Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yuksek Kurulu Uyesi Prof. Dr. Saim Yeprem, "dini nikÂh diye bir şey olmadığını, resmi nikÂhın yeterli olduğunu" soylemiş.



Hakk Celle ve Al Hazretleri Âyet-i kerime'sinde:

"Allah katında din İslÂm'dır." buyuruyor. (Âl-i imrÂn: 19)

Hazret-i Allah'ın hukmu esastır, mahlûkun hukmu yoktur. Emir ve yasak koyma hakkı yalnız O'na aittir.

Âyet-i kerime'lerinde buyurur ki:

"Yaratmak da emretmek de O'na mahsustur."
(A'rÂf: 54)

"Hukum, yucelerin yucesi Allah'ındır."
(Mumin: 12)

"O'nun sozlerini değiştirebilecek kimse yoktur."
(Kehf: 27)

NikÂhtan murad mehirdir, mehir ile nikÂh esas olur.

Diğer bir ismi "Sadak" olan mehir, nikÂh kıyma neticesinde erkek tarafından kadına verilmesi lÂzım olan para veya maldan ibarettir. Evlenecek her musluman kadının şer'an hakkıdır.

İslÂm dinine gore mehir, nikÂhın sahih olmasının şartlarından birisidir. Mehir olmaksızın nikÂh sahih olmaz.

Evlenen kadının mehir almasının meşru oluşu Kur'an-ı kerim, Sunnet-i seniyye ve İcm ile sÂbittir.

Mehrin nikÂh icin şart olması, Allah-u TeÂlÂ'nın kelÂmı olan Kur'an-ı kerim'de yer almış olmasından ve emr-i ilÂhi olmasından ileri gelir.

Âyet-i kerime'de şoyle buyurulmaktadır:

"NikÂhınıza aldığınız kadınların mehirlerini bir hak olarak seve seve verin. Bununla beraber eğer mehirlerin bir kısmını kendiliklerinden gonul hoşnutluğu ile size bağışlarlarsa, onu Âfiyetle yiyin."
(NisÂ: 4)

Bu Âyet-i kerime mucibince mehir nikÂhın şartıdır.

"İndirdiğimiz bu Kur'an, feyz kaynağı mubarek bir kitaptır. Ona uyun, emirlerine bağlanın ve Allah'tan korkun. TÂ ki merhamet olunasınız."
(En'Âm: 155)

Binaenaleyh bir tek Âyet-i kerime'yi inkÂr eden kÂfirdir.

Kelime-i şehadet, namaz, zekÂt, oruc ve hacc İslÂm'ın şartlarındandır. Şartlar yok olursa, dinin safiyeti bozulur. Değil İslÂm'ın bozulması, zevaline bile engel olacak yegÂne tedbir; İslÂm'ın emrettiği şartlara uygun bir nikÂhtır. Zira bu dine sahip cıkacak nesil, bu nikÂh mahsulu olacaktır. Bu sebepledir ki nikÂhın dinimizde cok buyuk onemi vardır.

NikÂhın onemi o kadar buyuktur ki, Hazret-i Âdem AleyhisselÂm'dan zamanımıza kadar meşru kılınan ve fakat cennet-i ÂlÂ'da da devam edecek olan ibadet nikÂh ve imandır. İmanları sebebiyle cennet-i ÂlÂ'ya girenlerin artık mal mulk gibi metaları dunyada kalmıştır. Fakat sahih nikÂhla evliliklerini surduren mumin ve mumine eşler orada da beraberdirler.

Evlilik bağı, sonucunda karı ve kocayı bağlayıcı, karşılıklı hakların meydana geldiği bir akittir. Bu haklar muhtelif Âyet-i kerime'lerde acıklanmıştır. Karı-koca arasındaki bu hukuka mehir de girmektedir.

Goruluyor ki mehir bir Hakkullah'tır.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde buyurur ki:

"Bir kimse az veya cok bir mehir uzerine bir kadınla evlenir ve hakkını odemek niyetinde olmayıp onu aldatırsa ve odemeden olurse, kıyamet gunu zina yapmış olarak Allah'a mulÂki olur." (TaberÂn&#238

Mehir; muaccel ise nikÂhtan once veya nikÂh kıyılırken verilmeli, mueccel ise mehrin miktarı ve cinsi belirtilerek en kısa zamanda verilmelidir.

Aksi halde odemeden olurse, Hadis-i şerif mucibince omrunu zina ile gecirdiği icin buyuk gunahla gitmiş olur. Odemek niyetinde olsa bile, işi hafif tuttuğu icin yine aynı durum olur.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde buyurur ki:

"Şartlar icinde en cok yerine getirilmesi gereken şart, kadınların ırzlarını helÂllığa aldığınız mehirdir."
(BuhÂrî. Tecrîd-i sarîh: 1161)

NikÂh şartları, başka şartlardan daha cok yerine getirilmesi gereken, oncelikle riayet edilmesi luzumlu olan ve bu şartların zedelenmemesine cok dikkat edilmesi gereken bir şarttır.


Nis sûre-i şerif'inin 4. Âyet-i kerime'sinden başka Kur'an-ı kerim'de mehir hakkında başka Âyet-i kerime'ler de vardır:

İslÂm dini kadınlara karşı iyi davranılmasını, eşleri onlardan hoşlanmasalar bile, kendilerinde hayır bulunacağı umidiyle gecimsizliklerine sabretmelerini ve buyuk bir kotuluk işlemedikce onlara eziyet edilmemesini emretmiş, eğer mutlaka ayrılmak gerekirse, bununla ilgili olarak da Âyet-i kerime'de şoyle buyurulmuştur:

"Eğer bir eşin yerine başka eş almak isterseniz, evvelkine yuklerle mehir vermiş olsanız bile, o verdiğinizden hicbir şey geri almayın."
(NisÂ: 20)

En ufak bir şey almak apacık bir gunahtır, mÂkul ve meşru olmayan bir şeydir. Hatta kendilerine henuz vermedikleri mehirden bir miktar mal varsa, borclu olmaları sebebiyle onu da onlara vermeleri gerekir.

"İftira ederek ve gunaha girerek verdiğinizi alacak mısınız? Onu nasıl alırsınız ki, birbirinize karışıp katıldınız, icli dışlı oldunuz! Onlar sizden kuvvetli bir teminat da almışlardı." (NisÂ: 21)

Bir yastığa beraberce baş koymuştunuz. Kalpleriniz birbirinize karşı sevgi duygularıyla dopdolu idi. Tek bir vucut gibi olmuştunuz. Aranızda karı-koca hukuku tahakkuk etmişti. Bununla mehirin vucubiyeti hak kazandı, karşılığı da alındı.


Evlenen ve fakat mehir tesbit edilmeden, yahut tesbit edilse bile nikÂhtan sonra tabiî karı-koca munasebeti (zifaf) vuku bulmadan boşanan kadınların durumları acıklanmış ve Âyet-i kerime'lerde şoyle buyurulmuştur:

"Kendilerine temas etmediğiniz veya kendilerine bir mehir takdir etmediğiniz kadınları boşamışsanız, bunda size bir vebÂl (gunah) yoktur."
(Bakara: 236)

Bu durum her zaman karşılaşılan bir hÂdisedir. Bir erkek bir kadına talip olur, nikÂh yapılır, fakat evliliğin gereği olan karı-koca arasında cinsî mukarenet meydana gelmez. HÂl boyleyken erkek karısını boşar. Boyle bir durumda, eğer nikÂh sırasında mehir tesbit edilmemişse erkeğe duşen herhangi bir sorumluluk yoktur. Yani sonradan mehir tesbit edip kadına vermesi şart değildir.

Boyle olmakla beraber Allah-u TeÂla şu emri vermiştir:

"Şu kadar var ki, zengin olan kudretine gore, fakir olan da gucu yettiği kadar, guzellikle onları faydalandırsın."
(Bakara: 236)

Evlilik bağı boyle şartlar altında bile bozulduğunda, yine de kadına belirli bir zarar verilmiş olur. Bunun icindir ki kişinin imkÂnları dahilinde onları faydalandırmaları gerekir. Bu da en az baştan başa bir kat elbiseden ibarettir. Bu mal erkeğin zenginlik ve fakirliğine gore takdir edilir.

Mehir kararlaştırılmadığı halde zifafa girilmiş olsaydı mehr-i misil gerekecekti. Zifaftan once boşanmış olunca bu mahrumiyete karşılık bir bağış olsun verilmesi gerekir.

Boylece verilen bu mal kalbin yarasına bir merhem gibi olur, boşanmadan ileri gelen nefreti bir derece telÂfi eder.

"Bu, ihsan sahiplerinin uzerine bir borctur."
(Bakara: 236)

Muslumanlara borc demektir. Cunku iyilik edenler yalnız onlardır.

Ensar'dan bir zÂt mehir takdir etmeksizin nikÂhlanmış, sonra da henuz gerdeğe girmeden boşamıştı. Bunun uzerine bu Âyet-i kerime nÂzil olmuş ve Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kendisine:

"KulÂhını satarak bile olsa, o kadına bir bağış ver!" buyurmuştur.

Hazret-i Hasan -radiyallahu anh- boşadığı hanımlardan birine on bin dirhem gibi yuklu bir para vermiş, sonra da: "Bu, ayrılan bir sevgilinin verdiği az bir maldır." diyerek haysiyeti kırılan kadının gonlunu almıştır.


Bundan sonra kendisiyle temas etmeksizin boşanan ve mehri de belirlenmiş olan kadının hukmu acıklanmak uzere Âyet-i kerime'de şoyle buyurulmaktadır:

"Bir mehir tayin ettiğiniz takdirde, henuz temas etmeden onları boşarsanız o zaman tayin ettiğiniz mehirin yarısını verin." (Bakara: 237)

Bu Allah-u TeÂlÂ'nın koyduğu bir sınırdır ve bu ceşit boşamalarda bu vÂcip olan emre uyulması gerekir.

Eğer karı-kocadan birisi cinsî mukarenetten once olur ve olen de koca olursa, mehirin tamamı kadının hakkıdır. Şayet kadın olurse mehirin tamamı mirascılarınındır. Bu durumda eğer mehir belirtilmişse belirtilen miktar, şayet belirtilmemişse emsallerinin mehiri kadar mehir verirler.

"Ancak kadınlar vazgecer yahut nikÂh bağı elinde bulunan erkek vazgecerse başka." (Bakara: 237)

Kadının "O beni gormedi, kendisine hizmet etmedim, o halde kendisinden nasıl bir şey alırım?" demesi gibi. O zaman erkeğe lÂzım gelen mehir, uzerinden kalkar. Erkek ise boyle bir durumda mehirin tamamını da odeyebilir.

"Ey erkekler! Sizin bağışta bulunmanız takvÂya daha yakındır."
(Bakara: 237)

Allah-u TeÂlÂ, temas etmeksizin karısını boşayan erkeklere, tayin olunan mehirin yarısını boşadıkları kadınlara vermeyi vÂcip kılmış olmakla beraber; kadınları bu mehiri almakta, erkekleri ise, mehirin yarısını değil tamamını vermekte serbest bırakmıştır. Kocanın, mehirin tamamını odemek suretiyle bağışta bulunması onun icin hayırlıdır. Kadının da tamamını bağışlayarak almaması kendisi icin hayırlıdır.

Hangisinin bağışlaması diğerinin daha cok iyiliğine oluyorsa, buna gore hareket etmek takvÂya daha uygundur.

"Aranızda fazileti unutmayın!"
(Bakara: 237)

Beşerî munasebetlerin insanlar arasında uyumlu olabilmesi icin, sevgi ve fedÂkÂrlık şarttır. Eğer herkes kendi kanunî hakları uzerinde katı bir bicimde ayak diretirse kaynaşma olmaz.

Şuphesiz ki Allah ne yaparsanız hakkıyla gorucudur."
(Bakara: 237)

Kadın affederse bu fazileti o elde etmiş olur, erkek fazlasıyla tamamını verirse, iyilik ve ustunluğunu ispat etmiş olur.


İslÂm hukukunda karısını ucuncu defa boşayan erkeğin, onun başka bir adamla evlenmesine rız gosterse de gostermese de ona tekrar donmesi mumkun değildir.

Allah-u TeÂl boyle bir boşanma gercekleştikten sonra, erkeğin evlenirken karısına verdiği mehiri geri almasının, kendisine helÂl olmadığını Âyet-i kerime'sinde beyan buyurmaktadır:

"Kadınlara (mehir olarak) verdiğinizden bir şeyi geri almanız size helÂl olmaz." (Bakara: 229)

Bu helÂl olmazsa, diğer mallarından hic olmaz. Erkekler buna tenezzul etmemeli, kadınlara baskı yapıp verdiklerini geri almaya veya onlardan yararlanmaya kalkışmamalıdır. Boyle bir şey kesinlikle haramdır.

"Şayet erkek ve kadın Allah'ın cizdiği hudutta duramayacaklarından korkarlarsa başka." (Bakara: 229)

Karı-koca, evlilik vazifesinden yerine getirmek zorunda oldukları Allah'ın hududunu uygulayamayacaklarını bilmeleri ve buna hanımın sebep teşkil ettiğinin belli olması halinde, Allah-u TeÂl kadına kendisini bırakması (Hul') karşılığında mehrin bir kısmını kocasına fidye olarak vermesine, erkeğin de bunu almasına musaade etmiştir.


Allah-u TeÂl nikÂhlanması haram olan kadınları Nis Sure-i şerif'inin 22. 23. ve 24. Âyet-i kerime'lerinde beyan buyurduktan sonra, helÂl olan kadınların mustehak oldukları mehir ve ucretler hakkında ilÂhî hukmu beyan etmek uzere şoyle buyurmaktadır:

"Bunlardan başkasını ise, iffetli yaşamak, zin etmemek şartıyla mallarınızla istemeniz (mehirlerini verip almanız) size helÂl kılındı." (NisÂ: 24)

Burada mallardan soz edilmesi; mehirsiz nikÂh olamayacağının delilidir. Mehir nikÂhın gereklerindendir. NikÂh denildiği zaman, mutlaka mehirden uzak olmayacaktır.

"NikÂh ederek yararlandığınız kadınlara kararlaştırılmış mehirlerini verin." (NisÂ: 24)

Zira mehir nikÂhlanmanın karşılığıdır. Zifaf ile mehirin tamamı kocanın boynunun borcu olur.

"Mehirin takdir edilmesinden sonra, aranızda gonul rızÂsıyla (yeni bir miktar uzerinde) anlaşmanızda size bir gunah yoktur." (NisÂ: 24)

Bu kendi rızÂnızla yapılan meşru bir muameledir.

Kadının mehirin bir kısmını almamasında, hepsini bağışlamasında veya erkeğin belirtilen miktardan fazlasını vermesinde herhangi bir mahzur yoktur.

"Şuphesiz ki Allah bilendir, hukum ve hikmet sahibidir."
(NisÂ: 24)

İnsanların yaradılışlarına uygun olan, erkeği de kadını da mutlu kılan nikÂh akdini meşru kılışı da bu ilminin ve hikmetinin bir tecellisidir.


Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in Mekke'li muşriklerle yaptığı Hudeybiye andlaşmasının maddeleri arasında; Mekkeliler'den musluman olup da Medine'ye iltica eden cıkacak olursa, bunların Mekke'ye geri gonderilmesi de vardı. Bu maddeye gore multecî musluman erkekler iÂde edilmiştir. Kadınlar buna dahil değildi. Aynı zamanda Kur'an-ı kerim de bu gibi musluman kadınların, muşriklere iÂdesini menetmiş bulunuyordu.

Âyet-i kerime'de şoyle buyuruluyor:

"Ey iman edenler! Mumin kadınlar hicret ederek size geldiği zaman onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir.

Eğer siz de onların inanmış kadınlar olduklarını oğrenirseniz, onları kÂfirlere geri dondurmeyin. Bunlar onlara helÂl değildir. Onlar da bunlara helÂl olmazlar.

Onların bu kadınlara verdikleri mehirleri iÂde edin."
(Mumtehine: 10)

Hem eşini kaybedip, hem de maddi zarara uğramasın.

"Bu kadınların mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde size bir gunah yoktur." (Mumtehine: 10)

Cunku İslÂm'a girmiş olmalarıyla kÂfir kocalarından ayrılık ve haramlık meydana gelmiştir.

"KÂfir kadınları nikÂhınızda tutmayın." (Mumtehine: 10)

Yani dÂr-ı harpten hicret etmeyip kufur uzere kalan kadınlarla aranızda evlilik alÂkası kalmasın.

Nitekim AshÂb-ı kiram arasında eşleri muşrik olanlar vardı, hemen boşadılar.

"Onlara verdiğiniz mehri isteyin. KÂfir erkekler de hicret eden mumin kadınlara verdikleri mehirleri istesinler." (Mumtehine: 10)

Yani sizler şayet giderlerse, kÂfirlere giden eski hanımlarınıza vaktiyle vermiş olduğunuz mehirlerinizi isteyiniz.

KÂfirler de İslÂmiyet'i kabul edip hicret eden eski hanımlarına vermiş oldukları mehirleri muslumanlardan isteyebilirler.

"Allah'ın hukmu budur."
(Mumtehine: 10)

O'na riÂyet lÂzımdır.

"Aranızda O hukmeder. Allah bilendir, hikmet sahibidir."
(Mumtehine: 10)

Kullarına uygun olanı cok iyi bilendir ve bu husustaki hukumlerini koymakta hakîm olandır.

Şayet muminler kÂfir hanımlarından ayrılmaları durumunda verdiklerini geri alamazlarsa, bu hususta Allah-u TeÂl Âyet-i kerime'sinde şoyle buyurmuştur:

"Eğer eşlerinizden biri kÂfirlere katılır ve onlar da mehirinizi geri vermezlerse, siz onlardan bir ganimet elde ettiğinizde, eşleri gitmiş olanlara mehirlerinin karşılığını verin. İnandığınız Allah'tan korkun!"
(Mumtehine: 11)

Muminler: "Allah'ın verdiği hukme rÂzıyız." dediler ve durumu muşriklere bildirdiler, fakat muşrikler bunu kabul etmediler.


Allah-u TeÂl Âyet-i kerime'sinde Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e hitap ederek mehirlerini verdiği eşlerini kendisine helÂl kıldığını bildirmektedir:

"Ey Peygamber! Şuphesiz ki biz mehirlerini verdiğin eşlerini sana helÂl kıldık." (AhzÂb: 50)

Bu Âyet-i kerime'de Resulullah AleyhisselÂm'a layık ve faziletli olan hanımlar beyan buyurulmuştur.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in ezvÂc-ı tÂhirattan butun hanımlarına nikÂhta mehir verdiği kesindir. Ancak Ebu Sufyan -radiyallahu anh-in kızı Ummu Habibe -radiyallahu anhÂ- VÂlidemiz'le evlenirken onun mehirini Habeş kralı NecÂşî dort yuz dinar olarak karşılamıştır.

Ayrıca Safiye -radiyallahu anhÂ- VÂlidemiz'i Hayber esirleri arasından secmiş, sonra onu ÂzÂd edip kendisiyle evlenmiş ve bu ÂzÂd etmeyi de mehir saymıştır.

"Allah'ın sana ganimet olarak verdiklerinden, elinin altında bulunan cÂriyeleri (sana helÂl kıldık)."
(AhzÂb: 50)

Nitekim Safiye -radiyallahu anhÂ- ve Cuveyriye -radiyallahu anhÂ- vÂlidelerimiz boyle idi. Onlara sahip olmuş ve ÂzÂd ederek onlarla evlenmişti.

"Seninle beraber hicret eden amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını, teyzelerinin kızlarını (sana helÂl kıldık)."
(AhzÂb: 50)

Burada kendisiyle birlikte Medine-i munevvere'ye hicret etme şartı getirilmiştir.

"Bir de Peygamber kendisiyle evlenmek istediği takdirde, kendisini Peygamber'e hibe eden mumin kadını da (sana helÂl kıldık)." (AhzÂb: 50)

YÂni: "Ey Peygamber! Mumin bir hanım kendisini sana hibe edecek olursa, sen dilediğin takdirde onunla mehirsiz evlenebilirsin."

Kadının kendisini hibe etmesi, karşılığında mehir gibi bir karşılık istemeksizin evlenme teklifinde bulunmasıdır.

Kendilerini Resulullah AleyhisselÂm'a hibe eden kadınlar coktur.

Nitekim Hazret-i Âişe -radiyallahu anhÂ- VÂlidemiz der ki:

"Ben kendilerini Peygamber'e hibe eden kadınlara kızıyor ve: 'Bir kadın kendini birine hibe eder mi?' diyordum. Nihayet bu Âyet nÂzil olunca: 'Bakıyorum da Rabb'in senin arzuların doğrultusunda cabucak hukum indiriyor.' dedim."
(BuhÂr&#238

Enes bin MÂlik -radiyallahu anh-: "Bir kadın Resulullah AleyhisselÂm'a gelip 'YÂ Resulellah! Senin bana ihtiyacın var mı?' demişti. dedi."

Kızı bunu duyunca: "Ne kadar da az hayÂsı varmış! Ne kotu bir iş! Ne kotu bir iş!" dedi.

Enes -radiyallahu anh- şu karşılığı verdi:

"Hayır! O senden daha hayırlı! Cunku o Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-e rağbet etmişti ve kendisini ona sunmuştu." (BuhÂr&#238

Allah-u TeÂl bu hususta kendisini serbest bıraktığı halde, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kendisini hibe eden hicbir kadını kabul etmemiştir. Bu onun hicbir kadınla mehirsiz evlenmediği mÂnÂsına gelir.

"Diğer muminlere değil, sadece sana mahsus olmak uzere"
(AhzÂb: 50)

Cunku mehirsiz evlenmek onlara helÂl değildir. Kadının kendisini hibe etmesi de sahih olmaz. Aksine "Mehr-i misil" gerekir, mehir vermesi vÂciptir.

"Biz hanımları ve ellerinin altında bulunan cÂriyeleri hakkında muminlere neyi farz kıldığımızı biliriz."
(AhzÂb: 50)

Yani nikÂhlarının sıhhati icin riÂyet edilmesi gereken şartlar, diğer haklar ve hangi kadınlar ile evlenmelerinin mubah olup olmadığı Allah katında mÂlumdur. Binaenaleyh bu husustaki ilÂhî ahkÂma riayet edilmesi muslumanlar icin bir vecibedir.

"Sana bir zorluk olmasın diye boyle hukmettik." (AhzÂb: 50)

Bu hususta sana ruhsat verdik ve senin uzerine bunlardan hicbir şeyi vÂcip kılmadık ki, kalbin huzur icinde ilÂhî vahyin ortaya cıktığı yer olsun. Risalet ve nubuvvet vazifeni guzelce ve suhuletle yerine getirmeye muvaffak olasın.

"Allah cok bağışlayan, cok merhamet edendir." (AhzÂb: 50)

Onun icindir ki insanların menfaatine muvaffak olan ahkÂmı beyan buyurmaktadır.


Muslumanların ehl-i kitaptan bir kadınla namus dairesinde evlenmesi helÂl kılınmıştır.

Âyet-i kerime'de şoyle buyurulmaktadır:

"Mumin kadınlardan iffetli olanlar ile sizden once kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar, zin etmeksizin, gizli dost tutmaksızın ve mehirlerini verdiğinizde size helÂldir." (MÂide: 5)

Bu Âyet-i kerime mehir hakkının hem musluman hanımın, hem de ehl-i kitaptan olan gayr-i muslim hanımın hakları olduğuna delÂlet etmektedir. Mehir kadının hakkıdır, muslumanların bunu vermeleri gerekmektedir.


Mehir, Kur'an-ı kerim'in nuzulunden once de diğer semÂvî kitaplarda yer almıştır.

Zira Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şoyle buyururlar:

"Âdem AleyhisselÂm'dan itibaren beni dunyaya getiren anne ve babama kadar sifahın değil nikÂhın kurduğu evliliklerin mahsuluyum. Bana cÂhiliyet sifahından hicbir şey bulaşmamıştır." (TaberÂn&#238

Nitekim nubuvvetle vazifelendirilmeden once, ilk hanımı olan Hazret-i Hatice -radiyallahu anhÂ- VÂlidemiz'le nikÂh akdinde mehir olarak yirmi deve vermesi, nubuvvetten once de mehirin meşru olduğuna delildir.

Kur'an-ı kerim'in nÂzil olması ile birlikte yaptığı evliliklerde mehirin asgari olcusu dort yuz dirhem gumuş idi. Ancak bunun ustune cıktığı gibi, başkalarının evliliklerinde bu olcunun altına indiği veya nakit yerine herhangi bir nesneye bağladığı olurdu.

Allah-u TeÂlÂ'nın emr-i ilÂhisi olduğu bir şeyde mahlûkun hukmu yoktur. Bu noktada akıl yurutmek yersizdir.

Allah-u TeÂl Âyet-i kerime'sinde şoyle buyurmaktadır:

"İşte bu benim dosdoğru yolumdur, siz ona uyunuz. Başkaca yollara gidip de onlar sizi Allah'ın yolundan ayırmasın." (En'am: 153)

İslÂm'ın şiarı olan nikÂhta şahitlerin musluman, akıllı, buluğa ermiş olması, iki erkek veya bir erkek ve iki kadının şahitliği ile, akdolunması, muvakkat ve gizli olmaması, mehrin ise nikÂhtan once veya kıyılırken, ya da belirli bir zamanda odenmek şartıyla verilmesi gerekmektedir. Amma İslÂm'dan habersiz olana biz ne diyelim?

İsteyen Allah-u TeÂlÂ'nın emir ve hukumlerini tatbik eder, buna kimse karışamaz. Zira belediye nikÂhı yapma ve bu nikÂhta kalana "Nicin belediye nikÂhında kaldın?" denemediği gibi, hem belediye hem de dini nikÂhı kıyıp Allah-u TeÂlÂ'nın emr-i şerifini yerine getirene de "Nicin dini nikÂh yaptın" demeye kimse sahib-i salahiyet değildir.

Belediye nikÂhı, "İsvicre Medeni Kanunu" mucibince kanuna konulmuş bir maddedir. Binaenaleyh bu nikÂh kanuna gore mecburidir. Dini nikÂh da ilÂhi kanuna gore mecburidir.

İsteyen yalnız belediye nikÂhı ile iktifa eder, arzu eden de hem belediye nikÂhı hem de dini nikÂh yaptırır, buna da kimse karışamaz. Cunku dini nikÂh İslÂm dininin esasındandır.

Âyet-i kerime'de şoyle buyurmaktadır:

"İnsanlar kabul edip girdikten sonra Allah'ın dini hakkında tartışmaya girişenlerin iddi ve delilleri Rabb'leri katında hukumsuzdur. Onlara bir gazab vardır ve cok cetin bir azab da onlar icindir."
(ŞurÂ: 16)

Bu emr-i ilÂhiden, bu kadar Âyet-i kerime'lerden haberi olmayanın, bu Âyet-i kerime'lere imandan da haberi yok.

Kişi dine uymak zorundadır, din ona uymaz. Ya inanacak musluman olacak, veya inkÂr edecek kufurde olduğunu bilecek, başka bir tevil yolu yoktur.

Size bırakıyorum. Şu durumda bu adam şimdi musluman mı? Âyet-i kerime'lere bakın, kararınızı siz verin!

NikÂh'ı inkÂr etmek, halkı kufre sevketmektir.

www.hakikat.com
__________________