Talim ve terbiyeden ne anlamalıyız? Nesiller nasıl ve ne suretle terbiye edilmelidir? Onlara neleri, nasıl ve nicin okutmalıyız? Ve bu kudsî vazifeyi kimler gorecektir?
Terbiye ile alÂkalı mevzuları ele alırken, kendi kendimize soracağımız bu suallere inandırıcı cevaplar bulma mecburiyetindeyiz.
Hedef ve gayesi belirlenememiş bir talim ve terbiye sistemi nesilleri şaşkına cevireceği gibi, nelerin nasıl oğretileceği ve terbiyede takip edilecek usûl ve metodun neler olacağı bilinmeden genclerin kafa ve ruhlarına yerleştirilen şeyler de onları sadece birer bilgi hamalı yapacaktır.
Milletlerin ictimaî yapılarıyla terbiye usul ve esasları arasında acık bir alÂka, yakın bir bağ mevcuttur. Millet fertlerine nasıl bir terbiye verilirse, toplum da yavaş yavaş giderek o şekli almaya başlar. Zira bugun yetiştirilen nesiller, yarının yetiştiricileri olarak vazife başına gececek ve ustatlarından aldıkları aynışeyleri, cıraklarının gonullerine boşaltacaklardır. Milletlerin cismanî varlıklarını devam ettirmelerinde evlenme ve ureme ne ise, onların ahlÂkî ve ictimaî hayatları icin terbiye de aynışeydir. Evlenme mevzuunu sağlam esaslara bağlayamamış milletler kendilerini inkırazdan kurtaramayacakları gibi, cemiyetin ruhî ve ahlÂkî durumuna gereğince ehemmiyet veremeyen milletler de kat'iyen uzun sure varlıklarını surduremeyeceklerdir.
Bir milleti meydana getiren fertlerden her biri, az cok diğerine tesir eder veya ondan bir şeyler alarak onun tesirinde kalır. Bunun gibi anane ve gelenekler, uzak-yakın cevrenin tesiri de yetişmede onemli birer yer işgal ederler. Bir aile reisi kendi aile fertleri arasında, milleti idare edenler de cemiyetin ceşitli kesimleri ve fertleri arasında kuvvetli tesir ve nufuza sahiptirler. Buna gore, bir milletin, kabiliyeti olcusunde yukselmenin en son noktasına ulaşması ve fonksiyonunu tamı tamına eda etmesi, o milleti meydana getiren fertlerin duşunce, tasavvur, kulturuyle ve zimamdarlarının da plÂn, basiret ve hasbîlikleriyle yakından alÂkalıdır. İdare edenlerin eğilip fertleri gorup gozetmeleri, fertlerin de birer ictimaî varlık hÂline gelme yolundaki gayretleri, bir taraftan "Herkes coban ve herkes guttuğunden mesuldur."1 prensibinin, diğer taraftan da "yaşama yerine yaşatma zevkine" gore akort olmanın ifadesidir.
Nesillerin yetiştirilmesiyle meşgul olanlar, bu vazifeyi hangi nam altında yerine getirirse getirsinler, uzerlerine aldıkları mesuliyetin buyukluk ve ehemmiyetini bir Ân bile hatırdan cıkarmamalıdırlar. Bizler, cocuklarımızın geleceğini teminat altına alma uğrunda her yolu dener, her ihtimali değerlendirir, onların hicbir şeye muhtac olmamaları icin her sıkıntıyı goğusler, her zorluğa katlanır, onlara "cennet-ÂsÂ" bir dunya hazırlamaya calışırız. Acaba onları gercek sermaye olan ahlÂk ve fazilete yukseltemediğimiz, idrak ve kulturle istikrara ulaştıramadığımız zaman butun himmet ve gayretlerimiz boşa gitmeyecek midir?..
Evet, bir milletin en buyuk sermayesi, talim ve terbiyenin bağrında gelişen kultur, irade sağlamlığı, ahlÂk ve fazilet sermayesidir. Bu sermayeyi elde eden milletler, cihanları fethedebilecek bir silÂhı yaka-lamış ve dunya hazinelerini acabilecek sırlı bir anahtara malik olmuş sayılırlar. Aksine, bu terbiye ve bu anlayışa yukselememiş yığınlar, ileride verecekleri hayat mucadelesinin daha ilk raundunda nakavt olup eleneceklerdir.
Eğer nesillerin dimağlarını yaşadıkları devrin fenleriyle, gonullerini de otelerden gelen esintilerle donatarak, ruhlarında birer fener hÂline getireceğimiz tarih menşûruyla onları geleceğe baktırabilirsek, inanın bu uğurda sarf ettiğimiz şeylerin en kucuk parcası dahi heder olmayacaktır! Heder olmak şoyle dursun, kat kat fazlasını dahi alacağımız soylenebilir. Hatt diyebilirim ki; nesillerin yetiştirilmesi uğrunda harcanan her kuruş, o sağlam gonullerde, o terbiye gormuş ruhlarda Âdeta bir gelir kaynağı hÂline gelecek ve milletce, bitip tukenme bilmeyen bir hazine elde etmiş olacağız.
İyi bir terbiye gormuş ve yetiştirilmiş nesiller, hayat mucadelesinde karşılarına cıkan her engeli go-ğusleyebilecek, maddî-mÂnevî her ceşit zorluğu yenebilecek ve hicbir zaman umitsizliğe duşmeyecek-lerdir. Boyle bir idrakten mahrum tÂli'sizler ise, babalarından intikal eden maddî serveti har vurup harman savurdukları gibi, mÂnen de hep boşlukta, sallantıda ve karamsar bir hayat gecirecek, sonra da sefaletin kuduz dişleri arasında kahrolup gideceklerdir.
Bugun yolların ayrımında, kendi evlÂtlarını ya insanlığa yukseltme veya insan azmanı olmaya terk etme mevkiinde bulunan zimamdarlar, nasıl Kafdağı'ndan ağır bir sorumluluk yuklendiklerini duşunerek, yıllar yılı ihmallerin meydana getirdiği ciddî curumelere karşı daha sağlam, daha tutarlı tedavi yolları bulma mecburiyetindedirler. Yoksa bugune kadarceşitli erozyonlarla elli bin defa varlığının en kıymetli cevherlerini mechul denizlere kaptırmış bahtsız nesiller, butun butun "kuvve-i inbÂtiye"lerini kaybederek tamamen verimsizleşecek ve bir daha da kendi ozleriyle varlığa eremeyecek, gecmişteki ihtişamlarına ulaşamayacaklardır.
__________________