Kararmaya ilk başladığı zaman, geceye andolsun,

Ve nefes almaya başladığı zaman, sabaha; (Tekvir Suresi, 17, 18)



Sabah, saatimin alarmının calmasıyla uyanıyorum. Dış dunya ile hicbir bağlantımın olmadığı uyku sırasında, ruhu ve bedeni birbirinden ayrılmış bir oluydum. Hakkında olum kararı verilmiş olanın ruhunu tutan Allah, benimkini bugun de adı konulmuş bir ecele kadar salıvermişti.

Olume benzeyen bu uykudan bilincli bir şekilde uyanmam, yatağıma yatmadan onceki halim gibi gorebilmem, işitebilmem, nefes alabilmem ve hissediyor olabilmem birer mucize aslında. Hic birimiz uyumadan once, sabah yeniden uyanacağımızdan ve bu nimetlerin yeniden verileceğinden emin olamayız cunku.

Butun gece şuursuzca uykuda gecen uzun saatlere ilişkin tek hatırlayabildiğimiz ruyalarımız. Ruyalar, Allah’ın hikmet ve hayırla, ozel olarak yarattığı goruntuler. Adeta okul gibi ruyalar, yattığımız yerde eğitiliyoruz. Allah, sınırsız merhametiyle, bize gore karmaşık ancak O’na gore kuşkusuz kolay olan bir sistem yaratarak, hemen her gece bize hatırlatmalarda bulunuyor. Gercekte olmayan şeyleri ruyalarımızda defalarca goruyor, uyandığımızda defalarca şukrediyoruz. Şimdi ben de ruyamda hastanede olduğumu, cok onemli bir operasyon gecirmek uzere hazırlandığımı hatırlıyor, sağlığım yerinde olduğu icin de Allah’a şukrediyorum.

Gune başladığımda, bu gercekleri duşunuyorum. Uzerimdeki merhameti icin Rabb’ime şukrediyorum. Bu yeni gun, rızasını kazanmam icin O’nun tanıdığı yeni bir fırsat. Yatağımda doğrulup, bu gunumu de Allah’a adıyor, icten dua ediyorum.

“Allah’ım bugun de uyandırıp bana bir fırsat daha verdiğin icin sana şukrediyorum. Sana yaklaşmak icin vesileler cıkar karşıma ve akşama girdiğimde de, sabaha erdiğimde de Seni ovguyle yuceltmeyi bana ilham et.”



Giyinip dışarıya cıkıyorum. Yol boyunca yururken insanları izliyorum. Aralarındaki sevgi, muhabbet eksikliği ve yabancılaşma hemen hissediliyor. Sokaklar birbirini tanımayan, tanımaya da calışmayan insanlarla dolu. Birbirleriyle selamlaşmayan, selamlamak da istemeyen, birbirini sevmeyen, sevmeye de calışmayan insanlar. Birbirleriyle goz goze gelmeyen, birbirlerinin yuzune bakmayan, bakmayı aklına bile getirmeyen insanlar. Ama birbirine bu kadar uzak yaşayan insanlar, her nedense birbirine bu denli yakın evler yapıyorlar. Birbirine guven duymayan, birbirine dayanmayan, ortak noktaları olmayan şehir insanlarının, evlerinin birer duvarı ortak; birbirine dayanıyor, destek oluyor.

Aslında insanların birbirine ihtiyacı var ama farkında değilmiş gibi davranıyor olabilirler mi? Nefsin vicdana galip gelmesi yuzunden mi komşular artık birbirinin “kulune muhtac” değil?

Samimi sevgi insanların elinden alınmış ki bu, insanın ruhunun alınmış olması gibi bir şey. İnsan sevgiyi yitirdiğinde geriye kalan ‘hicbir şey’dir…

Etrafta yoğun koşuşturma dikkatimi cekiyor. Kimi yoğun trafikte işine yetişmeye calışıyor, kimi akşam gideceği davette giymek icin kıyafet satın alma telaşında, kimi markette alışveriş yapıyor. Genc- yaşlı, kadın- erkek coğu insan sanki olumle hic karşılaşmayacakmış gibi gunluk işleriyle uğraşıyor.

Tum bunlar her insanın gunluk yaşamındaki detaylar ve normal davranışlar kuşkusuz. Ancak yanlış olan, insanların pek coğunun bunları gaflet icinde yapıyor olması. Allah’ın varlığını unutmuş ve olumun her an gelebileceğini duşunmeden…

… Otobuste pencereden dışarıyı izleyen, yolda elinde paketleri olan yaşlıya yardım etmeyen, kafasını ceviren gencler goruyorum. Oysa insan yardım ettiğinde sevinc duyar ve Allah o zaman guc, kuvvet ve mutluluk verir. Kurnazlık yaptığını zanneden kişi, bu guc ve huzuru kaybederek o zalimce egoizminin karşılığını hemen orada alıyor.

Coğu insan garip bir duyarsızlık ve umursamazlık icinde. Yaşamlarının gercek amacını unutarak, farklı konularla ilgileniyor ve bambaşka amaclar ediniyorlar. Dunya hayatına yonelik onemsiz bir konu icin yıllarca calışıp cabalıyor, ama asıl sorumluluklarını akıllarına bile getirmiyorlar.

Turlu endişe ve korkular icinde yaşıyor insan. Adeta ici boşalmış, manevi anlamda tukenmiş. Para, yiyecek, icecek, mal-mulk, kısacası her şeye sahip de olsa bir turlu mutlu olamıyor. Elde ettiği her şeyi bir gun yitirebileceği korkusu icinde huzursuz bir yaşam suruyor. Hastalanmak, cocukları icin endişelenmek gibi korkulardan bir turlu kendisini kurtaramıyor. Deprem, yangın, teror, hastalık korkusu gibi onlarca korku… İnsan zayıf bir varlık ve bu kadar korkuyu kaldıramıyor.

Oysa insan, hep doğruyu ve hep gerceği soyleyen vicdanı ile birlikte yaratılmış. Cevresindeki varlıkları ve olayları vicdanıyla değerlendiren insan gercekleri gorebilir.

İnsan ancak Allah’a guvenip dayandığında yani tevekkul ettiğinde bereket, bolluk, huzur, mutluluk ve guzellikler icerisinde yaşar. Allah’ın koruması altında olduğunu bilmek, O’na tevekkul etmek imanın onemli bir şartı. İnsan, Allah’a guvenmiyorsa zaten inanmıyor demektir.

Kuşkusuz bu, gercekleri anlayamamalarından değil, anlamazlıktan gelmelerinden doğuyor. Vicdanları doğruyu fısıldadığı halde, bircok insan kendini kandırıyor. Dunyaya olan bağlılık ve hırs, goruşu flulaştırıyor, inkara surukluyor.

Oysa yaşanan gun, Allah’ın hoşnutluğunu kazanabilmek icin son bir fırsat olabilir. Orneğin bu sabah, belki dunya hayatındaki son gunun ilk saatleridir. Ani bir kalp krizi ya da bir trafik kazası sonucu, insan bir daha hic “sabah” yaşamayabilir.



Hafif hafif kar başlıyor. Tefekkur zamanı. Kar tanelerindeki ceşitlilik ve kusursuzluğu, o mimarlık harikasi altıgen şekilleri fotoğraflarda gormuşsunuzdur. Her bir kar tanesi, yarattığı her şeyi en guzel yapan Allah’ın benzersiz sanatını bize gosteriyor. Dahası Allah detay sanatını, cıplak gozle goremediğimiz ve hemen eriyen kar tanelerinde beğenimize sunuyor.

Kar tanelerinin her biri aniden o muazzam gorunumleriyle yağmaya başlasa diye duşunuyorum. O nefes kesen gorunumleriyle gokyuzunden milyonlarca altıgen yağsa… Gorenlerin aklının ihtiyarı kalkar, Hz. Musa’nın yılana donuşen asasını goren buyuculer gibi secdeye kapanırlardı muhtemelen. Allah kar tanelerini sebep kılıp, bakanlarla gorebilenler arasındaki ayırımı vurguluyor adeta. Bediuzzaman’ın tefekkuru geliyor aklıma:

“Meleklerin bir kısmı kucucuk olarak yağmur ve kar katrelerine binip san’at ve rahmet-i İlÂhiyeyi kendi dilleriyle alkışlıyorlar.”

Kar artınca eve donuyorum.

…..

Kararmaya ilk başladığı zaman, gece… Yatağıma uzanıyorum. Olum gibi bir uykudan sonra bir daha hic uyanamayabilirim. Uyumadan onceki zaman, bağışlanma dilediğim son anlar olabilir. Olum her an gelebilir, insan onu her an tadabilir. Peki tatmaya hazır mıyım?.. İctenlikle Rabb’ime yonelip, bağışlanma diliyor; tevbe ediyorum. Umut ederim Allah, yeni bir ecir fırsatı olarak değerlendirmem icin yarın da uyandırır.

“Allah’ım, Seni hic unutturma; uyanıkken de unutturma, ruyamda da unutturma. Olum geldiği ve Sana dondurulduğum zaman, “Rabb’im, beni dunyaya geri cevir” diyenlerle kılma Allah’ım. Olumle birlikte gercekleri gorduğumde, yapmadığım icin pişmanlık duyacağım her şeyi yaşarken yapmayı, yaptığım icin ahirette pişmanlık duyacağım şeyleri de yaşarken yapmamayı bana ilham et…”


Not : Alıntıdır.
__________________