dehlevî herkese, arzu ettiği şeyi ikrĂ‚m etti.

İnsanların muşkillerini cozer, derdleri ve istekleri icin duĂ‚ ederdi. Coklarının işleri onun duĂ‚ları ile hallolurdu.

Beyt:

İşlerinin olması mutlak Allah'dandır,
Sakın zannetmeyin bu, kullardandır.

O yuksek makamlar sĂ‚hibinin her sozu hĂ‚rika olup, Allah'ın Peygamberinin sallallahu aleyhi ve sellem mûcizelerinin şuaları idi.

Bircokları Abdullah-ı Dehlevî'yi ruyĂ‚da gorup, buyuklerin yolunu anlar, icine duşen şevk ile huzûrlarına gelir, yuksek makamlara kavuşup, memleketlerine donerdi. Talebeleri cok olduğu hĂ‚lde, teveccuhleri ile herbirini makamdan makĂ‚ma gecirir, hĂ‚lden hĂ‚le kavuştururdu. Teveccuhunun kuvveti sĂ‚yesinde, senelerce surecek işleri, gunlere sığdırırdı. Pek cok fĂ‚sık, fĂ‚cir ve gunahkar, yuksek nazarları, bakışları ile tovbe edip, doğru yola geldiler. Bir kısım kĂ‚firler de kucuk bir iltifĂ‚tı ile musluman oldular.

Bir gun yakışıklı bir gayr-i muslim genc, Abdullah-ı Dehlevî'nin meclisine, severek gelip, sohbetin