HAK DOSTLARINDAN HİKMETLER
-Lokman Hakîm (a.s.)- 2
Lokman (a.s.) buyurur:
“Yavrucuğum! Hikmet, yoksulları pĂ‚*di*şah*la*rın meclislerine oturt*muştur.” (Ahmed, ez-Zuhd, s. 87, no: 537)
[Hikmet, rûhun gıdĂ‚sıdır. İnsan bedeninin hayĂ‚tiyeti icin nasıl ki maddî gıdĂ‚lara ihtiyac varsa, mĂ‚nevî huzur ve tekĂ‚mul icin de hikmetlerde derinleşerek gonlu feyz ve rûhĂ‚niyetle ihyĂ‚ etmek zarûrîdir.
İnsan, butun dunya mulkune sahip olsa bile, hikmetten mahrûmi*yetin rûhunda actığı boşluğu, hicbir şeyle dolduramaz. Bunun icindir ki, bilhassa buyuk servet sahipleri ve idĂ‚rî mevkîlerde bulunup toplumun mes’û*liyetini yuklenmiş olanlar, Hakk’a kulluk yolunda kalbî muvĂ‚zene* ve isti*kĂ‚*metlerini koruyabilmek icin, hikmet ehli zĂ‚tların himmetle*ri*ne, her*kes*ten daha cok muh*tac olmuşlardır. Zira kudret ve iktidar sa*hip*lerinin cevresinde*kiler, umûmiyetle bir men*faat beklentisi veya mev*kîlerini kaybetme endişesi icinde olduklarından, doğruları her zaman cesaretle dile getiremezler.
Hikmet ehli ise, halkın değil Hakk’ın nazarında mûteber olabilmenin tĂ‚libidirler. Onlar, dunyevî menfaatlerden mustağnî kalıp hakkı tebliğ yolunda zahmetlere katlanmayı kendileri icin rahmet bilirler. Bu sebeple kudret ve iktidar sahiplerine, yakın cevrelerini kuşatmış olanlardan hicbirinin yapamayacağı îkaz ve nasihatlerde bulunmaktan cekinmezler. Onların Ă‚hiretini korumak icin, tıpkı bir doktorun hastasına şifĂ‚ olacak acı ilĂ‚clar icirmesi gibi, gerektiğinde acı receteler vermeyi, vazife telĂ‚kkî ederler.
RivĂ‚yete gore AbbĂ‚*sî halîfesi HĂ‚run Reşid, bir gun yakın dostuna:
“–Gonlum, şu saltanatın verdiği debdebeden sıkıldı. Beni oyle bir zĂ‚ta gotur ki; yanında huzur bulayım.” dedi.
O da halîfeyi Sufyan bin Uyeyne’nin tavsiyesiyle Fudayl bin İyaz’a goturdu. Fudayl’ın evine varıp kapıyı caldılar. Fudayl, iceriden:
“–Kim o!” diye seslendi. Onlar da:
“–Emîru’l-Mu’minîn!” dediler. Fudayl:
“–Ummet-i Muham*med’*in gorulecek bunca işi varken Emîru’l-Mu’minîn’in benim yanımda ne işi var?” diye sordu. HĂ‚run’un yakın dostu:
“–Ulû’l-emr’e itaat vĂ‚ciptir. Şimdi soyle; iceriye senin vereceğin desturla mı, yoksa halîfenin emriyle mi girelim!..” dedi. Fudayl:
“–Destur yoktur, eğer emirle girerseniz, onu da siz bilirsiniz!..” dedi.
HĂ‚run iceri girdi ve Fudayl bin İyaz’dan oğut istedi. Fudayl dedi ki:
“–Rasûlullah (s.a.)’in amcası olan deden, «Beni bir kavme emir yap!» diye O’ndan ricĂ‚ etmişti. Allah Rasûlu (s.a.) de:
«–Amcacığım! Bir an, seni sana emir yaptım.» dedi. Yani, «Bir nefes AllĂ‚h’ın tĂ‚atinde bulunman, binlerce yıl halkına bîgĂ‚ne ve gĂ‚fil bir hukumdar olmandan hayırlıdır…» demek istedi.”
HĂ‚run Reşid:
“–Biraz daha oğut vermez misin?” deyince de şunu anlattı:
“–Omer bin Abdulaziz, hilĂ‚fet makamına gecirildiği zaman, SĂ‚lim bin Abdullah, RecĂ‚ bin Hayve ve Muhammed bin KĂ‚‘b’ı dĂ‚vet ederek:
«–Bana cok ağır bir vazife verildi, benim Ă‚hiret selĂ‚metim icin bana tavsiyeniz nedir?» diye sormuştu da onlardan biri:
«–Eğer yarın, kıyĂ‚met gunu azaptan kurtulmak istersen; musluman*ların yaşlılarını baban, genclerini kardeşin, cocuklarını evlĂ‚dın, kadınlarını da annen ve bacın bil!..» demişti.” HĂ‚run:
“–Biraz daha oğut ver.” deyince, Fudayl sozlerine şoyle devam etti:
“–İslĂ‚m diyĂ‚rı senin evin, bu diyardaki halk da Ă‚ile efrĂ‚dın mesĂ‚besindedir. Babana, kardeşlerine ve yavrularına nasıl muĂ‚mele ediyorsan, tebaana da o şekilde davran. Baban yerinde olan yaşlıları ziyaret et, kardeşlerin yerinde olan genclere iyilik yap, evlĂ‚tların yerinde olan cocuklara da ikramda bulun.” Sonra ilĂ‚ve etti:
“–Ey Halîfe! Şu guzel yuzunun, cehennem ateşinde yanıp cirkinleşmesinden korkarım! Nice pırıl pırıl cehreler vardır ki, cehennemde feryĂ‚d u figĂ‚n etmekteler! Burada emîr olan niceleri orada esirdir!”
HĂ‚run Reşid, biraz daha oğut vermesini ricĂ‚ edince, Fudayl sozlerine şoyle devam etti:
“–Allah TeĂ‚lĂ‚’dan kork!.. Cunku O, kıyĂ‚met gunu muslu*manları senden tek tek soracak ve her birinin hakkını odemeni sana emredecek. Eğer bir gece, bir ihtiyar kadın, evinde ac olarak uyumuşsa, (hidĂ‚yet bekleyen bir insana îkaz ve tebliğde bulunmaktan bîgĂ‚ne kalmışsan), yarın kıyĂ‚met gunu onlar da yakana yapışacak ve orada senden dĂ‚vĂ‚cı olacak!”
Gozu yaşlı bir hĂ‚lde daha nice nasihatler dinleyen HĂ‚run Reşid, oradan ayrılmadan once Fudayl bin İyaz’a:
“–Borcun var mı?” diye sordu. Fudayl:
“–Evet var! Rabbimin bu kadar ikram ve ihsĂ‚nına mukābil, hamd, şukur ve zikir borcum var. O, lûtfedip bana hidĂ‚yeti ihsĂ‚n etti. Benim vazifem de, bunun şukur borcunu Rabbime odememdir. Eğer O, bu borcumu îfĂ‚daki noksanlığım sebebiyle beni yakalarsa, vay hĂ‚lime!” dedi. HĂ‚run:
“–Ben Hakk’a değil, halka borcunu soruyorum.” dedi. Fudayl:
“–Elhamdulillah! Hakk’*ın nîmetleri icinde yu*zu*yo*rum. Halktan hicbir ta*le*bim yok.” dedi.
Bu sozuyle Fudayl Ă‚deta; “Hakk’ın tak*dî*rin*den memnun ve mes*rû*rum. O’ndan gelen her şey be*nim icin en hayırlısıdır. AllĂ‚h’ın bana takdîr ettiğini, O’nun kullarına şikĂ‚yet etmekten hayĂ‚ ederim.” demek istemişti.
Sonra HĂ‚run, icinde bin altın bulunan keseyi onun onune koydu ve:
“–Bu, annemden miras kalmış helĂ‚l bir paradır.” dedi. Bunu goren Fudayl dedi ki:
“–Bak HĂ‚run! (Ben, sana ne anlatıyorum, sen ise ne yapıyorsun?!) Ben senin kurtuluşunu istiyorum, sen ise bana boylesine ağır bir yuk yukluyorsun! Ben sana; mĂ‚lik olduğun her şeyi hak sahiplerine iĂ‚de et! (Tebaandaki yaşlılar baban, gencler kardeşlerin, kadınlar annen ve bacın, cocuklar da evlĂ‚tlarındır; senin uzerinde benden evvel onlar icindeki yoksul, ac, kimsesiz ve gariplerin hakkı var. Sen benden evvel onları duşun, onları gozet ve bu hakkı onlara tevzî et!) diyorum; sen ise tebaandaki muhtacların hakkını bana vermeye kalkışıyorsun!..”
Fudayl bin İyaz bunları soyledikten sonra HĂ‚run Reşid’in yanından kalkıp dışarı cıktı. Onun ardından nemli gozlerle bakan HĂ‚run şoyle dedi:
“–Fudayl gercek bir Ă‚hiret sultĂ‚nıdır!”1
İşte CenĂ‚b-ı Hak, dunyayı ardına atarak yuzunu tamamen AllĂ‚h’a ve Ă‚hirete donmuş nice kullarının gonlune hikmet nûrunu bahşederek hakîkî saltanatı lûtfetmiş, cihan sultanlarını onların ardınca yurutmuştur.
Şanlı ecdĂ‚dımız da hikmet ehli Ă‚lim ve Ă‚rifleri baş tĂ‚cı etmiş, onların duĂ‚, himmet ve oğutlerinden istifĂ‚de ettikleri muddetce ilerleyip yukselmişlerdir. Osman GĂ‚zi’nin etrafında bir Şeyh Edebali Hazretleri, Yıldırım HĂ‚n’ın yanında Emir Sultan, FĂ‚tih Sultan Mehmed’in yanında Akşemseddin Hazretleri, Sultan Ahmed’in yanında HudĂ‚yî Hazretleri ve daha niceleri; madde ile mĂ‚nĂ‚, dunyĂ‚ ile ukbĂ‚ arasında muhteşem bir denge unsuru olmuş, onların kalplerine Ă‚deta bir istikĂ‚met aşısı yapmışlardır.
Şu hĂ‚dise, bu hakîkatin tipik bir misĂ‚lidir:
Yavuz Sultan Selim, yapılan hatĂ‚ ve gĂ‚filĂ‚ne hareketlere tahammulu olmayan, celĂ‚lli bir pĂ‚dişahtı. Ancak bu celĂ‚li de, cemĂ‚li gibi ilĂ‚hî olculer dĂ‚iresi icinde şekillenmişti. Bir seferinde ihmallerinden dolayı hazinede meydana gelen hırsızlık sebebiyle yaklaşık kırk kişinin oldurulmelerini emretmişti. Bunu oğrenen ŞeyhulislĂ‚m Zenbilli Ali Efendi, karar icrĂ‚ edilmeden engel olabilmek icin, destur bile almadan alelacele Yavuz’un yanına vardı. HĂ‚disenin aslını bir de Sultan’dan dinlemek istedi. Yavuz:
“–Efendi Hazretleri! Duyduklarınız doğrudur, ancak sizin devlet işlerine karışmaya hakkınız yoktur!..” şeklinde sert bir cevap verdi.
Bunun uzerine Zenbilli Ali Efendi, aynı sertlikle:
“–Sultanım! Ben size şer’î hukumleri bildirmeye geldim. Zira bizim vazifemiz sizin Ă‚hiretinizi korumaktır!..” diyerek verilmesi gereken kararın doğrusunu izah etti.
Bu sozleriyle Zenbilli Ali Efendi, kendi Ă‚hiret selĂ‚meti icin de zarûrî olan îkaz ve irşad vazifesini îfĂ‚ etmiş oluyordu. Zira bunu yapmadığı takdirde kendisinin de vebĂ‚l altında kalacağının idrĂ‚ki icindeydi. Bu sebeple, gazaplandığında zaptedilmez bir cengĂ‚ver olan Yavuz’un huzuruna, Ă‚deta kellesini koltuğuna alarak cıkmış, hakîkatleri cesaretle dile getirmişti.
Koca orduları dize getiren Yavuz Sultan Selim Han ise, hic kimseden gormediği bu sert tavır karşısında biraz hiddetlendi ise de, ilĂ‚hî hakîkatlerin kıldan ince, kılıctan keskince olculeri karşısında başını onune eğdi, hakîkati anladı ve şeyhulislĂ‚mın îkĂ‚zını kabûl edip ona gore hareket etti. Ustelik Zenbilli Ali Efendi’den de ozur dileyip gonlunu aldı.
Devlet ve memleket işlerinde hicbir zaman hatır-gonul dinlemeyen bir cihangirin, ilim, irfan ve hikmet ehli zĂ‚tlara gosterdiği itaat, teslîmiyet ve hurmetin şĂ‚heser misĂ‚llerinden bir diğeri de şudur:
Yavuz Selim Han ve ordusu, Adana civĂ‚rında şiddetli bir yağmura tutuldular. Her yer camur deryĂ‚sı olmuştu. O sırada Selim Han, devrin buyuk Ă‚limlerinden KemĂ‚l PaşazĂ‚de ile yan yana at ustunde sohbet ederek gidiyorlardı. Birden KemĂ‚l PaşazĂ‚de’nin atı urktu ve urken atın ayağından sıcrayan camur, Yavuz’un kaftanını baştan başa boyadı.
KemĂ‚l PaşazĂ‚de cok uzuldu, rengi attı. Yavuz, ona donerek mutebessim bir cehre ile:
“–UlemĂ‚nın atının ayağından sıcrayıp bizi boyayan camur, bizim icin şereftir, mubĂ‚rektir. Bu camurlu kaftanı, ben olunce sandukamın uzerine ortun!” buyurdu.
Buyuk fetihler sultĂ‚nı Yavuz Han, cihan capındaki zaferleriyle mağrur olmamış, dĂ‚imĂ‚ nefsine galebe calarak hakîkî zaferin, ancak ilim, irfan ve hikmet ehli zĂ‚tların irşĂ‚dıyla gonul Ă‚leminde vukû bulacağını idrĂ‚k etmiş bir pĂ‚dişah idi. Onun şu mısrĂ‚ları, bu hakîkati ne guzel ifĂ‚de eder:
PĂ‚dişĂ‚h-ı Ă‚lem olmak bir kuru kavga imiş;
Bir velîye bende olmak cumleden Ă‚lĂ‚ imiş!..
İşte Yavuz Selim Han da, pek cok Osmanlı pĂ‚dişĂ‚hı gibi, kendisini hak*ka ve hayra isti*kĂ‚*met*lendirecek bir velîyi, butun dun*yevî kıymetlerin uzerinde gorerek onların himmetlerini dunya saltanatına tercih etmekteydi.
Hazret-i Mev*lÂ*n buyurur ki:
“Hak dostu bir velînin kolesi olmak, pĂ‚dişahların başlarına tac olmaktan cok daha iyidir.”
Zira pĂ‚di*şah*la*rın başındaki tac, bir muddet ih*tişam icinde sal*ta*nat surse de ne*ticede fĂ‚nîliğe mah*kûm*dur. Fakat bir Hak dos*tuna yĂ‚r olanların, hikmet dolu îkaz ve irşadlarla nĂ‚il olacakları saĂ‚*det ve saltanat ise ebe*dîdir.
İşte bu şuur ve idrĂ‚k icinde olan Osmanlı sultanları da, devletin kuruluşundan yıkılışına kadar, maaşlı askerlerine her Cuma selĂ‚mlığına gidip gelirken yuksek sesle:
“Mağrûr olma pĂ‚dişĂ‚hım, senden buyuk Allah var!..” diye soyleterek, kendilerine yapılan mĂ‚nevî îkazların bu şeklini resmîleştirme yoluna bile gitmişlerdir.]
Lokman (a.s.) buyurur:
“Ey oğlum! Âlimlerin (ve Ă‚riflerin) meclislerinde bulun! Hikmet ehlinin sozlerini dinle! Cunku Allah TeĂ‚lĂ‚, yağdırdığı bol yağmurla olu toprağı dirilttiği gibi, olu kalbi de hikmet nûruyla diriltir.” (Heysemî, Mecmau’z-ZevĂ‚id, I, 125)
[Her insan, kendisini hakka ve hayra ulaştıracak bir firĂ‚set ve basiret nûruna muhtactır. Bu nûra yeterince sahip olamayanlar ise, sahip olanların rehberliklerine tĂ‚bî olarak doğru yolu bulabilirler.
Bilhassa gunumuzun materyalist/maddeci dunyasında, nefsĂ‚nî cĂ‚zibeler tahrik edilmekte, nice insanlar mĂ‚nevî tehlikelere karşı kendilerini îkaz ve irşĂ‚d edecek bir rehberden mahrum oldukları icin, selde suruklenen kutukler misĂ‚li istikĂ‚metini kaybetmektedir. Nice menbĂ‚ suyu sĂ‚fiyetindeki gonuller, ilĂ‚hî hikmet ve hakîkatlerle yon*len*dirilmediği icin, bataklıklara akarak zĂ‚yî olmaktadır. Dunyevî ve nefsĂ‚nî cĂ‚zibelere aldanarak gaflet ve dalĂ‚lete suruklenenlerin hazin hĂ‚lini, MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri şoyle tasvîr eder:
“AllĂ‚h’ın imtihan tuzağı, dunya malı (ve saltanatı)dır. Dunya gĂ‚fili sarhoş eder, aldatır. Dunyaya gonlunu kaptıranların kalp gozu Ă‚mĂ‚laşır. Cunku onlar (gafletlerinden dolayı menbĂ‚ suları dururken) balcıktaki acı ve tuzlu suyu icerler.”
Yanlış mecrĂ‚lara kayan, yorulan ve bunalan ruhların tedĂ‚visi, hakkı ve hayrı gorecek olan gonul gozlerinin acılması ve kalplerin ihyĂ‚ olması ise; ilĂ‚hî hikmet ve hakîkatlerle muzeyyen, diri bir gonul Ă‚lemine sahip olan Allah dostlarının izini tĂ‚kip etmekle mumkundur. Hak dostu MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri bu hakîkati de şoyle ifĂ‚de eder:
“Allah ile beraber olmak isteyen kişi, velîlerin huzûrunda bulunsun. Velîlerin huzûrundan uzakta kalırsan, helĂ‚k oldun gittin demektir.”
“Gonlun yitirdiği hikmet kumaşı, gonul ehlinin katında ele gecer.”
İşte gonullere mĂ‚nevî bir diriliş vesîlesi olan hikmet ise, icinde yaşadığımız bu sebepler Ă‚leminin her varlığında ve vukū bulan her hĂ‚disedeki sebeplerin kendisine bağlı bulunduğu aslî ve sırrî sebebi fark edebilmek; boylece eserden muessire, sanattan sanatkĂ‚ra intikal edebilmektir. Her şeyde mevcut olan ilĂ‚hî mesajları alabilmek, boylece ilĂ‚hî imtihanın şifrelerini gonul Ă‚leminde cozebilmektir. Musebbibu’l-esbĂ‚b, yani butun sebepleri halk eden CenĂ‚b-ı Hakk’a varamayan her idrak hamdır, her anlayış noksandır. İdrĂ‚kin olgunluğu da, her varlık ve hĂ‚disedeki murĂ‚d-ı ilĂ‚hîye dikkat kesilmeye bağlıdır.
Bunun icin, hikmetli soz ve davranışlarla tefekkurde derinleşerek ic Ă‚lemi ihyĂ‚ etmek zarûrîdir. Mu’min, bu sĂ‚yede kulluk şuurunu canlı tutabilir. Yine bundan dolayıdır ki peygamberlerin tebliğ ve tezkiye ile birlikte en muhim vazifelerinden biri de, Kitap ve “Hikmet”i tĂ‚lim etmektir.
Hikmetin mutlak menbaı, Hakîm olan CenĂ‚b-ı Hak’*tır. Hikmetlerin gonle ilhĂ‚m olunup ifĂ‚deye do*kul*mesinin yolu ise, takvĂ‚ tezĂ‚huru sĂ‚lih amellerle, kalben CenĂ‚b-ı Hakk’a yakın olmaktır. Zira bir hadîs-i kudsîde Peygamber Efendimiz (s.a.), Allah TeĂ‚lĂ‚’nın şoyle buyurduğunu bildirir:
“…Kulum kendisine farz kıldığım amellerden daha sevimli herhangi bir şeyle Bana yakınlık kazanamaz. Kulum Bana, (farzlara ilĂ‚veten işlediği) nĂ‚file ibadetlerle durmadan yaklaşır. NihĂ‚yet Ben onu severim. Kulumu sevince de Ben onun (Ă‚deta) işiten kulağı, goren gozu, tutan eli, yuruyen ayağı, akleden kalbi ve konuşan dili olurum…” (Bkz. BuhĂ‚rî, Rikāk, 38; Ahmed, VI, 256; Heysemî, II, 248)
Yine bir hadîs-i şerîfte de şoyle buyrulur:
“Kırk sabah ihlĂ‚sla Rabbine yonelen kimsenin kalbinden diline hikmet pınarları akar!” (Suyûtî, CĂ‚miu’s-Sağîr, II, 137/8361)
Dolayısıyla Hakk’a yakınlıkta yuksek bir seviye kazanmış, takvĂ‚ ehli sĂ‚lih zĂ‚tların gonul Ă‚lemleri, ilĂ‚hî hikmet ve hakîkat nurlarının aksettiği, mucellĂ‚ ve musaffĂ‚ bir ayna hĂ‚lindedir. Bu Hak dostları, varlıklara hikmet ve ibret nazarıyla baktıklarından, diğer insanlardaki, kĂ‚inat hĂ‚rikalarını alelĂ‚de gorme gafleti, onlarda bulunmaz. Gercekten sıradan bir insan, bir ressamın tabiatı taklid ederek yaptığı tabloları takdirle temĂ‚şĂ‚ ederken, kĂ‚inat ve onun HĂ‚lık’ı karşısında aynı takdir hissini duyamaz. Butun hĂ‚rikaları sıradan tabiat hĂ‚diseleri olarak telĂ‚kkî eder. Hikmet ehli Hak dostları ise, bir ressamın sırf şohretini surdurmek icin yaptığı tablolar yerine, asıl sanatkĂ‚r olan CenĂ‚b-ı Hakk’ın kudret hĂ‚rikası eserleri karşısında hayret, dehşet ve heyecan duyarak, ilĂ‚hî sanatın zevkine ererler.
SermĂ‚yesi aynı toprak terkibi olan milyonlarca ceşitteki bitkilerin rengĂ‚renk yaprak ve ciceklerine, ağacların renk, koku, lezzet ve şekilde sonsuz farklılık arz eden meyvelerine; ancak bir iki haftalık omru olduğu hĂ‚lde, kelebeğin kanatlarındaki muhteşem desenlere; bulbullerin bir damlacık yureklerinden dokulen feryat nağmelerine; kumrulardan yayılan “hû hû”lara; insanın yaratılışındaki fevkalĂ‚de inceliklere; gozun gormesi, beynin idrĂ‚k etmesi gibi sonsuz ilĂ‚hî hĂ‚rikalar ve bunların “lisĂ‚n-ı hĂ‚l” denilen sırlı beyanlarına dikkat kesilirler.
Bu Hak dostları icin butun bir kĂ‚inat, artık okunacak ilĂ‚hî bir kitaptır. Onlar, satırdaki ilimleri aşmış, sadırdaki ilme ulaşmışlardır. Dolayısıyla onların hikmetli sozlerini dinlemek, ibret dolu davranışlarını dikkatle tĂ‚kip etmek, kula mustesnĂ‚ bir mĂ‚nevî dirilik kazandırır.]
Lokman (a.s.) buyurur:
“Yavrucuğum! Taş da taşıdım demir de! Ancak kotu komşudan daha ağır bir şey gormedim!” (Ahmed, ez-Zuhd, s. 86, no: 533)
[İnsanın gercek yuzu, zorluklarla denendiği, nefsinin damarına basıldığı zaman ortaya cıkar. Nitekim Hazret-i Omer (r.a.), yanında bir kimse medhedildiği zaman, medhedene şu uc şeyi sormuştu:
“–Sen onunla hic komşuluk, yolculuk veya ticĂ‚ret yaptın mı?”
MuhĂ‚tabı ucunu de yapmadığını soyleyince:
“–Zannedersem, sen sadece onun cĂ‚mide Kur’Ă‚n okunurken başını salladığını gordun!” dedi. Adam:
“–Evet, yĂ‚ Omer! Benim gorduğum oyle idi.” karşılığını verdi. Bunun uzerine Hazret-i Omer (r.a.):
“–O zaman fazla medihte bulunma! Zira ihlĂ‚s, kulun boynunda yazılı değildir.” buyurdu.
Burada Hazret-i Omer (r.a.)’ın verdiği olcu, zĂ‚hire aldanmamaktır. Bir kimse hakkında doğru bir kanaat sahibi olmak icin, onun fiillerine, beşerî munĂ‚*se*bet*lerine ve muĂ‚*me*lĂ‚tına da bakmak gerektiğidir. Menfaatinden imtihan verip gecer not almamış bir şahsın sĂ‚lih biri olduğuna şĂ‚hitlik etmenin, yanlış bir davranış olduğudur.
Komşuluk da insanın gercek huviyetini ortaya cıkaran bir hĂ‚disedir. İnsan, kotuluğunu gorduğu bir kişiden uzaklaşıp ondan kurtulabilir. Fakat kotu bir komşudan kurtulabilmek, bu kadar kolay değildir. Bu sebeple komşuyu iyi secmek gerekir. HattĂ‚ bu hususta; “Ev alma, komşu al!” sozu meşhur olmuştur.
Rasûlullah (s.a.) Efendimiz de:
“Devamlı ikĂ‚met ettiğiniz yerde kotu komşudan AllĂ‚h’a sığınınız! Gocebe olduğunuz yerdeki komşu nasıl olsa bir muddet sonra sizden ayrılır.” buyurmuştur. (NesĂ‚î, İstiĂ‚ze, 44)
Hazret-i Ebû Bekir (r.a.) da:
“Komşunla kavga etme, misĂ‚fir gider, o kalır.” buyurmuştur.
Butun insanların, guzel komşularla yaşamak istediğini duşunerek, evvelĂ‚ kendimiz guzel bir komşu olmalı, daha sonra da sĂ‚lih komşular arasında oturmaya gayret etmeliyiz. Peygamber Efendimiz (s.a.)’in şu beyĂ‚nı, komşu haklarına riĂ‚yetin ehemmiyetini acıkca ortaya koymaktadır:
“CebrĂ‚îl bana, dĂ‚imĂ‚ komşu hakkını tavsiye ederdi. Oyle ki ben, komşuları birbirine mîrascı kılacak zannetmiştim!” (BuhĂ‚rî, Edeb, 28)
Diğer taraftan komşulara huzursuzluk vermek, buyuk bir îman zaafıdır. Komşular, oncelikle birbirlerinin şerrinden emîn olmalıdırlar. Zira Peygamber Efendimiz (s.a.) ardı ardına uc defa:
“–VallĂ‚hi îmĂ‚n etmiş olmaz!” buyurmuştu. SahĂ‚bîler:
“–Kim îmĂ‚n etmiş olmaz, yĂ‚ RasûlĂ‚llah?” diye sordular. Efendimiz (s.a.):
“–Yapacağı fenĂ‚lıklardan komşusu emniyet icinde olmayan kimse!” buyurdu. (BuhĂ‚rî, Edeb, 29; Muslim, ÎmĂ‚n, 73)
Komşuluk o kadar muhimdir ki, sadece bu dunya ile de sınırlı kalmamaktadır. Ha*yat*ta iken sĂ‚*lih*ler*le be*ra*ber*lik zarûrî ol*du*ğu gi*bi, ka*bir*de de on*la*ra kom*şu olabilmek cok ehemmiyetlidir. Nitekim hadîs-i şerîfte:
“Olu*le*ri*ni*zi sĂ‚*lih in*san*la*rın ara*sı*na def*ne*di*niz.” buyrulmuştur. (Dey*le*mî, I, 102)
Bu nebevî tĂ‚limĂ‚ta riĂ‚yet eden ecdĂ‚dımız da, Eyup Sultan, Karacaahmed gibi sĂ‚lih zĂ‚tların yakınına defnedilme arzusuyla, bu gibi kabristanları, Ă‚deta birer şehir hacmine ulaştırmışlardır.
VelhĂ‚sıl, musluman, komşusundan mes’ûldur. Bu sebeple her şeyden evvel, komşusunu rahatsız edecek davranışlardan sakınmalı, onun ufak tefek hatĂ‚ ve sıkıntılarına katlanmalıdır. CenĂ‚b-ı Hakk’ın sevdiği kişilerden birinin de, komşusunun eziyetlerine Allah rızĂ‚sı icin katlanan kim*seler olduğunu unutmamalıdır.2 “İnsan, ih*sĂ‚na mağluptur.” ha*kî**kati mûcibince de; kom*şu*suna iyilik etmeli, boy*lece komşusu kendi*sine duşmansa, onun duşmanlığını hafifletmeli, ne dost ne duşman ise onu dostluğa yaklaştırmalı, dost ise de muhabbetini artırmalıdır. Nitekim Ă‚yet-i kerîmede buyrulur:
“İyilikle kotuluk bir olmaz. Sen (kotuluğu) en guzel yol ne ise onunla onle. O zaman gorursun ki, seninle arasında duşmanlık bulunan kimse bile, sanki yakın dost(un olmuş)tur.” (Fussilet, 34)
Ayrıca kotu komşusunu ıslah edemeyen kimse, kusuru biraz da kendinde aramalıdır. Tıpkı Abdullah ibn-i MubĂ‚rek Hazretleri’nin şu nefis muhĂ‚sebesi misĂ‚linde olduğu gibi:
O buyuk Allah dostu, huysuz biriyle yolculuk yapmıştı. Seyahat sona erip ayrıldıklarında, Hazret ağlamaya başladı. Dostları, nicin ağladığını sordular. O ince ruhlu Hak dostu, derin bir ic cekerek dedi ki:
“–O ka*dar yol*cu*lu*ğa rağ*men be*ra*be*rim*de bu*lu*nan ar*ka*da*şı*mın ko*tu hĂ‚l*le*ri*ni du*zel*te*me*dim. O bî*cĂ‚*re*nin ah*lĂ‚*kı*nı gu*zel*leş*ti*re*me*dim. Du*şu*nu*yo*rum ki; aca*bĂ‚ be*nim bir nok*san*lı*ğım*dan otu*ru mu ona fay*da*lı ola*ma*dım? ŞĂ‚yet o, ben*im ha*tĂ‚ ve kusurlarım*dan do*la*yı is*ti*kĂ‚*me*te gel*mediy*se, ya*rın (ilĂ‚hî hesap gununde) hĂ‚*lim ni*ce olur!..”]
CenĂ‚b-ı Hak, bu hikmet ve hakîkatlerin tefekkurunde derinleşerek, zarif, rakik ve ince ruhlu bir mu’min olabilmeyi cumlemize nasîb ve muyesser eylesin.
Âmîn!
Dipnotlar: 1. Bkz. Feriduddin Attar, Tezkiretu’l-EvliyĂ‚, İlim ve Kultur Yayınları, s. 131-133; Erkam Yayınları, s. 230-233. 2. Bkz. Ahmed, V, 176.
__________________
Hak Dostlarından Hikmetler - Lokman Hakîm (a.s.)- 2
Dini Bilgiler0 Mesaj
●21 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eđitim Forumlarý
- Ýslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Hak Dostlarından Hikmetler - Lokman Hakîm (a.s.)- 2