Şu husus tarihî bir gercektir ki, Âlemlerin Efendisi, zulum ve anarşi icinde boğulmakta olan insanlığı, îmÂnın en kıymetli meyvesi olan merhamet ve şefkatiyle kucaklamış, rahmet ve dostluk dolu yuce davranışlar manzumesi ile nice kin ve intikam saflarını muhabbet hÂleleri hÂline getirmiştir. Onun bi'setinden evvel insanlar, cocukluk cağından başlayarak doven, zulmeden, işkence yapan, hemcinsine saldıran kimselerdi. Ancak o mubÂrek varlığın elinde her biri, merhamet guneşinin kendilerinde doğuşu ile bu sefaletten kurtuldu; seÂdeti tattı ve kendileri de kıyÂmete kadar gelecek butun insanlığa mustesn rehberler oldu. İslÂm'ın ulvî ve yegÂne dusturları, birer yıldız misÂli onların hayatından bizlere aksetti. Bu akislerden biri olarak Mus'ab bin Umeyr'in hÂli ne kadar hikmetli ve istikametlendiricidir:
Mus'ab bin Umeyr, beraberinde Es'ad bin Zurare olduğu hÂlde Medîne'de Abd-i Eşhel ve Zafer oğullarının yurduna gitmişlerdi. O gun Abd-i Eşhel oğullarının liderleri Sa'd bin Muaz ile Useyd bin Hudayr idi. İkisi de henuz muşrikti. Sa'd, Mus'ab bin Umeyr'in gelişini duyunca Useyd'e:
"-Ne duruyorsun? Bizim zayıf ve cılız insanlarımızı aldatmak icin gelen şu iki adamın yanına git ve onları buradan uzaklaştır!" dedi.
Useyd de Mus'ab bin Umeyr ile Es'ad bin Zurare'nin yanlarına geldi; kotu sozler soyleyerek başlarına dikildi ve elindeki mızrağını onlara doğrultup:
"-Yaşamak istiyorsanız buradan cekip gidin!" dedi.
Mus'ab ise sakin ve mutebessim bir şekilde şu mukabelede bulundu:
"-Eğer oturup dinlersen, sana soyleyeceklerimiz var. Sen akıl ve basîret sahibi seckin bir kimsesin. Beğenirsen kabul eder, hoşlanmazsan uzak durursun..." dedi.
Useyd, biraz duşunup:
"-Doğru soyluyorsun." diyerek mızrağını yere sapladı ve dinlemeye başladı.
Dinledikce Mus'ab -radıyallÂhu anh-'ın anlattığı ilÂhî guzelliklerin cÂzibesine kapılarak İslÂm'ı kabul etti. Sonra huzur icinde oradan ayrılıp Sa'd'a:
"-Onları dinledim, anlattıklarında da bir mahzûr gormedim." dedi.
Buna kızan Sa'd, bu defa kendisi Mus'ab'ın yanına gitti. Ofkeli idi ve kılıcını da yarıya kadar sıyırmıştı. Mus'ab -radıyallÂhu anh- onu da aynı şekilde karşıladı. Yatıştırdı. Sonra tatlı ve rûhu okşayıcı bir uslûp ile ona da bir kısım ilÂhî hakîkatleri anlattı. Boylece Sa'd da, Useyd gibi anlatılanların ulvî cazibesine kapılarak îmÂn kevserini yudumladı.
Hic şuphesiz bu hÂl, AllÂh Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-'in mÂnevî terbiyesinde yetişen mustesn sahÂbelerin nasıl yuce bir olgunluğa eriştiklerinin bir misÂlidir. O bahtiyarlar, insanın ihyÂsından ibÂret olan İslÂm'ın bereketiyle "Seni oldurmeye gelen sende dirilsin!" dusturunu beşeriyyet tarihine altın harflerle yazmışlardır. Zîr onlar, Hazret-i MevlÂnÂ'nın ifadesiyle biliyorlardı ki:
"Rahmet denizleri coşunca, taşlar bile Âb-ı hayatı icer. Toprak doşeme atlasa doner ve altın sırma ile dokunmuş bir kumaş halini alır. Yuz yıllık olu mezarından cıkar, şeytan tabiatlı nice mel'unlar bile hurilerin de kıskanacakları bir guzel olur. Butun bu yeryuzu yeşermeye başlar; kupkuru dal cicek acar, meyve verir! Kurt kuzu ile bir sofrada yeyip icmeye başlar; umitsizler hoş bir hale gelirler, izleri kutlu olur!"
Bu cercevede RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-, nice olumu hak eden mucrimleri, hatt amcasını olduren Vahşî'yi dahî afvedip hilm ile muÂmele buyurdu. Onun gonlunde ve huzurunda daima merhamet ve rahmet, gazabın onune gecti. Beşeriyeti yakan nice gaflet ve dalÂlet alevleri, onun hakîkat kevserinde sondu ve emsÂlsiz goncaların yetiştiği bir gulistÂn hÂlini aldı. Yaşadığı devrin gonulleri:
"Dişsiz mi bir insan onu kardeşleri yerdi"şeklindeki bir vahşet ve cehÂletten kurtuldu ve bir muharebe sonrası olmekte olan susuz bir yaralının, kendisine getirilen suyu, diğer yaralı kardeşine yonlendirip:
"Suyu ona goturun!"diyerek son nefesinde bile başkasını duşunen diğergÂm şahsiyetler yetişti.
İnsanlığı, işte boylesi kÂ'bına varılmaz mÂnevî zirvelere goturen Hazret-i Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-, oluşturduğu ilÂhî kervÂnın dosta ve duşmana karşı daima en onunde idi. Nitekim gecen asrın ortalarında Hollanda'nın Lahey şehrinde toplanan bir ilim ve fikir adamları konseyi de, dunyÂnın yuz buyuk adamını tesbît etmiş ve hepsi hıristiyan olan seciciler, koydukları temel ahlÂkî olculer cercevesinde bir numara olarak Hazret-i Peygamber'i tercih etmek zorunda kalmışlardır.
Yine cÂlib-i dikkat bir husustur ki, ashÂb-ı kirÂmın yuzde doksanı sırf RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-'in usve-i hasene şeklinde ifade edilen ornek şahsiyet ve karakterine, yuce ahlÂkına ve ustun vasıflarına hayrÂn ve meftûn olarak İslÂm'ı tercih etmişlerdir. Ona duşmanlıkta en ileri gidenler bile kendisine hicbir zaman "yalancısın" veya "zalimsin" gibi menfî sıfatlar kullanamamışlar ve onu kotulemek niyeti ile konuştuklarında dahî hakkında ovguden başka soz soyleyememişlerdir.
Dolayısıyla İslÂm'a gonul verip ona hizmet etmek isteyenler, bu mukaddes dÂvÂnın her şeyden once insanın ihyÂsı olduğunu bilmelidirler. Cunku her insan karşısında, AllÂh'ın, onları varlıkların en şereflisi olarak yarattığı olcusunden hareket ederek davranmanın gerektiğini idrÂk edebilenler, bu dînin bereketli saflarında AllÂh'ın rızÂsına uygun hizmet edebilirler. YÂni İslÂm ideali, insan idealidir. İnsan ideali ise ancak gonul olculeriyle ortaya cıkan guzellikleri yeşertebilmekten gecer.
Bunun icin İslÂm, doğuşundan itibaren insanı terbiyeyi esas almış ve muntesiplerini butun insanlığın kendilerine hayran kaldığı şahsiyetler hÂline getirmeyi başarmıştır. O, omru boyunca nefsine soz vererek onun kumandasında hayvÂnî bir hayat yaşayan nice gÂfil insanı, melekî olculerle olgunlaştırarak goklerin gozlerini kamaştıran gonuller hÂlinde yeryuzune hediye etmiştir. Mesel bir zamanlar kızını diri diri gommuş bir kimse olan Omer bin HattÂb, daha sonra bir karıncayı dahî incitmekten cekinen ulvî bir gonul ufkuna ulaşmıştır.
Bu itibarla İslÂm, insanlara aşk ile yaklaşan bir rûhu temsîl eder. Onun sayesinde merhamet cekirdeğinden fışkıran mesuliyet, insanı sınırlı ve dar yapılı bir varlık olmaktan kurtarır, sonsuz ve ebedî bir hayatın sahibi kılar. YÂni HulÂgû olmaktan cıkarır, Yunus yapar.
Cunku İslÂm, insanın ihyÂsıdır. Ve İslÂm'ın yuce yapısının doğurduğu butun duygular, gercek mÂnÂda en insÂnî duygulardır. İşte Yûnus bu duygular icinde:
Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım,
Sevelim, sevilelim; duny kimseye kalmaz!..
Ben gelmedim dÂv icin benim işim sevi icin,
Dostun evi gonullerdir, gonuller yapmaya geldim...
beyitlerini soylemiştir.
Ve bu hissiyÂt, şanlı ecdÂd ile o kadar butunleşmiştir ki, bir muhÂrebe sonrası bize esir duşen bir duşman kumandanına:
"Ne zÂlimsin ey merhamet; bana duşmanımı sevdiriyorsun!" dedirtmiştir.
HÂl boyleyken birkısım İslÂm duşmanları ve materyalistler, insana rûhun değil de beden uzuvlarının dinini ve şeklini tanıtmaya calışmakta ve yuce İslÂm'ı gunumuz fecÂatlerinden biri olan teror kelimesiyle beraber kullanmaya kalkışmaktadır. Oysa teror ve anarşizm, kalbsizlik uzerine kurulmuştur ve onlara asl ahlÂk gibi ulvî hisler lÂzım değildir.
İslÂm ise, doğduğu gunden itibaren her turlu teror ve anarşizme karşı tavır almış ve daima kÂfir olsun mu'min olsun her insanın hakkına riayeti esas edinmiştir.
Muslim bin HÂris anlatır:
RasûlullÂh bizi bir seriyye ile gazveye gondermişti. Ancak ben gazve mahalline yaklaşınca atımı hızlandırıp arkadaşlarımı gectim ve bizimle karşılaşacak olan koy halkının hidÂyetlerine vesîle oldum. Boylece muhÂrebe olmadı. Ancak bazı gÂfil ve ham arkadaşlarım bu davranışım sebebiyle beni:
"Ganîmeti bize harÂm ettin!" diyerek ayıpladılar ve RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-'in yanına donunce, yaptığımı ona haber verdiler. Fakat Âlemlerin Efendisi beni cağırttı ve yanına varınca davranışımdan dolayı takdir ederek şoyle buyurdu:
"Bilesin ki, AllÂh senin icin o kurtardığın insanlardan her birisi sebebiyle şu şu kadar sevap yazmıştır."
Sonra RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- bana:
"Sana kendimden sonra bir tavsiye yazacağım!" dedi ve yazıp, uzerini de muhurleyerek bana verdi. (Ebû Davud, Edeb 110)
İbret dolu başka bir tablo:
Bi'r-i Maune faciasında 70 İslÂm mualliminin katledilmesi ve daha başka katliam ve suikastlerin yaşanması uzerine Hazret-i Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- kabilelere gonderdiği muallim heyetlerine onları muhafaza icin bir miktar asker vermekteydi. Bu askerlere de muallimlerin hayatlarını korumak zarureti hÂsıl olmadıkca silahlarını kesinlikle kullanmamalarını tenbih etmekteydi. Ancak bir defasında bu muhafızlardan HÂlid bin Velid, tenbih edilen olcu dışında kılıcını kullandı. Bundan haberdar olan AllÂh Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-, buyuk bir uzuntuyle kıbleye donerek:
"Y Rabbî! HÂlid'in yaptığından berîyim; asl rÂzı değilim." cumlesini uc defa tekrar etti.
Ardından hÂdisenin yaşandığı yere Hazret-i Alî'yi gonderdi ve yalnız insanların değil, hayvanların, hatt kopeklerin bile diyetini odedi. (İslÂm TÂrihi, c. I, s. 525-527)
Bu yuce ahlÂkı kendilerine şiar edinen Osmanlılar da, hÂkim olduğu yerlerdeki gayr-i muslimlere karşı dînde zorlama, ırkı yok etme ve kultur emperyalizmi gibi icrÂat ve zulumlere asl meydan vermemiş, ulkelerindeki gayr-i muslimleri AllÂh'ın kendilerine vedîası/emaneti kabul eden bir zihniyetle muÂmelede bulunmuşlardır. Bu davranışın bereketiyledir ki Lehistan'da:
"Osmanlı atları Vistul Nehri'nden su icmedikce, bu ulkenin hurriyet ve istiklÂle kavuşamayacağı..."sozu, bir darb-ı mesel hÂline gelmişti.
Bu yonuyle Osmanlı, başka milletlerin tercih ettiği bir devlet huviyetinde olmuştur. Nitekim Bizans asillerinden olan hıristiyan Granduk Notaras'ın, FÂtih'in askeri surları zorlarken Ayasofya'daki bir muzÂkerede Papa'dan yardım taleb edilmesi teklîfine karşı sarfettiği şu ifÂde de meşhurdur:
"İstanbul'da kardinal şapkası gormektense, Turkler'in sarığını gormeyi tercîh ederim!.."
Bugun husûsiyle Rabbin "RahmÂn ve Rahîm" tecellîlerinden nasîb alarak HÂlık'dan oturu mahlûka merhameti kÂmil bir tarzda yaşayabilme mecbûriyetindeyiz. Bu hÂl ise, Hakk'a yakın olabilmenin en buyuk muessirlerinden biridir.
Bir mu'minin gonul ufkunu gosteren şu misÂl ne ibretlidir:
BÂyezîd-i BistÂmî Hazretleri, bir yolculuğu esnasında mola verdiği bir ağac altında yemek yemiş, sonra yoluna devam etmişti. Epey bir muddet sonra da torbasının uzerinde dolaşan bir karınca gordu ve uzulerek:
"-Bu hayvanı vatan cud ettim!" dedi.
Derhal geri dondu ve yemek yediği mekÂna varıp o karıncayı yerine bıraktı. Zîr o, "şefkat li-halkıllÂh" (yaratandan oturu yaratılana merhamet) şuûruyla bir karıncanın dahî hakkına riÂyetin ehemmiyetini idrÂk hÂlindeydi.
İşte hayvanata karşı dahî insana boylesi bir incelik kazandıran İslÂm, insanı azîz bir varlık olarak bilir ve bu kıymeti muhÂfaza yolunda beşerin sufliyÂta duşmeyip ulvîliklere doğru mesÂfe alması icin gayret sarfeder. YÂni insana kıymet yonu, onu hayvanlardan aşağı mertebelere duşuren nefsÂnî azgınlıkları tahrîk ve uyandırma değil, meleklerin bile gıpta edip imreneceği ulvîliklere nÂil kılan gonul Âlemini tezyîndir.
Bugun binbir zulum ve anarşiye sahne olan dunyÂnın durumu, hic şuphesiz insanların azgınlaşan nefsÂnî ihtiraslarına tÂbî olarak aşk ve muhabbet gibi ferdi yukselten hasletlerden uzaklaşılmış olmaktandır. Bu durumda İslÂm'ı iyi anlamak ve onun ilÂhî sadÂsına can u gonulden kulak vermek ve hayatın butun îcÂb ve dekoruyla fÂnîliğini kavramak, binbir girdap ve sefÂlette kıvranan insanlığa elbette pek buyuk bir fayda sağlayacaktır. Zîr onun bereketli nefhası, kıyÂmete kadar insanlığın muhtac olduğu en feyizli bir kaynaktır. Yûnus Emre Hazretleri'nin gercek aşk sebebiyle:
Nazar eyle ileru, pazar eyle goturu,
Yaradılanı hoş gor, yaradandan oturu!
şeklinde butun mahlûkÂtı kucaklayan beyÂnı, dunyÂnın neresinde olursa olsun her zÂlim ve anarşiste onu duny ve Âhıret planında kurtaracak bir can simidi değil midir?
Demek ki bugun, zulum ve gaddarlıkta bulunanlar, Yûnus'un bahsettiği aşktan biraz nasîb alsalar, kurbanlarına rev gordukleri eziyeti asl icr edemeyip onu kendi vicdan ve idrÂklerinde hissedecekleri icin adÂlet ve merhametin bereketine nÂil olurlar.
Burada sarÂhaten ifÂde etmelidir ki, dîn birtakım siyasî hadiselere Âlet edilemez. Dolayısıyla dinî hakîkatlerle siyasî hÂdise ve davranışlar birbirinden ayırt edilmelidir. Mesel hÂricîler, yaptıklarını İslÂm adına yapıyorlardı, fakat gercekte hareketleri tamamen İslÂm dışı bir siyasetin îcÂbı ve anarşikti. Diğer taraftan insanların huzurlarını kendi menfaatleri cercevesinde bozmak ve bundan kazanc elde etmek isteyen şahıs veya zumreler, hatta bazen de devletler, tarih boyu boyle siyasi manevralar yapmışlardır. Boyle mihraklar haksız kavgalarını haklı gosterebilmek ve karşısındakilere tahakkum edebilmek icin cemiyette meşru addedilen unsurları, bilhassa dini kullanmış ve ardından da butun dindarları karalama kampanyaları başlatmışlardır. Bu meyÂnda muslumanların birbirlerini kırdıkları Cemel vak'asına zemin hazırlayan Yahudî İbn-i Sebe'nin, yandaşlarına soylediği ve kendisinin yanısıra daha sonraki butun fitne ve fesat ehlinin olcusunu ortaya koyan şu ifadeler pek ibretlidir:
"Ey kavim! Sizin hayat ve şerefiniz insanların birbirine duşmesine bağlıdır. Oyle ise onları birbirine duşurun. Yarın bunlar karşılaştıkları vakit harbi kızıştırın. Onları başka şeylerle meşgul olmaya bırakmayın. Bunun icin kendileriyle beraber olduğunuz kimseler, sizin istemediğiniz şeyden, yÂni barış ve sulhtan yuz cevirmenin ve AllÂh'ın, Ali'yi, Zubeyr'i ve Talha'yı ve onlar gibi duşunenleri birbiriyle savaştırarak meşgul etmesinin gerekli olduğunu bilsinler..."(İ.Canan, Kutub-i Sitte Muhtasarı, c. 13, s. 526)
Bu sinsi emelleri farkederek bilmelidir ki, yol kenarında birikmiş camurlu bir suyun yoldan gecen bir arabanın camına sıcramasıyla olaşan leke, arabanın ve şoforun kusuru değildir. Bunun gibi ferdî ve şahsî bazı yanlışları İslÂm'ın uzerine sıcratmaya calışmak doğru olmadığı gibi her nasılsa sıcramış olan uc beş damlayı da İslÂm'a mÂl etmek bir goruş hatÂsından ziyÂde sinsi bir maksadın eseridir. Boyle yapanlara hitÂben Hazret-i MevlÂn ne guzel buyurur:
"Ey dunyada diken tohumu eken kişi, kendine gel. Sakın ektiğin dikeni bulbullerin şakıdığı gul bahcesinde arama, kendi kusurunu gulistana yukleme."
"Sen hangi akılla ayın yuzunde leke ve kusur gormeye, cennette diken toplamaya kalkışıyorsun. Ey gul değil de diken arayan kişi! Sen cennete girebilsen, orada kendinden başka diken bulamazsın!.."
Hazret-i MevlÂnÂ, devamla boyle mufsitlere karşı gonulleri îkÂz eder:
"Kimiler vardır, insan yiyen canavar gibidir. Onların selam vermeleri ve ağızlarından dokulen «lÂ-havle» sozleri, hep bulanıktır. Cunku gonulleri şeytan yatağıdır. Kendileri de insan şeytanıdır."
"Kimileri de dostunun postunu yuzmek isteyen kasaplara benzer. Bir yandan «canım, dostum» der, diğer yandan bıcağını hazırlar. HÂsılı derini yuzmek icin seni kandırır, yuzune guler, tatlı okşayıcı sozler soyler. HÂl boyleyken duşmanların sunduğu afyonu yutanın vay haline."
Bu durumdaki her insan, yucelikten habersiz kaldığı, ilÂhî aşkı tatmadığı ve merhamet dunyÂsından da nasip almadığından dolayı, insanlığını kendisine sadece bir maske olarak kullanır. Boyleleri fikir olsa, hakîkati oldurur; şair olsa ruhları curutur; ahlÂk savunucusu kesilse, ahlÂkı mahveder. Hazret-i MevlÂn buyurur:
"Boyleleri, eline bir gul bile alsa, o gul başkalarına diken olur. Bir dostun yanına gitse, onu yılan gibi sokar.
Bunlar, kısaca birer gonul kÂtilidirler. Oyle ki, herkesi suflî hazlar icinde korleştirmek, sağırlaştırmak ve sarhoşlaştırmak isterler. Bundan sonra da Âlemin en mukemmel ve kıymetli varlığı olan insanı zÂlim bir hayvan haline getirmeye calışırlar. Mantık, iz'an ve basiret yerine durmadan iptidaî ve saldırıcı hisleri kırbaclar, şuurun bu sahasında yangın cıkarmak icin didinirler. Nitekim tarih boyu, insanların en berbat duşmanları bunlar olmuşlardır. CenÂb-ı Hak, bu gÂfillerin hÂlini şoyle beyÂn buyurur:
"Onlara yeryuzunde fesat cıkarmayın denildiği zaman: «Biz ancak ıslÂh edicileriz.» derler. Şunu bilin ki, onlar bozguncuların t kendileridir, lÂkin anlamazlar." (el-Bakara, 11-12)
O hÂlde kişinin kendi nefsÂnî karar, istek ve hırsları değil, AllÂh'ın arzu ve murÂdı onemlidir. Hic kimse teror hareketinin ve ardından sokun eden masum ve sivillerin oldurulmesinin dînî olduğunu soyleyemez. O hÂlde dînî motif ve prensipleri kullanarak kendi menfur emellerini gercekleştirmek isteyenler, aslında o emellerden munezzeh olan AllÂh'ın rızÂsını kaybedenlerdir. Nitekim yeryuzunde bozgun cıkarmış ve hatt peygamberlerini dahî oldurmuş bir topluluğa ve onlar gibi davranacak olanlara AllÂh TeÂl buyurur:
"İsrÂiloğulları'na: «Kim, bir cana kıymayan veya yeryuzunde bozgunculuk cıkarmayan bir nefsi oldururse, butun insanları oldurmuş gibi olur. Kim de bir nefsin yaşamasına sebep olursa, butun insanları yaşatmış gibi olur.» hukmunu yazdık (farz kıldık). Şuphesiz ki onlara peygamberlerimiz acık delillerle geldiler. Yine de bundan sonra onların bircoğu yeryuzunde aşırı gitmektedirler." (el-MÂide, 32)
Cunku haksız yere birini olduren kÂtil, yaşama hakkı tanımamış, kanların haramlığına, nefislerin masumluğuna saldırmış, adam oldurmeye yol acmış, başkalarına da cesaret vermiş olur. Şu halde bir kimseyi olduren herkesi oldurmuş gibi, AllÂh'ın gazabını ve buyuk azabını hak etmiş olur. Her kim de bir nefse hayat verir, yÂni afvetmek veya oldurulmesine engel olmak veya herhangi bir yok olma sebebinden kurtarmak suretiyle hayatının devam etmesine sebep olursa Âdeta insanların hepsine hayat vermiş, birine yaptığını -kendisi de dahil olduğu halde- hepsine yapmış gibi olur.
Bu olculer ışığında İslÂm'ı bir Âb-ı hayÂta, yÂni ebedîlik veren bir suya benzeten Hazret-i MevlÂnÂ:
"Âb-ı hayatın kıyısında kimse olmez." diyerek bu ilÂhî dînin hassÂsiyetini yansıtır.
Diyebiliriz ki, İslÂm'ın butun prensip ve umdeleri hep boylesi hassasiyet etrafında halkalanır. Bu itibarla İslÂm, her vesileyle insanları, once doğru bir inanc, sonra en guzel davranışlar ve bunlara bağlı olarak da rahmet, merhamet, hizmet, ilim, hikmet, mantık, nezÂket, letÂfet, zerÂfet, hak, hukuk ve yuce bir ahlÂk gibi hususlarla yoğurur. Kıymetli ibadetler, mubÂrek gun ve geceler, mÂlî ameller, vs. hep gonlu olgunlaştırarak Rabbe yaklaştıran ve insanı ihy eden ilÂhî iksîrler gibidir.
Bilhassa golgesi uzerimize duşen Ramazan-ı Şerîf, ihtiv ettiği oruc, teravih, sadaka, fitre ve diğer ibadetleriyle kulları her yıl farklı bir iklîmde yaşatır. Oruc, diğer zamanlarda merhametsizlikten tıkanmış olan gonul damarlarını acar. Yurekleri otelerdeki muzdarip ve yalnızların civÂrına sevk eder.
Orucun bize oğrettiği ve bizi icerisinde yaşattığı merhamet Âlemi oyle ilÂhi bir rahmettir ki, onda nice Âlemler sem halindedir. Gunumuzde muslumanı bir iman vecdi icerisinde yaşatacak, nefsinin tasallutundan kurtararak rûhunu derinleştirecek ve zarifleştirecek saik ancak merhamettir. Merhametin meyveleri ise, comertlik, tevÂzu, hizmet, afvedebilme ve hasedden kurtulmadır. RamÂzan-ı Şerif'te derinleşen ruhlarımız bize hizmeti kolaylaştırır. Zira hizmet, ruh olarak nefsinden taşıp insanlara ve mahlûkata yayılmak sûretiyle AllÂh'ı aramaktır. NefsÂnî menfaatten uzak her samîmî hizmet, davranışlarımızla vuslatın, yÂni AllÂh'ın aranmasıdır. Ancak mahlûkata hizmetle kalbimizdeki umit kapıları acılabilir ve vuslata yaklaşabilme imkÂnı artar. Aksi halde davranışlarımızda gorulen bunca nefsÂnî meyiller ve sıfatlar, dunyaya gelişimizin temel mantığını ve mÂnÂsını yok edebilecek kadar hazindir.
HÂsılı İslÂm dîninin seÂdet parolası, îmÂn ve guzel davranışlar manzumesinden ibarettir. Bunun icin sÂlih mu'minler; aklını Hakk'a, kalbini hayra, ÂzÂlarını da guzel ve faydalı işlere tahsîs ederek amel-i sÂlih omru yaşarlar. Butun bunlardan sonra Hazret-i MevlÂnÂ'nın dediği gibi:
"Ne mutlu o cirkine ki guzeller guzeline rÂm olur. Vay o gul yuzluye ki, kış gibi soğuk bir kimseye dost olmuştur."
AllÂh'ım! İki dunyÂmızı da İslÂm'ın guzellikleriyle azîz eyle! Devlet ve milletimizle birlikte Âlem-i İslÂm'ı ve butun insanlığı her turlu fitne ve felÂketlerden muhÂfaza kıl! Rahmet ve bereketinin taştığı Ramazan-ı Şerîf'in butun guzelliklerinden nasiplendirerek hakîkî bayramlara nÂil eyle!
__________________
İslÂm İnsanın İhyÂsıdır
Dini Bilgiler0 Mesaj
●22 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eðitim Forumlarý
- Ýslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- İslÂm İnsanın İhyÂsıdır