Kur’an-ı kerimdir. Bugune kadar gelen butun şairler, edebiyatcılar, Kur’an-ı kerimin nazmında ve manasında aciz ve hayran kalmışlardır. Bir Âyetin benzerini soyleyememişlerdir. İ’cazı ve belagati insan sozune benzemiyor. Yani, bir kelimesi cıkarılsa veya bir kelime eklense, lafzındaki ve manasındaki guzellik bozuluyor. Bir kelimesinin yerine koymak icin, başka kelime arayanlar bulamamışlardır. Nazmı Arap şairlerinin şiirlerine benzemiyor.

Gecmişte olmuş ve gelecekte olacak nice gizli şeyleri haber vermektedir. İşitenler ve okuyanlar, tadına doyamıyorlar. Yorulsalar da, usanmıyorlar. Okuması veya dinlemesi, sıkıntıları giderdiği sayısız tecrubelerle anlaşılmıştır. İşitenlerden kalblerine dehşet ve korku cokenler, bu sebepten olenler bile gorulmuştur. Nice azılı İslam duşmanları, Kur’an-ı kerimi dinlemekle, kalbleri yumuşamış, imana gelmişlerdir. İslam duşmanlarından ve muattala, melahide ve karamita denilen musluman ismini taşıyan zındıklardan Kur’an-ı kerimi değiştirmeye, bozmaya ve benzerini soylemeye calışanlar olmuş ise de hicbiri, arzularına kavuşamamıştır.

Butun ilimler ve tecrube ile bulunamayacak guzel şeyler ve iyi ahlak ve insanlara ustunluk sağlayan meziyetler ve dunya ve ahiret saadetine kavuşturacak iyilikler ve varlıkların başlangıcı ve sonu hakkında bilgiler ve insanlara faydalı ve zararlı olan şeylerin hepsi Kur’an-ı kerimde acıkca veya kapalı olarak bildirilmiştir. Kapalı olanlarını, erbabı anlayabilmektedir.

Semavi kitapların hepsinde, Tevrat’ta, Zebur’da ve İncil’de bulunan ilimlerin ve esrarın hepsi Kur’an-ı kerimde bildirilmiştir. Kur’an-ı kerimde mevcut ilimlerin hepsini ancak Allahu teÂl bilir. Coğunu sevgili Peygamberine bildirmiştir.

Kur’an-ı kerimi okumak cok buyuk bir nimettir. Allahu teÂlÂ, bu nimeti Habibinin ummetine ihsan etmiştir. Melekler bu nimetten mahrumdurlar. Bunun icin, Kur’an-ı kerim okunan yere toplanıp dinlerler. Butun tefsirler, Kur’an-ı kerimdeki ilimlerden cok azını bildirmektedirler. Kıyamet gunu, Peygamber efendimiz minbere cıkıp Kur’an-ı kerim okuyunca, dinleyenler butun ilimlerini anlayacaklardır.

Mucize olarak onlara Kur’an yetmez mi?
Kur’an-ı kerim misli olmayan buyuk bir mucizedir. Aşağıda beyan edeceğimiz gibi, icinde en derin ilmi ve fenni bilgiler, butun dunyada bugune kadar yapılmış medeni kanunlara numune teşkil edecek ilmi ve hukuki esaslar, eski tarihe ait bircok bilinmeyen malumat, insanlara verilebilecek en buyuk ahlak esasları, nasihatler, dunya ve ahiret hakkında en mantıki izahat esasları ve bunlara benzer, o zamana kadar hicbir kimsenin bilmediği, bilemediği, tasavvur bile edemediği hususlar vardır. Bunlar, kimsenin soyleyemeyeceği yuksek bir ifade ile beyan edilmiştir.

Peygamber efendimiz ummi idi. Yani kimseden bir şey okumamış, oğrenmemiş, hic bir şey yazmamıştı. Âyet-i kerimede mealen buyuruluyor ki:

([Ey Muhammed “aleyhisselam”! Bu Kur’an-ı kerim sana indirilmeden once] Sen daha once bir kitaptan okumuş ve elinle de onu yazmış değildin. Eğer oyle olsaydı bÂtıla uyanlar şupheye duşerlerdi.) [Ankebut 48]
[Muşrikler, Kur’an-ı kerimi, başkasından oğrenmiş veya onceki semavi kitaplardan almış derlerdi. Yahudiler de, Onun vasfı Tevrat’ta ummi olarak bildirilmiştir, bu ise ummi değil diye şupheye duşerlerdi.]

Kur’an-ı kerim, Allahu teÂl tarafından vahiy edilen muazzam bir eserdir. Şimdi bunu tetkik edelim:

Bir yeni peygamber zuhur edince, onun etrafında toplanan halk, ondan mucizeler bekler. Gerek Musa aleyhisselam, gerek İsa aleyhisselam peygamberliklerini ispat etmek icin mucizeler gostermek zorunda kaldılar. Hakikatte bu mucizeler, ancak Allahu teÂlÂnın emir ve musaadesi ve yaratması ile meydana geldi. Bizim gibi insan olan Peygamberler, kendiliklerinden mucize yapamazlar. Mucize, ancak Allahu teÂl tarafından yaratılır. Peygamberler ancak, Allahu teÂlÂnın yarattığı mucizeleri insanlara gosterirler.

Allahu teÂlÂ, Peygamber efendimize en buyuk mucize olarak (Kur’an-ı kerimi) vahiy etmiştir. Kur’an-ı kerim, mucize olduğu muhakkak olan en buyuk kitaptır. Halbuki insanlar, Muhammed aleyhisselamdan, semadan bir kitap indirilmesini veya bir dağı altuna cevirmesini istiyorlardı. Âyet-i kerimelerde mealen buyuruluyor ki:

(“Ona Rabbinden (başkaca) mucizeler indirilmeli değil miydi?” derler. [Ey habibim] Sen onlara de ki, mucizeler Rabbimin katındadır. [Allahu teÂlÂnın kudreti ve iradesi ile olur. Ne zaman ve nasıl isterse oyle yaratır. Bunları yapmak benim elimde değildir.] Doğrusu ben ancak Onun azabını size tebliğ edici, haber vericiyim. Kur’an gibi bir kitabı sana indirmiş olmamız, onlara [mucize olarak] yetmez mi? Elbette inanan kavim icin, onda rahmet ve ibret vardır.) [Ankebut 50,51]

O halde, Muhammed aleyhisselamın en buyuk mucizesi, Kur’an-ı kerimdir. (Bu Allah kitabı değildir, onu Muhammed yazmıştır) diyebileceklere karşı da, Allahu teÂlÂ, yukarıda meal-i şerifini bildirdiğimiz, Ankebut suresinin kırksekizinci Âyetinde cevap vermiştir. Boyle şuphelere mahal bırakmamıştır.
Allahu teÂlÂ, Muhammed aleyhisselamın ummi, yani okuma yazma oğrenmemiş olduğunu bildirmiş ve bu sebepten Kur’an-ı kerimin ancak Allahu teÂl tarafından vahiy edilebileceğinin anlaşılmasını dilemiştir.

Allahu teÂlÂ, Nisa suresinin 82. Âyetinde mealen, (HÂl Kur’an uzerinde gereği gibi duşunmeyecekler mi? Eğer Allah’tan başkasından gelmiş olsaydı, onda bircok tutarsızlık bulurlardı) buyurulmuştur. Allah kelamı olmadığını oğrendiğimiz bugunku (Kitab-ı mukaddes)de, Tevrat ve İncillerde pek cok ihtilaflar vardır. Bu da, bunların asılları bozularak sonradan, insan eliyle yazılmış olduklarını ispat etmektedir.

Şimdi, Kur’an-ı kerimin buyuk bir mucize olduğunu beraber gorelim.

Bir kitabın mucize olması icin, onun cok belagatli bir lisanla yazılmış olması, kimsenin o zamana kadar bilmediği, duymadığı hakikatleri, hikmetleri ortaya koyması ve eserin hicbir kimsenin yapamayacağı bir tarzda tertip edilmiş bulunması lazımdır.

Kur’an-ı kerimin lisanının belagati hakkında cok misal verilmiştir. Bu husus, esasen butun dunya tarafından kabul edilmiştir. Kur’an-ı kerimin belagatini inkÂr eden tek insan yoktur.

Kur’an-ı kerimde, o zamana kadar hic bilinmeyen hususlar zikredilmiş midir? Bunu tetkik edelim:

Bugun dunyamızın nasıl meydana geldiği hakkında buyuk ansiklopedilerde ve fen adamlarının kitaplarında şu malumat vardır:

(Milyarlarca sene evvel, butun kÂinat [Evren] bir tek parcadan ibaret idi. Bu tek parcanın ortasında birdenbire buyuk bir infilak oldu ve bu tek parca bircok parcalara ayrıldı. Parcaların her biri başka bir cihete doğru gidiyordu. Nihayet, bu parcaların bazıları birbirleriyle birleşerek muhtelif seyyareler [gezegenler] ve ayrı ayrı galeksiler [saman yolları], guneşler ve peykler [aylar] meydana getirdiler. Artık Fezada [uzayda] bu ilk patlamaya karşı bir mukavemet kalmadığından, bu seyyareler ve uydular ve bunların icinde bulundukları galeksiler fezada kendi mahreklerinde [yorungelerinde] devr etmeye [donmeye] ve yuzmeye devam ettiler. Dunya, icinde guneşin de bulunduğu bir galeksidir. KÂinatta sayılamayacak kadar cok galeksiler vardır. KÂinat, gittikce genişleyen bir manzume [sistem]dir. Galeksiler yavaş yavaş dunyadan uzaklaşmaktadır. Cunku, KÂinat, genişlemektedir. Bir kere, suratleri ziyanın suratine varırsa, artık oteki galeksileri gormemize imkan kalmayacaktır. Şimdiden, daha kuvvetli teleskoplar yapmaya mecburuz. Zira, bir muddet sonra, onları goremiyeceğimizden korkmaktayız) diyorlar.

Kendileri ile goruştuğumuz fen adamlarına, (Bu neticeye ne zaman vasıl oldunuz?) dediğimiz zaman, (Şoyle boyle 50-60 seneden beri, butun dunya fen adamları bu kanaatlerde birleşmiştir) demektedirler. 50-60 sene, dunya hayatında cok kısa bir fasıladır.

Şimdi hemen bu hususta Âyet-i kerimelerde ne buyurulduğuna bakalım:

(İnkÂr edenler, gokler ve Erd kuresi birbirlerine yapışık iken onları ayırdığımızı bilmezler mi?) [Enbiya 30]

(İnkÂr edenlere bir delil de, gecedir. Biz, ondan gunduzu sıyırıp cekeriz de onlar karanlıklara gomulurler. Guneş, kendisi icin belirlenen yerde akar (doner.) [Yasin 37,38]

Demek oluyor ki, Allahu teÂlÂ, fen adamlarının ancak 50-60 sene evvel meydana cıkarabildikleri dunyanın yaratılışını bundan tam 1400 sene evvel insanlara bildirmiştir.

Şimdi yine fen adamlarına donelim:
Biyologlar: (Bugun hayatın nasıl meydana geldiğini şoyle acıklıyoruz: Dunyanın ilk havasında amonyak, oksijen ve karbonik asit vardı. Yıldırımların tesirleri ile bunlardan amino-asitler meydana geldi. Milyarlarca sene evvel, ilk defa su icinde protoplazma husule geldi. Bunlardan ilk amibler meydana cıktı. Hayat suda başladı. Sudan karaya cıkan canlılar, havadan amino-asitleri alarak proteinli bunyeler meydana getirdiler. Gorulduğu gibi, butun canlılar sudan gelmektedir ve ilk canlılar suda teşekkul etmiştir) diyorlar.

Şimdi, Âyet-i kerimelerde ne buyurulduğuna bakalım:

(İnkÂr edenler, butun canlıları sudan yarattığımızı bilmezler mi?) [Enbiya 30]
(İnsanı sudan [meniden] yaratarak erkek ve kadın akrabalar yapan Allah’tır.) [Furkan 54]

(Yerin yetiştirdiklerinden, insanların kendilerinden ve henuz mahiyetini bilmedikleri şeylerden butun ciftleri yaratan Allahu teÂl her turlu ayb ve noksandan munezzehdir.) [Yasin 36]

Burada, nebatatı ve hayvanatı tetkik edenlere ve bunların yanında (Bilmedikleri şeyler) buyurarak, insanların ancak zamanla ve yavaş yavaş bulabildikleri, atom enerjisi gibi, yeni kaynakları inceleyen ilim adamlarına imalar, işaretler vardır. Nitekim Âyet-i kerimede mealen buyuruluyor ki:

(Gokleri ve yerleri yaratması, renklerinizin ve lisanlarınızın ayrı olması, Onun varlığının Âyetlerinden [işaretlerinden]dir. Doğrusu burada Âlimler [anlayış sahipleri] icin ibret vardır.) [Rum 22]

Demek oluyor ki, (lisan ve renk farklarında) henuz bizim bugun daha bilemediğimiz bazı incelikler vardır. Bunlar zamanla meydana cıkacaktır.

Şimdi, dunyanın sonu hakkındaki malumatımızı tetkik edelim. Fen adamları, (Dunyanın muhakkak sonu gelecektir. Nitekim, kÂinatta bazen bir seyyare parcalanıp ortadan kaybolmaktadır. Bizim tetkiklerimize gore, dunyamız, onceden kat’i olarak hesap edemediğimiz bir zaman sonra, muvazenesini kaybederek param parca olacaktır) demektedirler. Halbuki bunu Kur’an-ı kerim bize 1400 sene evvel bildirmiştir. Âyet-i kerimelerde mealen buyuruluyor ki:

(Yer dehşetle sarsıldıkca sarsıldığı, yeryuzu ağırlıklarını dışarıya cıkardığı zaman.) [Zilzal 1,2]

(Size, [varlığına ve birliğine delalet eden] Âyetlerini, mucizelerini gosteren, size gokten rızk indiren Odur. Bu Âyetlerden, işaretlerden Allah’a inananlardan başkası ibret almaz.) [Mumin 13]

Buradaki (gokten rızk indiren) tÂbiri, cok kereler Musa aleyhisselam ve kavmi, colde yolunu kaybettiği zaman, gokten inen (Kudret helvası) denilen ve bugun de susuz yerlerde peyda olan Manna adlı şekerli maddeyi işaret olabilir denilmiştir. Halbuki bu acıklama yanlıştır. Tefsir kitaplarında, Âyet-i kerimedeki (Size gokten rızk indiren) mealindeki kısım, (Size gokten rızkınızın sebebi yağmur ve gayrilerini [kar, rutubet] indiren Allahu teÂlÂdır) şeklinde tefsir buyurulmuştur. Cunku Allahu teÂlÂ, bizim rızkımızı hakikaten semadan indirmektedir.

Bunu biraz izah edelim. Bugun, en buyuk fen adamları, dunyada albuminlerin, proteinlerin nasıl meydana geldiğini şoyle izah etmektedir: (Yağmurlu gunlerde yıldırım ve şimşeklerin tesirleri ile havadaki oksijen ve azot birleşerek renksiz azot monoksit gazını meydana getirmekte, bu gaz tekrar oksijenle birleşerek, turuncu renkli azot dioksid, diğer taraftan yine yıldırım ve şimşeklerin tesiri ile havadaki rutubet ve azottan, amonyak meydana gelmektedir. Azot dioksid ise, rutubetin tesiriyle nitrik aside donuşmekte, bu sefer nitrik asit ile amonyak, yine havada bulunan karbonik asitle birleşerek amonyum nitrat ve amonyum karbonat hasıl olmakta, meydana gelen bu tuzlar, yağmurla yer yuzune inmektedir. Yer yuzunde bu tuzlar toprakta bulunan kalsiyum tuzları ile birleşerek kalsiyum nitratı meydana getirmekte, bu tuz da nebatat [bitkiler] tarafından mass edilerek [emilerek] onların yetişmesine sebep olmaktadır. Bu nebatatı yiyen insanlarda ve hayvanlarda, o maddeler muhtelif proteinlere, [ki bunların arasında albuminler de vardır] tehavvul etmekte ve bu hayvanların etlerini, sutlerini, yumurtalarını yiyen insanları beslemektedir.)
O halde, insanların rızkı, Kur’an-ı kerimde bildirilmiş olduğu gibi, semadan gelmektedir.

Şimdi bir de Musa aleyhisselam zamanında tanrılık iddiasında bulunan Firavun’un, (ibret icin) ne olduğuna bakalım:
“(Ey Firavun!) Senden sonra geleceklere ibret olman icin, bugun senin bedenini (cansız olarak) kurtaracağız. İşte insanlardan bir coğu, hakikaten Âyetlerimizden gafildirler.” [Yunus 92]

Firavun, eski Mısır hukumdarlarına verilen isimdir. Mısır’a hakim olan 26 firavun sulalesi vardı. Her sulalede ceşitli firavunlar asırlarca hukumdarlık etti. Musa aleyhisselam zamanındaki firavun, tanrılık iddiasında bulundu. Kendisine secde etmeyenlere ve Musa aleyhisselama inananlara işkence ve zulumler yaptı. Bu firavun dort yuz sene yaşamış, bir defa baş ağrısı gormemişti. Eğer bir defa başı ağrısaydı, bu saygısızlık hatırına gelmezdi.

Musa aleyhisselam, Mısır’a gelip Firavunu dine davet etti. Firavun kabul etmedi. Yanındaki veziri HÂmÂn’a sordu. O da; “Musa, buyuk sihirbazdır. Bizi aldatıp, memleketimizi elimizden almak istiyor.” dedi. Boylece Firavunun imana gelmesine mani oldu ve iman eden hanımı Âsiye’nin de şehid olmasına sebep oldu.

Musa aleyhisselamın mucizelerine Firavun inanmadı, kÂfirlerin suları kan oldu, kurbağa yağdı, cilt hastalıkları oldu. Uc gunluk karanlık devam etti. Firavun bu mucizeleri gorunce korktu. Musa aleyhisselam ile inananların Mısır’dan gitmesine izin verdi. Sonra Firavun bu iznine pişman oldu. Askerlerle arkasına duştu. Kızıldeniz’in Suveyş kısmında askerleri ile birlikte boğuldu.

Firavunun, Musa aleyhisselama ve ona inanan kimselere karşı yaptığı işler hakkında Bekara, Kasas, TÂhÂ, ŞuarÂ, Tahrim, GÂfir (Mu’min), A’rÂf, Yunus, Zuhruf, Duhan, İsrÂ, SÂffÂt, Ankebut surelerinde bilgi verilmektedir. Yunus suresi 92. Âyet-i kerimesinde mealen; “(Ey Firavun!) Senden sonra geleceklere ibret olman icin, bugun senin bedenini (cansız olarak) kurtaracağız. İşte insanlardan bir coğu, hakikaten Âyetlerimizden gafildirler” buyurulmaktadır.

Uc bin seneden fazla bir zaman once olen bu Firavunun cesedi, mumyalanmış olarak değil, ibret-i Âlem icin mumyasız olarak korunmuştur, tam bir ibret vesikası olarak vucudu hic bozulmamış, etleri curumemiş ve tuyleri dahi dokulmemiş şekilde ve secde eder vaziyette bulunmuştur. Firavunun bozulmamış bu cesedi şimdi Londra’daki British Museum’da teşhir edilmektedir.

Son olarak, Kur’an-ı kerimin Muhammed aleyhisselamın en buyuk mucizesi olduğuna dair, herkesin bildiği bir olayı, bir hakikati burada tekrar hatırlatalım:

Muslumanlığı tercih edenlerin arasında denizaltı araştırmaları ile butun dunyanın yakından tanıdığı, dunyanın en meşhur denizaltı kÂşiflerinden Fransız ilim adamı Kaptan Kusto yer alıyor.

Televizyonda yayınlanan Yaşayan Deniz programı ile okyanusların sırlarını bir bir gozler onune getiren Kaptan Kusto, İslam dinini tercih etmesine asıl sebep olan vak’anın, Atlas Okyanusu ile Akdeniz sularının birbirine karışmadığını tespit ettikten sonra, bunun 1400 sene once dunyaya indirilen Kur’an-ı kerimde beyan buyurulduğunu gormesi olduğunu bildirdi.

Kaptan Kusto, İslam dinini tercih etmesine sebep olan hadiseyi şoyle anlattı:
(1962 senesinde Alman ilim adamları, Aden korfezi ile Kızıldeniz’in birleştiği Mendeb boğazında, Kızıldeniz’in suyu ile Hind Okyanusunun suyunun birbirine karışmadığını bildirmişlerdi. Biz de, Atlas Okyanusu ile Akdeniz’in sularının birbirine karışıp, karışmadığını tetkik etmeye başladık. Evvela, Akdeniz’in kendine has sıcaklığı, tuzluluğu ve kesÂfeti ile ihtiva ettiği canlıları tespit ettik. Aynı tetkikatı Atlas Okyanusunda tekrarladık. İki su kutlesi binlerce seneden beri Cebelitarık boğazında birleşiyordu. Bu vaziyette, iki su kutlesinin karışması ile tuzluluk, kesÂfet gibi unsurların birbirlerine musavi, hic olmazsa yakın olması icap ediyordu. Halbuki, her iki denizin en yakın kısımlarında bile deniz suyu kendi hassasını koruyordu. Yani, iki denizin birleşme noktasında bir su perdesi iki deniz suyunun birbirine karışmasına mani oluyordu. Bu hÂli anlattığım [İslamiyet'i secerek musluman olan] Profesor Maurice Bucaille, bunda şaşılacak bir şey olmadığını, İslam’ın kudsi kitabı Kur’an-ı kerimin bunu acık bir şekilde yazdığını soyledi. Hakikaten bu hÂl Kur’an-ı kerimde acıklanıyordu. Bunu oğrenince Kur’an-ı kerimin (Allahu teÂlÂnın kelamı) olduğuna inandım. Hak din olan İslamiyet’i sectim.)

Birbirine karışmayan iki denizin bulunduğu hususunda birkac Âyet-i kerime vardır:
(Birinin suyu tatlı ve susuzluğu giderici, diğerinin ki tuzlu ve acı iki denizin arasına bir engel, aşılamaz bir serhat koyan Odur.) [Furkan 53]

(İki deniz, birbirine bitişik iken, [Rabbinizin koyduğu engel ile] birbirine karışmaz.) [Rahman 19, 20]

(....iki deniz arasına perde koyan...) [Neml 61]

(İki denizden biri tatlıdır, harareti keser, icimi kolaydır. Diğeri de tuzludur, boğazı yakar.) [Fatır 12]

Yukarıdaki bilgileri, (Kur’an-ı kerimde bildirilen şeyler, fen bilgilerine uymuyor, Muhammed “aleyhisselam” arkadaşlarıyla kendi yazdı) diyenlere cevap olarak yazıyoruz.

İslam Âlimleri, tefsir ilminin mutehassısları, Âyet-i kerimeleri, zamanlarındaki fen bilgilerine gore tefsir etmişlerdir. Biz burada, Kur’an-ı kerimin her asırdaki fen bilgilerine uygun olduğu gibi, en yeni keşiflere de muvafık olduğunu gostermek istiyoruz. Her Âyet-i kerimenin bircok, hatta sonsuz manası vardır. Cunku, Allahu teÂlÂnın butun sıfatları gibi, kelam sıfatı da sonsuzdur. Bu manaların hepsini, ancak Kur’an-ı kerimin sahibi, yani Allahu teÂl bilir. Bunların coğunu sevgili Peygamberine bildirmiştir. Bu mubarek Peygamberi de, munasip gorduklerini Eshabına haber vermiştir. Yukarıda verdiğimiz malumat, o manalar deryasından birkac damla olabilir kanaatindeyiz.

Şimdi biz, butun bu fen adamlarına, (Acaba bu hakikatleri bundan tam 1400 sene evvel, okuma yazma oğrenmemiş olan bir zat duşunebilir miydi?) diye soracak olsak, onlar: (Boyle şey olur mu? Bugun, bu hakikatlere varmak icin, insanlar sayısız kitaplar okumuşlar, sayısız tecrubeler yapmışlar ve ancak asırlardan sonra, bu hakikatlere varmışlardır. Bu tecrubeleri yapabilmek icin, uzun seneler okumak, muazzam laboratuvarlar kurmak, bircok hassas aletleri hazırlamak ve kullanmak icap eder) diyeceklerdir.

O halde, okuma yazma oğrenmemiş olan ve tamamen cahil bir muhitte yetişen bir zatın, boyle muazzam ilmi hakikatleri kendiliğinden bulup ortaya koyması duşunulebilir mi? Elbette ki duşunulemez. O halde, Kur’an-ı kerimin Muhammed aleyhisselam tarafından yazıldığı iddiasını yapmak hicbir bakımdan doğru değildir. Bugun, bircok gayretlerden sonra, elde edilen hakikatleri bize 1400 sene evvel bildiren bir kitab, ancak Allahu teÂlÂnın Kitabı olabilir. Boyle muazzam bir kudret, insanlarda olamaz. Ancak Allahu teÂlÂda vardır. Yukarıdaki hususları dikkat ile okuyan herkes, buna inanacaktır. Buna inanmamak taassup, inatcılık ve cahillik olur. Muhammed aleyhisselam Kur’an-ı kerim surelerini neşr ederken, ancak Allahu teÂlÂnın kendisine vahiy ettiği sozleri nakil ediyor, bunları O da, diğer insanlarla birlikte oğreniyordu.

Resulullah efendimiz hakkında, butun dunyanın ancak hurmet duyduğunu ve mutaassıp birkac papazdan başka hic kimsenin aleyhinde hicbir soz soylemediğini bir kere daha tekrar edelim. Aşağıda Almanya’da Stuttgart şehrinde 1888 [h.1305] senesinde, neşr edilmiş olan Kurschner ansiklopedisinin (Muhammed ve İslam dini) hakkındaki yazısını beraber okuyalım. Bu yazıyı bir ansiklopediden almamız, bu gibi kitapların, tamamen her hususu yanlış yazamayacaklarına gore, bazı hususları doğru yazmak mecburiyetinde kalmaları sebebi iledir. Bizi burada asıl alakadar eden kısım, Peygamber efendimizin ahlakı ve meziyetleri hakkında kullanılan sozlerdir. Daha bundan yuz sene evvel, İslam dini hakkında hıristiyan ilim adamlarının neler duşunduğunu de bildirdiği icin, bu parcayı tamamen tercume ederek sizlere sunuyoruz:

(Muhammed “aleyhisselam”ın kunyesi, Ebulkasım bin Abdullahdır. İslam dininin muessisidir. 20 Nisan 571 tarihinde Mekke’de doğmuştur. Kucuk yaşından beri ticaret ile meşgul olmuş, cok seyahatler yapmış, halk ile temas etmiş, her şeyi oğrenmeye heveslenmiştir. Daha genc yaşında, zengin bir tuccardan dul kalmış olan ve işlerini takip icin kendisini yanına almış bulunan, Hatice ile evlenmiştir.

610 senesinde, kendisinin Peygamber olduğuna ve Allah tarafından kendisine vahy geldiğine inanmış ve tek Allah mefhumunu, bircok putlara tapan Araplara tebliğ icin, buyuk bir gayret ile faaliyete gecmiştir. Muhammed “aleyhisselam”, Allah tarafından bu vazifenin kendisine verildiğine butun kalbi ile inanıyordu. Mekke halkının buyuk kısmı kendisinin aleyhinde olduğu, fikirlerini şiddet ile red ettiği, hatta kendisini oldurmek istedikleri halde, mucadelesini, faaliyetini durdurmadı. Nihayet, kendisine karşı cıkanların fazla tazyiki uzerine, 622 senesinde Mekke’den ayrılarak Yesrib [Medine] şehrine gitti. Muslumanlar bu harekete (Hicret) adını verirler ve takvimlerini bu tarihe gore başlatırlar.

Muhammed “aleyhisselam”, Medine’de bircok taraftar buldu. Bir putperestlik dini olan eski Arap dinini tamamen ıslah, onlara Allah’ın bir olduğunu ispat etmek istiyordu. Muhammed “aleyhisselam”ın bildirdiğine gore, hak din olan İbrahim “aleyhisselam”ın dininde bildirdiği esaslar ile, Musa ve İsa’nın “aleyhimesselam” bildirdikleri dinlerin esasları birdi. Fakat sonradan bu dinlerin icerisine bozuk itikadlar, inanışlar karıştırılarak tahrif edilmiş, yahudilik ve hıristiyanlık şeklini almıştı. Muhammed “aleyhisselam”, butun bu dinlerin birbirinin temadisi, devamı olduğunu ve en temizlenmiş şeklinin ise, ancak İslamiyet olduğunu herkese anlatıyordu.

(İslam) demek, (kendini tamamen teslim etmek) demektir. İslam dininin kitabı, Kur’an-ı kerimdir. Diğer dinlerin kitaplarında yalnız manevi hususlardan bahis olunurken, Kur’an-ı kerimde aynı zamanda, ictimai, iktisadi ve hukuki hukumler de mevcuttur. İnsanlara dunyada neler yapmaları lazım geldiği hakkında, hatta medeni kanun şeklinde olan hukumler coktur. Aynı zamanda, nasıl ibadet edileceği, nasıl oruc tutulacağı, vucudun nasıl yıkanacağı hakkında emirler bulunduğu gibi, diğer insanlara ve başka dinden olanlara karşı nasıl husn-i muamele edileceği hakkında da malumat vardır. Kur’an-ı kerim, musluman olmayan zalim hukumetlere karşı mucadeleyi emreder. Butun esası tek Allah’a ibadet etmektir. Dini resimleri, heykelleri men eder. Şarabı ve domuz etini yasaklar. Musa ve İsa’yı da “aleyhimesselam”, Peygamber olarak kabul eder. Fakat, bunların derecelerinin son Peygamber olan Muhammed “aleyhisselam”dan daha aşağı olduğunu bildirmiştir.

İslam dinini kabul edenler ve Onun emirlerine uygun olarak yaşayanların ahirette, icinde dunya zevkleri, nehirler, meyveler, ipekli sedirler bulunan Cennete gideceklerini ve orada kendilerine genc ve guzel huriler verileceğini mujdeler.

Muhammed “aleyhisselam”, gayet guzel huylu, guler yuzlu, kibar tavırlı ve cok durust bir zat idi. Daima hiddet ve şiddetten kacmış, hicbir zaman zulum yapmamıştır. Muslumanların daima iyi huylu, guler yuzlu olmasını istemiş, Cennete iyi huy ve sabır ile gidileceğini bildirmiştir. Doğru sozluluğu, merhameti, fakirlere yardımı, misafirperverliği, şefkati, daima Muslumanlığın esas temelleri olduğunu beyan etmişti. Daima kanaat ile yaşamış, debdebe ve gosterişten kacınmıştır. Muslumanlar arasında hicbir sınıf farkı tanımamış, en fakir bir muslumanın bile hatırını saymıştır. Buyuk bir zaruret olmayınca, zora başvurmamış, butun meseleleri tatlılık ile, anlaşma ile, nasihat ve izah ile hal etmeye uğraşmış ve cok kereler bunda muvaffak olmuştur. 630 tarihinde tekrar Mekke’ye donerek, bu şehri kolayca feth etmiş ve cok kısa zaman icinde, yari vahşi Arapları, dunyanın en medeni insanları hÂline getirmiştir.

İslam dini, her birinin hakkını tanımak şartı ile, bir erkeğin dorde kadar kadınla evlenmesine izin vermektedir. Muhammed “aleyhisselam”, 8 Haziran 632 tarihinde vefat etmiştir.) (Kurschner Ansiklopedisi)

Ansiklopedinin bu yazısını okuduğumuz zaman, şu kanaate varıyoruz:
Bunu hazırlayan tarihci, İslam dininin Allahu teÂlÂnın dini olduğuna tam inanmasa bile, bu dinin mukemmel bir din olduğunu ve tek Allah’a inanmayı emrettiğini, vahşi Arapları medeni yaptığını kabul etmekte, hele Peygamber efendimizden, pek buyuk bir meth ve sena ile bahsetmektedir. İşte, ne mukemmel bir insan olduğunu butun dunyanın tasdik etmek mecburiyetinde kaldıkları Muhammed aleyhisselama, son derece durustluğu ve sadakati sebebi ile, en buyuk duşmanları, azgın kÂfirler dahi (Muhammed-ul-emin) [Kendine guvenilir Muhammed] derlerdi. Bu kudsi vazifeyi, her turlu muşkilata rağmen, devam ettirdi.

Âyet-i kerimelerde mealen buyuruluyor ki:

(Biz seni Âlemlere rahmet olarak gonderdik.) [Enbiya 107]
(De ki, ey insanlar, ben, Allah’ın hepiniz icin gonderdiği Resuluyum.) [Araf 158]

(Rabbinin sana verdiği nimetlerle mecnun değilsin. Senin icin bitmeyen, sonsuz mukafat vardır. Elbette sen en buyuk ahlak uzeresin.) [Kalem 2-4]

(Biz seni butun insanlara mujdeleyici ve uyarıcı olarak gonderdik; fakat insanların coğu bunu bilmez.) [Sebe 28]

(Alemlere [Cin ve insanlara ilahi azap ile] korkutucu [uyarıcı] olarak Furkanı [Kur’anı] kuluna [Muhammed aleyhisselama] indiren [Allah’ın şÃ‚nı] ne yucedir.) [Furkan 1]

(De ki, insanlar ve cinler birbirlerine yardımcı olarak, bu Kur’anın bir benzerini ortaya koymak icin bir araya gelseler, yemin olsun ki, yine de benzerini ortaya koyamazlar.) [İsra 88]

(Muhammed “aleyhisselam”, kendi arzusu ile konuşmaz. [Cunku O, tevhidi ilan ve şirki yok etmek ve dini yaymak ile emr olunmuştur.] Onun [din işlerinde] konuşması ancak vahiydir.) [Necm 3,4]

(De ki, ben de ancak sizin gibi bir insanım. (Şu var ki) bana İlahınızın sadece tek bir ilah olduğu vahiy olunmuştur. [Zatında benzeri, sıfatlarında şeriki, ortağı yoktur.] Rabbine kavuşmak isteyen bir kimse, amel-i salih, faydalı iş işlesin ve Rabbine kulluk etmekte hic şerik [ortak] koşmasın.) [Kehf 110]

Butun bu zikrettiğimiz hususlar, beyan ettiğimiz hakikatler, tertibindeki ilahi nizam, Kur’an-ı kerimin dunyanın en buyuk mucizesi olduğunu, inansın inanmasın herkese gosteriyor.

Âyet-i kerimelerde mealen buyuruluyor ki:
(Butun dinlerden ustun kılmak uzere, peygamberini, hidayet ve hak din İslam ile gonderen Odur. Şahid olarak Allah yeter.) [Feth 28]

(Muşrikler istemeseler de, İslam dinini diğer butun dinlerden ustun kılmak icin resulu Muhammed aleyhisselamı, [sebeb-i hidayet olan] Kur’an ve İslam dini ile birlikte gonderen Allahu teÂlÂdır.) [Saf 9
Alıntıdır
__________________