Şu soru hep sorulur: Ashab-ı Kiram ve mezhep imamları zamanında tasavvuf, murşid, murid var mıydı? Mezhep imamları hangi tasavvuf koluna mensup idiler? Alimin murşide ne ihtiyacı olur? Herkese Kur’an ve Sunnet yetmez mi?
Murşid, murid tasavvuf gibi kelimeler, Peygamberimiz A.S ve Ashab-ı Kiram zamanında yoktu. Fakat bunlarla anlatılan her şey vardı. O devirde iman, ilim, ihlÂs, ibadet, amel, takva, edep, hizmet, mucahede gibi dinin butun emirlerinin uzerinde aynı derecede duruluyor ve gereği yapılıyordu. Her şeyden once kalbe onem veriliyordu. Kalp, butun ibadetlerin ve guzel ahlÂkın temeli goruluyordu. Cunku din bunun icin gelmişti.
ZAMANLA AZALAN HASSASİYETLER
Ancak, Saadet Asrı’ndan sonra aynı hassasiyet gosterilemedi. Belirli vazifeler yerine getirildi, fakat bircok ilÂhî emir ya ihmal ya da terk edildi. İşte ihmal edilen bu vazifelerin başında kalbe ait ilimler, edepler, hal ve ahlÂklar geliyordu. Namaz, oruc, zekÂt, hac ve kurban gibi zahirdeki ibadetlere sahip cıkılıyor, fakat yakîn, ihlÂs, huşu, huzur, zikir, fikir, sabır, şukur, ilÂhî takdire rıza, tevekkul, tefekkur, murakabe gibi kalbe ait ibadet ve ahlÂkların uzerinde aynı derecede durulmuyordu. Oyle ki, cokları bunların tarifini ve gereğini dahi bilmiyordu.
Yine muslumanlar umumiyetle icki, kumar, hırsızlık, faiz, ruşvet, yalan gibi bedenle yapılan gunahlardan uzak durmaya calışıyordu. Fakat coğunluk, kibir, haset, benlik, gosteriş, gaflet, olumu unutma, Yuce Allah’tan cok mala ve halka guvenme, dunyayı aşırı sevme, tevbeyi terk, kader ve kazaya itiraz gibi kalple işlenen ve gorulmeyen buyuk gunahlara hic aldırış etmiyordu.
İşte gercek sufiler, kÂmil murşidler, ummetin icine duştuğu bu boşluğu doldurmaya calıştılar. Muslumanların zahiri gibi batını da guzelleştirmek ve İslÂm’ı ihlÂsla, butunuyle yaşatmak icin gayret ettiler. Oncelikle kalbe yoneldiler, nefsin terbiyesi ile meşgul oldular, ilÂhî sevgiye ulaşmanın yollarını aradılar. Buna mani olan şeyleri tespit ettiler. Kalple Allah arasına giren engelleri temizlediler. Boylece guzel kulluğun yolunu actılar.
MUMİNİN İC ALEMİNİN İLMİ
Yani tasavvuf, İslÂm dininin ihsan kısmıyla ilgili ilimleri ve halleri hedefe aldı. İhsanı bizzat Hz. Rasulullah A.S. Efendimiz tarif buyurmuşlar ve dinin vazgecilmez bir parcası olduğunu belirtmişlerdir (Sahih-i Buharî, İman). Hadis-i şerifin tarif buyurduğu ihsan hali, kalbin ihya edilmesi, gafletten uyanması ve manevi kirlerden arınıp Yuce Allah’ı muşahede edecek bir temizliğe ulaşmasıdır. Guzel kulluğun ve kurtuluşun temeli budur. Bunun yolu da manevi terbiyedir.
İhsan ilmi ve edebi, İslÂm tarihinde bir disiplin icinde daha cok tasavvuf mekteplerinde okutuldu. Buyuk veliler bu ilimde mutahassıs oldular, zirveye cıktılar. Onu isteyenlere oğrettiler. Herkes nasibi kadar bu ilimden ve ilÂhî sevgiden istifade etti. Bu hizmet tarih boyunca boyle yapıldı.
Allah dostlarının işleri ortada, hizmetleri meydandadır. Veli de, fakih de dinin emrettiği ilimleri ihya icin uğraşıyor. Butun İslÂm alimleri bir butunun parcalarıdır. İslÂm aleminde fakihler fıkıh alanında, mufessirler tefsir sahasında, muhaddisler hadis ilimlerinde ve diğer alimler kendi dallarında nasıl buyuk hizmetler gordu iseler, sufiler de dinin en onemli ilmi olan ihsan ilmi ve manevi terbiye alanında buyuk hizmetler gormuşlerdir. Halen de goruyorlar.
MEZHEP İMAMLARI VE TASAVVUF
Gercek sufilerin yoneldiği kalp ve maneviyat ilminin ne kadar onemli olduğunu bilen alimler, onlardan ovgu ile bahsetmişlerdir. Bununla da yetinmeyip, onlardaki ilme ve edebe talip olmuşlardır. Oyle ki, tevazu gosterip halkalarına girmişlerdir. İşte mezhep imamlarımızın bu ilme bakışı:
İmam Malik Rh.A.:
“Kim tasavvufun oğrettiği ahlÂk ve manevi hal ilmiyle yetinip fıkıh oğrenmezse, dinden cıkacak işler yapar, zındık olur. Kim de fıkıhla yetinir, ahlÂk ve manevi halleri oğreten tasavvuf ilmini oğrenmezse buyuk gunahları işler, fasık olur. Her iki ilmi oğrenen kimse gercek bir musluman olur.” (Aliyyu’l-KÂri, Şerhu Ayni’l-İlim)
Bu manada İmam Şafii Rh.A. bir hikmet pınarı olan şiirinde şoyle der:
“Hem fakih, hem sufi ol, sakın birisiyle yetinme.
Bu sana hak icin bir nasihattir dostum, incinme.
Sade fakihin kalbi katı olur, tadamaz takvayı,
Oburu de cahil kalır, nasıl yapar ıslahı.” (Muhammed Afif, Divan-ı Şafii)
İmam Malik Rh.A. der ki:
“İnsan kendi nefsine hayır veremezse, insanlara da hayır veremez.” (Ebu Nuaym, Hilyetu’l-Evliya)
Hanefi mezhebinin imamı İmam-ı Azam Rh.A., her iki ilmi bunyesinde toplamış kÂmil bir insandı. İlim ve takvasıyla herkese ornek olmuştu. Devrindeki tasavvuf buyukleri ondan ilim ve feyz almışlardı. Meşhur velilerden Davud et-Taî K.S., ilim ve tasavvuf terbiyesi aldığı hocalarını sayarken İmam-ı Azam’ı zikreder. Hanefi fakihlerinden İbnu Abidin Rh.A., İmam-ı Azam icin şu değerlendirmeleri kaydeder;
“O, bu meydanın yiğitlerindendi. Vera, takva, edep, zikir ve fikirde zirvedeydi. Kendi zamandaki herkes onu ilim gibi takvada da imam goruyorlardı.” (Reddu’l-Muhtar)
SUFİLERİN YANINDA SAĞLANAN FAYDA
Velilerden Davud et-Taî K.S.’yi zuhd ve tasavvuf yoluna sevk eden İmam-ı Azam’dır. Davud et-Taî, İmam-ı Azam’ın ilim meclisine devam ederdi. Bir gun İmam Azam Rh.A. kendisine kunyesi ile hitap ederek:
- Ebu Suleyman! Sana yeterince ilim oğrettik, dedi. Davud et-Taî:
- Bundan sonra ne yapayım? Diye sordu. İmam:
- Oğrendiğin ilimle amel et, cevabını verdi. (Kuşeyrî, Risale)
İmam Şafii Rh.A., ilminin ve halinin yuceliğine rağmen sufilerle otururdu. Kendisine:
- Şunların meclis ve sohbetinden ne fayda gordun? diye sorulunca, İmam şu cevabı verdi:
- Onların en fazla şu sozlerinden istifade ettim: “Vakit bir kılıctır. Sen onu kesmezsen, o seni keser. Yani sen vakitten istifade etmezsen, o senin omrunden bir parca kesip atar. Sen nefsini hayırlarla meşgul etmezsen, o seni kotuluklerle meşgul eder.” (Sulemî, Tabakatu’s-Sufiyye)
Aynı şekilde, İmam Ahmed b. Hanbel Rh.A. de sufî Ebu Hamza el-Bağdadî K.S. ile oturup kalkar, marifet meselelerinde bir zorlukla karşılaştığında, “ya sufi, bu konuda ne diyorsunuz?” diye ona sorardı.
İmam Ahmed b. Hanbel, onceleri pek tanımadığı icin ilgilenmediği hatta bazen tenkit ettiği sufileri yakından tanıyınca, etrafındakileri sufilerle oturmaya teşvik etmeye bağladı. Şoyle derdi: “Onlar bildikleriyle amel ederek bize ustunluk sağladılar.” (Şaranî, Envaru’l-Kudsiyye)
Yine İmam Ahmed b. Hanbel Rh.A. sık sık Bişr-i Hafi K.S.’nin meclisinde bulunurdu. Tam manası ile ona bağlanmıştı. Bir defasında talebeleri kendisine:
- Sen hadis ve fıkıh alimi bir muctehitsin, bircok ilimde bir benzerin daha yok. Buna rağmen, nicin boyle hali-ahvali basit bir insanın yanına gidip geliyorsun, bu sana yakışır mı? dediklerinde, İmam:
- Evet, şu saymış olduğunuz ilimlerin hepsini ben ondan daha iyi bilirim, ama o da yucelerden yuce Allah’ı benden daha iyi tanıyor, diye cevap verdi. (Feriduddin-i Attar, Tezkiratu’l-Evliya)
İmam Ahmed’in oğlu Abdullah, babasına: “Maruf el-Kerhi’nin yanına hadis almak icin mi gidiyorsun?” Diye sorunca, İmam Ahmed b. Hanbel:
- Hayır, hadis almak icin gitmiyorum. Fakat işin başı olan Allah korkusu ve marifetullah ondadır. İstifade etmek icin gidiyorum, cevabını verdi. (Ebu talib El-Mekkî, Kûtu’l-Kulub)
Tabiun’un buyuk muctehitlerinden Sufyan es-Sevrî K.S.: “Eğer sufi Ebu Haşim’i tanımasaydım, kalple ilgili halleri ve riyanın inceliklerini bilemezdim.” der. (Suhreverdî, Avarif)
‘ONLARIN YOLU EN DOĞRUSU’
Huccetu’l-İslÂm İmam Gazali Rh.A. de şoyle der:
“Kesinlikle anladım ki, butun halleriyle Allah yolunu tutmuş kimseler ancak sufilerdir. Onların tutumları en guzel tutum, yolları en doğru yol ve ahlÂkları en temiz ahlÂktır. Daha dorusu, butun akıllıların aklı, tum hakimlerin hikmeti ve dinin inceliğini kavramış alimlerin bilgisi bir araya gelse ve onların hal ve ahlÂklarını daha iyisi ile değiştirmek isteseler, buna gucleri yetmez. Cunku, gercek sufiler dini en mukemmel şekliyle yaşamaktadır. Onların zahirî ve batınî butun hal ve hareketleri peygamberlik nurundan alınmadır. Bilindiği gibi yeryuzunde nubuvvet nurundan başka aydınlanacak başka bir nur da yoktur.”
“Tasavvuf yolu hakkında ne denebilir ki? Bu yolun ilk şartı manevi temizlik ve kalbi Allah’tan başka butun şeylerden arındırmaktır. Bu yolun esası, kalbi tamamen Allah’ı zikretmeye adamaktır. Sonu ise O’nun irade ve rızasında fani olmaktır.”
“Bu oyle bir haldir ki, usulunce yoluna girenler bizzat tadarak oğrenirler. Onu bizzat tadarak, yaşayarak oğrenemeyenler, bu yolu kat etmiş sufilerle sık sık beraber oldukları takdirde, tecrubeyle ve işiterek bu halin varlığına kesin olarak inanır, yaşanan manevi haller sayesinde onu iyice anlarlar, Sufilerle duşup kalkanlar, onların sohbetlerine katılanlar, onlardan bu imanı ve irfanı elde edebilirler. Cunku sufiler oyle kimselerdir ki, onlarla oturan şaki (rahmetten mahrum) olmaz.” (el-Munkiz mine’d-DalÂl)
Sultanu’l-ulema Şeyh İzzuddin b. Abdusselam Rh.A. de şoyle der:
“Ben gercek İslÂm’ı ancak Şeyh Ebu’l-Hasen eş-Şazelî’ye intisaptan sonra anladım.” (Şaranî, Letaifu’l-Minen)
Son olarak buyuk fakih ve arif İmam Şaranî Rh.A.’i dinleyelim:
“İslÂm’ın ilk asırlarında manevi ve kalbî hastalıklar cok az olduğu icin, insanlar bir kÂmil murşide ihtiyac duymuyorlardı. Onlar bildikleri ile amel ediyor, bir butun olarak takva ve edebi koruyorlardı. O nesil gidip de ortalığı manevi hastalıklar kaplayınca, cahiller bir tarafa, alimler bile amelden geri kaldılar. Bu nedenle bildiği ile amel edebilmesi icin, alimlerin bir kÂmil murşide intisapları zaruri oldu.” (Envaru’l-Kudsiyye)
Bu buyuklerin mezhebine bağlı olan herkesin, onlardaki ilÂhî aşk, edep ve tevazuyu ornek alması gerekir. Hak adamı nefsinin değil, hakkın tarafındadır.
saygilarr!!
__________________
MUctehİt Alİmlerİn Nazarinda Tasavvuf !!!!
Dini Bilgiler0 Mesaj
●23 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Eğitim Öğretim Genel Konular - Sorular
- Dini Bilgiler
- MUctehİt Alİmlerİn Nazarinda Tasavvuf !!!!