"Senin gibi bir adama bu hÂl hic yakışıyor mu?" "YÂ Emiru'l–mu'minin! Allah aşkına beni dinlemeden hukum verme." "Soyle, seni dinliyorum." "Ben Allah'a bir yerde Âsi olduysam, sen uc yerde Âsi oldun ey Emiru'l–mu'minin."


Allah Omer'i
Affetmezse HÂli
Nice Olur?

İdarecilerin İslÂm dinine sahip cıkmaları, İslÂm'ı koruyup kollamaları cok onemli ve buyuk bir hÂdisedir. Nicin onemli ve buyuk bir iştir? Cunku mu'min bir idarecinin sorumluluğu ve uzerine aldığı gorev cok buyuktur. Bu oyle kolay bir iş değildir. Asr–ı Saadet'e baktığımızda Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bir gece dışarı cıkıp, Medine sokaklarında dolaştığını goruyoruz. Bu dolaşma esnasında evlerin onunden gecerken arı vızıltısı gibi Kur'an okuyan ashabının sesini işitiyor. Ebû Musa el–Eş'arî'nin evinin onune geldiğinde, buradan gelen Kur'an tilaveti bir başka idi. Burada Kur'an–ı Kerîm tecvitli ve makamlı bir şekilde okunuyordu. KÂinatın Efendisi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Ebû Musa el–Eş'arî'nin evinin onunde durdu ve okumasını sonuna kadar dinledi.
Ertesi gun oldu. Efendimiz, Ebû Musa Radıyallahu Anh'a hitaben buyurdu ki:
"Ey Ebû Musa! Elbette sana Davud'un sesi gibi ses verilmiştir."
Davud AleyhisselÂm Zebur'u okuduğu zaman o kadar guzel okurdu ki, kuşlar baş ucuna toplanır, diğer mahlûkat da etrafına toplanır, huşû icinde, okunan Âyetleri dinlerlerdi.
Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem Ebû Musa'ya bu hitabından sonra ashabına doner ve şu acıklamayı yapar:
"Dun gece dışarı cıktım. Evlerden arı vızıltısı gibi Kur'an–ı Kerîm okuyan sesler geliyordu. Ebû Musa'nın evinin onune gelince onu dinlemeden gecemedim." Bunun uzerine Ebû Musa:
"Ya Resûlullah! Senin dinlediğini bilsey dim, daha dikkatli okurdum." dedi.
Omer Radıyallahu Anh, Emiru'l–mu'minin olduktan sonra halkın dert ve sıkıntılarını, hÂl ve ahvalini bizzat yerinde tespit etmek icin geceleri dolaşırdı. O bu gece dolaşmalarını kendisine bir vazife olarak addeder, kendisini idaresi altında olanların bekcisi olarak gorurdu. Halife Hz. Omer, yine bir gece İbn Mes'ud ile beraber dolaşmaya cıkar. Bu dolaşma esnasında bir evden kulaklarına şarkı sesi gelir. Sesin geldiği yone giderler ve kapının aralığından iceri baktıklarında yaşı ilerlemiş bir adamın icki ictiğini, bir cariyenin de ona şarkı soylediğini gorurler.
Gorduğu manzara karşısında Omer hiddetlenir ve şiddetle iceri girer.
"Senin gibi bir adama bu hÂl hic yakışıyor mu?"
Adam ayağa kalkmış, neye uğradığının şaşkınlığı icinde kendini toparlamaya calışır, korku ile der ki:
"YÂ Emiru'l–mu'minin! Allah aşkına beni dinlemeden hukum verme."
Emiru'l–mu'minin:
"Soyle, seni dinliyorum." der. Adam:
"Ben Allah'a bir yerde Âsi olduysam, sen uc yerde Âsi oldun ey Emiru'l–mu'minin." der. Hz. Omer:
"Nedir onlar?" diye sorunca.
"Ey Emiru'l–mu'minin! Birincisi şu: Mevl TeÂlÂ, "Kusurları araştırmayınız." buyurdu. Sen ise benim hÂlimi araştırdın. İkincisi şu: Mevl TeÂlÂ, "İyilik, evlere arka tarafından gelmeniz değildir. Lakin iyilik, muttaki olanların iyiliğidir." buyurdu. Sen ise boyle yapmadın. Ucuncusu de şudur: Mevl TeÂlÂ, "Kendi evlerinizden başka evlere musaade istemeden ve sahiplerine selÂm vermeden girmeyiniz." buyurdu. Sen izinsiz olarak, selÂm dahi vermeden benim evime girdin."
Adamı dinleyen Omer:
"Doğru soyledin. Bu yaptığımdan dolayı beni affeder misin?" Adam:
"Seni Allah affetsin." dedi.
Emiru'l–mu'minin buyuk bir uzuntu icinde dışarı cıktı. Koca Halife ağlıyordu:
"Allah Omer'i affetmezse, hÂli nice olur?"

Ey SÂriye Dağdan
Sakın!

MevlÂ'mız kullarına nice nimetler ve imkÂnlar vermiştir. Bu nimetlerden biri de haberleşmek icin kullandığımız telefonlardır. Dunyanın herhangi bir yeri ile istediğiniz gibi konuşabiliyorsunuz. İster evde olun, ister işte, ister hareket hÂlindeki bir arabada. Bu haberleşme, zÂhirî haberleşmedir. Hic zÂhirî haberleşme olur da bÂtınî haberleşme olmaz mı? Madde ne kadar ileri giderse gitsin, mÂnaya, bÂtına ulaşamaz. ZÂhiren insanlara luzumlu olan şeyler, bÂtın icin gerekli olmaz mı?
Yer Medine… Emiru'l–mu'minin, cuma hutbesinde… Anlattığı mesele ile hic alÂkası olmayan bir soz soyluyor:
"Ey SÂriye, dağdan sakın!"
Cemaat, Hz. Omer'in hutbedeki bu hitabına bir anlam veremez; ama işin icinde bir iş olduğunu da bilir.
O sıralar Hz. Omer Radıyallahu Anh, cihat icin seriyeler cıkarmıştı. Bu seriyelerden biri duşmanın pususu ile karşılaştı. Duşman arkada, dağ tarafında pusu kurmuştu. Tam duşman saldırıya gececeği sırada Emiru'l–mu'minin bu durumu seriyeye haber verir.
Aradan zaman gecer ve seriye zaferi kazanır. Derken Medine'ye donulmuştur. O gun cuma hutbesinde Omer'den bu garip sozu duyan cemaat, kumandana sorar:
"Falan gun, falan vakitte ordu ne hÂldeydi? Ne ile karşılaştınız?"
"Bahsettiğiniz vakitte biz savaşı kaybetmek uzere idik. Birden Emiru'l–mu'minin bana seslendi ve dağa doğru yonelmemi isteyerek, oradaki duşman pususunu haber verdi. Biz de onun dediğini yaptık ve savaşı kazandık."
Bu, bir himmet meselesidir, bunu anlamak icin MevlÂ'nın zikrini yapmak, ilim ehlinin sohbetlerine devam etmek gerekir.

Hz. Omer
Bilmediğini Cemaate
Soruyor

Hz. Omer Radıyallahu Anh bir gun kursude vaaz–u nasihat ediyor. Vaaz–u nasihati sırasında bir Âyet–i kerîme okur.
"Yoksa Allah'ın kendilerini noksanlaştıra, noksanlaştıra tuketerek cezalandırmayacağından emin mi oldular?" (Nahl, 47)
Âyet–i kerîmede gecen bir sozcuğun mÂnasını anlayamadı ya da ne anlatmak istediğini tam cıkaramadı. Cemaate:
"Bu kelimenin mÂnasını icinizde bilen var mı?" diye sordu. Bunun uzerine cemaatten biri ayağa kalkarak, Âyette gecen kelimenin ifade ettiği mÂna "noksanlaştıra, noksanlaştıra" anlamına gelmektedir dedi. Bu acıklamaya gore Âyet–i kerîmenin mÂnası şoyle oldu:
"Yoksa Allah'ın kendilerini noksanlaştıra, noksanlaştıra tuketerek cezalandırmayacağından emin mi oldular?"
İnsanın yaşı ilerledikce vucut zayıflıyor, gucten ve takatten duşuyor. Gencliğindeki sağlık ve afiyet azalıyor, hafızası zayıflıyor, unutmalar başlıyor… Nihayet Mevl TeÂl insanı olumle yakalıyor.
İşte Omer bu... Koskoca Omer, bir kelimenin lugat mÂnasını bilemeyince cemaate soruyor. Duşunmuyor ki, cemaati kendisi icin "Bak, şu Omer'e! Bir kelimenin lugat mÂnasını bilemedi." diyecekler diye hic duşunmuyor, tereddut etmiyor. Kim ne duşunurse duşunsun, aldırmıyor.
Bir de bugune kıyas edin, bakalım. Bizler bizi dinleyenlere bizi cahil bulup kucumsemelerinden korktuğumuzdan, bilemediğimiz bir şeyi "Ben bilmiyorum, bilen varsa soylesin." demekten utanırız. Hz. Omer Radıyallahu Anh hem insanların "Omer amma cahil!" demelerini umursamıyor, hem de "Omer iyi Âlim, bilgili hoca!" demelerini de umursamıyor.

YÂ Omer! Seni
Ağlatan Nedir?

Bir gun Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem, hasır uzerinde yatmış, istirahat ediyorlardı. Mubarek başının altına da hurma lifinden yapılmış bir yastık koymuştu. Bu hÂl uzereyken Hz. Omer Radıyallahu Anh cıkageldi ve KÂinatın Efendisi'ni bu hÂlde gorunce ağlamaya başladı. Efendimiz Omer'in ağladığını gorunce:
"YÂ Omer! Seni ağlatan nedir?" diye sordu. Omer:
"Acemistan Hukumdarı Kisra, Rum İmparatoru Kayser zevk ve sefa icinde yaşıyorlar. Sen Allah'ın Habibi ise, şu hÂldesin. Bu sebepten dolayı ağlıyorum." deyince Efendimiz:
"YÂ Omer! Dunya onların, Âhiret bizim olsun; buna razı olmaz mısın?" buyurdu. Ne buyuk bir mesele, ne buyuk bir olay. Bu hÂdiseden muhakkak ders almalıyız. Dunyanın tamamı bize verilse, yine dunyaya rağbet etmemeli, cunku sonu yok.

Devlet Reisinin
Sarayı Nerede?

İslÂmiyet her gecen gun değişik memleketlere yayılmakta, İslÂm devleti buyumektedir. Emiru'l–mu'minin Hz. Omer Radıyallahu Anh'dır. Rum Kayseri, Medine'ye Hz. Omer'e bir elci gonderir. İslÂm devletinin buyukluğu, halifenin guc, kuvvet, asalet ve şohreti her yana yayılmıştır. Kayser ve elcisinin de bu haberlerden bilgileri vardır. Onlar zannediyorlardı ki, duydukları şohretlerine denk olarak Medine'de bir saltanat kurmuşlar.. Makamlar, mevkiler saraylar…Tabiî gelen elcileri de torenle karşılayacaklar…
Bu duşuncelerle yola cıkan elci, duşuncelerine uygun kılık kıyafet ile Medine'ye gelir. İlk rastladığı sahÂbîye sorar:
"Devlet reisinin sarayı nerede?"
"Emiru'l–mu'mininin sarayı yok." Maddî planda saray yoktu; ama gonul sarayı vardı. Elci şaşırmıştı; atını nereye bağlayacağını sordu. O sırada orada bulunan yaşlı bir nine elciye donerek:
"Atını şu kazığa bağla ve beni takip et, seni Halife'nin yanına gotureyim." dedi.
Elci şaşkınlık icinde denileni yapar ve nineyi takibe koyulur. Biraz gittikten sonra nine elciye doner:
"İşte devlet reisimiz." der. Elci iyice şaşırmıştır. O şohreti uc kıtaya yayılmış bulunan bir buyuk devletin reisi bir hurma ağacının altına yatmış uyuyor. Elci bu manzaradan o kadar etkilenir ki, ayakta duracak, takati kalmaz. Hz. Omer'in bu hÂlinden cok etkilenir:
"Bana ne oluyor ki, bunca yıldır, elcilik yaparım. Hangi hukumdarın karşısına cıksam, kendimi onlar gibi hukumdar hissederim. Bunun huzurunda hem de uyuyan bir adam karşısında korkudan eriyorum." der.
O sırada Hz. Omer uykusundan uyanır. Omer'in bu durumunu MevlÂn Hazretleri "Mesnevi"sinde şoyle anlatmaktadır:

"Bu heybet, Allah'ın heybetidir, halkdan değildir.
Bu heybet, sahibi aba olan bu merdin heybeti değildir."

__________________