EFENDIMIZIN SABRI



“Ey îmĂ‚n edenler! Sabır ve namaz ile
AllĂ‚h'tan yardım isteyin! Muhakkak ki
AllĂ‚h sabredenlerle beraberdir.” (el-Bakara 2/153)
Sabır; îtidĂ‚li muhĂ‚faza etme, tahammul gosterme, acıya katlanma, sıkıntı ve meşakkatlere karşı soğukkanlılıkla mukĂ‚vemet etme, aklın ve dînin gosterdiği yolda sebĂ‚t etme mĂ‚nĂ‚larına gelir. İmam Nevevî şu acıklamayı yapar; “Sabır, nefsi emredilen şeyleri yapmaya mecbur kılmaktır. Bu da ibĂ‚detlerin meşakkatlerine, belĂ‚lara ve gunah dışındaki zararlara tahammulle gercekleşir.”
Sabır, dinin teşvik ettiği ahlakî ve rûhĂ‚nî bir sıfattır. AllĂ‚h'a îmĂ‚nın bir tezĂ‚hurudur. Sabrın gĂ‚yesi, beklenmedik olaylar ve icine duşulen guclukler karşısında tedirgin olmamak, tahammul gostermek ve paniğe kapılıp uygunsuz bir harekette bulunmamaktır.
Ancak sabır; mahkûmiyete, meskenete ve zillete rĂ‚zı olmak; haksız tecĂ‚vuzlere, insan haysiyetine golge duşurecek saldırılara katlanmak ve bunlara ses cıkarmamak anlamına gelmez. Cunku meşrû olmayan şeylere karşı sabretmek cĂ‚iz değildir. Bunlara karşı fiilî ve sozlu mucĂ‚delede bulunmak, eğer bu mumkun olmazsa en azından kalben buğzetmek gerekir. İnsanın kendi gucu ve irĂ‚desiyle ustesinden gelebileceği kotuluklere katlanması ya da giderebileceği ihtiyacları karşısında lĂ‚kayt kalması sabır değil, acziyet ve tembelliktir.
Sabır, başa gelen bir musîbet Ă‚nında birden tehevvure kapılarak daha sonra pişmĂ‚n olunacak işler yapmayı engelleyen bir teskîn ve tesellî vĂ‚sıtasıdır. Bu sebeple asıl sabır, musîbetin ilk anında gosterilendir. Enes bin MĂ‚lik -radıyallĂ‚hu anh-'den rivĂ‚yet edildiğine gore Nebî -sallallĂ‚hu aleyhi ve sellem-, (cocuğunun) mezarı başında (feryat ederek) ağlayan bir kadının yanından gecti. Ona:
“– AllĂ‚h'dan kork ve sabret!” buyurdu. Kadın:
– Cek git başımdan; zira benim başıma gelen felĂ‚ket senin başına gelmemiştir, dedi. Kadın Efendimiz'i tanıyamamıştı. Kendisine, onun AllĂ‚h Resûlu olduğunu soylediler. Bunu duyar duymaz Peygamberimiz'in kapısına koştu. Orada kendisini engelleyen herhangi bir kimse olmadığı icin doğrudan Efendimiz'in huzûruna cıktı ve (ozur beyĂ‚n ederek):
– YĂ‚ ResûlallĂ‚h sizi tanıyamadım, dedi. AllĂ‚h Resûlu:
“– Hakîkî sabır, felĂ‚ketin ilk Ă‚nında gosterilendir!” buyurdu. (BuhĂ‚rî, CenĂ‚iz, 32)
ResûlullĂ‚h -sallallĂ‚hu aleyhi ve sellem- sabrın ceşitlerini ve fazîletlerini bildirdiği bir hadîs-i şerîfinde şoyle buyurmuştur; “Sabır uctur: Musîbetlere karşı sabır, kullukta sabır ve gunah işlememekte sabır. Kim, kaldırılıncaya kadar musîbete guzelce sabrederse AllĂ‚h ona uc yuz derece yazar. Her iki derece arasında semĂ‚ ile arz arası kadar mesĂ‚fe vardır. Kim de tĂ‚atte sabrederse AllĂ‚h ona altı yuz derece yazar. Her iki derece arasında yeryuzu ile yedi kat altı arası kadar mesĂ‚fe vardır. Kim de mĂ‚siyete (gunaha) karşı sabrederse AllĂ‚h ona dokuz yuz derece yazar. İki derece arasında yer ile Arş arası kadar mesĂ‚fe vardır.” (Suyûtî, II, 42; Deylemî, II, 416)
KurĂ‚n-ı Kerîm'de sabırla alĂ‚kalı bircok Ă‚yet-i kerîme vardır. AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚, insanların Ă‚hireti kazanabilmeleri icin imtihan edilecekleri şeylerden birinin sabır olduğunu şoyle ifĂ‚de eder:
“Şuphesiz ki sizi biraz korku, biraz aclık, biraz mal, can ve mahsul eksikliği ile imtihan ederiz. Sabredenleri mujdele!” (el-Bakara 2/155)
CenĂ‚b-ı Hak kullarını, sabredenleri ortaya cıkarmak ve mukĂ‚fatlandırmak icin imtihan etmektedir; “İcinizden mucĂ‚hede edenler ve sabır gosterenler belli oluncaya kadar elbette sizi imtihan ederiz.” (Muhammed 47/31) Allah sabreden kullarını sevmekte, onlarla berĂ‚ber olduğunu bildirmekte ve ecirlerini hesapsız olarak vereceğini va'detmektedir. Âyet-i kerîmede şoyle buyrulur:
“Ancak sabredenlere mukĂ‚fatları hesapsız odenecektir.” (ez-Zumer 39/10)
Yuce Rabbimiz'in mubĂ‚rek isimlerinden biri de “cok sabreden” mĂ‚nĂ‚sına “es-Sabûr” dur. ResûlullĂ‚h -sallallĂ‚hu aleyhi ve sellem-; “İşittiği bir sozun eziyetine karşı, AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚'dan daha cok sabreden hicbir kimse yoktur. ZîrĂ‚ muşrikler O'na cocuk nisbet ediyorlar da O yine onlara Ă‚fiyet ve rızık vermeye devam ediyor.” (Buharî, Edeb, 71) hadisleriyle Rabbimiz'in bu guzel ismini ne kadar vecîz bir şekilde acıklamıştır. Bir mu'minin sabırlı olması icin “es-Sabûr” ism-i şerîfini cokca zikretmesi ve uzerinde tefekkur etmesi gerekir.
Resûl-i Ekrem Efendimiz sabrın faydasını ifĂ‚de icin şoyle buyurmuştur; “Hoşlanmadığın şeye sabretmende buyuk fayda vardır.” (İbn-i Hanbel, I, 307) ZirĂ‚ Taşlıcalı YahyĂ‚'nın dediği gibi:
Sabrı elden komamaktır evlĂ‚
Ki koruk sabr ile olur helvÂ.
Efendimiz -sallallĂ‚hu aleyhi ve sellem- bir başka hadislerinde de:
“Mu'minin durumu gıbta ve hayranlığa şĂ‚yandır. Cunku her hĂ‚li kendisi icin bir hayır sebebidir. Boylesi bir ozellik sĂ‚dece mu'minde vardır. Sevinecek olsa şukreder, bu onun icin hayır olur. Başına bir belĂ‚ gelecek olsa sabreder, bu da onun icin hayır olur.” ( Muslim, Zuhd, 64) buyurarak Muslumanın fĂ‚rik vasfının sabır ve şukur olduğunu bildirmiştir.
AllĂ‚h Resûlu'nun tĂ‚rif ve tavsiye ettiği sabır, butun peygamberlerin ortak vasfıdır. AllĂ‚h'ın dinini tebliğ ederken, hepsi de ceşitli sıkıntılara ve eziyetlere uğramış, yurtlarından cıkarılmış, hukumdarlar tarafından zindanlara atılmıştır. Hatta bir coğu da bu uğurda şehîd edilmiştir. Ancak onlar sabrederek vazîfelerini îfĂ‚ya devĂ‚m etmişlerdir. Resûl-i Ekrem Efendimiz'in hayatı ise baştan sona en guzel sabır ornekleri ile doludur. Sevgili Peygamberimiz'in İslĂ‚m Dini'ni tebliğ yolunda katlandığı zorluklarla alĂ‚kalı olarak TĂ‚rık bin Abdullah el-MuhĂ‚ribî, bir muşahedesini şoyle anlatır:
“ResûlullĂ‚h -aleyhisselĂ‚m- 'ı Zulmecaz Panayırı'nda uzerinde kırmızı bir elbise olduğu hĂ‚lde gormuştum:
«– Ey insanlar! LĂ‚ ilĂ‚he illallĂ‚h, deyiniz de kurtulunuz!» diye yuksek sesle hitĂ‚p ediyordu. Bir adam da elindeki taşla onu takip ediyor ve:
– Ey insanlar, sakın ona inanmayınız, itaat etmeyiniz. Cunku o yalancıdır, diyerek bağırıyordu. Attığı taşlarla Efendimiz'in ayak bileklerini kanatmıştı. Oradakilere:
– Kimdir bu zĂ‚t, diye sordum.
– Bu, Abdulmuttalib oğullarından bir genctir, dediler.
– Ya onun ardına duşup taş atan kimdir, diye sordum.
– O da onun amcası Ebû Leheb'dir, dediler.” (DĂ‚rekutnî, III, 44-45)
Mu'min bir gonlu parca parca edip dağlayan bu tur uzucu hĂ‚diseler sĂ‚dece bir kez değil, yirmi uc senelik risĂ‚let hayatı boyunca defĂ‚larca tekerrur etmiştir. Onlardan birini de Mudrik el-Ezdî şoyle anlatmaktadır:
“Babamla birlikte hac yapıyordum. Mina'ya gelip konaklayınca, bir toplulukla karşılaştım. Babama:
– Bu cemaat ne icin toplanmış, diye sordum. Babam:
– Kavminin dinini terk etmiş olan şu kişi icin, dedi. İşĂ‚ret ettiği tarafa bakınca Resûl-i Ekrem Efendimiz'i gordum:
«– Ey insanlar! LĂ‚ ilĂ‚he illallĂ‚h, deyiniz de kurtulunuz!» diye sesleniyordu. İnsanlardan kimi onun yuzune tukuruyor, kimi başına toprak sacıyor, kimi de ona sovup sayıyordu. Oğleye kadar bu hĂ‚l devam etti. O sırada, yakası acılmış bir kız, icinde su bulunan bir kap ve elinde bir mendil olduğu hĂ‚lde geldi. Ağlıyordu. Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz kabı alıp sudan icti, elini yuzunu yıkadı. Başını kaldırıp:
«– Kızcağızım, yakanı başortunle ort! Baban hakkında tuzağa duşurulup oldurulecek ve zillete uğrayacak diye korkma!» buyurdu. Bunun kim olduğunu sorduk, «Kızı Zeyneb!» dediler.” (Heysemî, VI, 21)
AllĂ‚h Resûlu'nun İslĂ‚m'ı tebliğ yolunda uğradığı bu tur eziyet ve işkencelere karşı sabrı; “Ne bitmez olsa tahammul, onun da bir sonu var!” diyen şĂ‚iri dahî şaşırtacak derecede yuksek ve erişilmezdi. O -sallallĂ‚hu aleyhi ve sellem- cocukluğundan vefĂ‚tına kadar hep buyuk acılarla karşılaşmıştır. Babasını, annesini, dedesini, amcası Ebû TĂ‚lib'i, sevgili hanımı Hz. Hatîce'yi, şehitlerin efendisi Hamza'yı ve evlĂ‚tlarını bir bir Hakk'a uğurladı. Cok sevdiği ashĂ‚bından bir coğunu kendi elleri ile kabre koydu. Ancak bunların hicbiri onun metĂ‚netini ve muvĂ‚zenesini bozmadı, sabrını taşırmadı.
Kendisi ve ashĂ‚bı en ağır işkencelere mĂ‚ruz kaldıkları hĂ‚lde AllĂ‚h'ın emri gereği sabırda sebĂ‚t ettiler. Aziz Peygamber, sabrı taşan ashĂ‚bının metĂ‚netini zaman zaman yeniliyor, onlara umid ve mujde veriyordu. HabbĂ‚b bin Eret -radıyallĂ‚hu anh- anlatıyor; “ResûlullĂ‚h -sallallĂ‚hu aleyhi ve sellem- Ka'be'nin golgesinde bir burdeyi yastık yapmış uzanırken yanına geldim. O zaman muşriklerden buyuk işkenceler goruyorduk. AllĂ‚h Resûlu'ne:
«– Bize yardım etmiyor musunuz, bizim icin AllĂ‚h'a yalvarmıyor musunuz?» diye şikĂ‚yette bulunduk. Efendimiz mubarek yuzu kızarmış olarak kalkıp oturdu ve şoyle buyurdu:
«– Sizden once oyleleri vardı ki kişi yakalanıyor, onceden hazırlanan cukura gomuluyor, sonra getirilen bir testere ile başının ortasından ikiye bolunuyordu. Ancak bu yapılanlar onu dîninden aslĂ‚ donduremiyordu. Yine oyleleri vardı ki demir taraklarla taranıyor, kemiklerinin uzerinde et ve sinirlerden başka bir şey kalmıyordu. Ancak bu yapılanlar da onu dîninden aslĂ‚ donduremiyordu. Yemin ederim ki AllĂ‚h bu dini tamamlayacaktır. Oyleki bir yolcu devesine binip San'Ă‚'dan kalkıp Hadramevt'e kadar gidecek de AllĂ‚h'tan başka hicbir şeyden korkmayacak! Koyunu icin de sĂ‚dece kurttan korkacak. Ancak siz acele ediyorsunuz.»” (BuhĂ‚rî, MenĂ‚kıb, 25; MenĂ‚kıbu'l- EnsĂ‚r, 29)
Resûl-i Ekrem Efendimiz din duşmanları ile mucĂ‚dele ederken, onların eziyetleri yanında, imkĂ‚nsızlıklardan kaynaklanan bircok sıkıntılara da katlanmıştır. Hicbir zaman bunları mĂ‚zeret olarak ileri surmemiştir. Yokluk ve kıtlığın en şiddetli olduğu zamanlarda bile AllĂ‚h yolunda gayretine devĂ‚m etmiş, imkĂ‚nsızlıkların verdiği her turlu zorluğa da ashĂ‚bı ile birlikte sabretmiştir. Ebû MûsĂ‚ el-Eş'arî -radıyallĂ‚hu anh- bunun bir misĂ‚lini şoyle anlatır:
“ResûlullĂ‚h -sallallĂ‚hu aleyhi ve sellem- ile birlikte sefere cıkmıştık. Altı kişi nobetleşe bir deveye biniyorduk. Ayaklarımız delindi. Benim de ayaklarım delinmiş ve tırnaklarım duşmuştu. Ayaklarımıza bez parcaları sarıyorduk. Bu bez parcalarından dolayı o sefere ZĂ‚tu'r-rikĂ‚' ismi verildi.”
Hadisi nakleden Ebû Burde diyor ki; “Ebû MûsĂ‚ bunları soyledi, sonra da yaptığından hoşlanmadı ve «Bunları soylemekle hic de iyi etmedim.» diye pişmanlığını dile getirdi. HerhĂ‚lde o, AllĂ‚h icin yaptığı bir yiğitliği ifşĂ‚ etmiş olduğundan dolayı uzuldu.” (BuhĂ‚rî, Meğazî, 31)
Fahr-i KĂ‚inĂ‚t -sallallĂ‚hu aleyhi ve sellem-, ne kadar zor da olsa, ashĂ‚bıyla hep aynı şartları paylaşmış, hicbir zaman kendini onlardan farklı bir konumda gormemiştir. İnsanlar aclık cekmekteyse, bunu herkesten once Peygamber Efendimiz ve Ă‚ilesi cekmiştir. Oysa CenĂ‚b-ı Hak tarafından Peygamberimiz'e, isterse yeryuzu hazinelerinin verileceği, dilerse Mekke dağlarının kendisi icin altın hĂ‚line getirileceği teklif edilmişti. Resûl-i Ekrem bunları istemeyerek şoyle dedi:
“Bir gun ac kalıp sabreder, bir gun karnımı doyurur şukrederim. Cunku îmĂ‚n, biri diğerini tamamlayan iki yarımdan oluşur: Bir yarısı şukur, diğer yarısı da sabırdır. AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ şoyle buyurur ; « Şuphesiz bunda cok sabreden, cok şukreden her (mu'min) icin ibretler vardır.» (İbrĂ‚him 14/5) ” ( HĂ‚kim, II, 484)
Server-i Âlem Efendimiz zafere ulaştıktan ve devletini kurduktan sonra bile bedevîlerin kabalıklarına, munĂ‚fıkların ezĂ‚larına katlanmış ve onları en guzel şekilde idĂ‚re etmiştir. Ummetinin de kendisini ornek alıp insanları guzellikle idĂ‚re etmelerini ve onlara hizmette bulunmalarını isteyerek:
“İnsanların arasına karışıp onların ezĂ‚larına katlanan Musluman, onlara karışmayıp, ezĂ‚larına katlanmayandan daha hayırlıdır.” buyurmuştur. (Tirmizî, KıyĂ‚met, 55) AbdullĂ‚h bin Mes'ûd -radıyallĂ‚hu anh- buna misĂ‚l teşkil edecek bir hĂ‚diseyi şoyle nakleder:
“ResûlullĂ‚h -sallallĂ‚hu aleyhi ve sellem- Ci'rĂ‚ne'de Huneyn ganimetini boluşturduğu sırada uzerine yığılıp o kadar rahatsız ettiler ki nihĂ‚yet (onceki bir peygamberden bahsederek); «Yuce AllĂ‚h kullarından bir kulunu kavmine gondermişti. Kavmi onu dovmuşler ve başını da yarmışlardı. O kul ise hem alnından akan kanı eli ile siliyor hem de; YĂ‚ Rabbî kavmimi affet! Cunku ne yaptıklarını bilmiyorlar, diyerek duĂ‚ ediyordu.» buyurdu.” (İbn-i Hanbel, I, 456; Muslim, CihĂ‚d, 105)
Sevgili Peygamberimiz, hastalıklarında da bizlere ornek olacak sabır numûneleri sergilemiştir. Ebû Said el-Hudrî, ResûlullĂ‚h Efendimizi, hasta iken ziyĂ‚retine gitmiş ve onun ne buyuk acılara katlandığını bizzat muşĂ‚hede etmiştir. O sozlerine şoyle devam ediyor:
“Elimi uzerine koydum, harĂ‚retini, yorganın ustunden hissediyordum.
– Ey AllĂ‚h'ın Resûlu, harĂ‚retiniz cok fazla! dedim.
«– Biz (peygamberler) boyleyiz. BelĂ‚lar bize kat kat gelir, buna mukabil mukĂ‚fatları da kat kat verilir.» buyurdu.
– Ey AllĂ‚h'ın Resûlu! İnsanların en cok belĂ‚ya mĂ‚ruz kalanları kimlerdir, diye sordum.
«– Peygamberler!» buyurdu.
– Sonra kimler, dedim.
«– Sonra sĂ‚lihler!” buyurdu ve şu acıklamayı yaptı; «Onlardan biri fakirliğe oylesine mubtelĂ‚ olur ki kendini orten bir abĂ‚dan başka bir şey bulamaz. Onlar, sizin bolluğa sevindiğiniz gibi belĂ‚ya sevinirler.» ” (İbn-i MĂ‚ce, Fiten, 23)
ResûlullĂ‚h -sallallĂ‚hu aleyhi ve sellem- insanların hayatta başlarına gelecek buyuk veya kucuk musîbetlere sabretmelerini ve CenĂ‚b-ı Hak'tan sevĂ‚bını ummalarını istemiştir. İki sevdiğiyle (yani iki gozunun alınması ile) imtihan edilen kimselerden sabır gosterenlerin bedelinin cennet olduğunu (BuhĂ‚rî, MerdĂ‚, 7), hastalandığı zaman AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚'ya hamd ve senĂ‚ uzere bulunan bir kulun, olurse cennete gireceğini; şifĂ‚ bulursa etinin daha hayırlı bir etle, kanının daha hayırlı bir kanla değiştirileceğini ve gunahlarının da affedileceğini bildirmiştir. (Muvatta, ? Ayn, 5) Bu sebeple hastalıklara ve belĂ‚lara, AllĂ‚h'tan ecrini umarak sabretmek gerekmektedir. Mehmed Âkif, hasta icin uzulen ve kendini harĂ‚b eden bir kimseyi tesellî ederken, aynı zamanda sabrın mantığını ve insanı insan yaptığını da ortaya koyarak şoyle demektedir:
Dedim: Nedir bu senin yaptığın, duşunsene bir!
Bırak şu hastayı artık biraz da kendisine.
Ne cĂ‚re, hukm-i kader Ă‚kıbet zuhûra gelir,
CenĂ‚ze şekline girmekte boyle fĂ‚ide ne?
Senin bu yaptığın AllĂ‚h'a karşı isyĂ‚ndır;
Asıl, felĂ‚kete sabreyleyenler insandır!...
Hastalıklara ve felĂ‚ketlere sabretmek insana cenneti kazandırır. Bunu acıkca ortaya koyan bir hĂ‚dise şoyledir:
İbn-i AbbĂ‚s -radıyallĂ‚hu anh-, AtĂ‚ bin Ebî RabĂ‚h'a; “Sana cennet ehlinden bir kadın gostereyim mi?” dedi. O da; “Evet goster!” cevĂ‚bını verdi. Bunun uzerine İbn-i AbbĂ‚s şoyle devĂ‚m etti; “İşte, şu siyahî kadın var ya, o, ResûlullĂ‚h'a gelip; “Ben sarĂ‚lıyım, (nobet gelince) ustumu başımı acıyorum. AllĂ‚h'a benim icin dua ediver!” demişti. Efendimiz; “Dilersen sabret, sana cennet verilsin; dilersen şifĂ‚ vermesi icin AllĂ‚h'a dua edeyim.” buyurunca kadın; “Oyleyse sabredeceğim, ancak ustumu başımı acmamam icin dua ediver!” dedi. ResûlullĂ‚h da ona oyle dua etti . ” (Buharî, MerdĂ‚, 6)
Efendimiz -sallallĂ‚hu aleyhi ve sellem- bu tur musîbetlere uğrayanların nasıl duĂ‚ edeceklerini de oğretmiştir. Ummu Seleme -radıyallĂ‚hu anh Ă‚- şoyle der:
Bir defĂ‚sında ResûlullĂ‚h'ı; “Kendisine bir musîbet gelen Musluman, AllĂ‚h'ın emrettiği:
«Biz AllĂ‚h'a Ă‚idiz ve ancak O'na doneceğiz. AllĂ‚hım! Bana bu musîbetten dolayı ecir ver ve bana bundan daha hayırlısını ihsĂ‚n eyle!» derse, AllĂ‚h o musîbeti alır ve mutlaka daha hayırlısını verir.” buyururken işitmiştim. Kocam Ebû Seleme vefat ettiği zaman; “Hangi Musluman Ebû Seleme'den daha hayırlıdır ki? ResûlullĂ‚h'ın emriyle ilk hicret eden hĂ‚ne onun hĂ‚nesiydi.” dedim. Bununla birlikte yukarıdaki duĂ‚yı da okudum. AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚, Ebû Seleme'nin yerine bana ResûlullĂ‚h -sallallĂ‚hu aleyhi ve sellem-' i verdi. (Muslim, CenĂ‚iz, 3)
Sabrın hakîki mĂ‚nĂ‚sına guzel bir misĂ‚li de ashĂ‚b-ı kiramdan nakledelim:
Uhud savaşı sonrası Abdulmuttalib'in kızı Safiye, kardeşi Hz. Hamza'yı gormek uzere şehidlerin bulunduğu tarafa yoneldi. Oğlu Zubeyr kendisini karşılayarak:
– ResûlullĂ‚h geri donmeni emrediyor, dedi. O da:
– Nicin? Kardeşimi gormeyeyim mi? Ben onun kesilip doğrandığını zĂ‚ten haber aldım. O, bu musîbete AllĂ‚h yolunda uğradı. ZĂ‚ten bizi de bundan başka turlusu tesellî etmezdi. İnşaallĂ‚h sabredip ecrini AllĂ‚h'tan bekleyeceğim, dedi. Zubeyr gidip annesinin soylediklerini AllĂ‚h Resûlu'ne bildirdi. Âlemlere Rahmet Efendimiz:
“– Bırak oyleyse gorsun.” buyurdu. Safiye de kardeşinin cesedi yanına gelerek duĂ‚ etti. (İbn-i Hacer, el-İsĂ‚be, IV, 349)
Ne kadar buyuk bir sabır orneği! Herkes tarafından sevilen, İslĂ‚m'a pek cok hizmeti dokunan ve “AllĂ‚h'ın Arslanı” sıfatına lĂ‚yık olan boyle bir kahramanın uğradığı fecî musîbet, dunyĂ‚da tahammulu en zor işlerden biridir. Ancak kardeşinin başına gelen şeyin AllĂ‚h yolunda olması, Hz. Safiye'yi tesellî etmeye yetmiştir. O, AllĂ‚h rızĂ‚sı icin sabretmiş ve ecrini de yine O'ndan beklemiştir.
Şuphesiz Muslumanlar icin en buyuk acı, sabretmesi ve tahammul gosterilmesi en zor hĂ‚dise, Âlemlerin Efendisi'nin ummetini yetim bırakarak Refîk-i ÂlĂ‚'ya gitmesidir. O gun, Hz. Enes'in ifĂ‚de ettiği gibi Medine'deki herşey kararmıştı. AshĂ‚b-ı kirĂ‚m o muazzez vucûdu, vefĂ‚tına inanamayarak, istemeye istemeye defnetmişlerdi. (İbn-i Hanbel, III, 221, 268, 287; Tirmizi, Menakıb, 3) Buna rağmen Muslumanlar, Efendimiz'in vefĂ‚tına bile sabretmişler ve ızdıraplarını sînelerine gommuşlerdir. Bundan sonraki musîbet ve belĂ‚lar ise onlar icin artık bir hic mesĂ‚besindedir. Artık bir acıya giriftĂ‚r olan muminlerin, Efendimiz'in vefĂ‚tını hatırlayarak tesellî bulması cok daha kolay olmalıdır. Nitekim ResûlullĂ‚h -sallallĂ‚hu aleyhi ve sellem -; “Herhangi bir musîbete uğrayan Muslumanlar, benim vefĂ‚tımla başlarına gelen musîbeti duşunerek tesellî bulsunlar ve sabretsinler.” (Muvatta, CenĂ‚iz, 14) sozleriyle bunu kasdetmişlerdir.
HĂ‚sılı, sabır gamdan ve darlıktan kurtulup rahata ermenin en emin yoludur. Cunku sabır ilĂ‚cı, hem gozdeki gaflet perdelerini kaldırır hem de sĂ‚hibinin gonlunu ferahlatır ve sadrını acar. CenĂ‚b-ı Hakk, yuzbinlerce tesirli ve faydalı ilac yaratmıştır, ancak insanoğlu sabır kadar faydalı bir devĂ‚ gormemiştir.

Alıntıdır..

__________________