En yalın tarifiyle Asr-ı Saadet, insanların en hayırlısı Fahr-i KÂinat s.a.v. Efendimiz’in ve yine O’nun mubarek ifadeleriyle “insanların en hayırlıları”nın birlikte yaşadığı cağdır.
Alemlere Rahmet ve insanlığa en guzel ornek olmak uzere Son Peygamber s.a.v.’in risaletine şahitlik etmiş, yine insanlığın hidayet menbaı Kur’an-ı Hakim’in indirildiği insanlığın altın cağı...
Yani saadetin, mutluluğun, bahtiyarlığın, bahtiyarların cağı...
Ki o bahtiyarların coğu, bahtlarının acılacağı gun gelmeden once karanlık bir dunyaya doğmuş, zulmun, zulmetin, cehaletin ne olduğunu icinde yaşayarak gormuşlerdir.
O kutlu cağın guneşi doğduğunda insanlık tam anlamıyla karanlıktaydı. Hz. İsa Aleyhisselam’dan sonra yaklaşık altı yuzyıl gecmiş, O’nun tebliğ ettiği tevhid dini tahrif edilmiş, vicdan ehli olan fakat kufur ehlinin nufuzu karşısında sesleri boğulan az sayıdaki kişiden başka insanlara yol gosterecek kimse de kalmamıştı.
Cirkin menfaatcılığa hizmet eden sahte ilÂhlara tapınıldığı, yalnızca guclu olanların insan muamelesi gorduğu ve onların haksız isteklerinin ilÂhî kurallar hukmunde olduğu bir donem yaşanmaktaydı.
Allah’a şeksiz iman edilmiyor, şiddet fazilet sayılıyor, fuhuş meşru goruluyor, ırkcılık, somuru ve bÂtıl inancların şekillendirdiği bir sistem hukum suruyordu.
Ama bir taraftan okuma-yazmanın olduğu, ticaretin geliştiği, onemli kultur birikimine sahip toplumların da yaşadığı bir donemdi. Fakat tıpkı onceki peygamberlerin tebliğinden bir sure sonra insanların sapıtarak icine duştukleri karanlık donemler gibi, nefsin arzuları, şeytanın hileleri hayatın belirleyici unsuru olmuştu. Ta ki miladî 610 yılına, yani Fahr-i KÂinat s.a.v. Efendimiz’in risaletle gorevlendirildiği gune kadar...
Hz. İbrahim Aleyhisselam’ın, mubarek hanımı Hacer annemizi ve oğlu İsmail’i bıraktığı, alemlere bereket ve hidayet kaynağı olan ilk evin, ilk mabedin kurulduğu bu topraklara, Cenab-ı Hak 570 yılında alemlere rahmetini gonderdi.
Alem, yıldızıyla, guneşiyle, taşıyla, toprağıyla, kurduyla, kuşuyla bayram etti. Gelen cok sevgiliydi. Sevgili’nin sevgisiydi.
Cok azı haric, insanlar bunu fark edemediler. Fakat hayatının her doneminde kendinden ortaya cıkan fevkalÂdeliklere de hayranlık duydular. Diğerlerinden bir farkı olduğunu hissettiler. O’na saygı duydular, guvendiler, danıştılar, işlerini emanet ettiler.
Bir gun Cenab-ı MevlÂ, Habib-i Kibriyası’na, haydi cık uyar onları, tuttukları yol, yol değil; tevbe edip sana uysunlar, saadete ersinler buyurdu.
O gunden sonra saadetin talipleri, nasiplileri ortaya cıkmaya başladı. Her şeylerini terk etmeyi goze alarak, Fahr-i Cihan Efendimiz’in eline sarılarak yalnızca saadete talip oldular.
Kendi ellerinde olanı, elleriyle yapıp ettiklerini bıraktılar. Gonullerini sildiler ve yalnızca O’nun vereceklerine actılar. Sahabe-i Guzin kendini Rasulullah s.a.v.’e teslim etti. O da onları kucaklayıp kuşattı. Kuşatan, saran, Allah’ın rahmetinden başka bir şey değildi. Kim Allah’ın rahmetiyle kuşatılırsa, onun icin saadetten başka yol yoktur.
İşte rahmetin boylesine kuşatıcı olduğu bu doneme Asr-ı Saadet dendi. Savaşlar, aclık, yokluk, zorluk, nasipsizlerin zulmu bu saadeti engellemedi.
Aksine, Ashab-ı Guzin’in karşılaştığı her zorluk imanlarını pekiştirdi.
Hulefa-i RÂşidîn donemi, Tabiûn ve sonra gelenler hep bu saadetten nasiplerini aldılar, almaya da devam ediyorlar.
Kişiler fanidir, fakat Allah’ın rahmeti fena bulmaz, yok olmaz, o talep edeni bulur. Talip olan, Ashab-ı Guzin gibi Allah Rasulu’nun sevgisiyle kuşatılır. Said olur, bahtiyarlar zumresine katılır.
İnsan neye talip olduğuna dikkat etmeli. Bugun muslumanlar, LÂt, Uzza gibi taştan, tahtadan putlar yapıp tapacak değiller elbette. Fakat unutmamalı ki, onları ilÂhlaştıran, kullanılan malzeme değil, insanların talep ve istekleriydi.
Nefsinin hevÂsını ilÂh edinenlerden olmak, dini arzularına uydurmak her devrin en buyuk tehlikesidir. Fakat tehlikenin olduğu yerde rahmet de eksik olmamıştır.
Cenab-ı MevlÂmız insanı hicbir zaman başıboş bırakmadı. Peygamberlerin mukaddes mirası asla kaybolmadı.
Bugun hem Mukaddes Kitabımız, hem Habib-i Kibriya’nın sunnet-i seniyyesi, hem de velÂyet nuru butun ihtişamı ile parlamaya devam ediyor, lutf-u ilÂhî ile kıyamete kadar da boyle olacak.
Karanlık ne kadar yoğun olursa olsun, cahiliyye ne kadar guclu olursa olsun, o nur her devirde kainatı ışığı ile yıkayacak guctedir.
Biz muminler Rasulullah s.a.v.’i on dort asır once yaşamış bir insan olarak gormekten ziyade, O’nu kalbimizin baş koşesinde candan ote can olarak yaşamaya devam ederiz. Her gonulden salÂt u selam okuyuşumuzda O’nun mubarek tebessumunden bir ışıltı gozumuzun onunden geciverir. O’nun ummeti olmak bizim icin en buyuk şereftir.
Ve Asr-ı Saadet bizim icin asla bir nostalji değildir. Değil 21’nci asırda, 121’inci asırda da yaşasak bir yanımız hep oradadır, oralıdır. O devrin huzunleri, coşkuları kalbimizde dun gibi sıcaktır.
Saadete talip olanlar icin Asr-ı Saadet devam ediyor. Saadete talip olan hep saadet bulacak.
Semerkand
__________________
O guneş hic batmadı
Dini Bilgiler0 Mesaj
●29 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Eğitim Öğretim Genel Konular - Sorular
- Dini Bilgiler
- O guneş hic batmadı