NEFS

Cahiliye donemi Arap şiirinde daha cok birşeyin ozunu, kendisini belirten zamir olarak kullanılan nefs kelimesi zamanla yirmiyi aşkın anlamı dile getirecek bicimde kullanılmaya başlandı. Ruh, can, kan, benlik, kalb, ic, kimse, buyukluk, yucelik, cevher, nefret, irade, kem goz, nefs kelimesinin dile getirdiği başlıca anlamlar arasındadır. Kur'an'da zamir biciminden başka, ruh, can, ic ve kalb anlamlarında kullanıldığı da gorulur. Felsefi duşuncenin yaygınlaşmaya başlamasından sonra kelime daha cok ruh karşılığında kullanılmaya başlandı; kelami, tasavvufi ve felsefi nazariyelerin konusu durumuna geldi.
Kur'an'da nefs kelimesi coğulu olan enfus ve nufûs bicimleriyle birlikte genellikle ceşitli varlıkların kendilerini belirtmek uzere kullanılır. Ama zaman zaman hayat ilkesi anlamında ruh, kalb ve ic anlamlarında kullanıldığı da gorulur. Sozgelimi,

"Gelin... kendimizi (enfusena) ve kendinizi (enfusekum) cağıralım... (Âli İmran, 3/61) ayetinde "kendimiz=lenfusena" Hz. Peygamber'i, "kendiniz=lenfusekum" ise Hz. İsa hakkında tartışmaya kalkışan Hristiyanları dile getirilmektedir. Kelime, "...sen benim nefsimde olanı bilirsin, ben senin nefsinde (nefsike) olanı bilmem..." (el-Maide, 5/I 16) orneğinde olduğu gibi altı ayette Allah'ı, bir ayette (el-Furkan, 25/3) ilahları, bir ayette de (el-En'am, 6/130) insan ve cin topluluğunu belirtmek uzere kullanılır. "Haydi canlarınızı, ruhlarınızı (enfusekum) cıkarın..." (el-En'am, 6/93) ayetinde insan ruhunu karşılayan nefs kelimesi, diğer bazı ayetlerde "kotuluğu emreden" (emmÂre) (Yusuf, 12/53), "kınayan/levvame" (el-Kıyamet, 75/2) ve "huzura eren/mutmainne" (el-Fecr, 89/27) nitelikleriyle kullanılır. " ... Yusuf bunu icinde (nefsihi) sakladı..." (Yusuf,12/77) ve "...Allah icinizden (enfusekum) geceni bilir..." (el-Bakara, 2/235) orneklerindeki gibi kelime ic ve kalp anlamlarını karşılayacak bicimde de kullanılmaktadır.

Kur'an'daki kullanılışının da etkisiyle Emeviler doneminden itibaren nefs kelimesi yaygın bicimde ruh anlamında kullanılmaya başlandı. Ama ashab, tabiun ve bunların izleyicisi olan selef bilginleri nefsin mahiyeti, nitelikleri gibi konularda Kur'an ve sunnette verilenle yetinerek susmayı yeğliyorlardı. Kur'an ve sunnette gectiği kadarına inanmayı ilke edinen selefe gore nefsin mahiyetinin kavranması imkansızdı ve bu konuda tartışmaya girmek gereksizdi.

Hicrî ikinci yuzyıldan itibaren Musluman bilgin ve duşunurler, ozellikle Yunan felsefe metinlerinin Arapcaya cevrilmesinden sonra nefs konusunda tartışmaya ve ceşitli duşunceler ileri surmeye başladılar. Aristo felsefesinin Yeni Eflatuncular tarafından yorumlanan biciminin ağır etkisini taşıyan bu tartışmalar sırasında nefsin mahiyeti, nitelikleri, kadim olup olmadığı, olumden sonraki durumu gibi konularda cok sayıda duşunce ve nazariyeler ortaya cıktı.

Nefs konusuyla uğraşan bilgin ve duşunurler, insan gercekliğinin belirlenmesinde, o zamanlar başlıca yontem olan mantıki ihtimalleri goz onunde bulundurarak, duşuncelerini bu ihtimallerden birisine dayandırmışlardır. Buna gore, sozgelimi bir insan "duşundum", "yaptım" dediğinde, buradaki "ben"le anlatılmak istenilen ya cisim (beden), ya cisimsel birşey (araz ya da kuvvet), ya da cisimle cisimsel olanın toplamından oluşabilir. Diğer bir secenek de bu şeyin ne cisim, ne de cisimsel olmamasıdır. Duşuncelerini bu ihtimaller uzerine kuran Musluman duşunurler oncelikle iki ana fırkaya ayrıldılar. Birinci fırkaya gore nefs cisim ya da cisimsel olmayan soyut bir varlıktır. İkinci fırka ise nefsin soyutluğunu kabul etmeyerek cisim ya da cisimsel bir varlık olduğunu savunmuştur.

Nefsin soyut bir varlık olmadığını savunan duşunurler, nefsin mahiyeti konusunda birbirinden farklı ceşitli goruşler one surmuşlerdir. Bunların başlıcaları şoyle ozetlenebilir:

1. Nefs bir atomdur. İbn el-Ravendi'nin savunduğu bu goruşe gore soyut mumkunlerin olması imkansızdır. Nefs ya da ruh, kendi ozuyle varolan bir cevherdir. Bu cevher basit varlıkları kavrar. Yeri kalptir. Bu nefs insanın ozunu oluşturur.

2. Nefs, bedenle birlikte onaya cıkan canlılıktır. Nazzam tarafından savunulan bu goruşe gore insan, bedenle birlikte varolan bu hayattan ibarettir. İnsanda, beden dışında birşey yoktur.

3. Nefs, beyinde guc, kalpte fiildir.

4. Nefs uc ayrı cisimden oluşan bir bileşiktir. Eski Musluman hekimlerin savunduğu bu goruşe gore nefsi oluşturan bileşiklerden birisi buhar gibi sıcak ve latif bir cisimdir. Yeri kalptir. Hayvan bu nefsle varlık kazandığı icin nefs-i hayvani ya da ruh-ı hayvani adı verilir. İkincisi, yine latif, buhar gibi bir cisimdir. Bunun yeri karaciğerdir. Buna da nefs-i tabii ya da ruh-ı tabii denir. Ucuncusu de yine buhar gibi latif bir cisimdir. Yeri beyindir. Buna da nefs-i insani ya da ruh-ı insani adı verilir.

5. İnsanın gercekliğini oluşturan nefs, insanın maddi bedenidir. Bazı kelamcılar bu goruşu benimsemişlerdir.

6. Nefs, kemiyet ve keyfiyet bakımından dort sıvının mutedil olcudeki bileşiminden oluşur. Bu goruş de eski hekimler arasında yayılmıştır.

7. Nefs, mutedil olcudeki kandır.

8. Nefs, mahiyet bakımından maddi bedene muhalif, ama gul suyunun gulde, zeytin yağının zeytinde yayılması gibi bedene yayılan nurani, yuce, diri ve hareketli bir cisimdir. Bu cisim ayrışmaz, değişmez, parcalanmaz. Maddi beden oluşarak kendisine yetenek kazandığı zaman bu nurani latif cisim bedene nufuz eder, yayılır. Beden bu yayılmaya uygun olduğu surece canlı kalır; yayılmaya engel olan bir durum belirirse, nefsin yayılması sona erer ve olum ortaya cıkar. Bircok buyuk kelamcı bu goruşu benimsemiş, İbn Kayyim el-Cevzî ve İmam ŞarÂnî nefse ilişkin olarak yazdıkları mustakil eserlerde bu goruşu savunmuş, Fahreddin er-RÂzî bu goruşun gucluluğunu belirtmiştir.

Muhakkik kelamcılarla İslÂm filozofları ve mutasavvıflarının bir bolumu de nefsin soyut bir cevher olduğunu savunmuşlardır. Bunlara gore insanın mahiyeti ne cisimdir, ne de cisimseldir. Nefs, maddeden ayrık bir cevherdir. Ne var ki bunlar da kendi iclerinde iki fırkaya ayrılmışlardır. Muhakkik kelamcılara gore insan, bu nefs cevheriyle bedenin birleşmesinden oluşur. İkinci fırkayı oluşturan filozoflarla mutasavvıflara gore ise, nefs bedene iliştiğinde onunla birleşir. Nefs bedenin, beden de nefsin aynısı olur. Birleşmelerinden sonra ikisinin toplamı insanı oluşturur. Olumle bu birlik bozulur. Nefs kalır, beden ise yok olur.

Tum İslam fırkaları nefsin kadim olmadığında, sonradan yaratıldığında goruş birliği icindedirler. Buna karşılık nefsin bedenden once yaratılıp yaratılmadığı konusu goruş ayrılıklarına neden olmuştur. İslam filozofları olarak bilinen MeşşÃ‚îler, nefsin bedenden sonra, yani ceninin ana rahmindeki oluşumundan sonra yaratıldığını savunmuşlardır. Bazı ifadeleri Gazalî'nin de bu goruşu benimsediğini gostermektedir. Ne var ki, GazÂlînin nefsin bedenden once yaratıldığını kabul ettiğini gosteren ifadeleri de bulunmaktadır. Kelamcılarla mutasavvıfların buyuk coğunluğu ise nefsin bedenden once yaratıldığını kabul etmektedir.

Nefsin mahiyeti konusundaki duşuncelerinde Yunan felsefesinin yoğun etkisinde kalan Musluman duşunurler, ozellikle Aristoteles'in izinden giderek nefsin uc turu, derecesi ya da durumu olduğunu kabul etmişlerdir. Buna gore nefs nebatî, hayvani ve insani nefs olmak uzere uce ayrılır. Tum bitki, hayvan ve insanlarda ortak olan nebatî nefsin uc gucu vardır. el-Kuvvetu't-tegazziye (beslenme gucu), el-kuvvetu't-tenmiye (buyume gucu) ve el-kuvvetu't-tevelludiyye (ureme gucu) denilen bu gucler yardımıyla canlılar, varlıklarını ve turlerinin devamını sağlar. Hayvan ve insanlarda ortak olan hayvani nefsin de kendine ozgu gucleri vardır. Bunlar hareket ve algı gucleridir. Hareket gucu, el-kuvvetul-baise (harekete geciren guc) ve el-kuvvetul-fÂile (etkin guc) olmak uzere ikiye ayrılır. el-Kuvvetul-baise, yararlı şeyleri ceker, zararlı şeyleri defeder. el-Kuvvetul-fÂile ise ceşitli hareketleri meydana getirmek uzere sinir ve kaslara yayılmıştır; gorevi, sinir ve kasları gerip gevşeterek hareketi sağlamaktır. Algı gucleri de el-havasul-zahire (dış algı gucleri) ve el-havasul-batınıye (ic algı gucleri) olarak ikiye ayrılır. el-Havasul-zahire beş duyudan oluşur. el-Havasul-batınıye de hiss-i muşterek (ortak duyu), musavvıra (tasarlama gucu), mutehayyile (hayal gucu), vehim (sezgi gucu) ve hafızadan (hatırlama gucu) meydana gelir. Yalnız insanlara ozgu olan insani nefsin de kendine ozgu gucleri vardır. Bunlar el-kuvvetul atime (bilici guc) ve el-kuvvetul-amile (yapıcı guc) adlarını taşır. Nefs-i natıka (duşunen, konuşan nefs) ya da nefs-i akli (akli nefs) denen insani nefs bedenin duşunceye ait fiilleri akletmesi ve genel işleri algılaması bakımından ilk olgunluğudur.

Hemen hemen tum kelamcılar, mutasavvıflar ve filozoflarca benimsenen bu nefs nazariyesi İslÂm dunyasında gelişen psikolojinin (ilmu'n-nefs) temellerini oluşturur. Ama bu nazariye kelamcılar, mutasavvıflar ve filozoflarca farklı bicimde ifade edilmiş, ozellikle İbn Sina, Gazalî, İbnul-Arabî ve er-RÂzî gibi doktrin sahibi buyuk duşunurlerce farklı bicimlerde yorumlanarak kendi sistemleri icine yerleştirilmiştir.

NEFS-İ EMMÂRE

Kotuluğu ve şerri şiddetle emreden nefis. Allah TeÂlÂ, Kur'an-ı Kerim'de Yusuf (a.s)'ın dilinden nefsin kotulukleri işlemeyi, heva ve hevesi doğrultusunda Allah'ın emirlerine muhalefet etmeyi arzuladığını ve sahibini buna yonelmek icin zorladığını bildirmektedir: (Yusuf), nefsimi temize cıkaramam. Cunku Rabbimin acıyıp koruduğu haric, nefis aşırı şekilde kotuluğu emredicidir..." (Yusuf 12/53).

Gercekte insan nefsi tek bir şeydir. Ancak o ceşitli sıfatlarla nitelenmektedir. Dunyaya olan bağlılıklardan kurtulup ilÂhî Âleme yoneldiği zaman nefis, "nefs-i mutmainne" olarak adlandırılır. Şehvete tabi olup uzerine gazap hakim olduğu zaman da nefis, sahibine kotulukleri işlemeyi emreder. Bu nefsin tabiatından olan bir durumdur (Fahreddin er-RÂzî, Tefsirul Kebîr, XVIII, 157).

Taberî; "kotuluğu emreden nefis, insanların tamamına ait olan nefistir" demektedir. Onun arzusunun Allah TeÂlÂ'nın rızası olmayan şeylere yonelmek olduğunu ve Allah'ın kullarından rahmet etmeyi dilediği kimselerin dışında kalanların nefsin bu yonlendirmesinden kurtulamayacağını soylemektedir (İbn Cerir et-Taberî, Tefsir, Mısır 1968, XIII, 1).

RÂzî, ayetteki "...Rabbımın acıyıp koruduğu mustesna" ifadesine dayanarak, taat ve imanın Allah TeÂlÂ'dan geldiğini ve nefsin, O'nun rahmeti olmadan kotuluklerden vazgecmesinin sozkonusu olmadığını soylemektedir (RÂzî, aynı yer).

Nefs-i emmÂrenin, Yusuf (a.s) tarafından kullanılış tarzı, iyi ve kotu bûtûn insanların nefislerinin kotu şeylere yonelme istidadında olduğunu ortaya koymaktadır. Cunku bir peygamber olan ve bu sebeple gunahlardan temizlenmiş bulunan Yusuf (a.s)

"...Ben nefsimi temize cıkarmıyorum. Cunku nefis kotuluğu emredicidir" diyor. Dolayısıyla kotuluğu şiddetli arzulama, nefsin tabiatındandır. Ancak Allah'ın emirlerine yonelen ve boylece ilahi rahmetin golgesi altına sığınan kimseler, nefsin arzuladığı şeyleri işlemekten sakınırlar. İyiliğe yonelen kimselerin uzerinde nefsin yaptırım gucu azalır. Belirli bir aşamadan sonra ise, kalbe yonlendirici hic bir tesiri olmayan gelip gecici duşuncelerden ibaret kalır. Zira Yusuf (a.s) Mısır azizinin karısının kendisini cağırdığı zaman onun cağrısına cevap vermemiş ve boyle bir kotulukten Allah'a sığınmıştı. Ve aslında nefsinin, tabiatından kaynaklanan bir ozelliği olarak bu cağrıya cevap vermesini telkin ettiğini itiraf etmektedir: "Ben nefsimi temize cıkarmıyorum" Ancak bu sadece bir durtu olarak kaldığı ve Rabbine sığınıp bu durtuye iltifat etmediği icin bir zararının dokunması sozkonusu olmamıştır.

Bazı mufessirlerin, "Bununla beraber ben nefsimi temize cıkarmıyorum. Cunku nefis kotuluğu emredicidir" sozunu azizin karısına atfetmeleri, durumu değiştirmez (bk. İbn Kesir, Tefsirul Kur'anil-Azim, İstanbul 1985, IV, 320). Zira Allah TeÂlÂ, sarfedilmiş olan bu sozu Hz. Muhammed (s.a.s)'e ayet olarak gonderirken, nefsin tabiatında kotuluk işlemeye meylin var olduğunu da bildirmiş olmaktadır.

NEFS-İ LEVVÂME

Kendisini kınayan, işlediklerinden dolayı pişmanlık duyan ve kendini hesaba ceken nefis.

Allah TeÂlÂ, Kur'an-ı Kerim'de insan nefsini uc sınıf olarak değerlendirmektedir. Bunlardan biri insanı kotuluk yapmaya teşvik eden nefs-i emmÂre (Yusuf,12/53), ikincisi kotuluklerden dolayı kendini kınayan nefs-i levvÂme (el-Kıyame, 75/2), ucuncusu ise, Allah'ın şeriatından bir sapma gostermeden dosdoğru yuruyen ve bu halinden dolayı tatmin olan nefs-i mutmainne (el-Fecr, 89/27) dir.

Allah TeÂlÂ, Kıyamet suresinde kıyametin mutlaka gercekleşeceğini ortaya koymak uzere kıyamet gunune, peşinden de nefs-i levvÂme uzerine yemin etmektedir.

"Kıyamet gunune yemin ederim. Pişmanlık duyan nefse (nefs-i LevvÂmeye) yemin ederim ", (el-Kıyame, 75/ 1-2).

Nefs-i LevvÂmeden neyin kastedildiği uzerinde mufessirler bir birinden farklı goruşler ileri surmuşlerdir. Aralarında Said ibn Cubeyr, İkrime ve Abdullah ibn Abbas'ın bulunduğu

bazı mufessirler, nefs-i levvÂmenin kendisini iyilikte de kotulukte de kınayan nefis olduğunu kabul etmişlerdir (İbn Cerir et-Taberî, Tefsir, Mısır 1968, XXlX,174). İbn Abbas kınamayı mutlak anlamda almış ve nefs-i levvÂmeye, kınayıcı nefis demiştir (Taberî, aynı yer). Buna gore levvÂme tabiri, nefsin butun yonlerini kapsamaktadır. Yani o nefis, kıyamet gunu her durumda kendisini kınayacaktır. Kotuluk işlemişse, kendisine zarar verecek boyle bir şeyi neden yaptığı icin kendisini kınar ve pişmanlık duyar; iyilik yapmışsa elinde imkan olduğu halde neden daha fazlasını yapmadığı icin kendisini eleştirir ve pişmanlığını dile getirir (İbn Kayyım, el-Cevziyye, et-Tibyan fi Aksamil-Kur'an, Beyrut 1988, 35). Resulullah (s.a.s)'in şu hadisi buna işaret etmektedir: "İyi veya gunahkÂr hicbir nefis yoktur ki kıyamet gunu kendini kınamasın..." (Alûsî, Ruhul-Meani, Kahire t.y., XXlX, 136).

Mucahid'e gore ise nefs-i levvÂme, muttakı insanların nefsidir. Bu kimseler yapma fırsatını kaybettikleri iyilikler icin pişmanlık duyar ve kendilerini kınarlar.

Katade'nin de icinde bulunduğu diğer bir grup, levvÂmeden fÂcir kimselerin kastedildiği goruşundedir. Bunlar kıyamet gununde işlediklerinin pişmanlığını duyacak ve neden kotu ameller işledikleri icin kendilerini kınayacaklardır.

Bundan, kendi nefsini Cennetten cıkarılmayı gerektiren bir amel işlediği icin surekli kınayan Hz. Adem (a.s)'ın kastedildiğini ileri surenler de olmuştur (Alûsî, aynı yer).

İbn Cerir et-Taberi, nefs-i levvÂme hakkındaki farklı goruşlerin temelde birbirine cok yakın olduklarını, dolayısıyla nefs-i levvameden, iyilikte de kotulukte de kendini kınayan ve kacırdıkları fırsatlar icin pişmanlık duyan nefislerin kastedildiğini soylemektedir. Ayetin zahirine uygun olan anlamın da bu olduğunu belirtmiştir (Taberî, XXlX, 175).

Hasan el-Basrî de aynı goruşte olup şoyle demektedir: "Allah'a yemin ederim ki, gercek mumin surekli olarak kendi nefsini kınar. O, "Şu sozumle neyi kastetdim? Bu yemeği yememdeki gayem neydi? Kalbimden gecen şu duşunceden elde etmek istediğim nedir?" der. Fısk icinde bulunan kimse ise kendi nefsini asla kınamaz" (İbn Kesir, Tefsîrul-Kur'anil-Azîm İstanbul 1985, XIII, 300; İbn Kayyım, a.g.e., 35). İbn Kayyım, nefsin levvÂme ile nitelenmesinin sebebinin risalet ve Kur'an'ın tasdik edilmesinin gerekliliğini acıkca ortaya koymak icin olduğunu, bu tasdik olmadan nefis icin başka bir kurtuluşun asla var olmadığını soylemektedir (İbn Kayyım, a.g.e., 38).

Fî ZilÂlil-Kur'anda, farklı goruşlerin tamamı zikredildikten sonra şoyle denilmektedir: "Biz, nefs-i levvÂmenin anlamı hakkında Hasan el-Basrî'nin tefsirini tercih ediyoruz. LevvÂme ile nitelendirilen uyanık, korkan ve işlediklerinden pişmanlık duyan bu nefis, kendini hesaba ceker, etrafını gorup gozetir, arzularının ic yuzunu bilir. Boylece kendisini aldanmaktan kurtarır. Boyle bir nefis Allah katında iyidir. İşte bu yuzden Allah TeÂl onu, yemin ederken kıyametle birlikte zikretmiştir. Karşısında ise, gunah işleyen nefis soz konusu edilir. İnsanın icinde gunah işlemeyi arzulayan ve isyan yollarında yurumeye devam etmeyi isteyen nefistir. Gercek dini yalanlar, ondan yuz cevirir, kendisiyle aynı durumda olanların yanına biraz daha yarar elde etme umidiyle gider. Ne kendini hesaba ceker, ne yaptıklarından pişmanlık duyar, ne aldırış eder, ne de gunah işlediğinin farkında olur (Seyyid Kutub, Fî Zilalil-Kur'an, Kıyamet suresi tefsiri).

Ayette Allah TeÂlÂ'nın kıyametle birlikte nefs-i levvÂme uzerine yemin edip etmediği konusunda mufessirler farklı goruşler ileri surmuşlerdir. Bazıları nefs-i levvamenin başındaki "la"nın olumsuzluk bildirdiğini, diğer bazıları da kasem icin kullanıldığını kabul etmişlerdir. Hasan el-Basrî; "Allah TeÂlÂ, kıyamet uzerine yemin etmiş ancak, nefs-i levvÂme uzerine kasem etmemiştir" demektedir. Katade ise, her ikisine birlikte yemin edildiğini; İbn Kesîr de Katade'nin goruşunun doğru olduğunu bildirmektedirler (İbn Kesir, VIII, 301; Ayrıca bk, İbn Kayyım, a.g.e., 34-38, 188).

NEFS-İ MUTMAİNNE

Hic bir şuphe ve tereddut taşımadan, itmi'nÂn-ı kalple Allah'ı Rab kabul edip, O'nun peygamberlerinin getirdiği dini de hak din bilerek Allah'a teslim olan ve O'na ulaşan insanın nefsi (es-Seyyid eş-Şerif el-CurcÂnî, et-Ta'rifÂt, İstanbul 1283, s. 165; el-Gazalî, İhya-u Ulumiddin, Beyrut (t.y.) III, 4).

Sufiler, Kur'an-ı Kerimin ceşitli ayetlerine dayanarak, insan nefsinin altı mertebesinin olduğunu ileri surmuşler ve kendilerinden de yedincisi diye nefs-i kÂmileyi ilave ederek yedi mertebeye cıkarmışlardır.

1- Nefs-i EmmÂre: Allah'ın emirlerine uymayan, yasaklarını cekinmeden yapan ve zevkine tabi olan nefistir.

2- Nefs-i LevvÂme: Allah'ın emirlerine bazen uyan, bazen uymayan, işlediği gunahlardan dolayı uzulen ve sevaplardan dolayı sevinen nefistir.

3- Nefs-i Mulheme: Mumkun mertebe Allah'ın emir ve yasaklarına uyan nefistir.

4- Nefs-i Mutmainne: İmÂn esaslarına inanan, İslÂm'ın emir ve yasaklarına uyan, bu konularda hic bir şuphe ve tereddudu olmayan, neticede Allah ile manevî bir bağ kuran ve bunun lezzetine ulaşan nefistir.

5- Nefs-i Radiye: Her yonuyle Hakk'a yonelen, Allah'tan gÂfil olmama şuuruna eren ve O'ndan razı olan nefistir.

6- Nefs-i Mardiyye: Butun benliği ile Hakk'a teslim olan ve boylece Allah'ın kendisinden razı olduğu nefistir (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul 1970, VIII, 5817).

7- Nefs-i KÂmile: Butun kotuluklerden sıyrılıp manevi olgunluğa eren nefis. Bu mertebeye erişen bir kişinin butun sıfatları guzeldir ve her hali ibadet sayılır (Suleyman Uludağ, Kuşeyri Risalesi tercumesi, s. 222, 277, 290).

Aslında nefs, bir şeyin kendisi, benliği, zatı ve hakikatıdır. Ona gore nefs-i mutmainne, o dereceye ulaşan insanın kendisi demektir (Elmalılı, Hak Dini Kuran Dili, VIII, 5814).

Nefs-i mutmainne, Kur'anda bir yerde gecmektedir:

Ey huzura eren nefis, sen Allah'tan ve O da senden razı olarak Rabb'ine don!... (lyi) Kullarımın arasına gir!.. Cennetime gir!.. " (el-Fecr, 89/27, 28, 29, 30).

"Nefs-i mutmainne", genelde Turkceye "huzura eren nefis" olarak tercume edilmiştir. Bu dereceye ulaşmış olan bir insan, Allah Resulunun getirdiği her inanc ve ameli hak olarak kabul eder; Allah'ın dininin yasakladığından mecburen değil, seve seve kacınarak uzak durur; Allah yolunda ne fedakÂrlık gerekiyorsa yapar; dunyanın İslÂm dışı lezzet ve menfaatlerinden mahrum kaldığı halde, onları ozlemez ve tersine bu konuda kalbi mutmain olarak hak dini takib edip ceşitli pisliklerden korunur. Nefs-i mutmainne dendiği zaman, bu vasıflara sahip olan insan akla gelir (Muhammed b. Cerir et-Taberî, Camiul-BeyÂn fi Te'vil'i Ayil-Kur'an, Mısır 1954, XXX,190 vd.; Muhammed b. Ahmed el-EnsÂrî el-Kurtubî, el-CÂmiu li AhkÂmil-Kur'an, Kahire 1967, XX, 57 vd.).

Bazı Âlimlere gore bu ayet, Hz. Osman (r.a) hakkında nazil olmuştur. Diğer bazı Âlimlere gore ise, Hubeyb b. Adiy hakkında nÂzil olmuştur. Mekkeli muşrikler onu idam edip yuzunu Medine'ye cevirdikleri zaman, Yuce Allah onun yuzunu Ka'be'ye doğru cevirmişti (el-Kurtubî, el-Cami', XX, 58).

Nefs-i mutmainne derecesine ulaşan insan, dunyada bu şekilde Allah'a tam manasıyle teslim olmuş bir halde yaşar. Gonul huzuruna, ruhî saÂdet'e ulaşır. Gam ve kederden uzak olur. Ahirette de Allah'ın iltifÂtına nail olur. Yuce Allahın nefs-i mutmainne seviyesindeki insana yonelik bu

"Rabb'ine don, (iyi) kullarım arasına gir, Cennetime gir" meÂlindeki hitapların ne zaman vuku bulacağı hakkında da alimlerin farklı yorumları vardır. Alimlerin değişik tefsirlerine gore bu hitÂr ya olum anında veya kıyÂmet gununde yahutta Cennet'e girişte yapılacaktır (ez-Zemahşerî, el-KeşşÃ‚f, VI, 233).

NEFS-İ RÂDİYE

Allah'tan razı ve hoşnud olan insan ruhu. Hayvani nefse (cana) ve insani ruha (nefs-i natıka'ya) da "nefis" denilir. Hayvani nefis, hayvanlarla insanlar arasında muşterektir. Hayvanlar kendilerinde insanî ruh olmadığı icin nefislerinin gereğini yerine getirmek icin yaşarlar. Nefis (can), tabiatının gereği olarak kendisini korumak, neslini devam ettirmek ve hayvanî lezzetleri tatmak icin calışıp cabalar. Hayvanî nefsin mantıkı, canlılık faaliyetlerine ait isteklerdir. Hayvanî nefis, haz ve zevk alma prensipleriyle hareket eder.

Ruh'a (nefs-i natika'ya) gelince; aslında temiz ve Allah'ın emir aleminden olan bu cevher, Allah'a yaklaşmak ve O'na yukselmek ister. Ruh'a başlıca iki ozellik verilmiştir: Akıl ve vicdan (basiret veya kalb gozu). Vicdan, ruhun temizlenerek iyiliğe yonelişi, bağlanışı ve Cenab-ı Hakk'ı izleyişi ve bir nev'i O'na bakış yeteneğidir. İman ve ilahi bilgilerde yukselmenin mahalli, ruhun bu yonudur. İman, kişinin kendi ihtiyariyle akıl kapısından girer, kalbe (gonule) yerleşir; nefsaniyet ve şeytaniyete acılan kapıdan cıkabilir. Ruh, şeytanın da tesiriyle hayvanî nefsin hukmu altına girer, aklını ve fikrini onun istekleri doğrultusunda kullanırsa; bu ruha "nefs-i emmÂre" denilir. Bu durumunda devam ettiği muddetce ruh gunahlara dalarak tamamen paslanır, kirlenir ve neticede muhurlenir. O halde insanın ebedi saadeti icin ruhunun nefsanî ve şeytanî kirlerden temizlenmesi gerekir: Muhakkak nefsini (ruhunu) kotuluklerden temizleyen kurtuluşa erdi. Onu kotuluklerle ortup kirleten de zarar ve ziyana uğradı" (eş-Şems, 91/9-10).

İnsani ruh; iman ederek ibadet, zikr ve taat, gunahlardan kacınma, mucadelede ve riyazet ile temizlenmeye başlar. Temizlendiği vakit insan ruhunda, temizlik ve saflığına gore ahlaken yukselme, ilÂhî marifetlerde ilerleme gibi bir takım iyi durumlar meydana gelir. Ruhun temizlenme mertebesinin ilki; yaptığı gunahların fenalığını anlayıp bunları işlediğine pişman olma ve kendini kınama mertebesi olan "nefs-i levvÂme" derecesidir. Bundan sonra, ruh, temizlenme ve Allah'a yaklaşmaya doğru sırasıyla şu mertebelere ulaşabilir: Nefs-i mulheme (nefs-i mulhime de denilir), nefs-i mutmainne, nefs-i rÂdiye (rÂziye), nefs-i marziyye nefs-i kamile (nefs-i zekiyye veya nefs-i safiyye). Bunlardan nefs-i rÂdiye, insan ruhunun temizlenmeye başladığı andan itibaren kazandığı sıfat ve durumların dorduncusudur. Bu mertebeye "rıza makamı" da denilir. Nefs-i rÂzıye; Allah icin ibadet ve zikir ve taat ile meşgul olarak dunyaya hic gonul vermeyen, nefs-i hayvani'nin arzu ve isteklerinden tamamen vazgecen, Allah'ın sevgi ve rızası dışında butun arzu ve isteklerini terkeden kÂmil kimsenin ruhudur. Bu makama gelen ruhta kazaya rıza esastır. Boyle bir kimse Allah TeÂlÂ'nın iradesine kayıtsız ve şartsız teslim olur. Allah'tan gelen her musibet ve nimet karşısında aynı derecede memnun ve razı olur. Bu mertebede insan ruhuna, butun hallerinde kemal-i rıza ile muttasıf olduğu icin, nefs-i rÂdiye denilmiştir. Nitekim Allah TeÂl bu nefs-i natıkaya "Ey guvenceye kavuşmuş nefis! Razı olmuş ve (Allah tarafından) razı ve hoşnud olunmuş olarak Rabbi'ne don" (el-Fecr, 89/27-28) sozuyle hitab etmiştir. Cenab-ı Hakk'ın nefs-i rÂdiye'ye bu hitabı ya bedeninden ayrıldığı (olumu) zaman, ya ba's zamanında veyahud da ahirette hesabının tamamlanmasından sonra olacaktır, denilmiştir. Kur'an'da bildirilen nefs-i rÂdiye icin bu hitab, bu uc zamana da şamil olur. Bir kısım mufessirler; imanda kemale ermiş nefs-i mutmainne'ye dunyada Cenab-ı Hakk'ın bu hitabının doğrudan doğruya meydana geldiği kanaatine varmışlardır. Bu takdirde "donmek" emri, ihtiyar ve istekle butun işlerinde gonul verip razı olarak Allah TeÂlÂ'ya ve O'nun emir ve takdirine donme emridir. Sıkıntı, musibet, genişlik ve sevinc hallerinde kaza ve kadere rıza ve bu suretle bu imtihan Âleminde ceşitli zorluklara guzel ve buyuk bir metanetle goğus germek nefs-i mutmainne'nin kemal mertebesi olan nefs-i rÂziye'nin hasletidir. Ve marzıyye (Allah katında makbul ve O'nun hoşnutluğuna ermiş olmak) da bunun arkasından gelir.

Ruhun bu rÂdiye mertebesi ve makamı ancak zevk ile bilinir; tatmayan bilmez.

RÂdiye makamına yukselmiş olan insanî nefse ikram edilen sıfatlar; vera' (şupheli şeyleri terketmek), ihlÂs, muhabbet, uns, huzur (muhadara), keşif ve keramettir. Nefs-i rÂdiye, Allah'tan ve O'nun rızasına erdirecek olanlardan başkasını terkettiği gibi, hatta masivayı (Allah'tan başkasını) dahi unutur. Radiye mertebesinde olan kÂmil kişi Cemal-i Mutlak'ın şuhûdunda mustağrak olur. Âlemde başına her ne gelirse, onu gonul hoşluğuyla kabul edip zevkini alır. Bu durumlarında bile halka nasihatta, emr-i bil-ma'rûf ve nehy anil-munkerde bulunur. Boylece halkı irşad etmekten geri durmaz. Sohbetinde bulunan onun sozlerinden istifade eder. Bu makamın sehibi huzur-ı Hakk ile edeb deryasına dalar. Duası Allah katında reddolunmaz. Fakat edeb ve hayası galib geldiğinden, zorunlu kalmadıkca kendisi icin bir şey taleb edemez.

Nefs-i rÂdiye mertebesine gelmiş kÂmil kişi Allah katında aziz ve mukerremdir. İnsanlar ona saygı gosterirler. Halkın ona saygısı cebrî ve kahrîdir. Onu sayanların coğu, ona nicin ve ne sebeble saygı gosterdiklerini bilmezler. Boyle bir zat, asla zalimlere boyun eğmez ve onları sevmez; zalimlerin zulumlerinden de selamet bulur. Eğer fakir olup da kendisine yardım ederlerse, yardım edenler bile onu Rabbiyle meşgul olmaktan alıkoyamazlar. Bu makamda bulunan kÂmil, daha cok Allah'ın "Hayy" ism-i şerifini soylemekle meşgul olur, bu isimle fenası zail olur; "Hayy" ile beka bulur ve "mardiyye" makamına yukselir. Allah TeÂlÂ'nın esma ve sıfatlarının tecellisine mazhar olur. Boylece ilmel-yakinden aynel-yakin mertebesine ve mardiyye makamına gelir. Ve buradan nefs-i kÂmile makamına yukselir ve kendisinde Hakkal-yakin hasıl olur. Hak yoluna giren bu kÂmil, asla yanlış bir itikada sapmadığı gibi, butun hallerinde ahkÂm'ı şer'iyye'yi kendi nefsinde icra etmekten zerre kadar ayrılmaz.

(İbrahim Hakkı, MarifetnÂme, İstanbul 1310, s. 491-493; Bursalı İsmail Hakkı, Ruhul-Beyan, ilgili ayetler. Şeyh Abdul-Hadi, Kitab-u babil-Futûh li-ma'rifet-i AhvÂli'r-Ruh. Mısır, Matbaatul-Hayriyye; Mehmed Ali Aynî, Tasavvuf Tarihi, el-Hacc Mehmed Nuri Şemsuddin en-Nakışibendi, Miftahul-Kulûb)

ALLAH`IN SELAMI UZERİNİZE OLSUN...
__________________