Peygamber Efendimiz nasıl oğrendi? Peygamberimiz doğrudan CenÂb-ı Hak’tan tahsil etti.
Mekke’de bir ilim meclisi, kutuphane veya mektep yoktu. Herhangi bir dînin din adamı da yoktu, bir rahip de yoktu, bir hoca da yoktu. Ummî olan Efendimiz, kimseden bir şey oğrenmedi. Yetim doğan, oksuz buyuyen Efendimiz’in, anne-babası gibi bir istinÂdı da yoktu hayatta.
Kimseden bir şey oğrenmedi. O sadece, CenÂb-ı Hak O’na oğretti. Bunu kendisi şoyle ifade ediyor:
“Beni Rabbim terbiye etti, ne guzel terbiye etti.” (Suyûtî, I, 12)
Bu, 40 sene mukemmel bir terbiye oldu. Halk, cÂhil halk, “el-Emîn, es-SÂdık” dedi. “İcimizde en doğru insan Sen’sin.” dedi. “En doğru insan geldi.” dedi. “En emniyetli insan geldi.” dedi.
Yani o fısk icindeki cÂhil bir toplum bile, o karakteri, o şahsiyeti takdir etti. Efendimiz daha evvel bir eğitimci değildi, bir hukukcu değildi, devlet adamı değildi, idareci değildi, kumandan da değildi.
Fakat nubuvvetle beraber o kırk seneden sonra, Allah TeÂl O’nu oyle bir yetiştirdi ki o butun sahaların hepsinde en ileri, en otesinde, en mukemmel, mustesn şahsiyet ve usve-i hasene oldu.
Biraz acalım:
O’nun Mustesn Eğitimciliği:
Fahr-i KÂinat Efendimiz daha evvel eğitimci değildi. Nubuvvetten once hicbir kimseden bir şey oğrenmedi. Hicbir kimseye de bir şey oğretmedi. Muallim de değildi. Allah TeÂl O’nu oyle bir muallim olarak yetiştirdi ki talebeleri olan ashÂb-ı kirÂm, cihÂna İslÂm’ı yaydı. Semerkant’tan Endulus’e kısa bir zaman icinde hak ve hakîkati butun halklara oğretti.
Nice fakihler, muctehidler, mufessirler, hukukcular, muhaddisler, mutefekkirler, mutasavvıflar, O’nun talebesi olarak sır ve hikmetlere Âşin oldu.
Yine nubuvvetten evvel Efendimiz’in hicbir kumandanlığı yoktu. Hicbir gazveye iştirak etmemişti. Bir Ficar Harbi’nde sadece okları topladı, o kadar; iştirak etmedi.
Ancak AllÂh’ın terbiyesi altında olduğu savaşta bile bir gonul dunyası hem dirÂyet, hem de merhamet dolu mustesn bir kumandanlık sergiledi ki emsÂli gorulmedi.
Bedir’de duşmanları, muşrikler gelip bir gun evvel, Efendimiz’in bulunduğu kuyudan su almak istedi. SahÂbe vermek istemedi. Efendimiz “verin” buyurdu.
Nasıl bir merhamet!..
Bedir’den donerken 70 tane esir vardı. AshÂbın imkÂnı da mahduttu. “Bunlar da bizim insanlıktaki eşimizdir.” diye, zaman zaman develerden indiler, esirlerini develere bindirdiler.
İslÂm’da işgal maksatlı, toprağı kanla sulamak yoktur. İslÂm’da her turlu hÂinÂne katliamlara, duşman saldırılarına, zulumlere karşı mÂsumları muhafaza etmek, vatanı, bayrağı, mukaddesÂtı, nesilleri korumak, hakkı ve adÂleti tevzî etmek icin, ancak o zaman kılıc kullanılmıştır.
İşte RasûlullÂh’ın tÂlimÂtı, bir de bugune bakalım:
“(Ey ummetim! Savaş hÂlinde iken buyuruyor) zulmetmeyiniz, işkence etmeyiniz, cocukları oldurmeyiniz.” (Muslim, CihÂd, 3; Ahmed, V, 352, 358)
“(Ey ummetim! Savaş hÂlinde iken bile) cocukları, mÂbedlere cekilip ibadetle meşgul olan kişileri, kadınları, yaşlıları, savaş hÂricinde olan kimseleri (sakın onları) oldurmeyin. (Ayrıca) kiliseleri yakıp yıkmayın, ağacları kokunden kesmeyin.” (Ahmed, I, 300; TaberÂnî, Kebîr, XI, 224/11562; BuhÂrî, CihÂd, 148; Muslim, CihÂd, 24, 25; TaberÂnî, Evsat, I, 48/135; İbn-i MÂce, CihÂd, 30; VÂkıdî, III, 912; Abdurrezzak, Musannef, V, 220)
Bir misal:
Omer -radıyallÂhu anh- Kudus’e girdi. Orada KıyÂmet Kilisesi var, İslÂm’dan evvel yapılmış. Rahip dedi ki:
“–YÂ Halîfe , buyur , kilisemiz temizdir , kilisede namaz kılın.” dedi.
“–Yok.” dedi Hazret-i Omer.
“–Efendim, temizdir . Buyrun, namaz kılın.” dedi.
“–Yok dedi. Eğer , ben , burada namaz kılarsam , yarın muslumanlar bu Kıyamet Kilise’sini kendilerine alırlar.” dedi.
Nasıl bir Humanizm… Bir de bugunku Humanizm’e bakalım:
Koy, şehirler uzerine bombalar, roketler yağdırılıyor. Bomba duştuğu yerde kadın, cocuk, ihtiyar, hasta, kim varsa yanıp kavruluyor. Bugun dunya teknolojisinin zulmu yaşıyor. Guclu eziyor, mazlum perişan oluyor.
Yine bizim hocamız Nurettin Topcu dedi ki:
“Oğlum dedi, bugun demir parcasının terakkisi medeniyet zannediliyor . Bakın , 1945’te dedi Japonya’ya iki tane bomba atıldı dedi, atom atıldı dedi. Kadın oldu, cocuk oldu, hayvan oldu, toprak oldu… Ne hakkın var buna . Bugun , maalesef insan , bu sanayinin esiri oldu. Sanayinin terakkisiyle kendi rûhÂniyetini kaybetti. Kendi rûhuna zulmetti. ZÂlim oldu, gÂsıp oldu. Âhireti unuttu ve insan kalpsiz hÂle geldi. Arkada bir enkaz ve mezbele bıraktı…”
İşte Sûriye… Bir insan enkÂzı, vîrÂne bir vatan toprağı. İşte 21. asrın medeniyeti…
Nasıl Mehmed Âkif:
Sırtlanları gecmişti beşer yırtıcılıkta,
Dişsiz mi bir insan onu kardeşleri yerdi.
21.asrın medeniyeti, bir de asr-ı saÂdetin medeniyeti…
VelhÂsıl bu İslÂm’ın rûhÂniyeti, CenÂb-ı Hakk’ın yardımı, Efendimiz Bedir Harbi’nden sonra 9 yıl icinde az bir kuvvetle butun Arabistan’ı hidÂyetle fethetti. Ardından gelenler de zamanın en heybetli, guclu iki devleti olan Pers İmparatorluğu’nu az bir kuvvetle hezimete uğrattı.
Hatırlanır ki Efendimiz’den once Araplar ancak kabile savaşları yaparlar, civardaki Arap devletleri, Bizans ve SÂsÂnîlerin peykleri durumundadırlar, onların idaresi altında. Yani Araplarda cihangirlik gibi bir dÂvÂları yoktu daha evvelden. Sen-ben, kabile ertişmeleri vardı. Bu tamamen Efendimiz’in tÂlim ve terbiyesiyle husûle geldi; bir devlet, devlet şuuru…
Yine O’nun Muhteşem İctimÂî Liderliği:
Daha evvel halk idaresinde hic bulunmamıştı. Cocukluğunda cobanlıktan başka bir idareci de olmamıştı. Fakat kurduğu Medîne Site Devleti, medeniyetin zirvesini tesis etti. O cÂhiliyeyi saÂdet devrine dondurdu. 23 senelik nubuvveti sayesinde teror son buldu. Butun mahlûkÂtı zÂlimlerin şerrinden kurtardı. ZÂlimlerin pencesinde kan golune donen coller dahî bir huzur buldu. Âdeta cennete donduruldu. ZÂlimlerin hukmu bitti.
Yine Mehmed Âkif:
Aczin ki ezilmekti butun hakkı dirildi,
Zulmun ki zevÂl aklına gelmezdi geberdi.” diyor.
Koleler huzur buldu. Kolelere, Rasûlullah; bu, sizin insanlıktaki eşinizdir dedi. Yediğinden yedirecek, ictiğinden icireceksin, eğer onu ÂzÂd ederseniz, bu sizin icin cok cok daha guzeldir buyurdu.
Koleler huzur buldu. İnsanlar huzur buldu, hayvanlar huzur buldu, nebÂtÂt huzur buldu.
O’nu kimler tanıdı, Efendimiz’i?
Hurma kutuğu O’nu tanıdı. MutevÂtir hadis, yani buyuk bir kalabalık tarafından muşÃ‚hede edilen bir hÂdise. Kutuk ağladı, inledi. Efendimiz, kutukte hutbe okuyordu. Cemaat kalabalıklaşınca minber yapıldı. Minberde okuyunca kutuk ağladı. Bunu yuzlerce sahÂbî “muttefekun aleyh” olarak rivÂyet ediyor. Yani bir hurma kutuğu tanıdı.
MevlÂn diyor ki:
“Hurma kutuğu tanıdı diyor. O bir kutuktu diyor. Sen ise kutuk değilsin diyor. Sen ne kadar tanıyorsun diyor. O ağladı.” diyor.
Taşlar O’nu tanıdı:
Hazret-i Ali -radıyallÂhu anh-:
“Biz Mekke’de diyor, Efendimiz’le beraberken bazı taşların «es-SelÂmu aleyke y RasûlÂllah» dediğini bizzat işittim diyor. Ağaclar O’nu tanıdı, eğildi; «es-SelÂmu aleyke y RasûlÂllah» dedi rivÂyette. (Bkz. Tirmizî, MenÂkıb, 6/3626)
Kısa kısa geciyorum.
Uhud Dağı O’nu tanıdı:
“Biz Uhud’u severiz, Uhud bizi sever.” buyurdu. (Bkz. BuhÂrî, CihÂd 71, 74, Et’ıme 28; Muslim, Hac 462, 503-504)
Ebû Bekir Efendimiz, Omer Efendimiz, Osman -radıyallÂhu anh-, Efendimiz’le beraber Uhud’a cıktı. Uhud sallandı.
“–Ey Uhud dedi, «uskun» dedi, sakin ol dedi. Uzerinde bir Nebî, iki şehid, bir sıddık var.” dedi. (BuhÂrî, AshÂbu’n-Nebî, 6; Tirmizî, MenÂkıb, 18/3703)
Develer tanıdı:
Develer derdini anlatıyordu, gozyaşıyla gelip. Îkaz ediyordu Efendimiz:
“Bak, yarın kıyÂmet gunu bu deve senden dÂvÂcı olur, niye bunu ac bıraktın diyordu. Niye buna cok ağır yuk verdin?” diyordu Efendimiz. (Bkz. Ahmed, IV, 181)
O’nun Muhteşem Hukukculuğu:
O, bir hukukcu değildi. AdÂlet hususunda hicbir tecrubesi yoktu. CenÂb-ı Hakk’ın terbiyesinde oyle bir yetişti ki O’nun “Ved Hutbesi”, en mukemmel, mustesn “İnsan Hakları Beyannamesi” oldu, değişmez bir anayasa oldu.
O’nun talebelerinin kısa zamanda meydana getirdiği hukuk ekolleri, beşer aklının yuzlerce yılda yetiştirdiği zirveleri geride bıraktı. Meşhur hukukcular Solon, Hammurabi, Ebû Hanîfe’nin hukuk dehÂsı karşısında cırak bile olacak durumları kalmadı.
Her sahada zirve oldu. En mustesnÂ… Cunku O’na CenÂb-ı Hak oğretti.
Rasûlullah Efendimiz, kalbine nÂzil olan Kur’Ân’ı ve CenÂb-ı Hak’tan tahsil ettiği ilimden tÂlimine izin verilen hususları, izin verilen hususları ummetine oğretti; izin verildiği kadar oğretti.
O’nun muvaffak, bÂriz talebeleri, “ashÂb-ı kirÂm”ı goruyoruz. Onlar, medeniyet semÂsının yıldızları oldu. Onlara, onların istîdÂdı kadar oğretti.
Omer -radıyallÂhu anh- diyor ki:
Bir gun diyor, ben , Ebû Bekir’le -radıyallÂhu anh-, RasûlullÂh’ı sohbet ederken gordum . Onları kenarda dinledim . Fakat , hic Arapca bilmeyen cÂhil bir insan gibi kaldım . Sohbetlerinden sonra dedim ki:
“–Ebû Bekir! Ben sizin sohbetinizden hicbir şey anlamadım. Siz boyle mi sohbet edersiniz?”
“–Evet dedi, biz başbaşa olduğumuz zaman, tevhid hususunda boyle sohbet ederiz.” (Bkz. Ahmed bin Abdullah et-Taberî, er-RiyÂdu’n-Nadra, II, 52)
Diğer taraftan bir bedevî gelirdi. Bedevîye “şunları şunları yap” derdi. “Yaptığın zaman Cennet’e girersin” buyururdu. Rasûlullah, istîdÂdına gore talebe yetiştirirdi.
MuÂz’ı terkisine alırdı. Bir muddet giderlerdi.
“–Bak Muaz, şuna şuna dikkat et.” buyururdu. Bir ara bir sukût hÂlinde giderlerdi.
“–Bak Muaz, bu da kÂfî değil, şunları şunları da yapmalısın.” buyururdu. (Bkz. HÂkim, IV, 319/7774)
VelhÂsıl nasıl bir terbiyeciydi Efendimiz…
İslÂm metodolojisinin en buyuk sîmÂlarından İmam KarÂfî diyor ki:
“Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-’in başka hicbir mucizesi olmasaydı, yetiştirmiş olduğu ashÂb-ı kirÂm Allah Rasûlu’nun nubuvvetini ispata kÂfî gelirdi.” (KarÂfî, el-Furûk, DÂru’s-SelÂm, 2001, IV, 305)
Efendimiz’den seviyelerine gore nasip aldılar. Bir kısmı “sıddîk” oldu, “fÂruk” oldular, “zinnûreyn” oldular, “esedullah” oldular…
Osman Nuri Topbaş Sohbetleri
__________________
İslÂm’da İşgal Yoktur
Dini Bilgiler0 Mesaj
●30 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eðitim Forumlarý
- Ýslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- İslÂm’da İşgal Yoktur