Allah'ın (c.c.) mubarek isimlerinden biri de "el-Hakk"dır. Bu sıfat-ı ilahîyenin îcabı olarak mutlak hakimiyet ve saltanat O'na aittir.
Hakk'ın bu saltanat ve hakimiyetini kabul etmeyenler, eninde sonunda Hakk'ın acı intikamına dûcar olur ve sefalete suruklenirler. Hakk'a sığınmak, hakkı yaşamak, faili icin izzet; zıddı olan nefse yaltaklanmak ise, zillet ve husrandır.
İnsan, ahsen-i takvîm uzere yaratıldığı icin, ilahî bir ta'yînle butun mahlûkat onun emrine verilmiştir. Bu da ona birtakım ustun haklar kazandırmış, onu şereflendirmiştir. O, Allah'ın yeryuzundeki halîfesi olmak itibariyle de, butun mahlûkata karşı adalet ve merhametle mukelleftir. O derecede ki, Kıyamet mekanında hayvanlar, hakları ile mahkeme olduktan sonra, onlara "Toprak olunuz!" buyrulacak, insan ise, ihlal ettiği hayvan hakları da ceza hanesine ilave olunarak hesap verecektir.
Kur'an-ı Kerîm'in yarısından fazlası, gecmiş kavimlerin hayatındaki ibret verici hadiselerle doludur. Tevhîd mucadelesi ile abad olanlara mukabil kufur ve isyan ile helak olanların hazin akıbetleri, akıl sahiplerine bir ibret olarak sergilenmektedir.
Olum otesinin gaybî hakîkatlerini idrak edemeyen insan, acz noktasında; gaybın lisanına ve irşadına muhtactır. Bu vazîfe de, hususî bir surette vazîfelendirilmiş mustesna kullar olan peygamberler vasıtasıyla îfa olunur.
Meleklerin secdeye mecbur kılındığı Hz. Adem (a.s.);
Semavî hayranlığın esrarını taşıyan Hz. İdris (a.s.);
Zayıf ve fakîr mu'minlere "reziller" diyen kibirli munkirleri tufanlar icinde boğduran Hz. Nuh (a.s.);
İlahî ni'met ve ihsanların sefih nankorleri olan Ad ve Semûd kavimlerini kasırga ve ses ile alt ust ettiren Hz. Hûd (a.s.) ve Hz. Salih (a.s.);
Nemrûd'un zulum ve tehditlerine meydan okuyan, ateş yığınlarını teslîmiyeti ile gul bahcelerine ceviren Hz. İbrahîm (a.s.);
İhlas, sadakat, tevekkul ve teslîmiyeti ile sembolleşen, kıyamete kadar hac ibadetinde butun mu'minlere kıssaları hatırlatılan Hz. İsmaîl (a.s.);
Muhabbet ve hasretle kavrulan ve sabırda abîdeleşen Hz. Ya'kûb (a.s.);
Bir muddet kolelik, sonra zindanda yalnızlık, gariplik, cile, ızdırab, meşakkat, riyazat ve nefs mucahedesini muteakip Mısır'a ve gonullere sultan olan Hz. Yusuf (a.s.);
Sabrın bileyi taşı ve teslîmiyetin zirvesindeki Hz. Eyyûb (a.s.);
Esrar-ı ilahiyeyi Hz. Mûsa'ya talim eden Hz. Hızır (a.s.);
Tevhîd sancağını meşrıkdan mağribe taşıyan Hz. Zulkarneyn (a.s.);
Ahmak Firavun'u Kızıldeniz'in girdaplarında yok eden mûcizeli, asÂlı Hz. Musa (a.s.);
Buyuk bir vecd halinde, istiğfar, dua ve zikrin hakîkatinde derinleşerek karanlıkları aşan Hz. Yunus (a.s.);
Zikri ile dağları, taşları, vahşî hayvanları istiğrak haline getiren Hz. Davud (a.s.); Yuz senelik bir olumden sonra tekrar diriltilerek, kıyametteki yeniden yaratılışa misal olan Hz. Uzeyr (a.s.);
Testere ile ikiye bolunurken dahi "aah!" demeden tevekkul ve teslimiyetini muhafaza eden mazlum peygamber Hz. Zekeriya (a.s.);
Babası gibi olumu şehitlikle karşılayan Hz. Yahya (a.s.);
Muazzam Dunya serveti ve tasarrufunu kalbinin dışında taşıyan Hz. Suleyman (a.s.);
Farik vasfı nefis tezkiyesi olan ve iltica tazarrûsu ile hastalara şifa veren, oluleri dirilten, semavî Hz. İsa (a.s.);
Nihayet Hira'dan Cihanı uyandıran ve insanlığı nûra gark eden Hz. Muhammed Mustafa (s.a.), hep bu gayb aleminin tercumanlığını şerefle îfa ettiler. Peygamberlerin fanî hayatlarıyla kaim olan bu ilahî vazîfe, onların Dunya sahnesinden cekilmeleri ile nihayete ermeyip, veresetu'l-enbiya olan ulema ve meşayıhın dest-i mubarekleri ile kıyamete kadar devam edecektir.
İnsanın en cok muhtac olduğu, kalb gozu ile gorebilmek, kalb kulağı ile işitebilmektir. Kur'an-ı Kerîm'de buyrulduğu gibi, "sağır" ve "a'ma" olanlar, Dunya ve Ahiret mahrumlarıdır.
Neml sûresi 80-81. ayetlerinde;
"Elbette sen olulere duyuramazsın! Arkalarını donup giderlerken sağırlara o daveti işittiremezsin!"
"Sen korleri sapıklıklarından cevirip doğru yola getiremezsin. Ancak ayetlerimize inanıp da teslîm olanlara duyurabilirsin!." buyrulur.
Kufur, isyan, zulum ve haksızlık tarihi, ilahî intikam tatbîkatının dehşetli ornekleri ile doludur. Allah'a (c.c.) ve peygamberlerin gosterdiği yola muhalefet ve isyan edenlerin, er-gec ilahî kudretin acı azabı ve cetin tecellîleri ile karşılaşmaları kacınılmaz bir mecburiyet ve değişmez ilahî bir kanundur.
Hz. Mevlana (k.s.) bu ibretli manzaraları mısralarında şoyle sergiler:
"Ruzgarın Ad Kavmine ne yaptığını gormedin mi? Suyun da Tûfan'da ne yaptığını işitmedin mi?"
"O kin denizinin (Kızıldeniz'in) Firavun'u nasıl helak ettiğini; Karun'un nasıl yerin dibine gectiğini!.."
"Ebabîl kuşlarının fil ordusuna ne yaptığını, tanrılık iddia eden Nemrûd'un başını kucucuk bir sineğin nasıl yediğini!.. "
"Lût'un ahlaksız kavmi uzerine taşların nasıl yağdığını ve onların nasıl karanlık ve mulevves bir su golune gomulduğunu bilmiyor musun?"
"Dunya'daki cansız zannedilen varlıkların (cemadatın) sanki akıllı insanlar gibi peygamberlere yardım ettiklerini uzun uzadıya soylesem..."
"Mesnevi o kadar buyur ve o derece hacim peydah eder ki, kırk deve onu taşımaktan aciz kalır."
"Eğer gozune, sana cefa vermek icin emir verilse, gozun senden yuz turlu intikam alır."
"Eğer dişine seni muzdarip etmesi icin emir verilse, sen dişinden ne acı cefa gorursun. "
"Tıp kitabını ac da hastalıklar bahsini oku. Ten askerinin neler yaptığını gor."
"Madem ki her şeyin canının canı Allah'dır (c.c); canın canı ile duşmanlığa girmekten kork! O'nun emirlerine itaat et!" buyurur.
Tarihin ibret dolu sahîfeleri, adeta bir milletler mezarlığıdır.
İmansızlık, ahlaksızlık ve zulum, milletlerin en belli başlı helak ve yok oluş sebepleridir. İmansız ve zalim kavimlerin "sekerat-ı mevt"i ne muthiş bir azab ve ilahî intikam tablolarıdır. Aradan bin dokuz yuz sene gecmesine rağmen bugun Pompei, sanki ahlaksız insanların taşlaşmış ibret levhalarını sergilemektedir. Sanki manen hayvanlaşan insan siluetleri!..
Bu ibret tecellîleri, onların hakîkatini goremeyen, hadiseleri nefsanî bir duyuşla seyreden idrak mahrumu alıklar icin de basit heykellerden ibarettir.
Yerin dibine gecen azgın, iffetsiz ve hayasız bedbahtların mekanı Sodom-Gomore'yi ve Dunya'yı kendilerine saadetbahş bir taht zanneden, nefislerini putlaştıran Ad ve Semûd'un o taştan oymalı ihtişamlı malikanelerini bugun ancak baykuşlar şenlendiriyor!..
Meryem sûresi, 98. ayette:
"Biz, onlardan once nice nesilleri helak ettik. Sen, onlardan herhangi birinden (bir varlık emaresi) hissediyor veya onlara aid cılız bir ses işitiyor musun" ?
A'raf sûresi, 179. ayette:
"And olsun ki biz, cin ve insandan bir coğunu cehennem icin yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, bunlarla idrak etmezler. Gozleri vardır, bunlarla gormezler. Kulakları vardır, bunlarla işitmezler. Onlar dort ayaklı hayvanlar gibidir. Hatta daha sapıktırlar. Onlar, gaflete duşenlerin ta kendileridir."
Haşr sûresi, 20. ayette
"Ateş (cehennem) yÂrÂnı ile cennet yÂrÂnı bir olmaz. (Ancak) Cennet ehli olanlar muradlarına erenlerdir." buyruluyor.
Hem sûreten ve hem de sîreten, yani manen insan olanlar, Cennet yÂrÂnları, sûreten insan, sîreten (manen) hayvan olanlar ise, Cehennem yÂrÂnlarıdır.
Cehennem yÂrÂnları kendilerini uyanık sanırlar. Halbuki hakkın lezzetini tatmamış saadet fukaralarıdır.
Hem madden hem manen insan olanlar ise, uykuda bile kalben uyanıktır. Nitekim Hz. Peygamber (s. a. ):
"Benim gozlerim uyur. Kalbim uyumaz... " buyurmuştur.
Gonlu Rabbi ile dolu, Rabb'in goren gozu, işiten kulağı olan bir devlet adamı Sultan Alparslan'ın şu hali bu gerceğe ne guzel bir misaldir:
Alparslan, 1071'de Malazgirt Meydan Muharebesi'ne girmeden bembeyaz elbiseler giyindi:
"Bu benim kefenimdir!" dedi. YÂni kendini cihan şohretine değil, vecd ve heyecan icinde şehitliğe hazırladı. İhlası, O'nu, kendisininkinden beş misli buyuk bir orduya sahip Romen Diyojen'e karşı muzaffer kıldı. Askerine harbe girmeden şu veciz hitabede bulundu:
"Ya muzaffer olur, gayeme ulaşırım, ya da şehîd olarak Cennet'e giderim. Sizlerden beni ta'kîb etmeği tercih edenler, ta'kîb etsin. Ayrılmayı tercih edenler, gitsinler. Burada emreden sultan ve emredilen asker yoktur. Zira bugun ben sizlerden biriyim. Sizlerle birlikte savaşan gazîyim. Beni ta'kîb edenler ve nefislerini yuce Allah'a (c. c.) adayarak şehîd olanlar, Cennet'e; sağ kalanlar ise, gaziliğe kavuşacaktır. Ayrılanları ise, Ahiret'te ateş, Dunya'da da alcaklık beklemektedir."
Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Gazî, vefÂtı sırasında oğlu Orhan Gazî'ye ve onun şahsında devam edecek 620 senelik bir İslam devletinin idarecilerine vasiyetinin bir bolumunde:
"Ey oğul! Sakın orduna ve zenginliğine mağrur olma! Hakîkî alim ve ariflere hurmet edip sarayında onlara yer ver! Benim halimden ibret al ki, zayıf, gucsuz bir karınca misali hic layık olmadığım halde buraya geldim ve Allah TeÂlÂ'nın nice nice ihsanlarına ve inÂyetlerine kavuştum. Sen de benim uyduğum ve tatbik ettiğim nizama ittiba eyle!"
Muhammed (s.a.)'in dînini, bu yuce dînin mensuplarını ve O'na itaat eden diğer teb'anı himaye eyle! Allah (c.c.)'ın hakkını ve kullarının hakkını gozet! Dînimizin tayin ettiği beytulmÂldeki gelir ile kanaat eyle!
DÂima adalet ve insaf uzerine bulun! Zulme meydan verme. Zulumden son derece uzak dur! Seni zulme surukleyenleri devletinden uzaklaştır ki, bunlar seni yıkılışa suruklemesin!.." buyuruyor.
TÂrih şahiddir ki, şu zikrettiğimiz iki misaldeki gibi, nefsini aşıp hakkı yaşayanlar, ÂbÂd, azîz ve insanlığa meşale bir ornek olmuşlardır. Hakkı ciğneyenler ve bu sûretle nefislerine esîr olanlar ise, zillet ve meskenet icinde aşağılaşmış ve tarihin copluğunde en alcak mevkîlere duşerek insanlığın yuz karası olmuşlardır.
Ya Rab! Hakkı yaşamayı ve hakkı yuceltmek yolunda bulunmayı, biz aciz kullarına nasîb eyle AMİN
__________________
Hakk'ın Tercumanlığı
Dini Bilgiler0 Mesaj
●24 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Eğitim Öğretim Genel Konular - Sorular
- Dini Bilgiler
- Hakk'ın Tercumanlığı