Musluman nasıl duşunur

Bir mezhebe tÂbi olan musluman şoyle der:

(Kur’an-ı kerime uymak istiyorum. Fakat, Kur’an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden kendim hukum cıkaramıyorum. Anladığım hukumlere guvenemem ve uymam. Mezhep imamının anlamış olduğuna guvenirim ve uyarım. [Nasıl ki dunya işlerinde işin ehline gidiyor, yani bir yerim ağrıyınca notere değil de doktora, hem de mutehassısına gidiyorsam, kendi ilacımı kendim yapmayıp, kendi kendimi ameliyat etmiyorsam, daha hassas olan din işinde de muctehid olan İslam Âlimine yani mezhebimin imamına gider, ona teslim olur, dediklerine harfiyen uyar, yaparım.] Cunku o, benden daha Âlimdir. (Kendi anlayışı ile mana cıkaran kÂfir olur) hadis-i şerifinden korkarım. İlimlerinin, takvalarının, sonra gelenlerden kat kat ustun olduğu, hadis-i şeriflerle bildirilmiş olan, o buyuk Âlimlerin bile KitÂbdan ve Sunnetten cıkardıkları hukumler birbirine benzemiyor. Hukum cıkarmak kolay olsaydı, hep aynı şeyi anlarlardı.)


(Sonra gelen Âlimler, oncekilerden daha ileri olur) sozu, fen bilgileri icin doğrudur. Din bilgilerinde ise, Resulullahın, (Her asır, kendinden oncesinden daha şerdir. Kıyamete kadar hep boyle olur) hadis-i şerifine itibar edilir. Bu hadis-i şerif, fen adamlarının şahsiyetleri ve fen vasıtalarını kullanmaları bakımından da muteberdir.



Elbet bu kaide coğunluk icin muteberdir. Her asırda, bundan mustesna olanlar bulunmuştur. Mezhepsiz reformcu, fen bilgisi ile din bilgisini birbiri ile karıştırmakta, fen ile fen adamını da aynı şey sanmaktadır. Fen elbet ilerliyor. Fakat bu ilerleyiş, fen adamlarının ileri olması demek değildir. Sonra gelen fen adamları arasında oncekilerden daha geri, daha bozuk olanları az değildir.

Din imamlarımız, Kur’an-ı kerimden mana cıkarmaya kalkışmadılar. Kendilerini bundan Âciz gorduler. Resulullahın Kur’an-ı kerime nasıl mana verdiğini Eshab-ı kiramdan sorup araştırdılar. Eshab-ı kiramın anladıklarını da, kendi anlayışlarına tercih ettiler. İmam-ı a'zam hazretleri, herhangi bir sahabinin sozunu kendi anladığına tercih ederdi. Resulullahtan ve Sahabeden bir haber bulamayınca, ictihad etmek zorunda kalırdı.



Boyle olduğunu vehhabiler bile bildiriyorlar. Vehhabi Feth-ul-mecid kitabı 388. sayfasında diyor ki:

(Ebu Hanife “rahimehullah” dedi ki: Kitabullaha ve Resulullahın hadisine ve Sahabenin sozlerine uygun olmayan bir sozumu bulursanız, bu sozumu bırakınız! Onları alınız!

İmam-ı Şafi’i dedi ki: Kitabımda, Resulullahın sunnetine uymayan bir şey bulursanız, benim sozumu bırakıp, Resulullahın sunnetini alınız!)



Ehl-i sunnet Âlimlerinin, Kitabullaha ve hadis-i şeriflere ne kadar sıkı sarılmış olduklarını, vehhabi kitabının bu yazısı bile gostermektedir. Bunun icindir ki, Kur’an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin doğru manalarını anlamak isteyenler, Ehl-i sunnet Âlimlerinin kelam ve fıkıh kitaplarını okumalıdır. Kitabı ve sunneti bildiren (Ehl-i sunnet) Âlimlerinin kitaplarından kacanların, Haktan kacan cahillere benzediklerini, kendi kitapları da yazmış oluyor.



Her asırda gelen İslam Âlimleri, daha once gelenlerin, buyuklukleri, ustunlukleri, vera ve takvaları karşısında titrerler, onların sozlerine senet, delil olarak sarılırlardı.



Bu din, edep dini, tevazu dinidir. Cahil curetkÂr olur, kendini Âlim sanır. Âlim olan tevazu gosterir. Cehenneme gidecekleri hadis-i şerifle haber verilen 72 bid’at fırkasının reisleri de derin Âlim idi. Fakat onlar, ilimlerine guvenerek, KitÂbdan, Sunnetten mana cıkarmaya kalkıştılar. Boylece, Eshab-ı kirama uymak şerefine kavuşamadılar. Onların doğru yollarından saptılar.



Dort mezhebin Âlimleri, derin ilimlerini Kur’an-ı kerimden ahkam cıkarmakta kullanmadılar. Buna cesaret edemediler. Resulullahın ve Eshab-ı kiramın bildirdiklerini anlamakta kullandılar.



Allahu teÂlÂ, insanlara, (Kur’an-ı kerimden hukum cıkarın) demiyor. (Resulumun ve Eshabının cıkardığı hukumlere uyun, bunları kabul edin) buyuruyor. (Resulume itaat edin, ona tÂbi olun) Âyet-i kerimesi ve (Eshabımın yoluna sarılın) hadis-i şerifi, bunu acıkca bildirmektedir. Âlimler bile, Kur’an-ı kerimin manasını anlamakta gucluk cekerken, bir cahil, murad-ı ilahiyi bilmeden nasıl olur da, Allah şoyle buyuruyor, Resulullah boyle buyuruyor, diyebilir? Derse, dediği nasıl doğru olabilir? Allahu teÂlÂ, boyle soylemeyi yasakladı. Tefsir Âlimleri ve mezhep imamları bile, bu sozu soylemeye cesaret edememiştir. Anladıklarını bildirdikten sonra, (bu benim anladığımdır, doğrusunu Allah bilir) demişlerdir. Kur’an-ı kerimin manasını Eshab-ı kiram bile anlamakta gucluk ceker, Resulullaha sorarlardı.



İmam-ı Şarani hazretleri, 4 mezhebin hak olduğunu, mutlaka bu 4 mezhepten birine uymak gerektiğini bildirmek icin Mizan-ul-kubrayı yazmıştır. Dort mezhebin fıkıh bilgilerini anlatan Mizanın tercumesi de vardır. Zahiri ve bÂtıni ilimlerin mutehassısı Abdulvehhab-ı Şarani hazretleri, hadis ve fıkıh Âlimi olup Şafii mezhebindedir. Mizanın sadece onsozunu okuyup buna uyan mezhepsiz olmaktan kurtulur.



Mezhepsiz Sapıtır

Mizanın onsozunde buyuruluyor ki:

(Dort mezhepten birini taklit etmeyen dalalete duşer, zındık olur, başkalarını da yoldan cıkarmakta şeytana yardımcı olur. Bugun var olan 4 mezhebin hepsi haktır, sahihtir. Birinin, otekisi uzerine ustunluğu yoktur. Cunku, hepsi aynı din kaynağından alınmıştır.



Dort mezhebin imamları ve onları taklit eden Âlimlerin hepsi, her muslumanın 4 mezhepten dilediğini taklit etmekte serbest olduğunu bildirdiler. Allahu teÂlÂ, amelde mezheplere ayrılmaktan razı olduğunu, Habibi vasıtası ile bildirdi. Resulu, bu ayrılığın rahmet olduğunu bildirdi. Muctehid olmayanın, bir mezhebe uyması gerekir. Bir Âlim, ictihad derecesine yukselince, kendi ictihadına uyması gerekir. İmam-ı Ahmed’in, (İlminizi imamlarınızın aldıkları kaynaktan alın, taklitcilikte kalmayın) sozu bunu gostermektedir.



Resulullah Kur’an-ı kerimde kısa ve kapalı olarak bildirilenleri acıklamasaydı, Kur’an-ı kerim kapalı kalırdı. Resulullahın vÂrisleri olan mezhep imamlarımız, hadis-i şeriflerde mucmel olarak bildirilenleri acıklamasalardı, sunneti nebeviyye kapalı kalırdı. Boylece, her asırda gelen Âlimler, Resulullaha uyarak, mucmel olanı acıklamışlardır. Nahl suresinin 44. Âyetinde, (İnsanlara indirdiğimi onlara beyan eyle) buyuruldu. Beyan etmek, acıklamak demektir. Âlimler de acıklayabilselerdi ve Kur’an-ı kerimden ahkam cıkarabilselerdi, Allahu teÂl Resulune, sana vahy olunanları tebliğ et der, beyan etmesini emretmezdi.) (Mizan)



Dort mezhebe uyanlar, birbirinin kardeşidir. İmanları aynıdır. Ameldeki bazı ayrılıkları da, Allah’ın rahmetidir. Allahu teÂlÂ, muctehid olmayanın bir muctehide uymasını emredip (...ve ululemrinize itaat edin) buyuruyor. (Nisa 59)



Ululemr, nasslardan ahkam cıkarabilen Âlimlerdir. (Nisa 83)



Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Ululemr, Fıkıh Âlimleridir.) [Darimi]



İmam-ı Suyuti hazretleri, İtkan tefsirinde, İbni Abbas hazretlerinin (Ululemr, Fıkıh Âlimleridir) buyurduğunu bildirmektedir.



Ululemrin Fıkıh Âlimi olduğu, Tefsir-i kebirin 3. cildinin 375., İmam-ı Nevevi’nin Muslim Şerhinin 2. cildinin 124. sayfasında ve Mealim ve Nişapur tefsirlerinde de yazmaktadır. İsra suresinin (O gun her fırkayı imamları ile cağırırız) mealindeki 71. Âyeti, Ruh-ul beyan tefsirinde acıklanırken, (Mezhebin imamı ile cağırılır. Mesela ya Şafii yahut ya Hanefi denilir) buyuruluyor.



İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:

(Bir işin, bir ibadetin sahih olması icin dort mezhepten birine uygun olması gerekir. Bir ibadeti yaparken, şartlarından biri, bir mezhebe, başka biri de başka mezhebe uygun olursa, bu ibadet sahih olmaz.) (R.Muhtar s. 51)



S. Ahmed Tahtavi hazretleri, Durr-ul muhtar haşiyesinin zebayih kısmında buyuruyor ki:

(Bugun her muslumanın 4 mezhepten birinde bulunması vaciptir. Dort mezhepten birinde bulunmayan Ehl-i sunnetten ayrılır. Ehl-i sunnetten ayrılan da sapık veya kÂfir olur.)

İbni Hazm, Şevkani, Abduh, Reşit Rıza, Sıddık Hasan gibi mezhep duşmanlarının bir kısmı, taklidi haram sayarak, bir kısmı da telfîk yaparak, bircok gafili dalalete suruklemişlerdir.


Ehl-i sunnet ne demektir
Ehl-i sunnet vel-cemaat demek, Resulullahın ve eshab-ı kiramın gittikleri doğru yolda bulunan Âlimler demektir. Hak olan cemaat ve 73 fırka icinde Cehennemden kurtulacağı bildirilmiş olan Fırka-ı naciyye bunlardır. Kur’an-ı kerimde, (Parcalanmayın) buyuruldu. Bu Âyet-i kerime, itikadda, inanılacak bilgilerde parcalanmayın demektir. Yani nefslerinize ve bozuk duşuncelerinize uyarak, doğru imandan ayrılmayın demektir. İtikadda ayrılmak, parcalanmak elbette hic caiz değildir. Hadis-i şerifte de (Cemaat rahmet, ayrılık azaptır) buyuruldu. (Parcalanmayın) Âyet-i kerimesi fıkıh bilgilerinde ayrılmayın demek değildir. Ahkamda, amellerde olan ictihad bilgilerindeki ayrılık, hakları, farzları, amellerdeki, ince bilgileri ortaya koymuştur. Eshab-ı kiram da, gunluk işleri acıklayan bilgilerde, birbirlerinden ayrılmışlardı. Fakat, itikad bilgilerinde hic ayrılıkları yoktu. Hadis-i şerifte, (Ummetimin ayrılığı [mezheplere ayrılması] rahmettir) buyuruldu. Dort mezhebin, amel bilgilerinde ayrılması boyledir. (Hadika)


Mezhepler kardeştir
Bir mezhepte bulunan, diğer uc mezhepteki muslumanları kardeş bilir, onları incitmez. Birbirlerini severler, yardım ederler.



Amelde mezheplerin bir olmayıp, cok olması, faydalıdır. İnsanların yaratılışları birbirlerine benzemediği gibi, sıcak colde yaşayanlara, bir mezhebe uymak kolay olurken, kutuplara yakın yerlerde yaşayanlara, başka mezhebe uymak kolay geliyor. Bir hastaya bir mezhep kolay iken, başka hastalık icin, başka mezhep kolay oluyor. Tarlada calışanlarda, fabrikada, askerlikte calışanlar icin de, bu ayrılış gorulmektedir. Herkes, kendine daha kolay gelen mezhebi secip, taklit ediyor veya bu mezhebe tamamen intikal ediyor.



Mezhepsizlerin, istedikleri gibi, tek bir mezhep olsaydı ve herkes tek bir mezhebe uymaya zorlansaydı, bu hÂl cok guc, hatta imkansız olurdu. Mesela, Hanefi mezhebinde bulunan bir kimsenin bir yerinden kan cıkar ve durmazsa, abdestli duramayacağından ve her zaman abdest alması guc olacağından, Şafii veya Maliki mezhebini taklit ederek, zorluktan kurtulur.


http://www.dinibilgiler.org
__________________