MEAL MESELESİ

Ebû DĂ‚vud, Tirmizî ve Neseî'nin tahric ettikleri, Cundub radıyallahu anh'tan gelen bir rivayette Rasûlullah sallallĂ‚hu aleyhi ve sellem şoyle buyurmuştur:

" Kim Kur'an'da goruşuyle soylerse ve bunun uzerine isabetli olsa dahi, hakikaten o hata etmiştir."

Usul ve alet ilimlerine vakıf olanların gayet yakinen bileceği gibi, Kur'an-ı Kerimin ayetlerindeki kelimeleri kendi has mefhum manası ile değerlendirmek icin iniş sebebine, Rasulu Muhterem aleyhisselamın o ayet hakkındaki beyanına ( izahatına) ve fiiliyatta uygulanış şekline baş vurulur... Bu o ayetin anlaşılması icin kacınılmazdır. Bu tarz bir yola başvurmadan indî ve kaprisli fikirlerini sanki Kur'an'ın ulu mesajı gibi! sunmaya calışanlar sadece zihni ve anlayışı donuk avam tabakasını aldatabilirler; onların da aldanması kısa surer, zira ilme muhalefet etme imkanları elhamdulillah yoktur. Bu babda meal ile dini hukumleri ortaya cıkarmak mumkunluğunun kısa bir mantık muhakemesine ihtiyacı vardır.

NEDİR MEAL?

Meal, kişinin konuştuğu dilin dilbilgisi kurallarına hakimiyeti kadarıyla, sozcuk manalarına vukufiyeti ve zeka, kavrama yeteneğinin el verdiği miktarda Kur'an'dan, beyin hacmince anladığını kendi oz diline cevirmesine gayret etmesi hadisesidir. Hal boyle ise ve meal kesinlikle bu anlamda kur'an değil sadece zihni ve dili Kur'an'a yaklaştırmada bir arac ise, ne oluyor ki bazıları okuduğu meali Kur'an mışcasına one cıkarır ve ardından da hic akletmeden Bu ayetten benim anladığım kadarıyla diyebilir??

Ne oluyor ki bazıları, nasıl bir mantıkla bu acıklama ışığında meal ile yaşama tarzını ayarlamaya calışır? Bilmez mi ki o, aslında yorumuna tabi olduğu kişinin veya heyetin Kur'an'dan anladığını ve aktardığını yaşamaya calıştığını? Zaten onlarca yirmilerce mealin yazılmasının sebebi aslında her bir sonra yazanın, oncekinin yazdığını yetersiz gormesi ve Kur'an'ı ifadede caresizliğin bir nişanesi değil midir bu anlamda?

Bakarsınız bazı meallerde cok muhim itikadi hukumleri ilgilendiren ayetlerde bile okuyucunun zihnini bunaltan nice kelime tezatları , anlama terslikleri vardır... Bu kadar dar bir kalıpla iki uc ceviri denemesi ile mi koskoca dinimizi hayatımıza uyarlayacağız ve bir de bunun adına Yuce Kur'an'a uydum, Allah'ın ipine sarıldım mı diyeceğiz?

Muhakkak ki istisnalar haric meal yazanların ekseri sadece dili ve zihni Kur’an’ın muhteşem yuceliğine yaklaştırmayı ve okuyanlarına bir şekilde faydalı olmayı gaye edinmiştir. Ama yine istisnalar haric hic bir meal yazarı, yazmış olduğu meale Kur’an ismini vermemiştir ve “ Kur’an işte budur ” dememiştir.

Bir takım insanların yaptığı gibi, bu guzide dinin Peygamberinin sozlerini, Onun her biri birer sağlam kulp noktasında mihenk sahabesinin ifadelerini, tatbikatlarını, bu dine canını feda etmiş milyon milyon alimin bunca ilmi calışmalarını top yekun inkar eden ve hepsini yekunuyla lĂ‚yecûz damgasıyla damgalayanın fikrine ve kavramasına kaldı ise Kur'an! vay halimize!

Bu his psikoloji de ne isimle adlandırılır bunu o ilmin alimleri bilir ama eğer biz boylesi bir guruha kendimizi kor bir teslimiyetle teslim edersek şahsiyetli insanların bize ne diyebileceğini az cok tahmin edebiliyoruz....

Bu hususta sozu uzatmaya gerek yoktur. Adı gecen mefhumlar bu gunun meselesi değildir ve gereken cevaplar sağlam kitaplardan aşağıda ifade edilmiştir.

Herhalde bize bunca sozden sonra cıkıp ta bakın Kur'an ne diyor demeyeceklerdir; zira biz bildik ki bu ifadeler Kur'an'ın değil, kişinin anlamak ve inanmak istediği; kafasında oluşturduğu dinin! yetkin ağzı, beynine ozel anlayışın urunudur ve asla Kur'an değildir...

Kupkuru ayet mealini alıp, yontmak bicmek cedelleşmek ve fikr-i sĂ‚bitini başkasına din diye sunmak icin insanın oncelikle kendine olan saygısını kaybetmesi ve cevresindeki herkesi zeka ozurlu gormesi icab eder. Dikkate şaşandır ki ozellikle nedense kendine has ozel inanış biciminin haricindeki herkesi kulliyen kafir, muşrik goren dar bir grubun haricinde de mealden hukum cıkarmaya calışan elhamdulillah zaten yoktur.

Ozellikle Arabî bilmeyenlerin nedense hic akletmiyorlar mı diye ifade ettikleri ve akılsızlıkla sucladıkları insanları bu anlamda kendi akıllarına davette bu kadar curetli olması da ayrıca bir ibret vesikasıdır. Bir takım insanların mantığını ve maksadını kendilerinin dahi kuramadıkları ozel kinlerine ve evliyaya duyulan hayret verici tiksintinin dili olmuş olmaktan başka; meali bu şekilde kullanmaları, itikadını paylaştığı eski inkarcıların yeni versiyonu olmaktan ote hic bir farklı ozgun teknik bir yenilik getirmediğine gore bu insanların ifadelerini bal kupunun sızan damlaları gibi leziz ve mukemmel idrak! safsatası ile sunmanın da gayet tabi akla ve iz’ana yakışır hicbir yonu yoktur.

Demoğoji ve polemikle hakkı isbat edemezsiniz ancak hakkı tul bir perde ile ortebilirsiniz; ama hak haktır ve tulden de olsa ışığını sacacaktır...



KUR’AN VE HADİS’TEN BAŞKA BİR ŞEYE İHTİYAC VAR MIDIR?

Dorduncu asırdan sonra İslam duşmanları her ne kadar dort taraftan hucum ettilerse de, CenĂ‚b-ı Rabb-ul-İzzet, Rasulu'nun vĂ‚rislerini hıfz-u himaye etmiştir. Sonradan, ilmi fıkıhtan ilm-i usûl-i fıkıh ve ondan da ilm-i hilĂ‚f ve ondan da ilm-i cedel cıktı. İlm-i fıkıhta, ilm-i ferĂ‚iz dahildir. FerĂ‚iz, fıkıhtan bir parca olması hasebiyle, onun bilinmesi icin ilm-i hesab, ilm-i cebir ve ilm-i mukĂ‚bele ve sĂ‚ire ilimler cıkarıldı. Boylece bu din-i mubîn = şeriat-ı Mustafaviyye esaslaştı. Bu ilimlerle iştigal edenlere Ehli Sunnet velCemaat denilir. Gayeleri, illetsiz, fiilen Kur'an ve Sunnet emriyle yaşamak ve yaşatmak idi.

" Kişi, bilmediği ve yapamadığı noktanın duşmanıdır. " kaidesi ne kadar doğrudur. Gerek ehli kufur, gerekse ehli hevĂ‚ ve heves, Ehli Sunneti yaşatmamak icin acaib bir şekilde gayretlerini sarf ederler. Lakin hak gelince bĂ‚tıl mukavemet edemez. Ehli Sunnet Ă‚limlerinin kalbleri, Rasûlullah'ın deniz ilminden isabeti kadar coşmuştur. SĂ‚de ve saf ilimleri ve madenleri, ilelebet bĂ‚kîdir.


" Kur'an ve hadisten başka bir şeye ihtiyac yoktur." diyenlerin sozu doğrudur, fakat altında hile ve tezvir vardır; bu kelimeyi tuzak etmişlerdir. Filhakika Kur'an ve hadisleri bilmek icin tek care dort mezheb Ă‚limlerinin arkasından gitmektir. Doğrusu, Kur'an ve hadisi kendi hevĂ‚ ve hevesimizle, kısır akıl, orumcek beynimizle anlamaya kalkışmamalıyız. Ayet ve hadisleri, haklarında hadisle musbet şahitlik yapılmış, ilk uc asırda yaşayan ulemĂ‚nın anlayışıyla anlamaya calışmalıyız. " Fukahanın goruşleri de beşerî sistem ve tĂ‚ğuttur" diyenlerin sozleri, koksuzdur. Hakikaten kendileri tağuttur. Cunku hevĂ‚ ve heveslerine davet ederler. Mezheb imamlarımız ise, Allah ve O'nun Rasûlu'ne davet ederler.

Her zamanda, hevĂ‚ ve hevesini terk etmeyenler, Muslumanlara zamana ayak uydurmalarını telkin etmişlerdir. Sebebi, Ehli Sunnet velCemaat gibi İslam’ı yaşamak ve yaşatmaktan aciz kalmalarıdır.. " Zaman sana uymazsa sen zamana uy" sozleri Ă‚cizliklerinin ifadesidir. İşte bunun icindir ki, ağızlarında ayet ve hadis mealleri bol,bol.. Şahsen benim goruşum diye her bir koşede bir mevlithan, her bir kahvede bir cambaz.. Vaiz olmayan kimse yok. Vaazı ile amel eden de enderdir. Benim goruşum demek ictihadım demektir; oyleyse herkes muctehid olmuştur !

Dinden anladığımız kadarıyla bize duşen vazife, ilk uc asrın icinde yaşayan ulemĂ‚nın sozlerini, goruşlerini zabdetmektir. Usul ve kaidelerini oğrenmektir care.. Nitekim Muslim ve BuhĂ‚rî'nin tahric ettikleri, Abîdet-us-SelmĂ‚ni ve başka sahabeden gelen rivayette Rasulullah sallallĂ‚hu aleyhi ve sellem şoyle buyurur:

" Ummetimin en hayırlısı Benden sonra gelen asırdır. Sonra onların peşinden gelenler. Daha sonra onların peşinden gelenlerdir. Sonra oyle bir kavim gelecektir ki, onlardan birinin şahadeti yeminini, yemini de şahadetini gececektir. "

Binaenaleyh haddimizi bilmeliyiz.. Ebû Hanîfe, İmam MĂ‚lik, İmam Şafiî, İmam Ahmed bin Hanbel ve emsalleri, yukarıdaki hadisin musbet şahadetine dahildirler. Kitabları zamanlarından asrımıza kadar tevĂ‚tur ve senedle naklolunmuştur. Ayaa!.. Onlardan birini bırakıp da, şimdiki bir profesorun kurmuş olduğu mezhebe girmeyi vicdan kabul eder mi?!.

Hele hele, yeni bir kavim bu son yuz yıl icerisinde turedi. Hadisleri dahi devreden cıkarıyorlar. kimisi de " şu hadis zayıftır, şu hadis mevdu'dur der. Ve bunu diyenden kısm-i a'zamîsi, Kur'Ă‚n'ı yuzunden okumaktan dahi aciz... Allah intibahlar versin...

Bize VĂ‚sıl bin Abdil'a'la soyledi....( hadisin tahric bolumu şahıs
isimleri uzunca kim kimden aldı kısmı şahısların ismi uzunca geciyor) Dedi ki: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'den işittim, şoyle dedi:

"İnsanların (icinde yaşanılan zamanın) en hayırlısı benim karn'ımdır. Sonra onların peşinde gelenlerdir. Sonra onların peşinde gelenlerdir. Sonra bunların akabinde gelen bir kavm olur ki, semizlenirler; semizlenmeyi severler. Onlardan şahidlik taleb edilmediği halde şahitlik yaparlar."

Başka bir hadis i şerifte:

"Ashabıma iyilik ve ihsanda bulunun. Sonradan gelenlere, sonradan gelenlere de" İmam Ahmed bin Hanbel Cabir tahrici

Başka bir hadisi şerifte Rasulu Muhterem sallallahu aleyhi ve sellem:
Ben ashabımın haklarını korumanızı tavsiye ederim. Sonra onların peşinde gelenlerin haklarını. Sonra onların peşinde gelenlerin haklarını. Sonra onların peşinde gelenlerin haklarını (tavsiye ederim) Sonra yalanlar belirir, yayılır. Hatta bir adamdan yemin istenmediği halde yemin eder; şahitlik ondan istenmediği halde şahidlik eder.... Hadis devam ediyor) Tirmizi Hazreti Omer tahrici

İbnu Mes'ud radıyallahu anhu diyor ki:

" Kim bir adeti yol edinmek isterse, vefat edenin yolunu yol edinsin. Cunku muhakkak diri uzerindeki fitneden emin olunmaz. Onlar (oluler) Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabıdırlar. Bu ummetin en ustunlerdirler. Kalb olarak en doğrudurlar. İlim olarak en derindirler. Zorluğa en az katlananlardır.(ibadetleri yemek icmek gibi tabii ve başkalarının vebali altına cok az girenlerdir.) Allah onları Nebisi sallallahu aleyhi ve sellem'in sohbetine ve dinini ayakta tutturmaya secmiştir. Oyle ise onların şereflerini biliniz. İzlerine tabi olunuz. Gucunuz yettiği kadar ahlak ve siretlerine tutunun. Şuphesiz onlar dosdoğru hidayet uzerindedirler."

Tirmizi mustesna Kutub u sittenin beşinin rivayet ettiği bir Hadis i
şerifinde Rasulu Muhterem aleyhisselam buyurur ki :

"Son zamanlarda bir kavm cıkar. Onlar akılsız ve tecrubesiz birtakım genclerdir. Dinde cahildirler. Mahlukların en hayırlı sozunden soz soylerler. Kur'an'ı okurlar, fakat imanları gırtlaklarından gecmez (inmez). Okun ava girip cıktığı gibi, onlar da dine girip cıkarlar. Her nerde onlara rastlarsanız, onları oldurun. Şuphesiz ki, onları oldurmekte kıyamet gunu Allah nezdinde mukafat vardır."
" Ummetimden bir taife hicbir an haktan ayrılmayıp galip olacaklardır. Ta ki onlar galib oldukları halde Allah'ın emri (kıyamet) onlara gelinceye kadar" Muslim, Buhari. İmam Buhari diyor ki: Bu taifeden murad dini ilimlere ehliyetli olanlardır.

İndî goruşlerle kur'an-ı Hakîm'i mana etmek, bazen kufur olur, bazen da kufre yakın haram olur. Binaenaleyh mucerred mealden hukum cıkarmak, yorum yapmak, ilmî buyuk Ă‚fattır ve haramdır. Nitekim Ebû DĂ‚vud, Tirmizî ve Neseî'nin tahric ettikleri, Cundub radıyallahu anh'tan gelen bir rivayette Rasûlullah sallallĂ‚hu aleyhi ve sellem şoyle buyurmuştur:

" Kim Kur'an'da goruşuyle soylerse ve bunun uzerine isabetli olsa dahi, hakikaten o hata etmiştir."

Buradaki hatadan iki mana murad olunmaktadır. Birincisi isabetsiz mana etmektir; bu kufurdur. İkincisi, isabetli olarak mana etmektir; bu ise buyuk ma'siyettir, haramdır. Her halukarda hadis-i şerif, şahsın, Kur'Ă‚n'ın lafzından GORUŞUYLE hukmu cıkarmasını yasaklamıştır.

Bundan anlaşıldı ki, bizim zamanımızda, ozellikle Turkiye'de, ulemanın goruşlerine, tefsirlere muracaat etmeksizin mucerred meal okunması, ya kufurdur ya buyuk bir ma'siyettir. Hele hele bunun uzerinde bir de munakaşalar olursa; mesela " Şu ayet bunu demek ister.. Bu ayet bunu demek ister.. " gibi cekişmeye sirayet ederse, kufur olur. Nitekim HĂ‚kim, Ebû DĂ‚vûd ve İmam Ahmed'in tahric ettikleri Ebî Hureyre radıyallahu anh'tan gelen bir rivayette Rasûlullah sallallĂ‚hu aleyhi ve sellem şoyle buyurmuştur:

" Kur'an'da cedel kufurdur "

Mutlaka Muslumanların boyle buyuk hatalardan sakınmaları farzdır. Farzı terk etmek haramdır. Oyleyse bu haramı işlemekten kurtuluşun iki caresi vardır. Birincisi ustad Bedîuzzaman'ın kendi eserlerinde tatbik ettiği gibi, ayetleri okuyarak mealini soylemeksizin, hukumlerini muctehidlerden ve muteber eserlerden nakletmektir. İkincisi, mealde fikir ve duşunceyi yurutmeksizin tefsirden, mesela " Elmalı yahud Vehbi Efendi yahud Omer Nasûhî şoyle şoyle yazmışlardır" diye nakletmektir. Bu nakilde dahi titiz bulunmak farzdır. Aksi takdirde hatadan korunulmaz. Şu halde Kur'an ve hadisi, anlayışımızla değil, muctehidlerimizin, bid'atten sakınan ulemĂ‚mızın anlayışıyla anlamalıyız. Bu bir dusturdur.


MEAL HUSUSUNDA NETİCE

Bunca mulahazanın ozu, dini beynimizde kurguladığımız biciminden ozgurluğe kavuşturup, kendi oz niteliğine burundurmenin caresi 1400 kusur yıllık birikimi, bir kac saatlik duşunce kırıntısına tercih etmelikten vaz gecmektir. Ulamanın goruşlerine değer vermek, onların sozlerini ve fiillerini anlamaya calışmak; bu anlamada samimi olmak: bize Kur'an'ın mesajını anlatmada ilk adım olacaktır....

Bir kısım calışmaların ozu şudur:

" Once alimlere itibarı ortadan kaldıralım
Sonra hadisleri devreden cıkaralım
Bunları halledersek Kur'an'ı niyetimize gore yorumlamayı başarırız
Bunu da kabul ettirirsek kendi hakimiyet ve kıymetimiz adına yeni bir din oluşumunun tohumlarını atmak kolaylaşır...
Ve artık o eskide kalmış pacavra fikirler diye nitelendirdiğimiz alimlerinin
Sahabenin
Peygamberin
Kur'an'ın
mesajını bize hizmet etmeye cevirmeyi başarabilirsek; değme keyfime... "

Hicbir aklı başında Musluman bu hileye duşmemeli ve aldanmamalıdır..... Uyanık olmak ve dinimizi en sağlam nakillerle ulemamızın eserlerinden oğrenmeye calışmamız elzemdir. Bu tezgaha kananlar, muhakkak ki dinini oğrenmede kifayetsiz kalmış, kafası Avrupa, kalbi Musluman, din adına ama en samimi gencler olacaktır; zaten hedef bellidir. Genclerdir....

Ey gencler! Materyalizmin bu ihtiyar, tecrubeli ve ciddi tehlikesine duşmeyelim. dinimizi mutemet zevatın eserlerinden oğrenmeye calışalım. Oncelikle tashîh-i itikad tashîh-i amel edelim. Bırakalım meallerden dinimizi oğrenme telaşesini; ilm-i tefsir ilm-i hadis ilm-i fıkıh ilm-i kelam ve bilumum alet ilimleriyle dinimize yardımcı olacak, bizi inancsızlık hafakanlarından kurtarmaya vesile ilimleri okuyalım, ilim... Cahilin cehlinden daha korkunc olan şey ilme ve alime olan inkarıdır...

Meal okumayalım demiyoruz; okuyalım ama sadece mealden dinimizi oğrenmeye calışmayalım; meali hukum cıkarmak ve islami tatbikte esas kılmayalım diyoruz.

Biz eğer bunca birikimi, bunca alimleri elimizin tersiyle bir kenara atarsak, hangi yurekle yarın Rûz-u mahşerde Allah Teala’ya hesab vereceğiz? “Biz en samimi Muslumanlar olarak bunca Senin dostunun hepsinin hatasını duzeltmek icin hicbir alet ilmine ihtiyac duymadan Ey Rabb’im! Hak e hakikat icin beynimize vahyettiğine tabi olduk; iyi ettik değil mi Ey Rabb’im “ mi diyeceğiz!...

Boğaz koprusu varken, boğazın derin sularına ve dalgalı akıntısına rağmen, "ben karşıya gecmek icin bu yolu tercih ederim, yuzeceğim; beni kopru ilgilendirmiyor, ya kopru harabe ise, ya ben uzerindeyken yıkılırsa, hernekadar dakikada 1000 insan o kopruden karşıya geciyor ama, yanlış yapıyorlar, karşıya gecmeleri icin, suya dalması lazım her birinin!!!!" deyicinin zihni boyutunu nasıl değerlendiriyorsanız; oylece " ben bu dini kendi fikrimle temelinden bi daha kendi uslubunca kuracağım" diyenin fikrini de oyle değerlendiriniz...

Asansor varken 99 katlı binaya " hayır ben yuruyerek cıkacağım; asansore inanmıyorum" diyenin mantığına guleriz; O halde dininizin asansoru mesabesindeki calışmalarıyla bize ışık ve kolaylık olan ulamanın inkarı cihetine girene ne demeli? Unutulmaya ki yuzunu gokyuzune doğru cevirip tukurenin tukuruğu fizik kaidesi olarak yine kendi suratına gelecektir!...

Elektrik varken mum yakmayalım...

Otobus, ucak gibi ulaşım aracları varken yayan 1430 millik mesafeyi yurumeyi tercih etmeyelim... Bu dinin otobus ve ucağı mesabesindeki ulemanın nakil ve gayretlerini terk etmenin hangi mantık muvazenesi ile değerlendirilmesi gerektiğini her insan yine kendi oz aklına sorsa cevabı rahatlıkla verecektir.

İlme talib olalım; ama Hocasız ilim sevdalısı değil.. Ene'mizi kendimize rehber secersek farkında olmadan şeytanı hayat arkadaşımız tayin etmiş oluruz.

Muhyiddîn Arabî diyor ki: Erbaatun muhliketun lil abdi. Ene Nahnu lî ve indî..

Mefhumlar copluğu felsefeden once, dinimizi milyon milyon alimin engin ve basiretli ferasetinin aydınlığında net bir goruşle gormeye calışalım. Bunun yolu ilme talib olmaktır, ilme ve alime olan sevgi ve hurmettir.

Hasılı kelam; oz varken sozu bi kenara bırakalım; dinimizi ehadisle oğrenmeye calışalım, havadisle değil...

İtikadımızı bir Hızır Bey'den , İbrahim Hakkı Erzûrumî'den , Ahmed ZiyĂ‚eddîn GumuşhĂ‚nevî, Bediuzzaman'dan ve iktibaslarını kullandığımız bu yazıyı şereflendiren zevattan; ilmihal bilgilerimizi bir İbni Abidin'den Mehmet Zihnî Efendi'den, Omer Nasûhi Bilmen'den tashih etmedikce kurulan tuzakları anlamak ve bu tuzaklara duşmemek elde değildir....


Kur'an-ı hakim'i tefsir babında yazılan aşağıdaki şunca eseri bertaraf edip kafasındaki oluşumu din diye sunmaya calışan ve bana sadece kupkuru meal yeter diyebilen bu boş heveslilerin tuzaklarına duşmeyiniz:

1- H.310'da vefat eden fakih, muhaddis ve mufessir İmam Muhammed bin Cerîr bin Yezîd bin Kesîr Ebû CĂ‚fer et-Taberî'nin CĂ‚miu-l-Beyan fî Tefsîr-il-Kur'an = Tefsîr-i Taberî
2- H.583'te vefat eden mufessir CĂ‚rullah = Zemahşerî'nin el-KeşşĂ‚fu an HakĂ‚ik-i ĞavĂ‚mid-it-Tenzîli ve Uyun-il-EkĂ‚vîli fî Vucûh-it-Te'vîl
3- H.606'da vefat eden imam, mufessir Ebû Abdullah Muhammed bin Omer bin Hasen bin Huseyn et-Teyimî el-Bekrî = Fahreddîn-ur-RĂ‚zî eş-ŞĂ‚fî'nin MefĂ‚tîh-ul-Gayb = Tefsîr-i Kebîr
4- H.616'da vefat eden, nahuv, fıkıh, hendese, ferĂ‚iz ve tefsir ilimlerinde buyuk payeye ulaşan, muhaddis Abdullah bin Huseyn bin Abdullah bin Huseyn = el-Ukberî el-Bağdadî el-Hanbelî = Muhibbuddîn Ebu-l-BekĂ‚'nın İmlĂ‚u mĂ‚ Menne Bih-ir-RahmĂ‚nu min Vucûh-il-İ'rĂ‚bi vel'KirÂÂti fî Cemîl-i-Kur'Ă‚n.
5- H.682'de veyahud 685'de vefat eden mufessir, imam Nasîruddîn Ebû Saîd Abdullah bin Omer el-BeydĂ‚vî eş-ŞĂ‚fiî'nin EnvĂ‚r-ut-Tenzîl ve EsrĂ‚r-ut-Te'vîl
6- H.725'te vefat eden tefsir, fıkıh, tasavvuf ve daha bircok ilimlerde buyuk payeye ulaşan imam Muhyissunne Şeyh AlĂ‚uddîn Ali bin Muhammed bin İbrĂ‚him el-BağdĂ‚dî eş-ŞĂ‚fiî'nin LubĂ‚b-ut-Te'vîl fî MeĂ‚ni-t-Tenzîl = Tefsîr-i HĂ‚zın
7- H.710'da vefat eden, kelam ilmi= Ehli Sunnet velCemaat’in akaidinde, tefsir, fıkıh ve daha bircok ilimlerde buyuk payeye ulaşan Ebû-l-Berakat Hafizuddîn Abdullah bin Ahmed bin Mahmûd en-Nesefî el-Hanbelî = İmam Nesefî'nin MedĂ‚rik-ut-Tenzîl ve HakĂ‚ik-ut-Te'vîli fit'Tefsîr
8- H.817'de vefat eden Ebû TĂ‚hir Muhammed bin Ya'kûb bin Muhammed bin İbrahim el-FeyruzeĂ‚bĂ‚dî = FeyruzĂ‚bĂ‚d = Mecduddîn-i ŞirĂ‚zî'nin Tevîr-ul-MikyĂ‚s fî Tefsîr-ibni AbbĂ‚s
9- H.510'da vefat eden, tefsir, hadis, fıkıh ve daha bircok ilimlerde buyuk payeye ulaşan Ebû Muhammed el-Huseyn bin Mes'ûd bin muhammed el-FerrĂ‚ el-Beğavî = Muhyissunne'nin MeĂ‚lîm-ut-Tenzîl fit'Tefsîri vet'Te'vîl
10- H.542'de vefat eden mufessir, fakih, kĂ‚dî Ebû muhammed Abdulhakk bin ĞĂ‚lib bin AbdurrahmĂ‚n bin Atiyye el-MuhĂ‚rîbî'nin el-Muharrar-ul-Vecîz fî Tefsîr-il-KitĂ‚b-il-Azîz
11- H.5877de vefat eden allĂ‚me, mufessir ve muhaddis Ebu-l-Ferec CemĂ‚leddîn AbdurrahmĂ‚n bin Muhammed el-Cevzî el-Kureşî el-BağdĂ‚dî = İbnu Cevzî'nin ZĂ‚d-ul-Mesîr fî İlm-it-Tefsîr
12- H.774'te vefat eden Ebu-l FedĂ‚ İsmail İmĂ‚duddîn bin Omer = Hafız İbnu Kesîr'in Tefsîr-ul-Kur'Ă‚n-il-Azîm= Tefsîr-i İbni Kesîr
13- H.465'te vefat eden, fıkıh, hikmet ve tasavvuf ilimlerinde buyuk payeye ulaşan İmam Ebu-l-KĂ‚sım Zeyneddîn Abdulkerîm bin HevĂ‚zın bin Abdulmelik İbnu TalhĂ‚ en-NisĂ‚bûrî el-Kuşeyrî'nin LatĂ‚if-ul-İşĂ‚rĂ‚t
14- H.683'te vefat eden imam, kĂ‚dı Ebu-l-Abbas NĂ‚siruddîn Ahmed bin Muhammed bin Mansûr bin Ebi-l-KĂ‚sım el-MĂ‚liki = İbn-ul-Munîr'in el-İntisĂ‚fu min SĂ‚hib-il-KeşşĂ‚f
15- H.745'te vefat eden mufessir, fakih ve şair, terĂ‚cum, tefsir ve nahuv ilimlerinde buyuk payeye ulaşan allĂ‚me Muhammed bin Yûsuf bin Ali bin Yûsuf bin Hayyan = Esîruddîn Ebû Hayyan el-Endulusî'nin Tefsîr-u Bahr-il-Muhît
16- Yine Ebû Hayyan'ın Tefsîr-u Nehr-il-MĂ‚ddi min-el-Bahr-il-Muhît
17- H.749'da vefat eden, terĂ‚cum, nahuv, lugat, tefsir ve fıkıh ilimlerinde buyuk payeye ulaşan Ahmed bin AbdulkĂ‚dir bin Ahmed bin Mektûm el-Kaysî el-Hanefî = TĂ‚cuddîn İbnu Mektûm'un ed-Durr-ul-Lakît min-el-Bahr-il-Muhît
18- H.850'de vefat eden mufessir, hakîm el-Hasen bin Muhammed bin Huseyn el-Kummî en-NîsĂ‚bûrî = en-NizĂ‚m-un-NisĂ‚bûrî'nin ĞarĂ‚ib-ul-Kur'Ă‚n ve ReğĂ‚ib-ul-FurkĂ‚n = Tefsîr-i NîsĂ‚bûrî
19- İmam Suyûtî'nin ed-Durr-ul-Mensûr fit'Tefsîr-il-Me'sûr
20- Yine İmam Suyûtî'nin el-İtkĂ‚n fî Ulûm-il-Kur'Ă‚n
21- Yine İmam Suyûtî'nin et-Tahbîr fî Ulûm-it-Tefsîr
22- H.920'de Akşehir'de vefat eden allĂ‚me, buyuk mutasavvıf, Şeyh BĂ‚bĂ‚ Ni'metullah bin Mahmud en-NahcuvĂ‚nî'nin el-FevĂ‚tih-ul-İlĂ‚hiyyetu vel'MefĂ‚tîh-ul-Ğaybiyyet-ul-Muvaddihatu lil'Kelim-il-Kur'Ă‚niyyeti vel'Hikem-il-FurkĂ‚niyye = NahcuvĂ‚nî
23- H.951'de vefat eden allĂ‚me, mufessir Muhyeddîn Muhammed bin Şeyh Muslihuddîn Mustafa el-Kocevî'nin el-HavĂ‚şî-i-Muteallikatu bi Halli MuğlakĂ‚ti EnvĂ‚r-it-Tenzîli ve EsrĂ‚r-it-Te'vîl = ŞeyhzĂ‚de
24- H.977'de vefat eden, fıkıh, tefsir, kelam, sarf ve nahuv ilimlerinde buyuk payeye ulaşan, allĂ‚me şeyh Şemseddîn Muhammed bin Muhammed el-Hatîb eş-Şirbinî eş-Şafiî'nin es-SirĂ‚c-ul-Munîr fil'İĂ‚neti alĂ‚ Ma'rifet-i Ba'dı MeĂ‚nî KelĂ‚m-i RabbinĂ‚-i-Hakîm-il-Habîri fit'Tefsîr =SirĂ‚c-ul-Munir
25- H.982'de vefat eden imam, mufessir ve şair Muhammed bin Muhammed bin Mustafa el-İmĂ‚dî el-Hanefî'nin İrşĂ‚d-ul-Akl-is-Selîm ilĂ‚ MezĂ‚ye-i-KitĂ‚b-il-Kerîm = Tefsîr-i Ebû Suûd
26- H.1067'de vefat eden allĂ‚me Abdulhakîm bin Şemseddîn el-Hindî es-SeyĂ‚likûtî = el-BencĂ‚bî'nin HĂ‚şiyet-us-SeyĂ‚likûtî ale-l-KĂ‚dî
27- H. 1069'da vefat eden allĂ‚me, edib ve muhaddis Ahmed bin Muhammed bin Omer el-HafĂ‚cî = ŞihĂ‚b Ebu-l-Abbas'ın İnĂ‚yet-ul-KĂ‚dî ve KifĂ‚yet-ur-RĂ‚dî alĂ‚ Tefsîr-il-KĂ‚dî = Tefsîr-i ŞihĂ‚b
28- H.1127'de vefat eden mutasavvıf, allĂ‚me Şeyh İsmail Hakkı bin Mustafa İslambolî = Bursevî el-Hanefî = el-Halvetî'nin Ruh-ul-BeyĂ‚n fî Tefsîr-il-Kur'Ă‚n
29- H.1195'te vefat eden Mufessir UsĂ‚meddîn Ebu-l-FedĂ‚ HĂ‚fız İsmail bin Muhammed bin Mustafa el-Konevî'nin HĂ‚şiyetun alĂ‚ EnvĂ‚r-it-Tenzîl = Tefsîr-i Konevî
30- H.880 civarında vefat eden allĂ‚me ve mufessir, Sultan Muhammed Fatih'in Hocası Muslihuddîn Mustafa bin İbrahim= İbnu Temcîd'in HĂ‚şiyet-ubn-it-Temcîd ale-l-KĂ‚dî
31- H.1204'te vefat eden allĂ‚me, mufessir Suleyman bin Omer el-Uceylî eş-Şafiî'nin el-FutûhĂ‚t-ul-İlĂ‚hiyye bi Tavdîh-i Tefsîr-il-CelĂ‚leyni lid'DakĂ‚ik-il-Hafiyye = Tefsîr-i Cemel
32- H.1241'de vefat eden allĂ‚me, mutasavvıf Ahmed bin Muhammed es-SĂ‚vî el-Halvetî el-MĂ‚likî'nin HĂ‚şiyet-us-SĂ‚vî alĂ‚ Tefsîr-il-CelĂ‚leyn
33- H.1270'de vefat eden hĂ‚timet-ul-muhakkikîn Ebu-l-FedĂ‚, mufessir, muhaddis ŞihĂ‚buddîn Mahmud bin Abdullah el-Huseynî el-Alûsî'nin Rûh-ul-MeĂ‚nî fî Tefsîr-il-Kur'Ă‚n-il-Azîmi ves'Seb'i-l-MesĂ‚nî = Tefsîr-i Alûsî

34- H.1230'da vefat eden el-Muftî Halil bin Ahmed el-Hanefî'nin HĂ‚şiyet-ul-Konevî

Sadece birkacını yazabildiğimiz bunca tefsir calışması varken ve bunca alim Kur’an-ı kerim’in muhteşem yuceliğine ifadeye kelimeler yetiremeyip ciltlerce eserde tefsir calışması yapıp, hala “biz Kur’an’ın muhteşem ifadelerini aktarmada yetersiz kaldık” derken, herhalde artık bir iki kelime ile koskoca dini beyninde kurup, aslında kısır zekasıyla oluşturduğu fikrini dinmişcesine insanlara pazarlamaya calışan ve bunu yaparken de Ulu Yuce Kur’an buyurdu ki diyenin sozune teslim olmamızı beklemeyeceklerdir.


Her şey dine feda, eğer zekada birini pir tutmamız icab etseydi haliyle zekasına butun insanlığın hayran kaldığı bir İmam A’ zam rahimehullahı kendimize pir tayin etmemiz icab ederdi; ama bakınız o ne yapmıştır:

İbnu MubĂ‚rek anlatıyor:

Ebû Hanîfe ile hacca gitmek uzere Medîne'ye vardık. İmam Muhammed bin Ali bin Huseyn bin Ali radıyallahu anhum, Ebû Hanîfe'ye rastladı. Ve:

- " Ebû HĂ‚nîfe sen misin? Dedem Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in sozlerini bir kenara bırakıp goruş ve kıyasla hukmediyorsun oyle mi?"

- "MaĂ‚zallah, bunu yapmaktan Allah'a sığınırım."

- " Bilakis yapıyorsun. "

- " ZĂ‚t-ı Ă‚linizin lĂ‚yık olduğu bir mekanda oturmaya buyurun, tĂ‚ ki ben de huzurunuzda oturayım. Zira Allah'a andederim, Ceddin'in hayatında ashabın kendisine gosterdikleri hurmetin aynısını sana gosteririm. Zira gozumde sen cok muhteremsin."

Bunun uzerine İmam BĂ‚kır oturmuş; Ebû Hanîfe huzurunda diz cokerek şoyle demiştir:

- " Bakınız efendim. Ben size uc soru sorayım, bana cevap veriniz.

- "Evet."

- (1) "Erkek kardeş mi, kız kardeş mi zaiftir?"

- " Evet, kadın zaiftir."

- " Erkeğin payı ne kadar, kadının payı ne kadar?"

- Erkeğe iki pay, kadına bir pay vardır.

- " İşte bu senin Ceddin'in sozudur. Eğer kıyasla dinini değiştirseydim; kadın zaif olduğu icin kadına iki pay, erkeğe bir pay verilir, diyecektim... (2) Namaz mı efdal, oruc mu? "

- "Namaz efdaldir."

- " Bu Ceddin'in sozudur. Eğer kıyasla Ceddin'in dinini değiştirmiş olsaydım, diyecektim ki, kadın hayzdan temizlendiği zaman namazını kaza etsin, orucu kaza etmesin.. (3) Bevl mi , meni mi daha necistir?

- " Bevl daha necistir "

- " Eğer ben ceddin'in dinini kıyasla değiştirmiş olsaydım, bevl daha necis olduğu icin bevlde gusul etmek, menide abdest almakla hukmederdim. Amma tekrarlayayım ki, Ceddin'in dinini değiştirmekten Allah'a sığınırım.

Bunun uzerine İmam BĂ‚kır onu kucaklayarak alnını opmuş ve kendisine lutufta bulunmuştur.

MenĂ‚kıb-u Ebî Hanîfe s.143

__________________