
Biz, gozlerimizde sevginin zaferleri, kulaklarımızda onun davulunun, kosunun sesi bir atmosferde yetiştik. Gonullerimiz hep onun bayrağının dalgalanma heyecanıyla attı. Sevgiyle o kadar icli-dışlı olduk ki, neticede hayatımızı butun butun ona bağlayıp ruhumuzu da ona adadık. Artık biz yaşarsak sevgiyle yaşar, olursek sevgiyle oluruz. Her nefeste, butun benliğimizde onu duyar; soğukta onunla ısınır, sıcakta da onunla serinleriz. Bizim harb u darbimizde gum gum sevgi davulunun sesi duyulur; sulh u sukûnumuz da yine sevgi mehteriyle şolenleşir.
Bin bir fenalığın kol gezdiği şu fevkalÂde kirlenmiş dunyada, her zaman temiz kalabilmiş bir şey varsa o sevgi, onca sararıp solan gulendam şeylerin yanında hic renk atmadan guzellik ve cazibesini koruyabilmiş bir dilber varsa o da yine sevgidir. Dunyada hicbir millet ve hicbir toplumda ondan daha gercek, daha kalıcı bir şey yoktur. Onun ninniden daha yumuşak, daha sıcak sesinin hissedildiği yerlerde butun sesler soluklar kesilir, butun enstrumanlar susar ve en tatlı nağmeleriyle sessizlik murÂkabesine dalarlar.
Varlık, bilinip gorulme fitilinin, sevgi cerağından tutuşturulması sonucu meydana gelmiştir. Eğer Hakk'ın yaratma sevgisi olmasaydı, ne aylar, ne guneşler ne de yıldızlar meydana gelirdi. KÂinatlar birer sevgi şiiri, yerkure de bu şiirin kafiyesidir. Tabiat kitabı ve eko sistemde her zaman sevginin gur solukları duyulur. İnsanî munasebetlerde de hep onun bayrağı dalgalanır durur. İnsanlar arasında her zaman revacını koruyan bir akce varsa o da sevgidir.. ve sevginin değeri kendindendir. Sevgi, en saf altınla bile tartılsa ondan ağır gelir. Altın da, gumuş de değişik borsa ve piyasalarda her zaman değer kaybedebilirler ama; sevginin kapıları her zaman butun olumsuzluklara kapalıdır ve hicbir haricî mudahale onun ic ahengini bozamaz. Bugune kadar, butun butun kine, nefrete, duşmanlığa kilitlenmiş canavar ruhlardan başkası da ona karşı koymayı, onunla savaşmayı duşunmemiştir. Bence, canavar ruhları uysallaştırmanın biricik iksiri de yine sevgidir. Dunyevî zenginliklerin tesir alanının dışında nice problemler vardır ki, sevginin buyulu anahtarından başka hicbir şeyle cozulememiştir. Zaten dunyada hicbir değerin sevgiye karşı koyması ve onunla rekabet etmesi de mumkun değildir. Altının, gumuşun, dovizin, cekin, senedin kartelleri hemen her maratonda muhabbet fedaileri karşısında nakavt olagelmişlerdir. Evet, maddenin patronları, onca gurultu, patırtı, şov ya da ihtişama rağmen gun gelmiş sermayeleri bitmiş, pazarları sona ermiş, ocakları sonmuştur ama, sevginin cerağı her zaman par par yanmış ve ışık olup butun gonullere, ruhlara akmıştır.
Muhabbet rahlesi onunde diz cokup omrunu sevgi meşk etmeye adamış tÂli'liler, hicbir zaman sozluklerinde, kine, nefrete, gayza, komploya yer vermemiş ve olumleri pahasına da olsa duşmanlığa başvurmamışlardır; vurmazlar da. Onların muhabbetle iki buklum olmuş boyunları her zaman sevgiye selÂm durmuş ve sevgiden başkasına kıyam etmemiştir. Hele onlar birer sevgi kuheylanı gibi şahlandıklarında, duşmanlık duygusu saklanacak in aramaya durmuş; nefret, gayzından catlamış; kin, olduren bir yutkunmaya donuşmuş ve komplo gelip sahibinin boynuna dolanmıştır.
Bugune kadar şeytanın en tehlikeli oyunlarını boşa cıkaran bir buyu varsa o da sevgidir. Nebiler; firavunların, nemrutların, şeddatların gayız ve ofke ateşlerini sevgi kevserleriyle sondurmuşlerdir. Butun hak dostları, şirazesi kopmuş bir kitabın eczası gibi şuraya-buraya sacılmış disiplinsiz ve asi ruhları sevgiyle bir araya getirmiş ve insanî munasebetler alış verişinde buluşturmuşlardır. Sevginin gucu her zaman HÂrût ve MÂrût'un sihrini bozacak kadar aşkın olmuş ve Cehennem ateşini sondurecek kadar da tesirli. Bu itibarla da sevgi silahına sahip olan birinin artık bir başka silaha ihtiyac duyacağını sanmıyorum.. evet sevgi, namlusundan fırlamış mermi ve top gullelerini bile tesirsiz hÂle getirecek kadar gucludur.
İnsanın insanları sevip cevresine alÂka duyması, hatta butun varlığı şefkatle kucaklayabilmesi, biraz da kendini bulup bilmesine, kendi mahiyetini keşfedip Yaratıcısıyla olan munasebetini duymasına bağlıdır. O, kendi derinliklerini, kendi ozundeki cevherleri duyup hissedebildiği olcude, aynı hususların başkalarında da bulunduğunu duşunur, hem Yaradan'a nisbetin hatırına hem de mahiyetindeki cevherlere karşı kadirşinas davranma hissiyle her varlığı daha bir farklı gorur, daha bir farklı duyar ve daha bir faklı değerlendirir. Aslında bizim birbirimizin kadrini bilip birbirimize karşı saygılı davranmamız, her birerlerimizde meknî ve meknûz bulunan cevherlerin bilinmesiyle yakından alÂkalıdır. Peygamber beyanı olarak kitaplara gecen "Mu'min mu'minin aynasıdır."1 sozunu, daha da genişleterek, "İnsan insanın aynasıdır." şekline getirip bu son mulÂhazayı o ifadeye bağlayabiliriz. Bunu yapabildiğimiz takdirde, hemen herkes, kendinde mevcut olan cevherler adesesiyle, diğer insanlarda bulunan derinlikleri, enginlikleri, zenginlikleri sezip duymasının yanında, butun bu onemli mevhibelerin hakikî Sahiplerine bağlanmasını da bilir ki, bu da, butun varlık Âleminde gorulen guzellik ve cemal, sonra da sevgi ve alÂka adına ne varsa hepsi O'na ait demektir. Bu inceliği sezebilen bir ruh, MevlÂna gibi: "Gel, gel aramıza katıl; biz Hakk'a gonul vermiş aşk insanlarıyız! Gel, gel bize katıl da sevgi kapısından iceriye giriver, giriver ve evimizde bizimle beraber otur... Gel birbirimizle icten konuşalım.. (gonullerimizle sarmaş dolaş olalım da) kulaklardan, gozlerden gizli konuşalım.. Guller gibi dudaksız ve sessiz guluşelim.. Tıpkı duşunce gibi dudaksız-dilsiz goruşelim.. Mademki hepimiz biriz, birbirimize dilsiz-dudaksız gonulden seslenelim.. Mademki ellerimiz kenetli, gel bu hÂlden bahisler acalım.. el-ayak, gonul hareketlerini daha iyi anlar, oyle ise gel dilimizi tutalım, titreyen gonullerimizle konuşalım.." der ve gonul dilinden bize destanlar sunar.
Bizdeki bu duygu derinliğini, bu insanî alÂka zenginliğini ne Yunan ve LÂtin duşuncesinde, ne Grek ve Batı felsefesinde gormek mumkundur. İslÂmî duşunce, hemen hepimizi bir cevherin değişik tezahurleri şeklinde gorur ve her birerlerimizi bir hakikatin farklı yuzleri şeklinde mutalÂa eder. Zaten, Allah birliği, peygamber birliği, din, dil birliği, ulke, millet birliği... gibi fasl-ı muşterekler etrafında bir araya gelmiş insanlar –hadîsin ifadesiyle– bir vucudun ayrı ayrı uzuvları mesabesindedir. El, ayağa rakip olamaz.. dil dudağı ayıplayamaz.. goz kulağın kusurunu goremez.. kalb kafa ile cedelleşemez... eğer bunların butunu bir vucudu tamamlayan unsurlarsa, biri iki gormek gibi bu carpık muşÃ‚hede de neyin nesi!? Dunyamızın Cennet hÂline gelmesinin ve Cennet kapılarının ardına kadar acılmasının, acılıp bize "buyurun" edilmesinin onemli bir vesilesi sayılan aramızdaki birliği bozmak da neden!? Birlik ve beraberlik, Allah'ın muvaffak kılmasının bir yolu ise, bu ihtilaf ve iftirakın mÂnÂsı da ne!? Ne zaman bizi birbirimizden uzaklaştıran duyguları, duşunceleri, ruhumuzdan sokup atacak ve birbirimizi kucaklamak icin yollara dokuleceğiz?!
Ayrı ayrı mizac ve meşrepler gibi, Allah'a ulaştıran yollar da mahlûkatın solukları sayısıncadır. Herkes ayrı bir anlayışa, ayrı bir yoruma bağlanır, ayrı bir yoldan yurur, ayrı bir kopruden gecer, ayrı bir merdivenle yukseleceği yere yukselir, ayrı bir helezonla ulaşacağı zirvelere ulaşır.. herkes farklı nağmelerle coşar, farklı enstrumanlar kullanır; ama hepsi de Hakk'ı hoşnut etmeye ve dunyayı Cennetlere cevirmeye koşar. Koşma alanı bu kadar geniş ve hedef de her yola acık ise bu hır-gur de neden!? Hele bir de hasımlarımız, aramızdaki bu ihtilaf ve duşmanlıkları aleyhimizde değerlendiriyorsa...
Konuyla alÂkalı duşuncelerimi bir şairimizin şu enfes sozleriyle noktalamak istiyorum:
"Zen merde, civan pîre, kemÂn tîrine muhtac,
EczÂ-i cihan cumle birbirine muhtac."
Dipnot
1. Ebû DÂvûd, edeb 49; et-TaberÂnî, el-Mu'cemu'l-evsat 2/325.
__________________