BAŞKASININ kaşığıyla duğun yemeğine gitmek” diye bir tabir var Anadolu’da. Bu tabir hatırıma geldikce, sahip olduğu iğreti duşunce, yorum, klişe anlayış, donuk malumat ve değerlerle hayat meydanına dalan modern insanın husranını hatırlarım… Soz konusu odunc ‘kaşıkları’ da hazır ve draje bir şekilde yazılı, gorsel medyadan alan Âtıl akıl sahiplerini, kendimi de hesaba katarak duşunur, huzunlenirim.

Eski zamanların semadan haber getiren manevî liderlerinin yerini gunumuz cilalı imaj devri’nin parlak yaldızlı sunucuları, spikerleri, muhabirleri, koşe yazarları, senaristleri, yazı teknisyenleri, yorumcuları aldı adeta… Onların gun boyu dort bir koldan ufurdukleri, soyledikleri, değişik etkin yontemlerle beynimize ve kalbimize zerk ettikleri afyonlanmış yorum, kanaat, kavram, bakış acısı, hislenme bicimleri, davranış oruntuleri ile hayata, olaylara, dunyaya, insanlara, varlığa yaklaşıyoruz.

FARKINDA MIYIZ? İzlediği son dizinin replikleriyle butun bir hafta konuşan, duşunen, davranan insan sayısını hic duşundunuz mu? Etkili bir reklam spotunu temcid pilavı gibi tekrar ederek ‘hafızlık’ edenler az mı? Haber programlarını izleye izleye her şeye, bir enkırmen ağzıyla yorum getiren kitleleri gormuyor muyuz? İzlediği tartışma programının sunduklarıyla ekonomi-politik, vatan kurtarma, sosyolojik ve stratejik analiz yapanlar az mıdır? En cok ‘bildiğini’ iddia eden naylon aydına bakın, butun fikirleri en son okuduğu gazete yazısından, dinlediği bir tebliğden ibaret değil midir? Daha da derin duşunen ve yazan zamane mutefekkir, en son okuduğu kitap, makale, teori ve analizlerden devşirdiği bulamacı, terkipten telife yukselen keyfiyetten uzak bir şekilde onumuze ‘lop’ diye kusmuyor mu?

Odunc ve iğreti kavram, duşunce, yorum, malumat, teorilerle duşunmemek… Bunları kendi nefsine tatbik ederek, aklın ve kalbin imbiğinde suzup salih amele donuşturme cabasıyla hallenmek… Zihnini ‘enformatik cehalet’in vadilerinde mecnuna donmuş bir vaziyette gezdirmemek… Aktuel politikanın gunubirlik cangılında taraf olarak sığlaşmamak, kucuk hesapların yuzeyselliğinde kaybolmamak… Duşuncenin ve duyguların şirazesini dağıtmamak… Gunubirlik olayların yalınkat, bir kaşık suda fırtına koparan, once pireyi deve yapıp sonra o deveyle collere revan olan, ardında yolunu izini kaybedip feryatlar koparan bir divaneye donuşmemek… ‘Afaki tefekkur’den ziyade ‘enfusi tefekkur’e odaklanmak… Gecici dunyevî hayattan ve medeniyetlerin geniş dairedeki inşaasından cok, ebedî hayatın inşaasına ve hayatın kucuk medeniyetinin inşaasına gayret etmek…: Ustad Said Nursi’nin ta eski Said doneminde fark ettiği (orneğin, Sunuhat isimli eserine bu gozle bakılmasını oneririm) yeni Said doneminde ise iyice belirginleştirdiği gazete okumamak, radyo dinlememek, dunya hadiselerinin anlatılmasına musaade etmemek tarzında belirginleşen uslubunu ve usulunu bir de bu cercevede anlamak gerektiği kanaatindeyim…

BUNDAN yaklaşık on yıl kadar once memleketimizin onde gelen şair ve yazarlarından birine bir mecliste, sohbet etmek yerine gazetelere gomulmeyi tercih ettiği esnada ‘Gazetenin parca parca, kopuk kopuk dizaynının, bir sayfada ekonomi, diğerinde magazin, bir diğerinde spor vs. şeklinde duzenlenmesinin dahi zihindeki basamak basamak yuruyen ‘gidimli duşunce’yi oldurduğu şeklinde bir yorum arzetmiştim. Fakat hazret her şeyi fazlaca bilmenin kibriyle bu yorumu anlamamayı tercih etmişti… Gazete, yapısal olarak dağınık ve kopuktur. Derinleşmeye musait değildir. Gazeteden beslenerek derin bir duşunce evreni inşa edemezsiniz, olsa olsa birbirinden uzaklara savrulmuş gecekondular kurarsınız. Aynı şekilde televizyon kulturuyle, film izleyerek, haber dinleyerek, ciddi bir dikkat dağınıklığına, yuzeyselliğe, taraftarlığa, indirgemeci, gelgec yorumlara sahip olursunuz. Televizyon bir saniyede yirminin ustunde karenin ard arda gecmesiyle goruntu oluşturan, birbirinden kopuk ve bağımsız goruntulerin surekli gecmesiyle, dinmeyen hareketliliğiyle izleyiciyi pasifize eden, tamamen Âtıl duruma duşuren bir mahiyete sahiptir. Ustelik farklı bir algılama yapısı oluşturur ki buna ‘hareket odaklı algı’ diyebiliriz. Yani kişiyi pasif eğlenceye muptela ederek insan zihnini, duşuncelerini, hayal gucunu, duygularını korkunc bir atalete alıştıran algı tarzından bahsediyorum. (Hareketsiz bir zemin uzerinde tamamen aktif olmayı gerektiren kitap okuma faaliyetine başladığında uykusu geldiğinden yakınan bicare insanın feryadını, odev yapmak yerine hep cizgi film izlemek isteyen cocuğun mızmızlanmalarını bu cercevede değerlendirmek gerekmez mi?)

Goruntu zaten hazır vaziyette en cazip ve rafine yontemlerle, dramatizasyonun tum imkÂnlarıyla servis ediliyor, neyin hayÂlini kuracak, hangi konuda derinlikli muhakeme yuruteceksiniz? Goruntusuz dinlenildiğinde kişinin hayÂlini kamcılayan bir muzik eseri, goruntu kalıbında dondurulduğunda, o malum nağmenin hep o malum hatunu ya da boynu bukuk manken cocuğu cağrıştırması başlı başına bir ‘cağrışım daralması’ değil midir? Duşuncenin ana damarlarından biri olan serbest cağrışım Âdeta katledilip cuvala konuyor…

TELEVİZYON karşısında yuzde doksanın uzerinde siz pasifken, radyoda bu durum yuzde elliye yakındır (bu noktada Ustad Said Nursi’nin radyoda beşte dordu zevk ve eğlenceye hasredilmiş bir yayın akışını tasvip etmeyen, tam tersine beşte dordunun hakikatin seslendirilmesine, beşte birinin de meşru eğlenceye ayrılmasını işaret eden yorumlarını hatırlamak gerekiyor), kitap okurken ise neredeyse yuzde yuze yakın bir şekilde siz aktifsiniz. Kitap okurken tum hayÂlinizi, kavramlarınızı, zihinsel eforunuzu, hafızanızı seferber etmek durumundasınız. Ustelik okuduğunuz kitap gibi bir kitapsa, duşunceniz ve hayÂliniz basamak basamak ardışıklı duşunmenin izini surmeyi oğrenecek, dehanın annesi olan dikkatin yoğunlaşmasını temin edecek ve oradan da enfusî tefekkurun kapılarını zorlayan bir tazyik oluşacaktır. İşte tam da bu nedenle derin tefekkur alışkanlığının oluşması icin anlamlıca kitap okumanın yerini hic bir şey alamamış ve alamayacaktır. Kainatı ve vicdanı bir kitap gibi okumak, vahyin inşa ettiği bir tasavvur, bakış acısı ve niyet ile her şeyi okunacak bir kitaba donuşturmek ise başka bir bahis…

FAKAT bazı şeyleri iyi anlamak gerekiyor, zamana ve zemine dikkat etmek icap ediyor. Bir başkasının kendine has yolculuğunda yaşadığı surecleri es gecerek sadece ulaştığı sonucları kendine olcu almak aldatıcı olabilir… Zamanın ve zeminin koşullarına, kendi ozel ic dinamiklerimize, şahsî nefs terbiyemiz esnasında gectiğimiz yolların ozelliklerine dikkat etmemiz gerekiyor. Demek istiyorum ki yeni Said doneminin gazete okumayan Said Nursi’si Eski Said doneminde gunde belki sekiz-on gazete okuyordu. Eski Said’in okuduğu gazeteler de doğrusu bugunun gazeteleri değildi. Bu da onemli bir nokta. Volkan Gazetesi’ni ya da Tercuman-ı Ahval’i, hatta İctihad’ı alın okuyun neredeyse bir fikir dergisi okur gibi olursunuz. (Ustelik, Cumhuriyet oncesi donemin iyi kotu bir halifenin bulunduğu, imanın verili kabul edildiği ve dolayısıyla İslÂmî Medeniyet’in oluşumunun toplumsal ve siyasal alanda gorulduğu, dağılmaya yuz tutmuş bir İslÂm memleketinin kurtarılma telaşının bulunduğu bir donem olduğu gozden ırak tutulmamalıdır.) Yani goruntu manyaklığına teslim olmuş, fotoğrafları kestiğinde geriye kevgire donmuş bir kağıt parcası kalan bugunun gazetesi ile Eski Said’in okuduğu gazete tamamen aynı değildi. Aynı şekilde Yeni Said doneminde radyoda risale-i nurdan bir bahsin okunacağını duyup arabanın radyosundan bunu dinleyen, dinlerken de vahdetten kesretin cıkması hakikatini hava zerreleri ile yayılması yonuyle tefekkur eden Said Nursi de gozden kacırılmamalıdır.

Demem o ki, başkasının kaşığıyla duğun yemeğine gidenler, kendi enfusi gundemleri (tefekkurleri) olmadığı icin coğu kere dunyevilerin gucun medyası kanalıyla oluşturduğu yapay ve afakî gundemlerin peşine takılanlar, malumatını hÂl ile ilme ve oradan da marifete donuşturme derdinde olmayanlar, evlerini bir hakikat medresesi, bir marifet tekkesine donuşturmenin izini surmeyenler, cağın atalet tuzaklarına gozu kapalı atılanlar, kendisini idamla yargılayan kara cubbeli hakimlerin karşısında umarsızca yamalı cubbesinin sokuğunu diken Said Nursi’yi anlayamayacaklardır.

Yusuf Ozkan Ozburun

__________________