Esselamu Aleykum ve rahmetullahu ve berekatuhu.
Fıkhi ve tarihi bilgilerinize katkı sağlayarak Allahu Teala'nın rızasına kavuşma duasıyla Akşemseddin Hazretlerinin(Muhammed bin Hamza)'nın hayatını sizlere aktarıyorum. Allah hepimize merhamet etsin. Boyle guzel insanlar bize gore hic gunahı olmadığı halde bize gore karınca kadar olan kendindeki gunahları yapmayarak ve af dileyerek Allah yoluna yonelerek Allah rızasını kazanmış. Allahu Teala hepimize kendisi yolunda bir hayat nasib eylesin.(amin)
AKŞEMSEDDÎN Hazretleri(r.a)

İstanbul'un mĂ‚nevî fĂ‚tihi, buyuk Ă‚lim, ustad, hekim ve velî. Asıl ismi Muhammed bin HamzĂ‚, lakabı Akşeyh'tir. EvliyĂ‚nın buyuklerinden ŞihĂ‚buddîn Suhreverdî'nin neslindendir. Soyu, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk'a ulaşır. Hacı Bayram-ı Velî'nin, ona; '"Beyaz (ak) bir insan olan Zeyd'den, insan cinsinin karanlıklarını sokup atmakta gucluk cekmedin." demesi sebebiyle, "Akşemseddîn" lakabı verilmiştir. Sacının, sakalının ağarması ve ak elbiseler giymesi sebebiyle"Akşemseddîn" denildiği de rivĂ‚yet edilmiştir.

1390 (H.792) senesinde Şam'da doğdu. Kucuk yaşta Kur'Ă‚n-ı kerîmi ezberledi. Yedi yaşında babası ile Anadolu'ya gelip Amasya'nın Kavak nĂ‚hiyesine yerleşti. Bir sure sonra babası vefĂ‚t etti. Akşemseddîn'in babası da Ă‚lim ve velî idi. Babası vefĂ‚t edip, defn olunduğu gunun gecesi bir kurt gelip kabrini actı. Bu kurt, o beldeye musallat olmuştu. Yeni mezarları bulur ve oluyu mezardan cıkararak parcalardı. Şeyh Hamza'yı da parcalamak ve yemek istemişti. Fakat Şeyh Hamza, mubĂ‚rek elini uzatarak, o kurdu boğazından sıkıp oldurdu. Ertesi sabah ziyĂ‚rete gelen halk, kurdu olu, Şeyh Hamza'nın elini de mezardan cıkmış buldular. HĂ‚l sĂ‚hibi biri;

"Kurda değdiği icin, Şeyh Hamza'nın mubĂ‚rek elinin yıkanması lĂ‚zımdır." dedi. Elini yıkadılar. El, hemen iceri cekildi. O gunden beri Akşemseddîn'in babası, Kurtboğan lakabı ile meşhûr oldu.

Akşemseddîn, babasının vefĂ‚tından sonra tahsîline devĂ‚m ederek, sarf, nahiv, mantık, meĂ‚nî, belĂ‚gat ilm-i usûl-i fıkıh, akĂ‚id, hikmet okudu. ZekĂ‚ ve istîdĂ‚dının yardımıyla kısa surede ilimleri ikmĂ‚l eyleyip tıp ilmini dahi tahsil ettikten sonra Osmancık medresesine muderris oldu. Burada gunun belli saatlerinde ders verir artan zamanlarda nefsinin terbiyesi ile meşgûl olurdu. Devamlı takvĂ‚ uzere hakla birlikte bulunurdu. Yuksek ahlĂ‚k sĂ‚hibi idi. Ondaki bu hĂ‚lleri gorenler ve bilenler kendisine zamĂ‚nın buyuk velîsi Hacı Bayram hazretlerine gitmesini tavsiye ettiler. Bu tavsiyelere uyan ve tasavvuf yolunda yukselmek isteyen Akşemseddîn hazretleri muderrislik gorevini bırakarak, Ankara'ya geldi. Rastladığı bir kimseye Hacı Bayram-ı Velî'yi nerede bulabileceğini sordu. O da karşı sokakta yanında iki talebesiyle gezen bir zĂ‚tı gostererek;

"İşte şu gorduğun, dukkan dukkan gezerek para toplayan kişi Hacı Bayram'dır." dedi.

Akşemseddîn hazretlerinin yuzu buruştu kalbi sıkıntıyla doldu. Demek meşhur velî Hacı Bayram dukkan dukkan para topluyor, buralara kadar kendimi boşuna yormuşum diyerek oradan uzaklaştı ve meşhur velî Şeyh Zeynuddîn-i HĂ‚fî hazretlerine talebe olmak gĂ‚yesiyle Haleb'e doğru yola cıktı. Gunlerce yol alan Akşemseddîn Haleb'e bir konak mesĂ‚feye geldiğinde bir hana indi. Sabah, elleri yuzunde korku, şaşkınlık ve dehşet icerisinde uyandı. HĂ‚lĂ‚ gorduğu ruyĂ‚nın etkisi altındaydı. Sabah namazını edĂ‚ eden Akşemseddîn izi uzerine, Haleb yerine tekrar geri Ankara istikĂ‚metine dondu. Oysa Haleb'e bir saat kalmıştı. Onu geri donduren, Akşemseddîn hazretleri ile ilgili bir ruyĂ‚ idi ve hep bu duşun tesiri ile yuruyordu.

RuyĂ‚sında boynuna takılan bir zincir Hacı Bayram'ın elindeydi. Akşemseddîn, Haleb'e gitmek istedikce Hacı Bayram zinciri cekiyordu. Tam boğulmak uzere iken uyanmıştı. RuyĂ‚ tĂ‚biri gerektirmeyecek kadar acıktı. Akşemseddîn hızla Hacı Bayram'a gelirken; "Ne yaptım ben" diyerek kendi kendine soyleniyordu. Ankara'ya gelip, Hacı Bayram-ı Velî'nin dergĂ‚hına ulaşınca, onun talebeleriyle tarlada calıştığını oğrendi. Hemen oraya koştu, fakat HĂ‚cı Bayram hic iltifat etmedi. Akşemseddîn, diğer talebeler gibi tarlada calıştı. Yemek vakti gelince, Akşemseddîn'in yuzune bakmadı. Hacı Bayram, hazırlanan yemeği talebelerine taksim etti, artığını da kopeklerin canağına dokturdu. Akşemseddîn, bir onlara bir de kendine bakarak, nefsine; "Sen buna lĂ‚yıksın!" diyerek, kopeklerin onune konan yemekten yemeye başladı. Hacı Bayram-ı Velî, onun bu tevĂ‚zusuna dayanamayarak; "Kose, kalbimize girdin, gel yanıma!" diyerek gonlunu alıp sofrasına oturttu. Sonra;

"Zincirle zorla gelen misĂ‚firi boyle ağırlarlar." dedi. Akşemseddîn buna cok sevindi ve kendini onun irfan meclisine verdi.

Hacı Bayram-ı Velî hazretleri Akşemseddîn'i diğer talebelerinden daha zor imtihanlara tĂ‚bi tuttu. Nefsini terbiye ve ıslah etmekte buyuk sıkıntılar cektirdi. Bir defĂ‚sında yedi gunde bir kaşık sirkeden başka bir şey yedirmedi. Ancak Akşemseddîn butun bunlardan memnun ve hattĂ‚ kendisi daha fazlasına tĂ‚lipti. Nitekim nefsinin istediği şeyleri yapmamakta şeyhinin kendisine buyurduğu tĂ‚lim ve terbiyedeki şiddet derecesini kendi isteğiyle artırdığı zaman Hacı Bayram hazretleri ona:

"YĂ‚ Kose nice riyĂ‚zet eylersin, nefsin isteklerinden sakınırsın, Ă‚kıbet nûr olursun. VefĂ‚t ettikten sonra seni kabrinde bulamazlar!" dedi.

Boylece Akşemseddîn hazretleri kısa zamanda tasavvuf yolunun butun inceliklerini oğrendi ve Hacı Bayram hazretlerinden icĂ‚zetini, diplomasını aldı.

Onun kısa surede icĂ‚zet alması bĂ‚zılarına zor geldi. Hacı Bayram-ı Velî'ye;

"Diğer dervişlere kırk yıldır hilĂ‚fet vermedin, az muddet icinde Akşeyh'e hilĂ‚fet verdin. Hikmeti nedir?" diye sordular. Hacı Bayram-ı Velî de;

"Bu zeyrek, uyanık ve akıllı bir kosedir. Her ne gorup duydu ise hemen inandı. Sonra hikmetini yine kendisi anladı. Fakat yanımda kırk yıldan beri hizmet eden bu talebeler, hemen gorduklerinin ve duyduklarının aslını ve hikmetini sorarlar. Ona hilĂ‚fet verilişinin sebebi budur." cevĂ‚bını verdi.

Akşemseddîn hazretleri, hocası Hacı Bayram-ı Velî'nin ileride bir buyuk fethin mĂ‚nevî fĂ‚tihliği mujdesine de nĂ‚il oldu.

Hacı Bayram-ı Velî hazretlerinin tahsil ve terbiyesiyle irşĂ‚d makĂ‚mına yukselen Akşemseddîn hazretleri once Beypazarı'na yerleşti. Orada bir mescid, bir değirmen yaptırdı. Halkın etrĂ‚fına toplanması uzerine İskilip'te Evlek'e oradan da Goynuk'e gelip mekĂ‚n tuttu. Birgun bir kişi gelip, Akşemseddîn'e bir mikdĂ‚r mulk bağışladı. Akşemseddîn hazretleri o yerin uzerine gelince, tebessum etti. "Nicin tebessum ettiniz?" diye sordular. O da;

"Otuz sene kadar once seyĂ‚hat ederken, yolum buraya duşmuştu. Gorunce gonlum buraya meyil etmişti. Gonlumden gecen bu arzu, otuz yıl sonra gercekleşti. Onu hatırladım ve tebessum ettim." cevĂ‚bını verdi.

Hacı Bayram hazretleri Ankara'da fenĂ‚ Ă‚leminden bekĂ‚ Ă‚lemine goc etmek uzere iken; son sozleri:

"Benim namazımı Akşemseddîn kıldırsın ve cenĂ‚zemi yıkasın. Bu haberimi ona iletirsiniz!" oldu ve vefĂ‚t etti.

O sırada Akşemseddîn orada değildi ve nerede bulunduğunu kimse bilmiyordu. Talebeler ile Hacı Bayram-ı Velî'nin yakınları, merak ve hayret icinde kaldılar. BĂ‚zı kimseler;

"Hacı Bayram-ı Velî'nin bu sozu, olum hĂ‚linde soylenen sozlerdendir. Buna pek îtibĂ‚r edilmez." dediler. Kararsız ve uzuntulu bir halde yollara bakarlardı. O esnĂ‚da; "Akşemseddîn geliyor!" diye bir ses işitildi. Halk Akşemseddîn'i karşıladı ve olup biteni haber verdi. O da vasiyet uzerine yıkayıp namazı kıldırdıktan sonra, Hacı Bayram-ı Velî'yi defn etti. İşler bitince, Hacı Bayram-ı Velî'nin doksan bin akce borcu olduğunu oğrendi ve otuz bin akcesini odemeyi vĂ‚detti. Kalanını da Hacı Bayram-ı Velî'nin yakınları ile dostları odediler. Akşemseddîn, uzerine aldığı otuz bin akcenin yirmi dokuz binini odedi ve geriye bin akce kaldı. Alacaklı, Akşemseddîn'e gelerek hepsini istedi. "Birkac gun musĂ‚ade et." dediyse de, faydası olmadı. Sert ve kustah bir şekilde bir dakika bile bekleyemeyeceğini bildirdi. Bu soz uzerine fevkalĂ‚de muteessir olan Akşemseddîn hazretleri alacaklıyı iceri cağırdı. Evin onunde bir bahce vardı. Ona;

"Bahceye gir, alacağın bin akceyi al. Fazlasını alma!" dedi.

O kimse, bundan sonraki durumunu şoyle anlatıyor:

"Bahceye girdim. Bahcenin icinde yassı yapraklı bir ot vardı. Her yaprağın uzerinde bir akce vardı. O otta o kadar cok yaprak vardı ki, sayısını ancak Allahu teĂ‚lĂ‚ bilir. Onun yapraklarından bin akce topladım. Fakat yaprakların uzerinden bir akcenin eksilmemiş olduğunu gordum. Bahcenin ici de akce ile doluydu. Bu hĂ‚li gorunce, hayrette kaldım. Dışarı cıkıp, o bin akceyi Akşemseddîn'in onune koydum. "Bu akceleri size bağışladım." dedim, yalvardım ve ozur diledim. Fakat Şeyh, o bin akceyi kabûl etmedi."

Akşemseddîn hazretleri hocasının vasiyetini yerine getirdikten sonra tekrar Goynuk'e geldi. Burada da bir mescid ve değirmen inşĂ‚ eyledi. Bir yandan oğullarının, diğer taraftan da kendisine intisĂ‚b edip gonul veren talebelerinin tĂ‚lim ve terbiyeleriyle uğraşıyordu.

Tıb ilminde de kendini yetiştiren Akşemseddîn hazretleri ceşitli hastalıklara, hangi otlardan hazırlanan ilacların iyi geleceğini bilirdi. Bu husustaki ilmi dillere destan idi. Bulaşıcı hastalıklar uzerinde de calışmalar yaptı. Cunku o devirde salgın hastalıklar binlerce insanın olumune sebeb oluyordu. Akşemseddîn hazretleri, etkileri bakımından kansere benzeyen seretĂ‚n denilen bir hastalıkla da uğraşmıştı. Tıptaki şohreti o dereceye vardı ki birkac defĂ‚ Edirne sarayına cağrıldı.

Talebelerinden Şeyh Mısırlıoğlu Abdurrahîm anlatıyor:

"Hocam Akşemseddîn ile Edirne'ye gitmiştik. Sultan MurĂ‚d Hanın kazaskeri SuleymĂ‚n Celebi hasta idi. Bizi saraya dĂ‚vet ettiler. Sultanın tabibleri SuleymĂ‚n Celebi'nin etrafında ona ilĂ‚c veriyorlardı. Hocam tabiblere bunun hastalığı nedir? diye sordu. Onlar;

"Şu hastalıktır." diye cevap verdiler. Hocam;

"Buna Sersam ilĂ‚cı yapmak lĂ‚zımdır." buyurdu. Tabibler;

"Bunun hastalığı o değildir amma sen yine o ilĂ‚cı ver." deyip gittiler. Ben cok uzulmuştum. ZîrĂ‚ hocamın hastalığa tam vĂ‚kıf olamadığını zannetmiştim. Hocam divitle kalem istedi, recetesini yazdı. İlaclarını hazırladı ve SuleymĂ‚n Celebi'ye verdi. Aradan kısa bir zaman gecince, SuleymĂ‚n Celebi'de sıhhat alĂ‚metleri belirdi ve iyi oldu."

Yine FĂ‚tih Sultan Mehmed Han'ın kızı Gevherhan Sultan hastalanmıştı. Tabibler tedĂ‚vide Ă‚ciz kalıp ozur dilediler. Sonunda Akşemseddîn hazretlerine murĂ‚caat edildi. Onun yazdığı ilĂ‚c Allahu teĂ‚lĂ‚nın izni ile iyi geldi.

İkinci MurĂ‚d Hanın vefĂ‚tı ile Osmanlı tahtına cıkan genc pĂ‚dişĂ‚h Sultan Mehmed, İstanbul'un fethi hazırlıklarını tamamladıktan sonra şehre doğru hareket ederken, Allah adamlarının da ordusunda bulunmasını istedi. Bu dĂ‚vet uzerine Akşemseddîn, Akbıyık Sultan, Molla FenĂ‚rî, Molla GurĂ‚nî, Şeyh SinĂ‚n gibi meşhûr Ă‚lim ve velîler, talebeleriyle birlikte orduya katıldılar. Yine orduya katılan Aydınoğlu, Karamanoğlu, İsfendiyaroğlu kuvvetleri gibi gonullu birlikler, İstanbul'un fethinin, butun Turk-İslĂ‚m Ă‚lemince mukaddes bir gĂ‚ye kabûl edildiğini dile getirdiler. Bilhassa talebeleriyle birlikte orduya katılan Akşemseddîn hazretleri ve diğer Ă‚lim ve evliyĂ‚ zĂ‚tlar, askerlere ayrı bir şevk ve azim veriyorlardı. FĂ‚tih Sultan Mehmed Han, İstanbul onlerinde ordugĂ‚hını kurduktan sonra, duşmana once İslĂ‚mı tebliğ etti. İslĂ‚miyetin emri olan hususları bildirdi. Fakat, Bizanslılardan red cevabı alınca, şehri kuşatmaya başladı. Kuşatmanın uzaması ve bir netice elde edilememesi bĂ‚zı devlet adamlarını umitsizliğe duşurdu. Bunlar şehrin alınamayacağını, ustelik bir Haclı ordusunun Bizans'ın imdĂ‚dına koşacağını sanıyorlardı. Butun bu olumsuz propagandalara karşı orduda pĂ‚dişĂ‚hı ve askeri fethe karşı gayrete getiren bir din buyuğu vardı; Akşemseddîn. O, şeyhi Hacı Bayram-ı Velî'nin; "İstanbul'un fethini şu cocukla bizim kose gorurler!" sozunu biliyor ve tahakkuk edeceğine kalpten inanıyordu.

MuhĂ‚saranın devĂ‚m ettiği bir sırada Avrupa'dan asker ve erzak getiren gemiler, Osmanlı donanmasının mudahalesine rağmen şehre girmeye muvaffak oldu. KĂ‚firler gorulmemiş şenlikler yaparken, Muslumanlar uzuntulu idi. PĂ‚dişĂ‚ha gelen bĂ‚zı devlet adamları;

"Bir sofunun (Akşemseddîn) sozuyle bu kadar asker kırdırdın ve butun hazîneyi tukettin. İşte Frengistan'dan kĂ‚fire yardım geldi. Fethetmek umidi kalmadı." dediler.

Bunun uzerine Sultan Mehmed Han, veziri Veliyuddîn Ahmed Paşayı Akşemseddîn'e gondererek;

"Şeyhe sor, kal'a feth olmak ve duşmana zafer bulmak umidi var mıdır?" dedi. Buna Akşemseddîn hazretleri şoyle cevap verdi:

"Ummet-i Muhammed'den bu kadar musluman ve gĂ‚ziler bir kĂ‚fir kĂ‚lesine doğru hucum ederse, inşĂ‚allahu teĂ‚lĂ‚ feth olur."

Sultan Mehmed Han, umûmî cevapla yetinmeyip, Veliyuddîn Ahmed Paşayı tekrar Akşemseddîn'e gonderip;

"Vaktini tĂ‚yin etsin." dedi. Akşemseddîn murĂ‚kabeye daldı. Başını eğip, Allahu teĂ‚lĂ‚ya yalvardı. MubĂ‚rek yuzu terledi. Sonra başını kaldırarak;

"İşbu senenin CemĂ‚ziyelevvel ayının yirminci gunu, seher vaktinde, inanc ve gayretle filan taraftan yurusunler. O gun feth ola. Kostantiniyye'nin ici ezan sesiyle dola!" dedi. Ayrıca genc pĂ‚dişĂ‚ha bir mektup gonderdi. Mektubunda;

"Kul tedbir alır, Allahu teĂ‚lĂ‚ takdir eder kaziyesi, delili sĂ‚bittir. Hukum Allahu teĂ‚lĂ‚nındır. VelĂ‚kin kul, elinden geldiği kadar gayret gostermekte kusur etmemelidir. Resûlullah'ın ve EshĂ‚bının sunneti budur." diyordu.

Boylece Akşemseddîn hazretleri bir taraftan İstanbul'un fethi hakkında yeni mujdeler veriyor, diğer yandan da ne şekilde davranılması husûsunda pĂ‚dişĂ‚ha tavsiyelerde bulunuyordu.

NihĂ‚yet Akşemseddîn hazretlerinin tĂ‚yin eylediği gun ve saat doldu. Sultan Mehmed Han ordunun başına gecerken, hocası Akşemseddîn'den okumak icin bir duĂ‚ istirham etti. Bunun uzerine Akşemseddîn;

"YĂ‚ Fakih Ahmed!" diyerek himmet taleb eyle!.. Onu vesile kılarak Allahu teĂ‚lĂ‚ya tazarru ve niyĂ‚z eyle." buyurdu. Sonra cadırına giren Akşemseddîn hazretleri yanına hic kimseyi koymamalarını istedi ve kapılarını iyice kapattırdı.

Yeniceriler, azablar, dalkılıclar, serdengectiler, akıncılar, gonulluler, erenler, evliyĂ‚lar Sultan Mehmed Hanın buyruğuyla İstanbul uzerine akıyorlardı. Mehmed Han bu sırada hocası Akşemseddîn'in yanında olmasını arzuladı ve haber gonderdi. Gelmeyince Akşemseddîn'in bulunduğu cadıra gitti. Cadırın her tarafı iyice kapatılmıştı. FĂ‚tih Sultan Mehmed Han cadıra yaklaşıp, hancerini cıkardı. Hancerle cadırdan biraz keserek, icerisinin gorulebileceği kadar bir delik actı. İceri bakınca, hocası Akşemseddîn hazretlerini kuru toprak uzerinde secdeye kapanmış, başından sarığı duşmuş, ak sacı ve ak sakalı nûr gibi parlıyor gordu. Ak sacını ve ak sakalını toprağa surup, sacını sakalını toprak icinde bırakmıştı. Bu hĂ‚li ile İstanbul'un fethinin gercekleşmesi icin Allahu teĂ‚lĂ‚ya yalvarıp duĂ‚ ediyor, gozyaşı dokuyordu. FĂ‚tih Sultan Mehmed Han, hocası Akşemseddîn'in Allahu teĂ‚lĂ‚ya yalvarıp, duĂ‚ etmekte olduğu bu yuksek hĂ‚lini gorunce, doğruca yerine dondu. Kaleye bakınca surlara tırmanan İslĂ‚m askerinin yanında ve onunde ak abalı bir topluluğun da hisara girmekte olduğunu gordu. Az sonra fethin askeri de surları gecip şehre girdi. Boylece İstanbul'un fethi ve Peygamber efendimizin buyuk mûcizesi gercekleşti.

Akşemseddîn, fetih ordusu İstanbul'a girdikten sonra, İslĂ‚miyet'in harp ile ilgili hukûkunun gozetilmesini genc pĂ‚dişĂ‚ha tekrar hatırlattı. Buna uygun hareket edilmesini bildirdi.

İstanbul sabah sekiz sıralarında fethedilmişti. FĂ‚tih Sultan Mehmed ise şehre oğle saatlerinde Topkapı'dan girdi. Beyaz bir at uzerinde idi. Muhteşem bir alayla ve alkışlar icinde ilerleyerek, Ayasofya'ya doğru yol aldı. Zulumden ve haksızlıktan bıkmış olan Bizans halkı yeni bir bekleyişin icinde idi. FĂ‚tih gectiği sokakları, caddeleri, evleri dikkatle gozden geciriyordu. Yanında ileri gelen kumandanlarıyla vezirlerinden başka, Molla GurĂ‚nî, Molla Husrev, Akşemseddîn veAkbıyık Sultan gibi Ă‚limler ve velîler topluluğu da bulunuyordu. Yerli halk yolları doldurmuştu. FĂ‚tih Sultan Mehmed cok genc olduğu icin, herkes Akşemseddîn'i pĂ‚dişĂ‚h sanıyordu. Ona, demet demet cicek veriyorlardı. Akşemseddîn'in, genc pĂ‚dişĂ‚hı gostererek;

"Sultan Mehmed ben değilim, odur." sozune karşılık;

Sultan Mehmed de;

"Gidiniz, yine ona gidiniz. Sultan Mehmed benim, ama o benim hocamdır. Şehrin mĂ‚nevî fĂ‚tihidir." diyordu.

FĂ‚tih Sultan Mehmed Han İstanbul'a girdikten sonra, hocası Akşemseddîn uc gun gozden kayboldu. Butun aramalara rağmen bulamadılar. Uc gun sonra, Edirnekapı yakınlarında vîrĂ‚ne bir yerde ibĂ‚detle meşgûl olarak buldular. O zamandan beri bu yere, onun ismine izĂ‚feten "Akşemseddîn" mahallesi denildi. FĂ‚tih Sultan Mehmed Han, fethin ucuncu gunu Ayasofya'ya gidip, orayı cĂ‚miye cevirdi. Ayasofya'yı cĂ‚miye cevirmesi, Bizanslılar ile yapılan bir anlaşmaya bağlanmıştı. Burada ilk hutbeyi, Akşemseddîn okudu. Okmeydanı'nda bir zafer alayı tertiplenmişti. Orada Akşemseddîn de vardı. Akşemseddîn gĂ‚zîlere bir konuşma yaptı. Bu konuşmasında;

"Ey gĂ‚zîler, bilin, Ă‚gĂ‚h olun ki; cumleniz hakkında, Ă‚hir zaman Peygamberi ol Server-i kĂ‚inĂ‚t; "Onlar ne guzel askerdir." buyurmuştur. İnşĂ‚allah cumlemiz affedilmiş oluruz. Fakat gazĂ‚ malını isrĂ‚f etmeyip, İstanbul icinde hayr-u-hasenĂ‚ta sarf ve pĂ‚dişĂ‚hımıza itĂ‚at ve muhabbet ediniz." diye nasîhatte bulundu. Sonra, FĂ‚tih Sultan Mehmed Hanın başına iki catal ablak sorguc takıp;

"PĂ‚dişĂ‚hım, butun Âl-i Osman'ın Ă‚b-ı rûyu oldun. Hemen mucĂ‚hid-i fî sebîlillah ol!.." diyerek, Gulbank-i Muhammedî cekti.

Akşemseddîn hazretlerine; "İstanbul'un fethedileceği zamĂ‚nı nasıl bildin?" diye sorulunca, şoyle cevap verdi;

"Kardeşim Hızır ile, ilm-i ledunniyye uzere İstanbul'un fetih vaktini cıkarmıştık. Kale fethedildiği gun, Hızır'ın, yanında evliyĂ‚dan bir cemĂ‚atle hisara girdiğini gordum. Kale fetholunduktan sonra da, Hızır kardeşimi kalenin uzerine cıkmış oturur hĂ‚lde gordum."

FĂ‚tih Sultan Mehmed Han, fetihden sonra hocası Akşemseddîn'e, son taarruzun başladığı sırada; "YĂ‚ Fakîh Ahmed" diyerek Fakîh Ahmed'den himmet taleb etmesini soylediğini hatırlatarak;

"Fakîh Ahmed kimdir ki; tazarru ve niyĂ‚z eyledim? Himmetini istedim? Allahu teĂ‚lĂ‚yı tazarru etmiş olsa idim evlĂ‚ değil mi idi?" diyerek, sebebini sordu. Hocası Akşemseddîn bu suĂ‚le;

"O sırada Fakîh Ahmed, kutb, sĂ‚hib-i tasarruf idi." cevĂ‚bını vererek, Allahu teĂ‚lĂ‚nın yardımını, onun vĂ‚sıtasıyla ve onun bereketi ile gonderdiğini ve onun da himmet ettiğini soylemiştir. Akşemseddîn hazretlerinin "Fakîh Ahmed" dediği kendisi idi. Fakat tevĂ‚zuunun cokluğundan şohretten kacıp, kendisini gizleyerek boyle konuşmuş, gĂ‚yet Ă‚rifĂ‚ne bir tavır takınmış olduğu rivĂ‚yet edilmiştir.

Bir gece FĂ‚tih Sultan Mehmed Han, Akşemseddîn hazretlerinin ziyĂ‚retine gitti. FĂ‚tih, sohbet sırasında bir ara Akşemseddîn'e;

"Hocam!EshĂ‚b-ı kirĂ‚mın buyuklerinden, mihmandĂ‚r-ı Resûlullah olan Ebû Eyyûb-i EnsĂ‚rî'nin mubĂ‚rek kabrinin İstanbul surlarına yakın bir yerde olduğunu tĂ‚rih kitaplarından okudum. Yerinin bulunması ve bilinmesini bilhassa ricĂ‚ ederim." dedi. O zaman Akşemseddîn hemen;

"Şu karşı yakadaki tepenin eteğinde bir nûr goruyorum. Orada olmalıdır." cevĂ‚bını verdi. DerhĂ‚l pĂ‚dişĂ‚hla oraya gittiler. Akşemseddîn hazretleri, oradaki bir cınardan iki dal aldı. Birini bir tarafa, diğerini az oteye dikti ve;

"Bu iki dal arası, MihmandĂ‚r-ı Resûlullah'ın kabridir." buyurdu. Sonra, kaldıkları yere donduler. FĂ‚tih Sultan Mehmed Han, Akşemseddîn'in soylediğine inandıysa da, hic şuphesi kalmasın istiyordu. O gece silĂ‚hdĂ‚rına;

"Gidin, Akşemseddîn'in diktiği cınar dallarının ortasına şu muhrumu gomun ve o dalları yirmişer adım guney tarafına cekin." dedi. Sabah olunca Sultan FĂ‚tih, Akşemseddîn'den, hazret-i HĂ‚lid'in kabrinin yerini tekrar tĂ‚yin etmesini ricĂ‚ etti, tekrar gittiler. Akşemseddîn silahdarın diktiği dalların dikildiği yere bakmadan doğruca gidip eski yerde durdu ve;

"Dalların yeri değiştirilmiş, hazret-i HĂ‚lid buradadır." dedi ve sonra silĂ‚hdĂ‚r ağasına hitĂ‚ben;

"SultĂ‚n hazretlerinin muhrunu cıkarın ve kendisine teslim edin." dedi. Akşemseddîn hazretleri, silĂ‚hdĂ‚r ağanın gizlice gomduğu pĂ‚dişĂ‚h yuzuğunun de orada olduğunu kerĂ‚metiyle anlamıştı.

Bunun uzerine FĂ‚tih, Akşemseddîn'e;

"Kalbimde hic şuphe kalmadı. Ama tam inanmam icin bir alĂ‚met daha gosterir misiniz?" dediğinde, Akşemseddîn:

"Kabrin baş tarafından bir metre kazılınca, uzerinde; "Bu HĂ‚lid bin Zeyd'in kabridir." yazılı bir taş vardır." dedi. Kazdılar, Akşemseddîn'in dediği gibi cıktı. Bu hĂ‚li goren Sultan FĂ‚tih'in vucûdunu bir titreme aldı. Bu hĂ‚l gecince FĂ‚tih; "ZamĂ‚nımda Akşemseddîn gibi bir zĂ‚tın bulunmasından duyduğum sevinc, İstanbul'un alınmasından duyduğum sevincten az değildir." diye şukr etti.

FĂ‚tih Sultan Mehmed Han, Ebû Eyyûb EnsĂ‚rî'nin kabr-i şerîfinin uzerine bir turbe ve Akşemseddîn ile talebelerine mahsus odalar, bir de cĂ‚mi-i şerîf yaptırdı. Akşemseddîn'den orada oturmalarını ricĂ‚ etti. Fakat o, bu teklifi kabûl etmeyerek, memleketi olan Goynuk'e dondu.

Akşemseddîn hazretleri Goynuk'e geldikten sonra yine talebe yetiştirmeye ve insanları irşĂ‚da başladı. Sultan FĂ‚tih'le ilgisini kesmeyip zaman zaman Edirne'ye ve İstanbul'a geldi ve pĂ‚dişĂ‚hı ziyĂ‚ret etti. Gonderdiği mektûblarla ikaz ve tavsiyelerde bulundu. Bir mektubunda FĂ‚tih'e şoyle nasihat etmektedir:

"Bir dunyevî rĂ‚hat ve cismĂ‚nî lezzete, bir de uhrevî rahat ve rûhĂ‚nî lezzete dayanan iki turlu hayat tarzı vardır. Birincisi ikinciye bakarak değersiz ve gecicidir. Şu halde ona iltifĂ‚t etme. EsĂ‚sen peygamberlere, velîlere, halîfelere rahat değil, cefĂ‚lar ve muşkiller lĂ‚yıktır. Sen de onların yolundasın. Nasîbinden elem değil zevk duy... Sen herhangi bir insan gibi değilsin, memleketin durumu, senin durumuna bağlıdır. Bedende gorunen her şey ruhun eseri olduğu gibi, memlekette meydana gelen şeyler de FĂ‚tih'in eseri olacaktır. Cunku bedene oranla ruh ne ise, memlekete oranla sultanlar da aynı şeydir."

Akşemseddîn Goynuk'te 1459 (H.863) yılına kadar yaşadı. PĂ‚dişĂ‚hın kendisine gonderdiği butun ihsan ve hediyeleri hayır işlerinde kullanmak uzere vakıflar kurdurdu. Bir taraftan da oğullarının terbiyesi ile meşgul oldu.

Birgun kucuk oğlu Hamdi Celebi ile meşgûl olurken;

"Bu kucuk oğlum yetim, zelîl kalır; yoksa bu zahmeti, mihneti cok dunyĂ‚dan gocerdim." deyince, hanımı;

"A efendi! Gocerdim dersin yine gocmezsin." dedi.

Bunun uzerine Şeyh hemen:

"Goceyim." deyip, mescide girdi. EvlĂ‚dını topladı. VasiyetnĂ‚mesini yazdı. HelĂ‚llaştı, vedĂ‚ eyledi. YĂ‚sîn sûresi okunurken sunnet uzere yatıp rûhunu teslim eyledi. Goynuk'teki tĂ‚rihî SuleymĂ‚n Paşa CĂ‚miinin bahcesine defn edildi. Daha sonra oğullarının kabri ile berĂ‚ber bir turbe icine alındı.

Akşemseddîn, bircok talebe yetiştirmiştir. Bunlar arasında zĂ‚hirî ve bĂ‚tınî ilimleri cok iyi bilen yedi oğlu da vardı. Oğulları şunlardır: Muhammed Sadullah, Muhammed Fazlullah, Muhammed Nûrullah, Muhammed Emrullah, Muhammed Nasrullah, Muhammed Nûr-ul-HudĂ‚ ve Muhammed Hamîdullah. Meşhûr halîfeleri ise: Muhammed Fazlullah, Harizatu'ş-ŞĂ‚mî Mısırlıoğlu, Abdurrahîm KarahisĂ‚rî, Muslihuddîn İskilibî ve İbrĂ‚him Tennûrî'dir.

Akşemseddîn hazretleri sohbetlerinde ve vĂ‚zlarında buyururdu ki:

"Her işe Besmele ile başla. Temiz ol, dĂ‚im iyiliği Ă‚det edin. Tembel olma, namaza onem ver. Nîmete şukr, belĂ‚ya sabr et. DunyĂ‚nın mutluluğuna mağrûr olma. Kimseye kızma, eziyet ve cefĂ‚ etme. Omrun uzun olsun istersen, kimsenin nîmetine hased etme. Kimseyi kotuleyip, atıp tutma. Senden ustun kimsenin onunden yurume. Dişin ile tırnağını kesme. Ayakta pantolon giymekten sakın. MisvĂ‚kı başkasıyla berĂ‚ber kullanmak uygun olmaz. Cok uyumak kazancın azalmasına sebeb olur. Akıllı isen yalnız yolculuğa cıkma. Gece uyanık ol, seher vakti tilĂ‚vet kıl, Kur'Ă‚n-ı kerîm oku. DĂ‚imĂ‚ Allahu teĂ‚lĂ‚yı zikret. Kendini başkalarına medhetme. NĂ‚mahreme bakma, harama bakmak gaflet verir. Kimsenin kalbini kırıp, virĂ‚n eyleme. Duşen şeyi alıp temizleyerek yersen, fakirlikten kurtulursun. Edebli, mutevĂ‚zî ve comerd ol. Tırnağınla dişini kurcalama. Elbiseni, uzerinde dikmekten sakın. Cunup kimse ile yemek yemek gam verir. Yalnız bir evde yatmaktan sakın. Cıplak yatmak fakirliğe sebeb olur."

"Velî, insanlardan gelen sıkıntılara katlanıp, tahammul eden kimsedir. Sıkıntıları goğusler, belĂ‚lar yuzunden şikĂ‚yetci olmaz ve adĂ‚vet beslemez, duşmanlık tavrı takınmaz. O, toprak gibidir. Toprağa her turlu kotu şey atılır. Fakat topraktan hep guzel şeyler biter.

Allahu teĂ‚lĂ‚, Kur'Ă‚n-ı kerîmde meĂ‚len buyurdu ki: "O insanlar sandılar mı ki, (sĂ‚dece) îmĂ‚n ettik demeleriyle bırakılacaklar da imtihĂ‚na cekilmeyecekler." (Ankebût sûresi:2)

ÎmĂ‚n, taklîd ile, babadan ve dededen gorerek, sırf îmĂ‚n ettim demekle olmaz. Boyle taklid ile inanan kimseler, imtihĂ‚n olunması bakımından belĂ‚ ve musîbetlere ducĂ‚r olmazlar. BelĂ‚ ve musîbetler, Allah dostlarının muhabbet ve sevgisini artırır. Nitekim altın icin ateş ne kadar kızgın olursa, altını o derece saf ve hĂ‚lis yapar. Bu sebeble kişi mĂ‚nevî mertebesinin yuksekliğine gore buyuk veya kucuk belĂ‚ ve musîbetlere uğrar. Nitekim Resûlullah efendimiz bir hadîs-i şerîfte buyurdu ki:

"Kişi, dînindeki sebĂ‚tına gore belĂ‚ya (imtihĂ‚na) mubtelĂ‚ olur. Âfiyet, kıymetini bilmeyen kimse icin derd gibidir. BelĂ‚, kadrini bilen icin devĂ‚ gibidir." BelĂ‚nın, insanın Rabbine donmesini sağlayan sıkıntıların kadrini bilen, Hakkı gercekden sevenlerdendir. Taklid ile sevenler değillerdir. Cunku taklid ile sevmek, belanın, imtihĂ‚nın faydasını giderir. Sevilenin hareketi, gercek muhabbeti bozmaz. Nitekim MûsĂ‚ aleyhisselĂ‚m, Fir'avn'ın sarayında Âsiye HĂ‚tun tarafından buyutulurken, Âsiye HĂ‚tun onu gercekten seviyordu. Fir'avn ise, Âsiye HĂ‚tunu taklid ederek seviyordu. Âsiye HĂ‚tun gercekten sevdiği icin, onun hareketlerinden incinmiyordu. MûsĂ‚ aleyhisselĂ‚m Fir'avn'ın sakalını tutup cekince, Fir'avn'ın sevgisi gercek sevgi olmadığı icin, hemen rahatsız oldu."

"Kişinin kadrinin ve kıymetinin varlığı, mihnetlere, belĂ‚ ve musîbetlere sıkıntılara sabretmesiyle ortaya cıkar. Bu mihnet, dunyĂ‚lığın olmaması veya eksilmesi, elden cıkması ile olur. Sabredenlerin, sabırdaki sebatları sebebiyle iyilikleri; yĂ‚ni sabır, tevekkul, kanĂ‚at ve hilm, yumuşaklık gibi guzel hasletleri artar. Boylece olgunlaşan insanın kalb aynasındaki kirler, cevherin hĂ‚lis hĂ‚le getirilmesi gibi temizlenir. BelĂ‚ gunlerinde, belĂ‚ geldiğinde Eyyûb aleyhisselĂ‚mın kulluğu iyi bir kulluktur.

"Kulluk beş kısımdır: Birincisi ten kulluğudur. Bu, Allahu teĂ‚lĂ‚nın emirlerine uyup, yasak ettiği şeylerden sakınmaktır. İkincisi; nefs kulluğudur. Bu kulluk, nefsi terbiye etmek, ıslĂ‚h etmek, mucĂ‚hede ve nefsin istemediği şeyleri yapmak, riyĂ‚zet cekip nefsin istediği şeyleri yapmamaktır. Ucuncusu; Gonul kulluğudur. Bu ise, dunyĂ‚dan ve dunyĂ‚da bulunan şeylerden yuz cevirip, Ă‚hirete yonelmektir. Âhirete yarar iş yapmaktır. Dorduncusu; sır kulluğudur. Bu, her şeyi bırakıp, tamĂ‚men Allahu teĂ‚lĂ‚ya donup, O'nun rızĂ‚sını kazanmaktır. Beşincisi; can kulluğu. Bu kulluk, muşĂ‚hedeye ermek icin kendini Allah yoluna vermekle olur..."

"MĂ‚nevî huzûra ermek ve bu yolda ilerlemek icin dort şey lĂ‚zımdır. 1. Az yemek, 2. Az uyumak, 3. Halka az karışmak, 4. Allahu teĂ‚lĂ‚yı cok zikretmek."

NE SEN GORURSUN NE DE BEN

Osmanlı SultĂ‚nı İkinci MurĂ‚d Han, Hacı Bayram-ı Velî'yi son derece severdi. Fırsat buldukca, sık sık ziyĂ‚retine giderdi. Bir defĂ‚sında, dort yaşındaki oğlu ŞehzĂ‚de Mehmed ile berĂ‚ber Hacı Bayram'a gelip, elini optuler. Sultan MurĂ‚d Han, sohbet sırasında Hacı Bayram'a;

"Efendim, İstanbul'u alıp, kĂ‚fir diyĂ‚rını İslĂ‚m'ın nûru ile nûrlandırarak, can cınlamaları yerine ezĂ‚n seslerinin yukselmesini arzu ederim. Bu hususta duĂ‚larınızı beklerim." dedi. HĂ‚cı Bayram-ı Velî;

"Allahu teĂ‚lĂ‚, omrunuzu ve devletinizi ziyĂ‚de etsin. Yalnız, İstanbul'un alındığını sen ve ben goremeyiz." dedi, sonra da, şehzĂ‚de Mehmed ile Akşemseddîn'i gostererek;

"Ama şu cocukla bizim kose gorurler." buyurdu.

BİZİM TATTIĞIMIZI TADARSAN

İstanbul'un fethinden sonra, FĂ‚tih Sultan Mehmed Han, hocasını ziyĂ‚rete gitmişti. Sohbet esnĂ‚sında;

"Muhterem hocam! Elhamdulillah buyuk yardımlarınızla İstanbul'u fethettik. Artık beni talebeliğe, dervişliğe kabûl buyurmanızı istirhĂ‚m ediyorum." dedi. Akşemseddîn hazretleri;

"SultĂ‚nım, sen bizim tattığımız lezzeti tadacak olursan, saltanĂ‚tı bırakırsın. Devlet işlerini tam yapamazsın. Dîn-i İslĂ‚mı yayma işi yarım kalır. Muslumanların rahat ve huzûr icinde yaşıyabilmeleri icin, devletin ayakta kalması şarttır. Talebelikle pĂ‚dişĂ‚hlığın bir arada yurutulmesi cok guctur. Seni talebeliğe kabûl edersem, duzen bozulabilir, halkımız perişĂ‚n olabilir. Bunun vebĂ‚li buyuktur. Allahu teĂ‚lĂ‚nın gazĂ‚bına mĂ‚ruz kalabiliriz." diyerek, teklifini reddetti. Bunun uzerine FĂ‚tih Sultan Mehmed Han, hocasına iki bin altın hediye etmek istemiş ise de, bunu da kabûl etmedi.
__________________