Abdullahlar. Peygamber efendimizin EshĂ‚b-ı kirĂ‚mı (arkadaşları) arasında fıkıh ve hadîs-i şerîf ilimlerinde şohret bulmuş Abdullah adını taşıyan sahĂ‚bîler. AbĂ‚dile, Abdullah kelimesinin cokluk şeklidir. Peygamber efendimizin EshĂ‚b-ı kirĂ‚mı arasında A bdullah isimli uc yuz kadar sahĂ‚bi bulunmaktaydı. Fakat bunların icinde; Abdullah bin Omer, Abdullah bin AbbĂ‚s, Abdullah bin Zubeyr, Abdullah bin Amr bin Âs radıyallahu anhum, ilimdeki yukseklikleri sebebiyle AbĂ‚dile unvĂ‚nı ile tanındılar. Bunlara AbĂ‚dile-i Erbea da denilmektedir.
Abdullah bin Mes'ûd'un (radıyallahu anh) fıkıh ilminde onemli bir yeri olduğu halde, AbĂ‚dile arasında zikredilmemesi, bu tĂ‚birin onun vefĂ‚tından sonra cıkmış olması sebebiyledir. Bununla berĂ‚ber onu AbĂ‚dileden sayan Ă‚limler de vardır. (İbn-i HumĂ‚m, Ahmed Naîm)
ABD:
1. Kul. (Bkz. Kul)
Allahu teĂ‚lĂ‚ Kur'Ă‚n-ı kerîmde meĂ‚len buyuruyor ki:
Her turlu noksanlıktan munezzeh olan Allahu teĂ‚lĂ‚, abdini (Muhammed aleyhisselĂ‚mı) bir gece Mescid-i Haram'dan, Mescid'i AksĂ‚'ya goturdu. (İsrĂ‚ sûresi: 1)
Goklerde ve yerde olan herkes, hicbiri mustesnĂ‚ olmamak uzere, cok esirgeyici Allahu teĂ‚lĂ‚ya mutlaka abd olarak gelecektir. ( Meryem sûresi: 93)
2. Kole.
Uzerinize, sizi Allahu teĂ‚lĂ‚nın kitĂ‚bı ile yoneten bir abd bile vĂ‚li tĂ‚yin edilse, onu dinleyin ve itĂ‚at edin. (Hadîs-i şerîf-Muslim)
ABDEST:
Namaz ve diğer bĂ‚zı ibĂ‚detlerin yerine getirilebilmesi icin yapılması lĂ‚zım gelen yuzu, dirseklerle berĂ‚ber kolları yıkamak, başın dortte birini mesh etmek ve topuklarla berĂ‚ber ayakları yıkamaktan ibĂ‚ret temizlik. Namazın dışındaki farzlardan biri.
Abdest, Kur'Ă‚n-ı kerîmde şu Ă‚yet-i kerîme ile farz kılınmıştır:
"Ey îmĂ‚n edenler! Namaza kalkacağınız zaman yuzlerinizi ve dirseklerle berĂ‚ber ellerinizi yıkayın ve başlarınızı meshedin ve her iki topukla berĂ‚ber ayaklarınızı yıkayın." (MĂ‚ide sûresi: 6)
Her kim abdest aldıktan sonra, benim uzerime on kerre salĂ‚t u selĂ‚m getirse, Hak teĂ‚lĂ‚, o kişinin huznunu giderip mesrûr eder, duĂ‚sını kabûl eder. (Hadîs-i şerîf-Eyyuhel veled İlmihĂ‚lî

Her ne zaman ummetimden biri abdest alırken, Bismillah deyip elini yıkarsa, eliyle yaptığı (kucuk) gunahların hepsi afv olur. Ağzına, yuzune ve diğer Ă‚zĂ‚larına su verdikce, butun gunĂ‚hları dokulur. (Hadîs-i şerîf-Eyyuhel veled İlmihĂ‚li)
Abdest uzerine abdest almak, nûr ustune nûrdur. (Hadîs-i şerîf-Keşful-hafĂ‚)
Hanefî mezhebine gore abdestin farzları dorttur: Yuzu bir kerre yıkamak. İki kolu dirsekleri ile birlikte, bir kerre yıkamak. Başın dortte bir kısmını mesh etmek, yĂ‚ni yaş eli başa surmek. İki ayağı, iki yandaki topuk kemikleri ile birlikte bir kerre yıkamaktır. Ayrıca abdestin sunnetleri, edebleri vardır. (İbn-i Âbidîn)
Abdestsiz olarak şu uc şeyi yapmak haramdır: Namaz kılmak, KĂ‚'be'yi tavĂ‚f etmek, uzerinde bir kılıf bulunmaksızın Kur'Ă‚n-ı kerîme ve bir Ă‚yet-i kerîmeye dokunmak. CĂ‚miye abdestsiz girmek ise mekruhtur. (ŞurnblĂ‚lî

Abdestli olarak olen olum acısı cekmez. (Seyyid Abdulhakîm ArvĂ‚sî

ABDİYYET:
Kulluk makamı. EvliyĂ‚lığın en yuksek makĂ‚mı, derecesi. İyilikleri Allahu teĂ‚lĂ‚dan bilip kendinden bilmemek.
Allahu teĂ‚lĂ‚nın lutf ve ihsĂ‚nı ile Abdiyyet derecesine ulaşmak istiyen kimsenin, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve selleme tam olarak uyması lĂ‚zımdır. Bu yuce zirveye o yuce peygambere tam uymakla kavuşulur. Bu, Allahu teĂ‚lĂ‚nın bir lutfu olup, onu d ilediğine ihsĂ‚n eder. (İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî

ABES:
Boş, faydasız şey.
Namazda abes hareketler mekruhtur. Elbise ile oynamak gibi. Namazda faydalı hareketin meselĂ‚ eli ile alnındaki teri silmenin zararı olmaz. Pantolonun tozunu silkmek, mekruhtur. Kaşınmak abes değilse de, bir ruknde, eli uc kere kaldırmak, namazı bozar . (İbn-i Âbidîn)
Abesle meşgul olmak insanı lehv ve la'ba (oyun ve eğlenceye) surukler. BĂ‚zı luzumsuz şeyler insanın abes işlere dalmasına sebeb olur. (MurĂ‚d-ı MunzĂ‚vî

ABESE SÛRESİ:
Kur'Ă‚n-ı kerîmin sekseninci sûresi. Mekke-i mukerremede nĂ‚zil oldu (indi). Kırk iki Ă‚yet-i kerîmedir. Birinci Ă‚yet-i kerîmede yuzcevirdi, iltifat etmedi mĂ‚nĂ‚sına olan Abese lafzı sûreye isim olmuştur. Sûrede, Kur'Ă‚n-ı kerîmin Allahu teĂ‚lĂ‚ tarafından bir mev'ize (nasihat, oğut) olduğu bildirilmekte, CenĂ‚b-ı Hakk'ın kudret ve azametine (buyukluğune) deliller getirilmekte, kıyĂ‚met gununun dehşetli vaziyeti, o gun iyilerin ve kotulerin halleri ve daha başka hususlar anlatılmaktadır.
Abese sûresinde meĂ‚len buyruldu ki:
O gun (kıyĂ‚met gunu) kişi kardeşinden, anasından, babasından, hanımından ve oğullarından kacar. O gun onlardan herkesin kendine yeter bir işi vardır. (Herkes kendi derdiyle meşgul olur. Başkasını duşunemez.) O gun yuzler vardır (dunyĂ‚da iken yaptığı gece ibĂ‚detleri veya aldığı abdestler sebebiyle) parıl parıl parlayıcıdır. (Gordukleri nîmetler sebebiyle) gulucudur, sevinicidir. (Bunlar mu'minlerdir.) O gun yuzler de vardır, uzerlerini toz toprak burumuştur. Onu (da) bir zulmet, karanlık ve siyahlık kaplar. İşte bunlar kĂ‚firler, fĂ‚cirlerdir. (Âyet: 34-42)
ÂB-I HAYÂT:
Hayat suyu. Saf ve berrak su. İnce ve derin mĂ‚nĂ‚lı soz. Tasavvufta murşid-i kĂ‚mil denilen evliyĂ‚ zĂ‚tların, insanların mĂ‚nen canlı, kalblerinin uyanık olmalarına vesîle olan mubĂ‚rek sozleri, mĂ‚nevî nazarları (bakışları) ve kıymetli kalblerinden fışkır an teveccuh. Bir şeyin kıymetini kuvvetli bir şekilde ifĂ‚de icin de kullanılır. Âb-ı hayevĂ‚n, Âb-ı Hızır, Âb-ı zindegĂ‚nî, Âb-ı bekĂ‚ da denir.
EvliyĂ‚nın bĂ‚tınları, kalbleri Ă‚b-ı hayĂ‚ttır. Bir katre (bir damla) tadan, olumsuz hayĂ‚tı bulmuş ve sonsuz seĂ‚dete, mutluluğa kavuşmuş olur. (İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî

Her sozunuz kalbime Ă‚b-ı hayĂ‚t katresi, Senden başka rûhumun yok kurtuluş cĂ‚resi
(LĂ‚ Edrî

Âb-ı hayĂ‚t olmayıcak kısmet ey gonul Bin yıl gerekse Hızır ile Seyr-i Skender et.
(Zeyneb HÂtun)
ÂBİD:
İbĂ‚det eden. Farzları ve vĂ‚cibleri yerine getirdikten sonra ceşitli nĂ‚file ve yapılması sevab olan işlere de devam eden. Cokluk şekli, ubbĂ‚d'dır.
Kur'Ă‚n-ı kerîmde meĂ‚len buyruldu ki:
Tevbe edenler, Ă‚bidler, hamd edenler (cihĂ‚d veya ilim oğrenmek icin) seyahat edenler, rukû edenler, secde edenler, emr-i mĂ‚rûf nehyi anil munker yapanlar ve Allahu teĂ‚lĂ‚nın sınırlarını koruyanlar (yok mu? İşte onlar da Cennet ehlidir. Habîbim) Sen o mu'minlere dahi Cenneti mujdele. (Tevbe sûresi: 112)
Allahu teĂ‚lĂ‚nın haram kıldığı (yasak ettiği) şeylerden sakın, insanların en Ă‚bidi olursun. (Hadîs-i şerîf-MiftĂ‚h-un-necĂ‚t)
Âbidin en buyuk maksadı, Ă‚hiret sevĂ‚bına kavuşmaktır. Âbid, ibĂ‚detinden oyle zevk alır ki, ibĂ‚detten bir an men' edilse, onun icin en buyuk eziyet olur. HattĂ‚ Ă‚bidlerden biri; "Olumden korkmuyorum, ancak gece ibĂ‚detime mĂ‚ni olacak diye korkuyorum" de miştir. Diğeri de; "Allahım mezarımda da bana ibĂ‚det imkĂ‚nlarını ihsĂ‚n et" diye duĂ‚ etmiştir. (İmĂ‚m-ı GazĂ‚lî

ACEM:
Arab olmayan.
Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir, hepiniz Âdem'in cocuklarısınız. Âdem ise, topraktandır. Allah katında en kıymetliniz takvĂ‚sı (Allahu teĂ‚lĂ‚dan korkarak haramlardan, gunĂ‚hlardan sakınması) cok olanınızdır. Arab'ın Acem'e bir ustunluğu yoktur. Ustunluk ancak takvĂ‚ iledir. (Hadîs-i şerîf-İbn-i HişĂ‚m)
ÂCİR:
Malını kirĂ‚ya veren.
KirĂ‚daki binĂ‚nın ve eşyĂ‚nın tĂ‚miri ve zamanla tıkanmış boruların tĂ‚miri Ă‚cire Ă‚ittir. TĂ‚mir etmezse, kirĂ‚cı evden cıkabilir. Fakat yaptırmaya Ă‚ciri cebr edemez (zorlayamaz). Ev sĂ‚hibinin izni ile kendi yaparsa, parasını kesebilir. Kendiliğinden yapar sa kesemez. Kullanmak icin lĂ‚zım olan şeylerin (meselĂ‚ hamur ocağı) tĂ‚mir parasını kirĂ‚dan kesemez. (Ali Haydar Efendi)
KirĂ‚ muddeti bitince, Ă‚cir uzatmaz ise, kirĂ‚cı cıkar. Malı, olduğu gibi teslim etmesi lĂ‚zımdır. Teslim etmezse gasb etmiş olur. Fakat kullanma sebebiyle herkes icin Ă‚det (ve mumkun) olan yıpranma ve bozukluklar kabahat sayılmaz. (İbn-i Âbidîn)
ÂCİZ:
Gucu yetmeyen, gucsuz, zayıf.
Allahu teĂ‚lĂ‚ her şeye kĂ‚dirdir (gucu yeter). Eğer gucu yetmezse Ă‚ciz ve noksan olurdu. Âcizlik ve noksanlık Allahu teĂ‚lĂ‚ icin duşunulemez. (TeftĂ‚zĂ‚nî

İnsanın felĂ‚kete uğraması iki sebeptendir: Birincisi Ă‚ciz olan nefsine (kendine) guvenmesi. İkincisi kendisi gibi Ă‚ciz olan başka bir mahlûka guvenmesidir. (Abdulhakîm ArvĂ‚sî

En iyi kul, Allahu teĂ‚lĂ‚nın karşısında şukurden Ă‚ciz olduğunu bilendir. (Abdullah HarrĂ‚z)
ACÛZE:
İhtiyar, cok yaşlı kadın.
Yaşlı bir kadın Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve selleme geldi. Resûl-i ekrem; "Acûze Cennet'e giremez!" buyurdu. Bunun uzerine kadın ağlamaya başladı. Bunu gorenPeygamber efendimiz; "Sen o gun yaşlı değil, genc olursun" buyurdu ve gonlunu aldı. (İhyĂ‚u ulûmiddîn)
Kızların, kadınların, acûzelerin beş vakit namaz, CumĂ‚, bayram namazları ve va'z dinlemek icin cĂ‚miye gitmeleri cĂ‚iz değildir. (İbn-i Âbidîn)
ÂDÂB:
Edebler, guzel huylar, iyi haller ve davranışlar; her konuda haddini bilip sınırı aşmamak. Mufredi (tekili) edeb'dir (Bkz. Edeb).
ÂdĂ‚ba riĂ‚yetsiz hizmetin faydası yoktur. (Muhammed Ma'sûm FĂ‚rûkî

ADAK:
Nezr, Allahu teĂ‚lĂ‚nın rızĂ‚sının elde edilmesi veya bir isteğin yerine gelmesi veya bir belĂ‚ ve musîbetin giderilmesi maksadıyla Allahu teĂ‚lĂ‚ icin oruc tutmak, kurban kesmek gibi başlıbaşına ibĂ‚det olan veyĂ‚ benzeyen bir şeyi kendisine vĂ‚cib kabûl etm e. (Bkz. Nezr)
Allahu teĂ‚lĂ‚ Kur'Ă‚n-ı kerîmde buyurdu ki:
Adaklarını yerine getirsinler." (Hac sûresi: 29)
Adak ibĂ‚dettir. Allah icin yapılır. Kul icin yapılmaz. Adak edilen şeyin farz veya vĂ‚cib olan bir ibĂ‚dete benzemesi veya başlıbaşına bir ibĂ‚det olması lĂ‚zımdır. Namaz, oruc, hacca gitmek, kole Ă‚zĂ‚d etmek vb. adak edilir. Abdest almak, olu kefenlemek, ezan okumak, mekteb ve cĂ‚mi yapmak başlıbaşına ibĂ‚det olmadıkları icin adak yapılmazlar. Adak iki turludur: 1) Mutlak adak: Allahu teĂ‚lĂ‚ icin bir sene oruc tutacağım demek gibi. Duşunmeden, soz arasında dilinden cıkmış olsa da yerine getirmek vĂ‚cibtir. 2) Şarta bağlı adak. Hastam iyi olursa Allah icin şu kadar sadaka vermek, sevĂ‚bını meselĂ‚ Seyyid AhmedBedevî hazretlerine bağışlamak nezrim, adağım olsun demek gibi. Hasta iyi oldukdan sonra bunları yapmak lĂ‚zım olur. Adağı yerine getirmek vĂ‚cibdir. BĂ‚zı Ă‚limler farzdır, dedi. (İbn-i Âbidîn)
ADÂLET:
Her işte hakkı gozetme ve orta yolu tutma. Haklıya hakkını verme. Haksızlıktan sakınma. Zulmun zıddı, kĂ‚nun onunde eşitlik.
Allahu teĂ‚lĂ‚, Ă‚yet-i kerîmelerde meĂ‚len buyurdu ki:
Ey îmĂ‚n edenler! Bir millete olan ofkeniz, sizi adĂ‚letten alıkoymasın. Âdil olunuz! (MĂ‚ide sûresi: 8)
Muhakkak ki Allahu teĂ‚lĂ‚ adĂ‚leti, ihsĂ‚nı (iyilik yapmayı) ve akrabĂ‚ya muhtac oldukları şeyleri vermeyi emreder... (Nahl sûresi: 90)
Hak ve adĂ‚let uzere bir gun hĂ‚kimlik yapmağı, bir sene devĂ‚mlı gazĂ‚ etmekten daha cok severim. (Hadîs-i şerîf-TaberĂ‚nî

Bir saat adĂ‚let ile idĂ‚recilik yapmak, altmış sene nĂ‚file ibĂ‚det yapmaktan daha iyidir. (Hadîs-i şerîf-İslĂ‚m AhlĂ‚kı)
AdÂlet mulkun temelidir. (Hazret-i Omer)
AdĂ‚let uc kısımdır: a) Allahu teĂ‚lĂ‚ya kulluk etmek. Bunda sĂ‚hibinin hakkını gozetmek vardır. Her insanın yaradanına karşı borclu olduğu bu kulluk vazîfesini yerine getirmesi vĂ‚cibdir. b) İnsanların hakkını gozetmek. c) VefĂ‚t eden gecmişlerin hakkını gozetmek yĂ‚ni onların borclarını odemek ve vasiyetlerini yerine getirmek. (KınalızĂ‚de Ali Efendi)
AdÂlet-i ictimÂiyye:
Sosyal adĂ‚let; Herkesin; calışması, bilgi ve kĂ‚biliyeti, gorduğu iş nisbetinde ve derecesinde hakkını alması; hic kimsenin ezilip somurulmemesi. (Bkz. Sosyal AdĂ‚let)
ADÂVET:
Duşmanlık, sebebsiz olarak bir kimseye duşmanlık etmek, husûmet.
Allahu teĂ‚lĂ‚ Kur'Ă‚n-ı kerîmde meĂ‚len buyurdu ki:
Sen kotuluğu, en guzel haslet ne ise onunla onle (Ofkeye sabr ile, cehĂ‚lete ilim ile, kotuluğe afv ile karşılık ver) . O zaman (gorursun ki) seninle arasında adĂ‚vet bulunan kimse bile sanki yakın dostun olmuştur. (Fussilet sûresi: 34)
Kıymetli omrunu dĂ‚imĂ‚ adĂ‚vet ve husûmet sebebiyle keder ve huzursuzlukla geciren kimselere yazık. (Ahmed Rıfat)
Uc şey adĂ‚vete sebeb olur: Mal hırsı, insanların ikramlarına duşkunluk gostermek, insanların gostereceği îtibĂ‚ra onem vermek (Ebû Osman Hîrî

ADEM:
1. Yokluk, varlığın zıddı.
KĂ‚inĂ‚tın aslı ademdir. Âlemler yĂ‚ni her şey var olmadan once ademde idiler. (Kemahlı Feyzullah Efendi)
2. Tasavvufda sĂ‚likin (tasavvuf yolcusunun) kendisini kaplayan mĂ‚nevî hal sebebiyle kendinden gecmesi hĂ‚li.
ÂDEM (AleyhisselĂ‚m):
Kur'Ă‚n-ı kerîmde ismi gecen peygamberlerden. Yeryuzunde yaratılan ilk insan ve ilk peygamber, butun insanların babası.
Allahu teĂ‚lĂ‚ Kur'Ă‚n-ı kerîmde meĂ‚len buyurdu ki:
Muhakkak ki, ÎsĂ‚'nın hĂ‚li de (yĂ‚ni babasız dunyĂ‚ya gelişi de) Allah indinde, Âdem'in hĂ‚li gibidir. Allahu teĂ‚lĂ‚ onu topraktan yarattı, sonra ona "Ol" dedi, o da (can gelip) oluverdi. (Âl-i İmrĂ‚n sûresi: 59)
Allahu teĂ‚lĂ‚ Âdem'i (aleyhisselĂ‚m) yeryuzunun her tarafından aldırdığı topraktan yarattı. Bu sebeple zurriyetinden siyah, beyaz, esmer, kırmızı renkte olanlar olduğu gibi, bĂ‚zıları da bu renklerin arasındadır. BĂ‚zısı yumuşak, bĂ‚zısı sert, bĂ‚zısı hĂ‚lis ve temiz oldu. (Hadîs-i şerîf-Musned-i Ahmed bin Hanbel)
Ceşitli memleketlerden getirilen toprakları melekler su ile camur yapıp, insan şekline koydu. Bu sûret Mekke ile TĂ‚if arasında kırk yıl kalıp (salsĂ‚l) oldu. YĂ‚ni pişmiş gibi kurudu. Once Muhammed aleyhisselĂ‚mın nûru alnına kondu. Sonra Muharrem'in on uncu CumĂ‚ gunu rûh verildi. Her şeyin ismi ve faydası kendisine bildirildi. Boyu ve yaşı kesin olarak bildirilmedi. Allahu teĂ‚lĂ‚nın emri ile butun melekler, Âdem'e doğru secde etti. İblis, kibirlenip, bu emre karşı geldi ve secde etmedi. Âdem aleyhisselĂ‚m kırk yaşında Firdevs adındaki Cennet'e goturuldu. Cennet'te yĂ‚hut daha once Mekke dışında uyurken, sol kaburga kemiğinden hazret-i HavvĂ‚ yaratıldı. Allahu teĂ‚lĂ‚ onları birbirine nikĂ‚h etti. Yasak edilen ağactan unutarak once HavvĂ‚, sonra Âdem aleyhisselĂ‚m yedikleri icin Cennet'ten cıkarıldılar. Âdem aleyhisselĂ‚m Hindistan'da Seylan (Serendib) adasına,HavvĂ‚ vĂ‚lidemiz ise, Cidde'ye indirildi. Âdem aleyhisselĂ‚m iki yuz sene ağlayıp yalvardıktan sonra, tovbe ve duĂ‚sı kabûl olup, hacca gelmesi emr olundu. Arafat ovasında HavvĂ‚ ile buluştu. KĂ‚be'yi yaptı.
Her sene hac yaptı. Arafat meydanında veya başka yerde, kıyĂ‚mete kadar gelecek cocukları belinden zerreler hĂ‚linde cıkarıldı. Allahu teĂ‚lĂ‚ tarafından; "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye soruldu. Hepsi; "Evet Rabbimizsin" dedi.Sonra hepsi zerreler hĂ‚line gelip, beline girdiler. Sonra Şam'a geldiler. Burada cocukları oldu. Neslinden kırk bin kişiyi gordu. Bin beş yuz yaşında iken cocuklarına peygamber oldu. Cocukları ceşitli dillerde konuştu. CebrĂ‚il aleyhisselĂ‚m kendisine on iki kere geldi. Oruc, her gun bir vakit namaz, gusul abdesti emredildi. Kendisine kitap verilip; fizik, kimyĂ‚, tıp, eczĂ‚cılık, matematik bilgileri oğretildi. SuryĂ‚nî, İbrĂ‚nî ve Arabî diller ile kerpic ustune cok kitap yazıldı. Bir rivĂ‚yete gore iki bin yaşında iken CumĂ‚ gunu vefĂ‚t etti. Hazret-i HavvĂ‚ da kırk sene sonra vefĂ‚t etti. Kabirlerinin Kudus'de veya Mina'da Mescid-i Hıf'de yĂ‚hut Arafat'da olduğu rivĂ‚yetleri vardır. (NişancızĂ‚de ve Sa'lebî

ÂDET:
1. Bir şehir ve memleketteki insanların, yapageldikleri usûller, gelenekler, alışılmış şeyler. An'ane, orf. (Bkz. İlgili maddeler)
Her memleketin Ă‚deti başka başkadır. HattĂ‚ bir memleketin Ă‚deti zamanla değişir. Bulunduğu şehrin dîne uygun olan Ă‚detine uymamak şohret ve tahrîmen (harama yakın) mekrûh olur. (İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî

Resûlullah'ın sallallahu aleyhi ve sellem yaptığı ve kacındığı şeyler iki kısımdır: Birisi, ibĂ‚det olarak yaptığı ve kacındığı şeylerdir ki, her muslumanın bunlara tĂ‚bi olması, uyması lĂ‚zımdır. İkincisi bulundukları memleketin Ă‚deti olarak yaptığı şe ylerdir. Bunları yapmak mecbûrî değildir. Âdete bağlı şeylerde de Resûlullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) uymak dunyĂ‚ ve Ă‚hirette insana cok şey kazandırır ve ceşitli saĂ‚detlere ve hayırlara yol acar. (Abdulhakîm ArvĂ‚sî

Musluman olmayanların yaptıkları ve kullandıkları şeylerden haram olmayıp, insanlara faydalı olanları yapmak ve kĂ‚firlere benzemeği duşunmeyerek kullanmak gunĂ‚h değildir. Pantolon, ceşitli ayakkabı, catal, kaşık kullanmak, yemeği masada yemek, herkes in onune ayrı tabaklar icinde koymak, ekmeği bıcakla dilimlere ayırmak ve ceşitli eşyĂ‚ ve Ă‚letleri kullanmak hep Ă‚dete bağlı şeyler olup, mubĂ‚hdırlar. Bunları kullanmak bid'at (gunĂ‚h) olmaz. Boyle Ă‚detlerden faydalı olmayanları, cirkin ve kotulenmiş olanları kullanmak ve yapmak haram olur. (Abdulgani Nablusî, İbn-i Âbidîn)
2. Kitab, sunnet, icma' ve kıyasdan sonra ikinci derecedeki dînî delillerden biri. Dînin ve aklın beğendiği şeyler.
Dinde nass (Ă‚yet-i kerîme ve hadîs-i şerîf) ile acıkca bildirilmiş olmayan bir hukmu anlamak ve bildirmek icin umûmî Ă‚detler delîl olur. Âdetin umûmî olması icin EshĂ‚b-ı kirĂ‚m radıyallahu anhum zamĂ‚nından kalma ve muctehidlerin (Kur'Ă‚n-ı kerîm ve had îs-i şerîfden hukum cıkarabilen derin Ă‚limlerin) kullanmış olmaları ve devamlı olmaları lĂ‚zımdır. MuĂ‚melĂ‚ttaki (ticĂ‚ret, rehin, hîbe, mîras, kirĂ‚lama, vekĂ‚let v.s.) hukumler icin bir beldenin nass'a aykırı olmayan Ă‚detleri delil olur. Bunları fıkıh Ă‚limleri anlıyabilir. ZamĂ‚nın değişmesi ile orf ve Ă‚dete dayanan ahkĂ‚m (hukumler) değişebilir. Nass'a (Ă‚yet-i kerîme ve hadîs-i şerîflere) dayanan ahkĂ‚m (hukumler) zamanla değişmez. Boyle hukm-i kullî (genel hukumler) değişmeyip, bu hukmun hĂ‚diselere tatbîki zamanla değişebilir. (İbn-i Âbidîn, Ali Haydar Efendi)
Âdet Gorme:
Aybaşı hĂ‚li. Kadınlardan ve ergenlik, evlenme cağına gelmiş olan kızlardan her ay belli gunlerde kan gelmesi hĂ‚li. (Bkz. Hayz)
Âdet ZamĂ‚nı:
Kadında ve ergenlik cağına gelmiş olan kızlarda hayız (Ă‚det) kanı gorulduğu andan kesilmesine kadar olan gunlerin sayısı.
Hanefî mezhebinde Ă‚det zamĂ‚nı en cok on gundur. En az uc gundur. ŞĂ‚fiî ve Hanbelî mezheblerinde en coğu on beş gun, en azı bir gundur. (İbn-i Âbidîn)
Bir kadının Ă‚det ve temizlik zamĂ‚nı cok defĂ‚ her ay aynı gun sayısında olur. Burada bir ay demek, bir Ă‚det gormenin başından, ikinci Ă‚det gormeye kadar gecen zaman demektir. Âdet zamĂ‚nı belli olan kadın, bir kerre başka sayıda Ă‚det kanı gorurse, Ă‚det zamĂ‚nı değişir. (İbrĂ‚him Halebî

Âdette Bid'at:
Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ve dort halîfesi zamĂ‚nında olmayıp, ibĂ‚det etmek ve sevĂ‚b kazanmak niyyeti ve kasdı olmaksızın sonradan meydana cıkarılan şeyler.
Âdette bid'at, hadîs-i şerîfde dalĂ‚let (sapıklık) olarak bildirilen bid'atlardan değildir. Bunların kullanılması gunĂ‚h değildir. Un eleği, catal, kaşık kullanmak ve kahve icmek gibi şeyler Ă‚dette bid'attir. (HĂ‚dimî

Âdet-i İlĂ‚hiyye:
Sunnet-i ilĂ‚hî; Allahu teĂ‚lĂ‚nın kĂ‚nûnu. Allahu teĂ‚lĂ‚nın bir şeyi yaratmak icin arada bulundurduğu sebebler. Bu sebebler tecrube ile anlaşılır.
Allahu teĂ‚lĂ‚nın Ă‚det-i ilĂ‚hiyyesi şoyledir ki, her şeyi bir sebeble yaratmaktadır. Fakat sebeblerin, vĂ‚sıtaların, O'nun yaratmasına hic te'sirleri yoktur. O'ndan başka yaratıcı yoktur. (Seyyid Şerîf CurcĂ‚nî

Rızık, maĂ‚şa, mala, calışmaya bağlı değildir. Boyle olmakla berĂ‚ber, calışmak farzdır. Cunku Ef'Ă‚l-i ilĂ‚hiyye (Allahu teĂ‚lĂ‚nın işleri) sebebler altında meydana gelir. Âdet-i ilĂ‚hiyye boyledir. Sebebleri aramak ve oğrenmek istememek Ă‚det-i ilĂ‚hiyyeyi bozmak olur. (İmĂ‚m-ı GazĂ‚lî

Allahu teĂ‚lĂ‚ her şeyi bir sebeb altında yaratmaktadır. Bir iş yapmak ve bir şeyi elde etmek icin bu işin sebeblerine yapışmak lĂ‚zımdır. MeselĂ‚ buğday elde etmek icin tarlayı surmek, ekmek, ekini bicmek lĂ‚zımdır. İnsanın işleri, Allahu teĂ‚lĂ‚nın bu Ă‚de t-i ilĂ‚hiyyesi icinde meydana gelmektedir. (Muhammed Ma'sûm-i FĂ‚rûkî

Âdet-i ilĂ‚hiyye şoyledir ki, insan nasıl yaşadı ise, oyle can verir. Bunun aksi olmuş ise de nĂ‚dirdir. Mûcize ve kerĂ‚met gibi şeyler ise, Ă‚det-i ilĂ‚hiyye dışında meydana gelir. (Şerefeddîn YahyĂ‚ Munîrî

Allahu teĂ‚lĂ‚nın Ă‚det-i ilĂ‚hiyyesindendir ki, fitne ve fesad sebebiyle gelen zelzele, kıtlık gibi musîbet ve felĂ‚ketler umûmî olur. İyi kotu herkese gelir. Sebeb olanlara cezĂ‚, sebeb olmayanlara, mĂ‚zur gorulenlere yĂ‚ni fitnenin cıkıp yayılmasına mĂ‚ni olamayarak, kalbleri ile buğz edenlere şehîdlik nasîb olmak uzere mukĂ‚fĂ‚tdır. (Abdulhakîm ArvĂ‚sî

Âdet-i İslĂ‚m:
İslĂ‚m Ă‚deti. Kufur alĂ‚meti olmayan ve en az iki musluman tarafından kullanılan Ă‚detle ilgili şeyler.
Haramlar Ă‚det hĂ‚line gelirse yine helĂ‚l olmazlar. Kufur alĂ‚metleri Ă‚det olup muslumanlar arasında yayılsa da, yine Ă‚det-i İslĂ‚m olmazlar. Kufur alĂ‚meti olmakdan cıkmazlar. (Abdulhakîm ArvĂ‚sî

ÂDİL:
1. AdĂ‚letli; hakkı gozeterek iş yapan, zulum ve haksızlık etmeyen. (Bkz. AdĂ‚let)
Cennet'te bir derece vardır ki, oraya ancak uc zumre nĂ‚il olacaktır (kavuşacaktır). Âdil hukumdĂ‚r, akrabĂ‚yı ziyĂ‚ret eden (kimse) , sabırlı ve cocuklarına yaptığı harcamaları başlarına kakmayan hĂ‚ne reisi. (Hadîs-i şerîf-Deylemî

Cennet'te oyle bir koşk vardır ki, etrĂ‚fı kalelerle ve yeşilliklerle cevrilmiştir, ayrıca beş bin de kapısı vardır. Orada ancak nebî, sıddîk, şehîd ve Ă‚dil hukumdĂ‚r barınır. (Hadîs-i şerîf-Deylemî

2. ÎtikĂ‚dı doğru olan, buyuk gunĂ‚h işlemeyen ve kucuk gunĂ‚ha devĂ‚m etmeyen yĂ‚ni İslĂ‚miyet'e uymaya calışan sĂ‚lih musluman.
Bid'at sĂ‚hibleri yĂ‚ni îtikĂ‚dda Ehl-i sunnetten ayrılmış olan yetmiş iki fırkanın hepsi, ehl-i kıble oldukları, her ibĂ‚deti yaptıkları hĂ‚lde, Ă‚dil değildir. Cunku (bunlar), ya mulhid (dinden cıkmış) olarak îmĂ‚nlarını kaybetmişler, yĂ‚hud bid'at sĂ‚hibi oldukları icin buyuk gunĂ‚ha girerek Ă‚dil olma vasfını kaybetmişlerdir. (Abdulganî Nablusî

EshĂ‚b-ı kirĂ‚mın hepsi, Resûlullah efendimizin sohbetinde bulunmuşlar ve O'na yardımcı olmuşlardır. Hepsi Ă‚lim ve Ă‚dil idi. (Abdulazîz Dehlevî

RamazĂ‚n-ı şerîf ayı, RamazĂ‚n hilĂ‚linin gorulmesi, buna iki Ă‚dil kimsenin şĂ‚hidlik etmesi ve hĂ‚kimin (kĂ‚dının) îlĂ‚n etmesi ile başlar. (Abdulazîz HulvĂ‚nî

ÂDİYÂT SÛRESİ:
Kur'Ă‚n-ı kerîmin yuzuncu sûresi.
ÂdiyĂ‚t sûresi, Mekke-i mukerremede nĂ‚zil oldu (indi). Medîne-i munevverede nĂ‚zil olduğu da bildirilmiştir. On bir Ă‚yet-i kerîmedir. "Yemîn ederim (Allah yolunda savaş icin sur'atle) koşan atlara" meĂ‚lindeki birinci Ă‚yet-i kerîmede koşan atlar mĂ‚nĂ‚sın a olan "Ă‚diyĂ‚t" kelimesi sûreye isim olmuştur. Sûre, Peygamber efendimizin harbe gonderdiği bir suvĂ‚rî kuvvetinin gecikip, munĂ‚fıkların (kalbleri ile inanmadıkları hĂ‚lde ağızları ile inandık diyenlerin), onların olduruldukleri haberini yayması uzerine, hayatta olduklarını hattĂ‚ zafer ve ganîmet (mallar) kazandıklarını mujdelemek uzere nĂ‚zil olmuştur (inmiştir). Sûrede ayrıca, insanların nankorluğunden, mala, servete duşkunluklerinden, oldukten sonra başlarına gelecek acıklı hallerden bahsedilmekte, Allahu teĂ‚lĂ‚nın insanın her hĂ‚linden haberdĂ‚r olduğu hatırlatılmaktadır. ( İbn-i AbbĂ‚s, Taberî

Allahu teĂ‚lĂ‚ ÂdiyĂ‚t sûresinde buyurdu ki:
"Muhakkak ki insan Rabbinin ni'metlerine cok nankordur. Hic şuphesiz o (Allahu teĂ‚lĂ‚ veya veya insan) buna şĂ‚hiddir. Gercek o (insan) mal sevgisinden dolayı pek katıdır, cimridir. (Âyet: 6-8)
ÂD KAVMİ:
Hûd aleyhisselĂ‚mın kavmi (Bkz. Hûd AleyhisselĂ‚m). Bu kavim Nûh aleyhisselĂ‚mın torunlarından Âd'ın evlĂ‚dından coğaldıkları icin bu adı almışlardır. Bu kabile, Yemen'de Hadramûd bolgesinde, Umman ile Aden arasında AhkĂ‚f denilen yeri yurt edindi. Yemen ile ŞĂ‚m arasında yerleştikleri de rivĂ‚yet edilmiştir.
Kur'Ă‚n-ı kerîmde meĂ‚len buyruldu ki:
Âd kavmine, kardeşleri Hûd'u peygamber olarak gonderdik. Hûd (aleyhisselĂ‚m) onlara; "Ey kavmim! Allahu teĂ‚lĂ‚ya ibĂ‚det edin. İbĂ‚det edilecek O'ndan başkası yoktur. HĂ‚lĂ‚ O'nun azĂ‚bından korkmayacak mısınız?" dedi" (A'rĂ‚f sûresi: 65)
Kur'Ă‚n-ı kerîmde Hûd aleyhisselĂ‚m icin "Âd kavminin kardeşi" buyrulması din kardeşliği sebebiyle değildir. O kavmin icinden yetiştiği, onlarla aynı soydan geldiği icindir. Cunku dînî inanc ve ibĂ‚detleri bakımından Hûd aleyhisselĂ‚mın, kavmi ile bir y akınlığı ve benzerliği olmamıştır. (SenĂ‚ullah Dehlevî

ADN CENNETİ:
Yedi kat goklerin uzerinde yaratılan sekiz Cennetten derece bakımından en yuksek olanı.
Allahu teĂ‚lĂ‚ Kur'Ă‚n-ı kerîmde meĂ‚len buyurdu ki:
İmĂ‚n ehli, altın bilezikler ve inci ile suslenecekleri Adn ismindeki Cennetlere girerler. (FĂ‚tır sûresi: 33)
Allahu teĂ‚lĂ‚ Adn ismindeki Cenneti, gunĂ‚h işleyecekleri zaman, Allahu teĂ‚lĂ‚nın buyukluğunu duşunup, O'ndan hayĂ‚ ederek gunahtan kacınan kimseler icin hazırladı. (Hadîs-i şerîf-Durret-ul-FĂ‚hire)
Adn Cenneti'ne peygamberler, şehîdler ve sıddîklar girecektir. Peygamber efendimizin derecesi olan Vesîle, Adn Cenneti'ndedir. (İmĂ‚m-ı Birgivî

ÂFÂK:
İnsanın dışı ve dışındaki şeyler. Ufk'un cokluk şeklidir.
ÂfĂ‚k ve enfuste zĂ‚hir olan (gorunen) şeyler, Hak teĂ‚lĂ‚nın varlığını ve her şeye kĂ‚dir olduğunu gosteren Ă‚yetler (işĂ‚retler, deliller)dir. (Muhammed Ma'sûm)
ÂFÂKÎ:
1. İnsanın dışındaki şeyler.
Akla, hayĂ‚le gelen her şey, hattĂ‚ keşif ile anlaşılan bilgiler, ister Ă‚fĂ‚kî olsunlar, ister enfusî olsunlar, yĂ‚ni insanın icinde bulunsunlar hepsi mĂ‚sivĂ‚dır, Allah'tan başkadır, mahlûktur. (İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî

2. Uzak memleketlerden hac ibÂdetini yapmak icin gelenler.
Haccın vĂ‚ciblerinden biri de; Ă‚fĂ‚kî olanların, Mekke'den ayrılacağı son gun tavĂ‚f-ı sadr yĂ‚ni vedĂ‚ tavafı yapmasıdır. Bu tavaf hayızlı kadına vĂ‚cib değildir. (BurhĂ‚neddîn MerginĂ‚nî

ÂfĂ‚kî olanların Mekke'ye varınca hemen Mescid-i HarĂ‚m'a girip, tavĂ‚f-ı kudum yapmaları sunnettir. (İbn-i Âbidîn)
AFÎF:
Temiz, iffetli, nĂ‚muslu, haramdan (gunahtan) sakınan. (Bkz. İffet)
ÂFİYET:
1. Sağlık, sıhhat, bedende hastalık bulunmaması.
Allahu teĂ‚lĂ‚dan Ă‚fiyet isteyiniz. ÎmĂ‚ndan sonra Ă‚fiyetten daha buyuk nîmet yoktur. (Hadîs-i şerîf-Musned-i Ahmed bin Hanbel)
YĂ‚ Rabbî! Senden sıhhat ve Ă‚fiyet ve emĂ‚nete hiyĂ‚net etmemek ve guzel ahlĂ‚k ve kadere rızĂ‚ gostermeyi istiyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi! Merhametin hakkı icin bunları bana ver. (Hadîs-i şerîf-Edeb-ul-mufred)
Dert ve belĂ‚ gelince, Allahu teĂ‚lĂ‚ya sığınmalı, kurtarması ve Ă‚fiyet vermesi icin duĂ‚ etmeli, O'na yalvarmalıdır. Allahu teĂ‚lĂ‚ duĂ‚ edenleri, sıhhat, selĂ‚met ve Ă‚fiyet istiyenleri sever. (Ahmed FĂ‚rûkî

2. Gunah işlememek.
YĂ‚ Rabbî! Bana ilim ver, hilm (yumuşaklık) ile zînetlendir. TakvĂ‚ (haramlardan sakınmak) ihsĂ‚n eyle. Âfiyet ile beni zînetlendir. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Buyuklerden biri, hep duĂ‚ eder, Allahu teĂ‚lĂ‚dan bir gunluk Ă‚fiyet isterdi. Adamın biri bu zĂ‚ta; "Sen hergun Ă‚fiyette değil misin?" dedi. "Allahu teĂ‚lĂ‚dan oyle bir gun istiyorum ki, sabahtan akşama kadar Allahu teĂ‚lĂ‚ya hicbir gunah işlemiyeyim. Âfiyet le gecen gun boyle olur." buyurdu. (İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî

AFOROZ:
Hıristiyanlık ve yahûdîlikte, dinden ve cemĂ‚atten uzaklaştırma cezĂ‚sı.
Galile, Kopernik ve Newton dunyĂ‚nın donduğunu İslĂ‚m Ă‚limlerinin kitaplarından oğrenip acıklayınca, papa tarafından aforoz edildiler. (Yeni Rehber Ansiklopedisi)
Alman imparatoru IV. Henri, papa tarafından aforoz edilince, af dilemek icin Vatikan'a geldi. Gunlerce karlar uzerinde bekleyip papadan ozur diledi. (Yeni Rehber Ansiklopedisi)
AFUVV (El-Afuvv):
Allahu teĂ‚lĂ‚nın EsmĂ‚-i husnĂ‚sından (guzel isimlerinden). Afvı cok olan, gunĂ‚hlardan, hatĂ‚ ve kusurlardan dolayı cezĂ‚landırmayan, gunahları affedip amel defterinden silen.
Allahu teĂ‚lĂ‚ Kur'Ă‚n-ı kerîmde meĂ‚len buyurdu ki:
Siz bir hayrı, iyiliği acıklar veya gizlerseniz, yĂ‚hut (size yapılan) bir kotuluğu affederseniz biliniz ki, Allahu teĂ‚lĂ‚ Afuvv'dur ve her şeye kĂ‚dirdir. (Âyet-i kerîmede mazlûmun zĂ‚limi affetmesi teşvik edilmektedir.) (NisĂ‚ sûresi: 149)
Allah'ım! Beni affet. Cunku sen Afuvv'sun, Kerîm (lutûf ve ihsĂ‚n sĂ‚hibi) sin. (Hadîs-i şerîf-TaberĂ‚nî

AFV:
1- Bağışlama. Allahu teĂ‚lĂ‚nın, ihsĂ‚nı ile, Ă‚sî ve gunĂ‚hkĂ‚r kullarının kusur ve gunĂ‚hlarını bağışlaması.
Bir kimse din kardeşinin bir işini yaparsa, binlerce melek o kimse icin duĂ‚ eder. O işi yapmağa giderken, her adımı icin bir gunĂ‚hı afv olur ve kendisine kıyĂ‚mette nîmetler verilir. ( Hadîs-i şerîf-İbn-i MĂ‚ce)
Allahu teĂ‚lĂ‚nın sevgili kullarına, dunyĂ‚ sıkıntılarının ve belĂ‚larının gelmesi, bunların gunĂ‚hlarının afv olması icin keffĂ‚rettirler, sebebdirler. (İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî

2. Bir kimsenin, duşmanından veya sucludan intikĂ‚m almaya, karşılığını yapmaya gucu yettiği halde bir şey yapmaması, intikĂ‚m almaması.
Kur'Ă‚n-ı kerîmde meĂ‚len buyruldu ki:
(İnsanlara karşı) afv yolunu tut. Ma'rûfu (yĂ‚ni aklın ve dînin beğendiği şeyleri, Allahu teĂ‚lĂ‚dan korkarak gunahlardan sakınmayı, sıla-i rahmi (akrabĂ‚yı, yakınları gozetmeyi, onları ziyĂ‚ret ederek gonullerini almayı ve onlara yardım etmeyi), harama b akmamayı; dili cirkin ve gunah sozlerden korumayı) emret ve cĂ‚hillerden yuz cevir. (A'rĂ‚f sûresi: 199)
Kendinden uzaklaşanlara yaklaşmak, zulm edenleri afv etmek, kendini mahrum edenlere ihsĂ‚n (iyilik) etmek, guzel huylu olmaktır. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
... Allahu teĂ‚lĂ‚, afv edenleri azîz eder. Allah rızĂ‚sı icin afv edeni, Allahu teĂ‚lĂ‚ yukseltir. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
MûsĂ‚ bin İmrĂ‚n (aleyhisselĂ‚m) ; "YĂ‚ Rabbî! Kullarının en kıymetlisi kimdir?" dediğinde, gucu yettiği zaman affedendir, buyuruldu. (Hadîs-i şerîf-Beyhekî

KıyĂ‚met gunu, hak sĂ‚hibi hakkını afv etmezse, bir dank (yarım gram gumuş) hak icin cemĂ‚at ile kılınıp kabul olmuş yedi yuz namaz sevĂ‚bı alınıp, hak sĂ‚hibine verilecektir. (İbn-i Âbidîn)
ÂGÂH:
Haberdar, uyanık. Gaflette olmayan, kalben Allahu teĂ‚lĂ‚ ile berĂ‚ber olan.
İnsanlar ibĂ‚det yapmak icin yaratıldı. İbĂ‚detin hulĂ‚sası, ozu de kalbin her zaman Allahu teĂ‚lĂ‚dan Ă‚gĂ‚h olmasıdır. (Ubeydullah-ı AhrĂ‚r)
AHBÂR:
Haberler. Haberin cokluk şekli. (Bkz. Haber)
1. Bir kavim, kabîle, şahıs, ulke, bolge, şehir veya bir hĂ‚dise hakkında nakledilen bilgiler.
2. Allahu teĂ‚lĂ‚nın, Kur'Ă‚n-ı kerîmde, gecmişte olanlara, gelecekte ve Ă‚hirette olacaklara dĂ‚ir bildirdiği şeyler.
AhbĂ‚r, şĂ‚riin (dînin sĂ‚hibinin, Allahu teĂ‚lĂ‚nın) bildirmesi ile anlaşılır. Akıl ve tecrube (deney) ile anlaşılmaz. AhbĂ‚rda değişiklik olmaz. (TaşkopruzĂ‚de)
AHD:
Soz vermek.
Allahu teĂ‚lĂ‚, Ă‚yet-i kerîmede meĂ‚len buyurdu ki:
Rabbinizle ve diğer insanlarla olan ahdinize vefĂ‚ ediniz, zîrĂ‚ kıyĂ‚mette ahd sĂ‚hibinden, ahdini bozmasının sebebi sorulur. (İsrĂ‚ sûresi: 34)
Bir kimseye sovmekten, verdiği sozu yerine getirmemekten ve ahdi bozmaktan sakınmalıdır. (İmĂ‚m-ı Birgivî

Ahde VefÂ:
Sozunde durma, sozunu yerine getirme.
Verdiği sozde durmayıp cayan gaddĂ‚r (zĂ‚lim), hĂ‚in kimse icin kıyĂ‚met gunu bir sancak dikilir ve; "Dikkat olunsun bu sancak falan oğlu falanın ahde vefĂ‚sızlık alĂ‚metidir" denilerek teşhîr edilir (gosterilir) . (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i BuhĂ‚rî, Sahîh-i Muslim, Sunen-i Ebû DĂ‚vûd, Sunen-i Tirmizî

Ahde vefĂ‚sızlığın yaygın hĂ‚l aldığı bir millette cinĂ‚yet cok olur... (Hadîs-i şerîf-Musned-i Ebû Ya'lĂ‚, Beyhekî, El-Mustedrek)
Ahd-i Atik:
Eski ahd. Hıristiyanlarca MûsĂ‚ aleyhisselĂ‚ma inen kitab. Bu ismi ilk olarak hıristiyanlar kullanmışlardır. Hıristiyanların Kitab-ı mukaddes denilen kitabları Ahd-i Atîk ile Ahd-i Cedîd'den meydana geldiğinden onlar da Ahd-i Atîk'i kutsal kabul etmekt edirler. Yahûdîler, Ahd-i Atîk yerine Tanah demektedirler. Bugun elde mevcut olan Ahd-i Atîk, hazret-i MûsĂ‚'dan asırlarca sonra yazılmıştır.
Cocuklara KitĂ‚b-ı Mukaddesi okuturken cok dikkat ediniz. Cunku KitĂ‚b-ı Mukaddesin icinde, gayr-i ahlĂ‚kî fuhuş hikĂ‚yeleri mevcuttur. Bunları okuyan cocuklarda, Ă‚ile fertleri arasındaki munĂ‚sebetler hakkında, cok hatĂ‚lı fikirler hĂ‚sıl olabilir. Bilhass Ă‚, Ahd-i Atik kısmında bulunan bu fuhuş munĂ‚sebetleri, KitĂ‚b-ı mukaddesten cıkarılmalı ve ancak ondan sonra cocuklara okutmalı. (Plain Truth)
Bugun hıristiyanların ellerinde bulunan İncillerde ve Ahd-i Atik'te de butun tahriflere (değişikliklere) rağmen, ÎsĂ‚ aleyhisselĂ‚mdan sonra bir peygamber geleceği yazılıdır. (Rahmetullah Efendi)
Ahd-i Cedîd:
Hıristiyanların kutsal kitabı olan KitĂ‚b-ı mukaddes'in ikinci bolumu.
İncîl'in Ahd-i Cedîd kısmında doğrudan doğruya bir insanın anlattıkları hikĂ‚yeler, herhangi bir işin nasıl yapıldığını goren kimselerin gorgu şĂ‚hidliği vardır. Sırf insan sozu olan bu kısımlar, kilise tarafından insanlara Allah sozuymuş gibi nakledil mektedir. (Kenneth Gragg)
Ahd u MîsĂ‚k:
Allahu teĂ‚lĂ‚, Âdem aleyhisselĂ‚mı yaratınca, kıyĂ‚mete kadar butun zurriyetini (neslini) zerreler hĂ‚linde onun belinden cıkarıp, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye buyurduğunda onların; "Evet, sen Rabbimizsin!" diye soz vermeleri.
Ben, Rabbime verdiğim ahd u mîsĂ‚kı hatırlıyorum. (Hazret-i Ali)
AHDNÂME (AhidnĂ‚me):
Devlet başkanının emriyle, bĂ‚zı devlet, topluluk ve şahıslara ozel haklar tanımak maksadıyle hazırlanan belge.
Peygamber efendimizin sallallahu aleyhi ve sellem, hıristiyanlarla ilgili olarak, hazret-i Ali'ye yazdırdığı ahidnĂ‚menin bir kısmı şoyledir:
Her kim ki, bu ahidnĂ‚menin aksine hareket ederse, ister sultan, ister başkası olsun, Allahu teĂ‚lĂ‚ya karşı isyĂ‚n ve dîn-i İslĂ‚m ile istihzĂ‚ (alay) etmiş sayılır ve Allahu teĂ‚lĂ‚nın lĂ‚netine lĂ‚yık olur. Butun hıristiyanlar benim himĂ‚yem (korumam) altındadır. Onlara zor kullanmayın. Onların dînî reislerini makĂ‚mlarından indirmeyin. Onları, ibĂ‚det ettikleri yerden cıkarmayın. Bunların, manastırlarının ve kiliselerinin hic bir tarafını yıkmayın. Onları, dĂ‚imĂ‚ merhamet ve şefkat kanatları altında himĂ‚ye edin!.. (Feridun Bey-Mecmu'a-i MunşeĂ‚tus-SalĂ‚tîn)
AHFÂ:
Cok gizli, Ă‚lem-i emrin (madde ve olcu olmayan ve arşın ustundeki Ă‚lemin) beşinci ve son latîfesi (makamı, mertebesi).
İnsana Âlem-i sagîr yĂ‚ni kucuk Ă‚lem denir. Âlem-i sagîr on kısımdan meydana gelir. Bunların beşi Âlem-i emrdendir. Bu beş mertebe; kalb, rûh, sır, hafî ve ahfĂ‚dır. Bunların asılları, kokleri Âlem-i kebîrde (İnsanın dışındaki Ă‚lemde)dir. AhfĂ‚ latîfes i, mertebelerin en sonu ve en yukarıdaki mertebedir. (İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî

ÂHİR (El-Âhiru):
Allahu teĂ‚lĂ‚nın EsmĂ‚-i husnĂ‚sından (guzel isimlerinden). MahlûkĂ‚tın (varlıkların) yok olmasından sonra, bĂ‚kî olan (varlığı devĂ‚m eden) yalnız kendisi kalan, hic yok olmayan.
Allahu teĂ‚lĂ‚ Kur'Ă‚n-ı kerîmde meĂ‚len buyurdu ki:
O (Allahu teĂ‚lĂ‚) her şeyin başlangıcıdır. (Hadîd sûresi: 3)
El-Âhiru ismi şerîfini soyliyenin gonlu temizlenir. SafĂ‚ya kavuşur. Gunde yuz defa soylenirse, Allahu teĂ‚lĂ‚dan başka her şeyin sevgisi kalbden cıkar. (Yûsuf NebhĂ‚nî

ÂHİR ZAMAN:
DunyĂ‚nın son zamĂ‚nı, son devresi. Genel olarak Peygamber efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) teşriflerinden, ozel olarak hicrî bin senesinden sonraki zaman.
Âhir zamanda fitne ve belĂ‚ devĂ‚mlıdır. (Hadîs-i şerîf-RĂ‚mûz-ul-EhĂ‚dîs)
Âhir zaman yaklaştıkca, îmĂ‚nın olmadığını gosteren hĂ‚ller ve işler, bid'atler (dinde olmayıp, ibĂ‚det maksadıyla yapılan şeyler) coğalır. İslĂ‚miyet unutulur. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: "Bir zaman gelecek ki, ummetimde (bana tĂ‚bi olanlarda, uyanlarda) muslumanlığın yalnız adı kalacak. Mu'min olanlar (inananlar) yalnız bir kac İslĂ‚m Ă‚detini yapacak. ÎmĂ‚nları kalmayacak. Kur'Ă‚n-ı kerîm yalnız okunacak, emirlerinden ve yasaklarından haberleri bile olmayacak. Duşunceleri yalnız yiyip icmek olacak. Alahu teĂ‚lĂ‚yı unutacaklar. Yalnız paraya tapınacaklar. Kadınlara kole olacaklar. Az kazanmak ile kanĂ‚at etmeyecekler. Cok kazanınca, doymayacaklar." (Kurtubî, MektûbĂ‚t) Âhir zaman ummetleri dunyĂ‚ fĂ‚nî bilmezler Gidenleri gorurler de ondan ibret almazlar.
(Ahmed Yesevî

ÂHİR ZUHUR:
CumĂ‚ namazının dort rekat son sunneti ile iki rekat vaktin sunneti arasında kılınan dort rekatlık namaz.
Şehirde bir kac cĂ‚mide CumĂ‚ namazı kılınabilir. Fakat Hanefî mezhebinin bĂ‚zı Ă‚limleri ile uc mezhebin coğunluğu bir cĂ‚miden fazla yerdeCumĂ‚ kılınmaz dedi. Bunun icin şehir olduğu ve CumĂ‚'nın kabûl olması şupheli bulunan yerlerde "Uzerime son farz ola n kılmadığım oğle namazını kılmaya" diye niyyet ederek Ă‚hir zuhur kılmalıdır. (Abdulhak-ı Dehlevî

ÂHİRET:
İnsanın olumu ile başlayan ebedî (sonsuz) hayat. Âhirete îmĂ‚n, inanılması lĂ‚zım olan altı esastan beşincisidir.
Allahu teĂ‚lĂ‚ Kur'Ă‚n-ı kerîmde meĂ‚len buyurdu ki:
Kim de mu'min olduğu hĂ‚lde Ă‚hireti ister ve onun icin gereken şekilde calışırsa, işte onların calışmaları makbûl olur. (İsrĂ‚ sûresi: 19)
DunyĂ‚ icin, dunyĂ‚da kalacağın kadar calış. Âhiret icin orada sonsuz kalacağına gore calış. Allahu teĂ‚lĂ‚ya, muhtac olduğun kadar itĂ‚at et. Cehennem'e dayanabileceğin kadar gunĂ‚h işle. (Hadîs-i şerîf-Eyyuhel Veled)
Sizden oncekiler, Ă‚hiret işleri ile uğraşıp, sĂ‚dece artan zamanlarını dunyĂ‚ işlerine harcarlardı. Siz ise, bugun hep dunyĂ‚ işleri ile uğraşıyor, zaman kalırsa Ă‚hiret işlerini yapıyorsunuz. (Avn bin Abdullah)
Âhireti duşunmek akıllılığın alĂ‚meti, kalbin canlılığıdır. (Ebû SuleymĂ‚n DĂ‚rĂ‚nî

Bir kalbde, Ă‚hiret arzusu coğaldıkca, dunyĂ‚ duşuncesi o kalbden kaybolur. (Ali Muzeyyen)
Allahu teĂ‚lĂ‚nın bildirdiği bir Ă‚hiret gunu bin dunyĂ‚ senesi kadardır. Boyle olduğu Hac sûresinde acıkca bildirilmiştir. Nicin bu kadar zaman olduğunu ancak Allahu teĂ‚lĂ‚ bilir. Cunku Ă‚hirette, dunyĂ‚da bulunan gece, gunduz, ay ve sene yoktur. (MektûbĂ‚t-ı İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî

Âhiret Âlimi:
DunyĂ‚lığa, mala, mevkiye kıymet vermeyen, ilim ile dunyĂ‚lık elde etmeye calışmayan, Ă‚hireti dunyĂ‚ya tercih eden, ilmiyle amel eden, işi sozune uyan, ibĂ‚det ve tĂ‚ate teşvik eden, ilmi Ă‚hiretine faydalı olan tevĂ‚zu sĂ‚hibi Ă‚lim.
Denildi ki, şunlar Âhiret Ă‚limlerinin alĂ‚metlerindendir: Haşyet (Allah korkusu), tevĂ‚zu (alcak gonulluluk), guzel ahlĂ‚k ve zuhd (dunyĂ‚ya rağbet etmemek). (İmĂ‚m-ı GazĂ‚lî

AHKÂF SÛRESİ:
Kur'Ă‚n-ı kerîmin kırk altıncı sûresi.
AhkĂ‚f sûresi, Mekke-i mukerremede nĂ‚zil olmuştur (inmiştir). Otuz beş Ă‚yettir. Yirmi birinci Ă‚yet-i kerîmede gecen AhkĂ‚f kelimesi sûreye isim olmuştur. AhkĂ‚f, uzun ve yuksek kum yığınları demektir. Sûrede adı gecen AhkĂ‚f, Arabistan'ın guneyinde Umman ile Mehre arasındaki kumluk bolgedir. Bu hususta başka rivĂ‚yetler de vardır. Hûd aleyhisselĂ‚m, Âd kavmini(milletini) burada îmĂ‚na dĂ‚vet etti, cağırdı. Sûrede, Allahu teĂ‚lĂ‚nın birliğinin delilleri, şirkin (cenĂ‚b-ı Hakk'a ortak koşmanın) yanlışlığı bi ldirilmekte, inananların, Allahu teĂ‚lĂ‚dan korkarak gunahlardan sakınanların buyuk mukĂ‚fĂ‚tlara kavuşacakları mujdelenmekte, mu'minlerin, analarına, babalarına iyi davranmakla mukellef (yukumlu) oldukları, dunyĂ‚nın fĂ‚nî, gecici varlığına ve lezzetlerine kapılmanın uygun olmadığı anlatılmakta, Âd kavminin kıssası ve Hûd aleyhisselĂ‚ma inanmamaları, ona karşı gelmeleri netîcesinde acı bir azabla helak oluşları haber verilmekte ve daha başka konular yer almaktadır. (Abdullah ibni AbbĂ‚s, SenĂ‚ullah Dehlevî

Kur'Ă‚n-ı kerîmde AhkĂ‚f sûresinde buyruldu ki:
"Rabbimiz Allah'tır" deyip de sonra istikĂ‚met uzere bulunanlara (evet) onlara (kıyĂ‚met gunu) korku yoktur. Onlar (olurken) mahzun da olmayacaklardır. (Âyet: 13)
HĂ‚lĂ‚ şu hakîkati bilmediler mi ki gokleri ve yeri zahmetsiz, yorulmadan yaratan Allahu teĂ‚lĂ‚, oluleri de diriltmeye kĂ‚dirdir. Evet O, her şeye elbette kĂ‚dirdir, gucu yetendir. (Âyet: 33)
(Habîbim) Ulu'l-azm peygamberlerin sabrettikleri gibi sen de sabret! Onlara azĂ‚b verilmesi icin duĂ‚ etmekte acele eyleme. (Âyet: 35)
Kim AhkĂ‚f sûresini okursa, onun icin, dunyĂ‚daki kumların her birine karşılık on sevĂ‚b yazılır. (Hadîs-i şerîf-EnvĂ‚r-ut-tenzîl ve EsrĂ‚ru't-te'vîl)
AHKÂM:
Hukumler. Allahu teĂ‚lĂ‚nın emirleri ve yasakları. Hukm'un cokluk şeklidir.
Peygamberler aleyhimusselĂ‚m, Allahu teĂ‚lĂ‚nın kendilerine melek (CebrĂ‚il) ile bildirdiği ahkĂ‚mı kendi zamanındaki insanlara noksansız olarak bildirmişlerdir. (Abdulganî Nablusî

Kur'Ă‚n-ı kerîm, butun peygamberlere aleyhimusselĂ‚m gonderilmiş olan ahkĂ‚mı ve daha fazlasını kendisinde toplamıştır. (Abdulhakîm ArvĂ‚sî

ÎmĂ‚n ve ahkĂ‚m bilgilerini oğrenmeyen ve cocuklarına oğretmeyen, kulluk vazîfesini yapmamış olur. (İmĂ‚m-ı GazĂ‚lî

AhkĂ‚m-ı Şer'iyye:
İslĂ‚m dîninde bir işin yapılması veya yapılmaması gerektiğini bildiren hukumler. Emirler ve yasaklar. Bunlara AhkĂ‚m-ı ilĂ‚hiyye, AhkĂ‚m-ı İslĂ‚miyye ve AhkĂ‚m-ı Kur'Ă‚niyye de denir.
AhkĂ‚m-ı şer'iyye sekizdir: Farz, vĂ‚cib, sunnet, mustehĂ‚b, mubah, haram, mekruh, mufsid (Bkz. İlgili Maddeler). (İbn-i Âbidîn)
Butun insanlara her şeyden once lĂ‚zım olan, îtikĂ‚dı (inancı) duzeltmektir. YĂ‚ni doğru bir îmĂ‚n sĂ‚hibi olmaktır. İkinci olarak, ahkĂ‚m-ı şer'iyyeyi oğrenmektir. (Ahmed FĂ‚rûkî

Beden, ahkĂ‚m-ı şer'iyyeyi yapmakla suslenince, nefs dunyĂ‚ kotuluklerinden ve zararlarından kurtulur. (Ahmed FĂ‚rûkî

ÎmĂ‚n muma benzer. AhkĂ‚m-ı şer'iyye mum etrĂ‚fındaki fener gibidir. Mum ile birlikte fener de İslĂ‚miyet'tir. Fenersiz mum cabuk soner. ÎmĂ‚nsız İslĂ‚m olmaz. İslĂ‚m olmayınca da îmĂ‚n soner. (Abdulhakîm bin MustafĂ‚)
Haram işlememek ve butun ahkĂ‚m-ı İslĂ‚miyyeyi yerine getirmek kolaydır. Kalbi bozuk olana guc gelir. Bir cok işler vardır ki, sağlam insanlara kolaydır, hastalara ise guctur. (İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî

AhkĂ‚m-ı Fıkhiyye:
Fıkıh ile ilgili hukumler. Bedenle yapılması ve sakınılması lazım gelen şeyler, emirler ve yasaklar. (Bkz. Fıkh)
Her muslumanın kendisine lĂ‚zım olan ahkĂ‚m-ı fıkhiyyeyi oğrenmesi ve yapması lĂ‚zımdır (Yûsuf SinĂ‚neddîn Âmesi).
AhkĂ‚m-ı fıkhiyye dort buyuk kısma ayrılır: 1- İbĂ‚dĂ‚t (Namaz, oruc, zekĂ‚t, hac, cihad), 2- MunĂ‚kehĂ‚t (Evlenme, boşanma, nafaka ve dalları), 3- MuĂ‚melĂ‚t (Alış-veriş, kirĂ‚, şirketler, fĂ‚iz, mîrĂ‚s), 4- UkûbĂ‚t (CezĂ‚lar). (Ahmed Zuhdi Efendi)
AhkĂ‚m-ı İctihĂ‚diyye:
Kur'Ă‚n-ı kerîm ve hadîs-i şerîfte acıkca bildirilmeyip, muctehid denilen Ă‚limlerin acıkca bildirilenlere benzeterek elde ettikleri hukumler.
AhkĂ‚m-ı MĂ‚neviyye:
Allahu teĂ‚lĂ‚nın zĂ‚tına ve sıfatlarına Ă‚it bilgiler, tasavvuf bilgileri.
Peygamber efendimizin vazîfelerinden biri de, Kur'Ă‚n-ı kerîmin ahkĂ‚m-ı mĂ‚neviyyesini, ummetinin yuksek (olgun) olanlarının kalblerine akıtmaktır. (Seyyid Abdulhakîm ArvĂ‚sî

AHLÂK:
İnsanda yerleşmiş huylar. Hulkun cokluk şeklidir. (Bkz. Hulk)
İyi huyları tamamlamak, iyi ahlĂ‚kı dunyĂ‚ya yaymak icin gonderildim. (Hadîs-i şerîf-CĂ‚mi'us-sagîr, Kunûz-ud-dekĂ‚ik)
İnsanları memnûn etmek icin malınız yetmez. Ancak guleryuz ve guzel ahlĂ‚kla onları memnun edebilirsiniz. (Hadîs-i şerîf-Sunen-i Ebû DĂ‚vûd)
Allahu teĂ‚lĂ‚nın en sevdiği şey, guzel ahlĂ‚ktır. (Hadîs-i şerîf - AhlĂ‚k-ı CelĂ‚lî

İcinizde en sevdiğim kimse, ahlĂ‚kı en guzel olanınızdır. (Hadîs-i şerîf-Edeb-ul-mufred)
İslĂ‚m Ă‚limlerinin coğuna gore insanlar iyiliğe, yukselmeğe elverişli olarak doğar. Sonra nefsin kotu arzûları ve guzel ahlĂ‚kı oğrenmemek ve kotu arkadaşlarla duşup kalkmak kotu huyları meydana getirir. (Ali bin Emrullah)
AhlĂ‚k İlmi:
Kotu huylardan uzaklaşıp, guzel huylar edinme yollarını oğreten ilim.
AhlĂ‚k ilmi, cok şerefli, pek kıymetli, en luzumlu bir ilimdir. Cunku rûhun kotulukleri bu ilim ile temizlenebilir. Rûhun iyi huyları, sıhhati, kuvveti bununla kolayca elde edilir. Kuvvetli rûhlar ahlĂ‚k ilmi sĂ‚yesinde guzel ahlĂ‚k sĂ‚hibi olur. Kirlenmi ş, hasta rûhlar da, bu ilim yardımı ile temizlenir, iyi ahlĂ‚ka kavuşur. (Ali bin Emrullah)
AhlĂ‚k-ı Hasene:
Guzel huylar. Dînin ve aklın beğendiği huylar.
AhlĂ‚k-ı hasenenin alĂ‚meti, insanlardan gelen sıkıntı ve eziyete katlanmaktır. (Abdulhakîm ArvĂ‚sî

AhlĂ‚k-ı hasenenin on alĂ‚meti vardır: Cok îtirĂ‚z etmemek. AdĂ‚let sĂ‚hibi olmak. Kendini beğenmemek. İnsanların ayıplarını ortmek. Musluman kardeşinin kusurunu gorunce husn-i zĂ‚n etmek (onu iyiye yorumlamak ve hakkında iyi duşunmek). Başkasından gelen e ziyet ve sıkıntılara katlanmak. Nefsine (kendine) zulmetmemek. Kendi ayıplarına bakıp başkalarının ayıplarını araştırmamak. Herkese karşı guler yuzlu, yumuşak ve tatlı sozlu olmak. (Yûsuf bin Esbat)
AhlĂ‚k-ı İlĂ‚hiyye:
Allahu teĂ‚lĂ‚nın sıfatlarına ve isimlerine uygun sıfatlarla sıfatlanmak. Allahu teĂ‚lĂ‚nın ahlĂ‚kı ile ahlĂ‚klanmak.
"Velî olmak icin ahlĂ‚k-ı ilĂ‚hiyye ile ahlĂ‚klanmalıdır." demişlerdir. Bu sıfatlar evliyĂ‚da meydana gelir. Fakat bu benzerlik yalnız isimdedir ve uygunluk sıfatların topluluğundadır. Yoksa sıfatların husûsiyetlerinde berĂ‚ber olunmaz. (İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî

Allahu teĂ‚lĂ‚nın bir ismi "Melik"tir. Bu, her şeye hĂ‚kim, gĂ‚lib demektir. Talebe tasavvuf yolunda ilerlerken, kendi nefsine hĂ‚kim, gĂ‚lib olur ve başkalarının kalblerine tesir etmeğe başlarsa ahlĂ‚k-ı ilĂ‚hiyye ile ahlĂ‚klanmış olur. Allahu teĂ‚lĂ‚nın bir i smi de Semi'dir. YĂ‚ni işiticidir. Talebe, doğru sozu herkesten kabul eder ve gizli hakikatleri, can kulağı ile duyarsa, bu sıfatla huylanmış olur. Bir sıfatı da "Basîr"dir. YĂ‚ni Allahu teĂ‚lĂ‚ herşeyi gorur. Talebenin kalb gozu acılır ve firĂ‚set ışığı ile kendi ayıblarını ve başkalarının iyi huylarını gorurse yĂ‚ni başkalarını kendisinden daha ustun gorurse ve Allahu teĂ‚lĂ‚nın her an gorduğunu goz onunde bulundurarak, hep Allahu teĂ‚lĂ‚nın beğendiği şeyleri yaparsa, bu sıfatla huylanmış olur. Bir sıfatı da "Muhyî"dir. YĂ‚ni Allahu teĂ‚lĂ‚ dirilticidir. Talebe unutulmuş sunnetleri canlandırır, meydana cıkarırsa, bu sıfatla sıfatlanmış olur. Bir sıfatı da "Mumit" oldurucu demektir.Talebe sunnetlerin yerine yerleşmiş olan bid'atleri, dinde sonradan cık arılıp din diye yapılan şeyleri men eder yok ederse, bu sıfatla sıfatlanmış olur. Butun sıfatlar bunlar gibidir. (HĂ‚ce Muhammed PĂ‚risĂ‚)
AhlĂ‚k-ı Zemîme:
Kotu ahlĂ‚k. Dînin ve aklın beğenmediği huylar.
İnsana dunyĂ‚da ve Ă‚hirette zarar veren her şey, ahlĂ‚k-ı zemîmeden meydana gelmektedir. Zararların, kotuluklerin başı kotu huylu olmaktır. (Ali bin Emrullah)
AhlĂ‚k-ı zemîme kalbi, rûhu hasta eder. Hastalığın artması, kalbin, rûhun olumune sebeb olur. En kotu huy, kufur yĂ‚ni îmĂ‚nsızlıktır. (İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî

Kendinde ahlĂ‚k-ı zemîme bulunan kimse, buna yakalanmasının sebebini araştırmalı, bu sebebi yok etmeye, bunun zıddını yapmaya calışmalıdır. Cunku, insanın alıştığı şeyden kurtulması zordur. Kotu şeyler nefse tatlı gelir. (HĂ‚dimî

AHMAK:
Aklı az, goruşu kısa olan.
Akıllı kimse, nefsine uymaz ve ibĂ‚det yapar. Ahmak olan nefsine uyar, sonra Allah'ın rahmetini bekler. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Anadan doğma korlerin gormesini sağlamak, hattĂ‚ oluleri diriltmek bana zor gelmedi. Fakat, ahmak olana, doğru sozu anlatamadım. (ÎsĂ‚ aleyhisselĂ‚m)
Ahmakla arkadaşlık etmekten kacın. Cunku, ekseriyĂ‚ sana iyilik yapayım derken, zararı dokunur. (Hazret-i Omer)
DunyĂ‚yı ele gecirmek icin Ă‚hireti vermek ve insanlara yaranmak icin Allahu teĂ‚lĂ‚yı bırakmak ahmaklıktır. (İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî

Ahmağa verilecek en guzel cevap, sukûttur. (İbn-i HibbĂ‚n)
Ahmaklar arasında bulunan horlanır, Ă‚limler arasında bulunan hurmet gorur. (Ca'fer-i SĂ‚dık)
Bile bile hatĂ‚da ısrĂ‚r eden ahmaktır. (Abdulhakîm ArvĂ‚sî

Bir kimsenin ahmak olduğuna alĂ‚met, kendi aybını bırakıp, başkasının aybıyla uğraşmasıdır. (Sırrî-yi Sekatî

MahlûkĂ‚tın, yaratılmışların en ahmağı nefistir. Cunku dĂ‚imĂ‚ kendi aleyhine, zararına olan şeyleri ister. (İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî

AHMEDİYYE:
1. EvliyĂ‚nın gozbebeği İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî Ahmed FĂ‚rûkî Serhendî hazretlerinin tasavvuftaki yolu. Bu yola Muceddidiyye-i Ahmediyye de denir.
Ahmediyye yolunun buyuğu İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî hazretleri bir nasîhatlerinde şoyle buyurdu:
Her şeye kalbi bağlamaktan kurtulmadıkca, Hak teĂ‚lĂ‚ya bağlanılamaz.
İnsana lĂ‚zım olan once Ehl-i sunnete uygun inanmak, sonra Allahu teĂ‚lĂ‚nın emir ve yasaklarına uymak, sonra tasavvuf yolunda ilerlemek, ihlĂ‚sı elde etmektir.
İhlĂ‚s ile yapılan bir iş, senelerle yapılan ibĂ‚detlerin kazancını hĂ‚sıl eder.
DunyÂya du#