Bir muʼmin icin Hak dostları ve sÂlihlerle beraber ve hemhÂl olabilmek, tÂlihlerin en buyuklerindendir. Hak dostlarını ve mÂneviyat ehlini tanıyıp onların yakınlığına nÂil olmak ve yine onların huzurlarında ve cevrelerinde bulunup onların hÂl ve davranışlarındaki feyiz ve rûhÂniyetten istifÂde etmek, CenÂb-ı Hakkʼın buyuk bir lûtfudur, şukru gerektiren mustesn bir nîmetidir.
HÂL TRANSFERİ
Na*sıl ki bir gul bah*ce*sin*de gezen in*sa*nın uze*ri*ne gul ko*ku*la*rı si*ner*se, sÂlihlerin meclisinde bulunan kimselerin gonullerine de o guzel insanlardan feyz ve rûhÂniyet akseder. Zira hÂl sÂrîdir (sirÂyet eder, yayılır). Bilhassa da in*sa*noğ*lu*nun “hÂl”le*rin*de bu ozel*li*k var*dır. Dolayısıyla gonuller, dÂimî bir tesir alışverişi hÂlindedir.
Bu bakımdan sÂ*lih ve sÂ*dık* muʼminlerle beraberlik, nef*si terbiyede -rad*yas*yon gi*bi- mu*şÃ‚*he*de*si im*kÂn*sız, fa*kat neticesi mutlak bir muessirdir.
Âlim*ler*den CÂ*fer bin Su*ley*man -rahmetullÂhi aleyh-, sÂ*lih in*san*lar*la be*ra*ber*li*ğin ken*di*si*ne ka*zan*dır*dı*ğı gonul feyzini şoy*le anlatır:
“Kal*bim*de bir ka*tı*lık his*set*ti*ğim za*man kal*kar, he*men (tÂbiînin buyuk Âlim ve Âriflerinden olan) Mu*ham*med bin VÂ*sî’nin ya*nı*na gi*der, mec*li*si*ne ka*tı*lır, yu*zu*ne ba*kar*dım. Boy*le*ce kal*bim*de*ki ka*tı*lık gi*der, ici*me ibÂ*det ne*şe*si ge*lir, tem*bel*lik uze*rim*den kal*kar ve bir haf*ta boyunca bu ne*şe ile ibÂ*det eder*dim.”
Bunun icindir ki muʼmin; Âlim, Ârif, sÂlih ve sÂdık kullarla beraberliğe buyuk bir ehemmiyet vermeli ve bunun, mÂnevî varlığının en mustesn gıdÂlarından biri olduğunu bilmelidir. Nitekim Âyet-i kerîmede şoyle buyrulur:
“Ey îmÂn eden*ler! Al*lah’tan kor*kun ve sÂ*dık*lar*la be*raber olun!..” (et-Tev*be, 119)
Dik*kat edi*le*cek olur*sa Ce*nÂb-ı Hak, bu Âyet-i ke*rî*me*de kul*la*rı*na; “SÂ*dık olun!” bu*yur*ma*mış, tak*vÂ*nın mu*hÂ*fa*za*sı icin; “sÂ*dık*lar*la be*ra*ber ol*ma*yı” em*ret*miş*tir. Cun*ku sÂ*dık ol*ma yo*lun*da atı*la*cak ilk adım, sÂ*dık*lara mu*hab*betle yonelip onlarla beraber olmaktır. SÂ*dık ol*mak ise, bu du*ru*mun en ta*biî bir ne*ti*ce*si*dir.
Nitekim İslÂm semÂsının yıldızları olan ashÂb-ı kirÂmın pek coğu, cÂhiliye doneminde fıtrata ters, yarı vahşî bir ha*yat yaşıyordu. Fa*kat İslÂmʼla şereflendikten sonra Al*lah Ra*sû*lu r ile engin bir muhabbet iklîminde yaşadıkları beraberlik neticesinde nebevî ahlÂkın kendilerine aksetmesiyle, dunyanın en fazîletli insanları hÂline geldiler.
Onların bu beraberlikte sergiledikleri muhabbet, samîmiyet, gayret ve fedÂkÂrlık da dillere destandır. Cunku onlar, Allah Rasûluʼyle beraber olabilmek uğruna hazarda ve seferde hicbir bedeli odemekten cekinmediler.
Nitekim Uhud Harbiʼnde MuhÂcir ve Ensar’dan bÂzı sahÂbîler canlarından cok sevdikleri Allah Rasûlu r Efendimizʼin etrafını sardılar; O’nun onunde şehîd olmak uzere AllÂh’a soz verdiler ve:
“–Yuzum yuzunun onunde siper, vucûdum Sen’in vucûduna fedÂdır! AllÂh’ın selÂmı her dÂim Sen’in uzerine olsun! Hicbir zaman yanından ayrılmayız y RasûlÂllah!” diyerek sonuna kadar savaştılar. (İbn-i Sa’d, II, 46; VÂkıdî, I, 240)
ZÂtu’r-Rik seferinde ise sahÂbe altı kişi nobetleşe bir deveye biniyor, yurumekten ayakları delinip tırnakları duşuyordu. Yara bere icinde kalan ayaklarını bez parcalarıyla sarıp Allah Rasûluʼnun peşinden gidiyorlardı. (Bkz. BuhÂrî, MeğÂzî, 31)
Yine hanım sahÂbîler de, Rasûlullah r’i gormekte geciken ve uzun zaman Oʼnunla goruşemeyen evlÂtlarını ciddî bir şekilde îkÂz ediyor, bu husustaki ihmÂle asl tÂviz gostermiyorlardı.
VelhÂsıl kalbin mÂsivÂdan muhÂfaza edilmesi ve dÂim hayırlı telkinlere muhÂtap kılınması icin rûhÂniyetlerinden istifÂde edilebilecek peygamber vÂrisi Âlim ve Âriflerle, sÂlih ve sÂdıklarla unsiyet zarû*rîdir. Bu hÂl, insanın belli aralıklarla Âdeta mÂnen şarj olup tekrar enerji kazanması gibidir. Gayret ehli muʼminleri gorup aşk ve şevke gelmek, fazîlet sahibi zÂtların hÂllerinden ibret alarak gaflet uykusun*dan uyanmak, hakîkaten buyuk bir ihtiyactır. Bu sebepledir ki mÂnevî terbiye yolu olan tasavvufta da, sÂlihlerle beraberliğin asgarî olcusu olmak uzere belli aralıklarla bir araya gelmek demek olan “sohbet”lere iştirÂk, son derece muhim bir kÂidedir.
ZÂLİMLER TOPLULUĞUYLA OTURMA!
EcdÂdımız; “Defʼ-i mefÂsid, celb-i menÂfîden evlÂdır.” demişlerdir. Yani kotu ve zararlı şeylerin def edilmesi, iyi ve faydalı şeylerin kazanılmasından daha oncelikli ve muhimdir. Dolayısıyla zÂlim ve fÂsık kimselerin menfî tesirlerine mÂruz kalmaktan sakınmak, sÂlihlerin feyiz halkasına dÂhil olmaktan da once gelen bir zarûrettir. Nitekim İmam GazÂlî Hazretleri, nasihatlerinden birinde buyurur ki:
“EvlÂdım! Son de*re*ce dik*kat ede*ce*ğin bir husus var*sa, o da kim*lerle du*şup kalk*tı*ğın*dır. Şu*nu iyi bil ki, bir se*pet sağ*lam el*ma, icin*de*ki bir cu*ruk el*ma*yı sağ*la*ma cı*kar*ta*maz. Fa*kat bir cu*ruk el*ma, hep*si*ni cu*ru*tebilir. Bu*nun icin dÂ*im sÂ*lih*ler*le du*şup kalk!”
Ra*sû*lul*lah r Efendimiz, sÂlihlerle be*ra*ber ol*up fÂsıklarla ihtilÂttan sakınma*nın ehem*mi*ye*ti*ni ne gu*zel ifÂ*de bu*yu*rmuştur:
“İyi ar*ka*daş*la ko*tu ar*ka*da*şın mi*sÂ*li; misk ta*şı*yan*la ko*ruk ce*ken in*san*lar gi*bi*dir. Misk sahi*bi ya sa*na ko*ku*sun*dan ik*ram eder ve*ya sen on*dan sa*tın alır*sın.
Ko*ruk ce*ke*ne ge*lin*ce; o, ya se*nin el*bi*se*ni ya*kar, ya*hut da onun pis ko*ku*su sa*na si*rÂ*yet eder.” (Bu*hÂ*rî, Bu*yû, 38)
Gorulduğu uzere insanın rû*hî te*mÂ*yul*leri, cevresinde bu*lu*nan*la*ra istîdat*la*rı nisbe*tin*de -az ve*ya cok- fakat mutlak sirÂyet eder. Ustelik hÂllerdeki sirÂyet, si*rÂ*yet eden hÂlin “mus*bet” ve*ya “men*fî” ol*ma*sı*na da bağ*lı de*ğil*dir. Her hÂ*lu*kÂr*da in*ti*kal gercekleşir. Ye*ter ki bu yakınlıkta “mu*hab*bet” ve “un*si*yet” bağ*la*rı bu*lun*sun.
Yani muhabbetle yaklaşılan sÂ*lih kim*se*ler*den go*nul*le*re hu*zur ve fe*rah*lık ak*set*ti*ği gi*bi, gÂ*fil ve fÂsık kim*se*ler*den de sıkıntı ve kas*vet ak*se*der. Zira gul, sumbul, karanfil gibi nÂdide ciceklerle bezenmiş bir bah*ce** uzerinden esen bir meltem, gittiği yerlere gonulleri mest eden hÂrika rÂyihalar gotururken; bunun aksine, kokuşmuş mezbele ve leşler uzerinden gecip gelen bir ruzgÂr da o cirkin kokuları etrafa yayar; boylece nefesleri tıkayıp ruhları daraltır. Dolayısıyla zÂlimler, fÂsıklar ve nefsÂnî bir hayata dalarak AllÂhʼı ve Âhireti unutan gÂfillerle muhabbetli bir ulfet ve unsiyet, mÂnevî hayatın Âdeta kanseridir.
Bunun icindir ki Ce*nÂb-ı Hak, et*raf*la*rı*na dÂim ko*tu te*sirler yayan mun*kir*lerden sakınma husûsunda şoyle buyurmaktadır:
“Âyet*le*ri*miz hak*kın*da ile*ri-ge*ri ko*nuş*ma*ya da*lan*la*rı gor*du*ğun*de, on*lar baş*ka bir so*ze ge*cin*ce*ye ka*dar on*lar*dan uzak dur. Eğer şey*tan sa*na unut*tu*rur*sa, ha*tır*la*dık*tan son*ra ar*tık o zÂ*lim*ler top*lu*lu*ğu ile otur*ma.” (el-En’am, 68)
OLCULER İNCELDİĞİNDE…
Her hususta olduğu gibi sÂlihlerle beraber olup fÂsıklardan sakınmak husûsunda da kalpteki hassÂsiyet arttıkca olculer de incelir, herkesin far*k e*demediği nice tecellîle*r hissedilir. Bunun bir misÂli olan şu hÂdise pek ibretlidir:
SÂmi Efendi Hazretleri’nin sevenlerinden Seyfi Baba, keşfi acık, hÂl ehli bir zÂttı. Topkapı’da oturuyordu. Bir gun Erenkoyʼe, SÂmi Efendi Haz*retleriʼni ziyÂrete gelmişti. Ancak devlethÂneye girer girmez duşup bayıldı. Onu karşılayıp ustÂdın huzûruna iletecek olan kişi telÂşla uzerine su dokup ayılmasını temin ettikten sonra:
“‒Hemen bir doktor cağıralım!” dediğinde Seyfi Baba bitkin bir hÂlde mudÂhale etti:
“–Hayır evlÂdım! Doktor filÂn cağırmayın; hÂlimin maddî bir hastalıkla alÂkası yok! Topkapı’dan Erenkoy’e gelene kadar yollarda rastladığım isyan ehli ve isyan yerlerindeki kasvet tesir etti ve bu tertemiz kapıdan girip birden icerideki rûhÂniyete nÂil olunca gonlum dayanamadı. Bu*ra*da*ki mÂ*ne*vî ik*lî*min be*re*ke*ti ve Ârif*ler sul*ta*nı SÂ*mi Efen*di’nin him*me*tiy*le bi*raz*dan hic*bir şe*yim kal*maz.” de*di.
HÂllerdeki sirÂyet, gayr-i ihtiyÂrî beraberliklerde bile bu kadar tesirli olurken takv ehli bir muʼminin kendi irÂde ve arzusuyla gÂfillerle du*şup kalkması asla duşunulemez. Bu hususta gosterilen hassÂsiyet noksanlığı, kişiyi ebedî husrÂna kadar surukleyebilir. Nitekim hadîs-i şerîfte buyrulduğu uzere:
“Ki*şi sev*diği ile be*ra*ber*dir.” (BuhÂrî, Edeb, 96) Yani insan ki*mi se*ver ve kiminle daha cok du*şup kal*kar*sa kı*yÂ*met*te de onun*la haş*ro*lunu*r.
Şeyh SÂ*dî-i Şî*rÂ*zî, hÂl*ler*de*ki si*rÂ*yetin, kişinin mÂnevî hayatını nasıl değiştirebildiğine dÂir şu misalleri verir:
“As*hÂb-ı Kehf’in ko*pe*ği, sÂ*dık*lar*la be*ra*ber ol*du*ğu icin bu*yuk bir şe*ref ka*zan*dı; nÂ*mı Kur’Ân-ı Ke*rîm’e ve ta*ri*he gec*ti. Lût Peygamberʼin ka*rı*sı ise fÂ*sık*lar*la be*ra*ber ol*du*ğu icin kuf*re dû*cÂr ol*du.”
Ubey*dul*lÂh Ah*rÂr Hazretleri de bu hu*sus*ta sevenlerini şoyle îkÂz etmiştir:
“Ağ*yÂr ve bî*gÂ*ne*ler*le be*ra*ber ol*mak, kal*be fu*tûr, rû*ha da*ğı*nık*lık ve gon*le pe*ri*şan*lık ve*rir.”
Ni*te*kim BÂ*ye*zîd-i Bis*tÂ*mî Hazretleri bir* gun, gonlun*de boy*le bir hu*zur*suz*luk his*set*ti. Bir tur*lu ken*di*si*ni o hÂl*den kur*ta*ra*ma*dı. Mec*li*sin*de*ki*le*re:
“–He*le bir ba*kın, ara*mız*da ya*ban*cı bi*ri mi var?” de*di.
Araş*tır*dı*lar, kim*se*yi bu*la*ma*dı*lar. Fa*kat BÂ*ye*zid-i Bis*tÂ*mî ıs*rÂr et*ti:
“–He*le iyi araş*tı*rın. AsÂ*la*rın ol*du*ğu ye*re de ba*kın.” de*di.
Tek*rar araş*tır*dı*lar ve gÂ*fil bi*ri*nin asÂ*sı*nı bul*du*lar. O asÂ*yı dı*şa*rı cı*kar*dı*lar. BÂye*zîd-i Bis*tÂ*mî’nin go*nul hu*zû*ru da ye*ri*ne gel*di.
Bu hÂl, eş*yÂ*ya bi*le si*rÂ*yet eden mÂnevî keyfiyetin acık bir te*zÂ*hu*ru*dur. Duşunmek gerekir ki fÂsık ve zÂlimlerin eşyÂlarından bile gonul darlığı ve kasvet Ârız olursa, onlarla ihtilÂttan ne kadar ciddî bir sûrette sakınmak gerekir!
HÂ*sı*lı; nasıl ki gÂ*fil*ler*den men*fî te*sir*ler zu*hûr edip kal*bi da*ral*tı*yor*sa, sÂ*lih*ler*den de mus*bet ve fe*yiz*li te*sir*ler hÂ*sıl olup gon*lu fe*rah*lat*ır. Hakîkaten sÂlih*lerle kurulan kal*bî irtibÂtın be*re*ke*tiy*le ni*ce mÂ*ne*vî ka*zanc*la*ra nÂ*il oluna*bi*lir.
Fakat sÂlihlerle beraberlikten murÂd; kalbî bir beraberliktir. Zira fiilî beraberlik, her zaman mumkun olmayabilir. Yahut fiilî beraberlik olsa bile kalbî beraberlik olmadığında, yine bir fayda hÂsıl olmaz. Bu sebeple sÂlihlerle beraberlikten kasıt; gonul beraberliğidir, yani hayat ve hÂdiseler karşısında sÂlih ve sÂdıklar gibi hissedip davranabilmektir. Boyle bir beraberlik hÂli varsa zÂhirî beraberliklerin de faydası vardır. Yine bu beraberlik hÂli varsa zÂhirî ayrılıkların ziyÂnı yoktur.
Ote yandan, sÂlihlerle beraberlikten umulan gonul feyzini temin edebilmenin bÂzı guzel usûlleri vardır ki, bunlardan biri de “teberruk”tur.
TEBERRUK COŞKUSU
Teberruk; Allah TeÂlÂʼya duyulan îman muhabbetinden dolayı, Oʼna yakınlığı bulunan butun varlıklardaki ilÂhî tecellîlere gosterilen hurmet ve tÂzim duygusunun tabiî bir neticesidir. Zira bir varlığa duyulan muhabbet, o muhabbete vesîle olan veya onunla alÂkası bulunan her şeye sirÂyet eder. Seven, sevdiğinin her şeyini sevip ona meftûn olur. Teberruk de kalbî olgunlaşma yolunda başvurulan ince bir muhabbet terbiyesidir.
SÂlihlerle beraberlik, insana AllÂhʼı hatırlatıp onun mÂneviyÂtını takviye ettiği gibi, sÂlihleri hatırlatan şeyler de, sÂlih zÂtlarla kalbî irtibÂtı temin eder.
Ayrıca sÂlihlerin feyz ve rûhÂniyetine nÂ*il ol*mak icin baş*vu*ru*lan usûllerden bi*ri olan teberruk, ba*zı*la*rı*nın san*dı*ğı gibi mes*ned*siz ve bid’at ka*bî*lin*den bir iş de*ğil*dir. Zi*ra bu*nun Haz*ret-i Pey*gam*ber r’in ha*yÂ*tın*da sayısız tezÂhurunun olduğuna dÂ*ir ha*dis ve si*yer ki*tap*la*rın*da pek cok rivÂyet bulun*maktadır. Hatt ashÂb-ı kirÂm ve onları tÂkip eden muslumanların, Efendimiz’in zırhı, asÂsı, kılıcı, yuzuğu, sac ve sakalları, ayakkabıları, su ve yemek kapları, elbiseleri gibi eşyÂlarıyla teberruk etmelerine dÂir, BuhÂrîʼde mustakil bir bÂb acılmıştır.
Nitekim Enes bin MÂ*lik t, Peygamber Efen*di*miz’in sac*la*rı ile te*ber*ruk icin as*hÂb-ı ki*rÂ*mın na*sıl bir*bir*le*riy*le ya*rış*tık*la*rı*nı şoy*le nakleder:
“Ra*sû*lul*lah r Efen*di*miz’i gor*dum; ber*be*ri onu tı*raş edi*yor*du. As*hÂ*bı da Âde*ta Oʼnun et*ra*fın*da per*vÂ*ne ol*muş*lar*dı. Bir tek sac te*li*nin da*hî ye*re duş*me*me*si*ni, mu*hak*kak bi*ri*si*nin eli*ne duş*me*si*ni is*ti*yor*lar*dı.” (Mus*lim, Fe*zÂ*il, 75)
AshÂb-ı kirÂmın, Fahr-i KÂinÂt Efendimiz’e Âit herhangi bir şeyle teberruk gayretlerinin en gu*zel mi*sÂl*le*rin*den bi*r diğeri de HÂ*lid bin Ve*lid t’ın, Haz*ret-i Pey*gam*ber’in sac*la*rın*dan bir*kac mu*bÂ*rek te*li sa*rı*ğın*da sak*la*ma*sı*dır.
Ri*vÂ*yete go*re Ved Haccı’nda Peygamber Efendimiz’in alnındaki sacları kesildiğinde HÂlid bin Velid t:
“–Y RasûlÂllah! Alnının sacını bana ver! Bu hususta hic kimseyi bana tercih etme! Anam-babam Sana fed olsun!” diyerek yalvardı. Saclar kendisine verilince, onları gozlerine surdu ve sarığının on kısmına yerleştirdi. Bu mubÂrek sacların da bereketiyle onun savaşta karşılaşıp mağlup edemediği hicbir topluluk olmadı. Nitekim HÂlid t:
“–Ben onu hangi tarafa yonelttimse, orası fetholundu!” demiştir. (VÂkıdî, III, 1108; İbn-i Esîr, Usdu’l-GÂbe, II, 111)
AshÂb-ı kiram da ilÂhî yardıma mazhar olabilmek icin, uzerlerinde taşıdıkları Peygamber Efendimizʼe Âit saclar ile teberruk ederlerdi.
EsrÂru’l-Muhammediyye adlı eserde şoyle denilmiştir:
“Rasûlullah r’in sacı, asÂsı veya kamcısı, gunahkÂr bir kimsenin kabrine konulsa, o Âsi, konulan şeyin bereketi sÂyesinde azaptan kurtulur. Bu sayılanlar bir insanın evinde veya bir beldede bulunsa, orada yaşayanlar, varlığının farkında olmasalar dahî onun bereketi sayesinde onlara pek cok bel isÂbet etmez. Zemzem suyu ve Zemzem suyu ile ıslatılmış kefen de, bu kabildendir.” (Rûhu’l-Beyan, VII, 486-487)
Yine Efendimiz r, Veysel KarÂnî Hazretleriʼne hırkasını gonderip:
“‒Bunu giysin ve ummetime du etsin!” buyurmuştur. (Muslim, FedÂiluʼs-SahÂbe, 223-225) Bu da Efendimiz rʼin eşyÂsıyla teberruk edilmesinin acık bir işÃ‚retidir.
Nitekim Ebû Bekir tʼın kızı Esm c da bir gun bir cubbe cıkararak şoyle demiştir:
“Bu Allah Rasûlu r’in cubbesiydi. VefÂtına kadar Âişe cʼnın yanında kaldı. Hazret-i Âişe’nin vefatından sonra cubbeyi ben aldım. Nebî r onu giyerdi. Biz onu hastalar icin yıkıyor ve suyu ile (teberruk ederek Allah TeÂlÂ’dan) şif taleb ediyoruz.” (Muslim, LibÂs, 10)
Şu hÂdise de, iyi veya kotu butun mÂnevî keyfiyetlerin eşyÂlar kadar mekÂnlara da sirÂyet edebildiğini, bu yuzden gunah ve mÂsiyetlerin işlendiği ve ilÂhî kahrın tecellî ettiği mekÂnlardan olabildiğince uzak durup sÂlih amellerin îf edildiği ve ilÂhî lûtufların tecellî ettiği mubÂrek ve mukaddes mekÂnlardan mumkun olduğunca istifÂde etmek gerektiğini ne guzel ifÂde eder:
Allah Rasûlu r ashÂbıyla birlikte Semûd Kavmiʼnin yeri olan Hicr bolgesinde konaklamışlardı. AshÂb, oradaki kuyulardan ihtiyacları icin su almış ve bu sudan hamur yoğurmuşlardı. Allah Rasûlu r onlara aldıkları suyu dokmelerini, yaptıkları hamurları da develere yedirmelerini ve SÂlih u’ın devesinin gelip su ictiği diğer kuyudan su almalarını emretti. (BuhÂrî, EnbiyÂ, 17; Muslim, Zuhd, 40)
Yine Efendimiz r buyurur:
“Şu Uhud oyle bir dağdır ki o bizi sever, biz de onu severiz. Yolunuz o tarafa duştuğunde dikenli de olsa oradaki ağaclardan yiyiniz.” (BuhÂrî, CihÂd 71, 74, Etʼıme 28; Muslim, Hac 462, 462, 503-504)
Efendimiz r boyle buyurmakla mubÂrek bir dağ olan Uhud’un civÂrındaki ağacların meyvesinden teberruken yenilmesine teşvikte bulunmuştur. Zira sÂlih amellerin işlendiği mekÂnlara rahmet iner, melekler orada hazır bulunur, oraları huzur ve sekînet kaplar. Boyle mekÂnlarda du ve istiğfÂr ile AllÂhʼa yonelerek oradaki bereketten istifÂde edilmelidir.
Nitekim sahÂbe-i kirÂm, Allah Rasûlu r Efendimizʼin her şeyiyle teberruk hÂlinde yaşamışlardır. O’nun ictiği sudan icmek, O’nun mubÂrek elinin dokunduğu şeyi başa tÂc etmek, O’nun gul kokulu terini, sac ve sakal-ı şerîflerini saklamak ve bu aziz hÂtıralarla Efendimizʼin feyz ve rûhÂniyetini yanlarında hissetmek, Oʼna olan muhabbet ve beyʼatlerini tÂzelemek, hasretlerini bir nebze olsun gidermek ve Oʼnu surekli îman gundemlerinde tutmak, onların gonullerinde apayrı bir lezzet hÂline gelmiştir.
Butun bu rivÂyetlerden anlaşılan odur ki, Rasûlullah r’in kendisi, eşyÂları ve O’na Âit herhangi bir şeyle teberruk etmek; merfû bir sunnet, makbul ve meşrû bir usûldur. Pek cok guzîde sahÂbînin boyle yapması ve Efendimiz r’in de bunu tasdik etmesi, hatt bazen emir, bazen de işaret buyurması, bunun apacık bir delilidir.
As*hÂb-ı ki*rÂm*dan son*ra gelen se*lef-i sÂ*li*hîn de te*ber*ruk*le il*gi*li bu ne*vî usûlleri yaşatmaya de*vam et**miş*ler*dir. Nitekim selef-i sÂlihînin buyuk hadis ustadlarından biri olan Ahmed bin Hanbel’in, Rasûlullah r’e duyduğu muhabbeti aksettiren birkac teberruk misÂlini, oğlu Abdullah şoyle anlatır:
“Babam, Rasûlullah r’in saclarından bir tel alır, onu dudaklarının uzerine koyarak operdi. Babamı, Allah Rasûlu’nun sac telini gozunun uzerine koyarken de gordum. O, Rasûlullah r’in sac telini suya batırır ve o suyu icerdi. Bu suyla (teberruken) Allah’tan şif dilerdi.
Bir gun babam, Rasûlullah r’in su kÂsesini aldı, sonra onu bir kovanın icinde yıkadı ve ondan icti.
Yine o, şif niyetiyle Zemzem suyundan icer, onu ellerine ve yuzune surerdi.” (Zehebî, Siyeru A‘lÂmi’n-NubelÂ, Beyrut 1986-1988, XI, 212)
Yine Hak dostlarından Muînuddîn Ceştî Hazretleriʼnin kabrinin ortusunu her sene değiştirip, eskisini evliyÂnın buyuklerinden birine verirlerdi. YÂhud da zamanın pÂdişÃ‚hına verirler, o da bunu kıymetli bir mucevherat gibi, bir sandıkta teberruken saklardı. İmÂm-ı RabbÂnî Hazretleriʼnin vefÂtına yakın, o kabrin ortusunu yine değiştirdiler ve eskisini Hazretʼe getirip;
“‒Buna en lÂyık olan sizsiniz.” diyerek takdîm ettiler.
İmÂm-ı RabbÂnî Hazretleri tam bir edeple kabûl ettiği ortuyu hizmetcilerine verip kalpten derin bir Âh cekti ve;
“‒Hazret-i HÂce’ye bundan daha yakın bir libÂs, bir ortu yoktur. Bunu saklayın, bana kefen olsun.” buyurdu.
MUHABBET ŞART!..
Teberrukten istifÂdenin sırrı, mubÂrek hÂtıraların sahiplerine duyulan gercek bir “muhabbet”tir. Muhabbetin en buyuk alÂmeti ise fedÂkÂrlık ve itaat ile istikÂmet uzere yaşamaktır. Boyle bir muhabbet varsa teberrukten istifÂde edilir. Aksi hÂlde teberruk edilen eşy veya mekÂn sıradan bir varlık gibi kalır. Tıpkı Yûsuf uʼın Mısırʼdaki gomleğinin kokusunu babası YÂkub uʼın t Kenan ilinden duymasına mukÂbil, gomleği getiren kardeşinin, taşıdığı aziz emÂnetin sırrından habersiz olması gibi. Hazret-i MevlÂn bu misÂli şoyle îzah eder:
“YÂkub’da Yûsuf’un bir cÂzibesi vardı. Bundan dolayı Yûsuf’un gomleğinin kokusu O’na cok uzak bir yerden dahî ulaştı. Gomleği taşıyan kardeşi ise o kokuyu duymaktan mahrum idi. Cunku Yûsuf’un gomleği, kardeşinin elinde bir emÂnet idi. Kardeşi, gomleği goturup Hazret-i YÂkub’a teslim ile mukellefti. Yani o gomlek, kardeşinin elinde, kole tuccarı elinde bulunan mûten bir cÂriye gibiydi. Kole tuccarının nefsi icin değildi...”
VelhÂsıl teberrukten istifÂdeye liyÂkatin şartı, gercek bir muhabbettir. Arzu edilen hÂl transferi, aynîleşme veya mÂnevî yardıma ancak bu sÂyede kavuşulabilir. Yok*sa boyle bir rû*hî de*rin*li*ğe bî*gÂ*ne olanlar, en feyizli nîmetlerin bile bereketinden mahrum kalırlar. Şu kıs*sa, bu husûsu ne guzel izah etmektedir:
Mu*rid*le*rin*den bi*ri BÂ*ye*zîd-i BistÂmî Hazretleri’ne:
“‒Efen*dim, kur*ku*nuz*den bir par*ca ver*se*niz de te*ber*ru*ken uze*rim*de ta*şı*sam!..” der. BÂ*ye*zîd-i BistÂmî ise ce*vÂ*ben:
“–Oğ*lum, sen is*ti*kÂ*met uze*re ol*ma*dık*tan son*ra BÂ*ye*zîd’in kur*ku*ne de*ğil, de*ri*si*ni yu*zup ici*ne gir*sen bi*le fay*da ver*mez!..” bu*yu*rur.
Yani sırf şekille mÂnevî olgunluğa ulaşılamaz. Teberrukten umulan neticenin hÂsıl olabilmesi icin oncelikle zarûrî olan kalbî kıvÂmın kazanılması gerekir.
VÂSITAYI GÂYE EDİNME!
Şunu da ifÂde edelim ki teberruğun faydası, îman muhabbetinden oturu mubÂrek varlıklara gosterilen hurmet sebebiyle CenÂb-ı Hakkʼın yardımını, rahmetini lûtfetmesi sÂyesindedir. Rahmet ve bereketi lûtfeden, teberruk edilen varlığın kendisi değil, yalnızca CenÂb-ı Hakʼtır. Hak TeÂl rahmetini tecellî ettirmediği takdirde, bereketi umulan o varlıklar bir “hic” hukmunde kalır.
Dolayısıyla bu yolda ifrat ve tefrite kacmadan îtidal uzere gidilmelidir. Yani Hakkʼın emrettiği sÂlih amelleri yapmadığı hÂlde, sırf sÂlih zÂtlarla veya onların hÂtıralarıyla teberruğun kendisini kurtarmaya yeteceği şeklindeki ifrat duşuncelerin*den uzak durmak gerekir. Veya teberruk edilen varlıklarda, Âdeta ilÂhî bir kudret vehmetmek gibi yanlışlıklara sapmamak îcÂb eder.
Fakat bu hususta aşırıya kacanları bahÂne ederek teberruğu tamÂmen red*detmek, bunun asr-ı saÂdet ve selef-i sÂlihîn doneminde bulunmayan bir bidʼat ve hatt şirk olduğunu iddi etmek de apacık bir cehÂletin eseridir. Muhim olan, îtidal yolunu tutmaktır. Mutlak fÂilin yalnızca CenÂb-ı Hak olduğunu, kendisiyle teberruk edilen varlıkların sadece AllÂhʼın rahmet, mağfiret ve lûtfunu celbedecek vesîleler*den ibÂret bulunduğunu unutmamaktır. Nasıl ki, seyahat esnÂsında binilen bir arac, gÂye değil vÂsıta ise, kendisiyle teberruk edilen varlıklar da AllÂhʼın rahmetini celbetmek icin başvurulan birer vesîleden ibÂrettir. Fazilet sahibi sÂlih zatlara ait olan eşyalar, Allah TeÂlÂʼnın o zÂtlara değer vermesi sebebiyle değerlidir ve onlara bu yuzden ehemmiyet verilir. Kul, murÂdını, bu vesîleler hurmetine Allahʼtan istemelidir.
Rabbimiz, bu dunyada sÂlih ve sÂdık kullarıyla kalben beraber olabilme*mizi, Âhirette de sevdiği kullarıyla haşrolunmayı cumlemize nasip ve muyesser eylesin. Bizleri kendisine yaklaştıracak her vesîleyi lÂyıkıyla değerlendirebilen, basîret, firÂset ve gayret ehli kullarından kılsın. Yine biz kullarını, mubÂrek gun ve gecelerin ve bilhassa da RamazÂn-ı Şerîfʼin feyz, bereket ve rûhÂniyetin*den mustefîd olan kulları zumresine dÂhil eylesin…
Âmîn!..
__________________
Hak Dostlarının Ornek AhlÂkından -34- SÂlihlerle Beraberlikte TEBERRUK Ufku
Dini Bilgiler0 Mesaj
●23 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaþam & Danýþman
- Eðitim Öðretim Genel Konular - Sorular
- Dini Bilgiler
- Hak Dostlarının Ornek AhlÂkından -34- SÂlihlerle Beraberlikte TEBERRUK Ufku