Mezhep Savaşları Girdabında İslam Ummeti ve Tarihi Sorumluluğumuz



Tarihi ızdırabların ve kadim hastalıkların Ummetimizin bunyesine yeniden nuksettiği bir zaman dilimindeyiz. Akideleşen siyasi bolunmeler ve hizipleşmeler, yeniden Ummet ici bir tefrika cıkarma derdindekilerin sığındığı bir liman haline donuştu. Irak'ta, Lubnan'da, Pakistan'da ve sair İslam topraklarında, Muslumanlar yeniden "Mezhepler Arası Savaş" kavramıyla yuz yuze geldiler/getirildiler. Sorunun tarihi tahlilini yapmak mumkun. Değişik Âlimlerce defaatle belirtilen ayrılık noktalarını, ayrışmanın sebeplerini ifade etmek oldukca kolay ve belki de kısıtlı bir İslam Tarihi bilgisi olanların dahi yapabileceği bir iş. Cunku bugunlerde ortak noktalarımız suratle gundem dışına itilirken, ayrışdığımız noktaların altı kalın cizgilerle ciziliyor. Cift taraflı olarak sahneye konulan bu tehlikeli oyun neticesinde, Muslumanlar; Irak merkezli cıkarılmak istenen kardeş kavgasının bir tarafı olmaya zorlanıyorlar. Asıl yonuyle, bir psikolojik savaş yontemi olduğu aşikar olan bu enformasyon ağı, zaten son donemde oldukca gergin olan sureci, fiili bir catışma cıkarmak icin kullanmak isteyenlerin aracı haline gelmiş durumda. Saddam'ı idam edenin Mukteda Es-Sadr olduğu iddiası, İran konsoloğu onunde Saddam'ın intikamını alma yeminleri eden Turkiyeli "Radikal İslamcıların"(!) vs. bir anda turemesi, tesaduf değil. İşgalcilerin, "Ehl-i Sunnet" ve "Şia" arasında teşekkul etmesi icin cansiperane calıştıkları tehlikeli kamplaşmanın boyutunu ne derece detaylı analiz edebilir ve ileriye donuk ne derece doğru cıkarımlar ortaya koyabilirsek, sorunun onemini de o derecede kavrayabiliriz. Cunku, Irak'ın Siyonist-Haclı ittifakınca işgal edilmesinden bu yana adım adım, aşama aşama şiddetlenen psikolojik savaşın/saldırıların geldiği nokta, Ummetimizin geleceği acısından tarihi bir viraj noktası olma niteliğine haiz. Bu noktada, ya bir arada olma, ortak duşmana karşı saflarımızı sıklaştırma, eksik kalan yanlarımızı tamir ve tahkim etme ve coğrafyamızı, işgalcilerden, işbirlikcilerinden ve tağilerden temizleme yolunu tutacağız ya da işgalcilerin servis ettiği, yapay bir mezhepler arası kavga senaryosunun sıradan bir oyuncusu olmaya mahkûm olacağız.

Bugun, coğrafyamızı kuşatan sorunları kısmen Moğol İstilası doneminde yaşanan sorunlara benzetebiliriz. Moğol İstilası doneminde olduğu gibi gunumuzde de var olan siyasi sorunların temelinde dış baskılar yatmakta. Yine o gunlerde olduğu gibi bugun de dış baskıların oluşturduğu kargaşa ortamında yayılma zemini bulan ic anlaşmazlıklar geleceğimizi tehdit etmekte. Hatta Moğol İstilası tecrubesine bakarak, işgal ortamında doğan ic anlaşmazların uzun vadede işgalden daha ciddi tehlike teşkil ettiğini soyleyebiliriz. . İstilanın tarihi seyrine dikkat edilirse, gorulecektir ki İslam Dunyasını bir baştan obur başa istila eden, medeniyet merkezlerini yağmalayan, Muslumanları vahşi bir soykırım politikasına tabi tutan Moğollar, Ortadoğu'da bir asır dahi varlıklarını muhafaza edememişler, Allah'ın kendileri icin takdir ettiği ecelin tecellisi ile yok olup gitmişlerdir. Ancak, işgal ortamının oluşturduğu durağan ilmi ortam ve sosyal yapının gevşemesi neticesinde asli unsurlarından uzaklaşan "Tasavvufi" ekol ile "Ehl-i Hadis" arasında o donemde başlayan ve donem donem tekfirleşmeye kadar varan tartışmalar, halen varlığını muhafaza etmektedir. Moğollar bu topraklardan cekip gittiler, ancak yakinen gormekteyiz ki arkalarında bıraktıkları enkazda doğan sorunlar, ic anlaşmazlıklar ise halen halledilebilmiş değildir. Dolayısıyla, bugun yuz yuze bulunduğumuz sorun da benzer nitelikte bir yon taşımakta. Irak temelli şekillenen ve Lubnan'da da kaşınan mezhepler arası farklılıkların, pratik bir ic catışmaya donuşmesi ihtimali, İslam Ummetinin sadece bugununu değil, onumuzdeki birkac yuzyılını da tehdit etmekte. Muslumanlar, işgalin, ahlak duşkunluğu propagandalarının ve siyasi sorunların tasallutundan oyle ya da boyle, er ya da gec kurtulacaklar. Ancak, gonullerine atılan ve gunbegun kan ile sulanan tefrika tohumlarının boy vermesi durumunda, Sıffin ve Kerbela benzeri daha kac facianın ortaya cıkacağını ve bu yonde bir kavganın doğuracağı sonucları bugunden tahmin edebilmemiz dahi mumkun değil.

Konuyu Kur'an'ın ongorduğu Muslumanlar arası ilişkiler nezdinde ele aldığımızda ve Vahyin perspektifinden meseleyi incelediğimizde de sorunun vahameti mevzuunda benzer bir sonuca ulaşmaktayız. Bu hususta, Enfal Suresinin yetmiş ucuncu ayeti bugun Ummet olarak karşı karşıya bulunduğumuz tarihi kavşak noktasında almamız gereken tavrı belirlemesi yonuyle oldukca muhimdir. Allah, bu ayette Muslumanlar arasında ic yardımlaşmanın onemini vurgularken, bunun ihmal edilmesi ve yerine zıddının ikame edilmesi durumunda doğacak sonucları da Muslumanların gozleri onune seriyor.

"KÂfirler birbirlerinin yandaşları, koruyucularıdırlar. Eğer aranızda bu sıkı dayanışmayı gercekleştirmezseniz, yeryuzunde fitne ve buyuk bir kargaşa cıkar." (Enfal- 73)

Seyyid Kutub, bu ayetin ilk yarısını tefsir ederken, cahiliye toplumuna bağlı kimselerin bireysel olarak hareket etmediğini, her birinin organik bir yapının parcası olduklarını ifade eder. Buna mukabil olarak, organik bir yapı gibi birbirine bağlı, dayanışma halindeki cahiliyeye karşı, Muslumanların da benzer bir topluluk olarak, aralarında dostluk ve dayanışma ruhunu canlı tutmaları gerektiğini belirtir. İkinci kısmı yorumlarken de, uyarı cumlesinin etkin bir sakındırma olduğuna dikkat cekerek, Muslumanların birlik olmamaları halinde, kişisel hayatlarından sorumlu oldukları gibi yeryuzunde ortaya cıkacak fitne ve buyuk bozgunculuktan da sorumlu olduklarını alabildiğine acık bir dil ile anlatır

Şehid Seyyid Kutub'un, etraflı yorumları eşliğinde Ummetimizin bugun karşılaştığı tehlikeleri yorumladığımızda, nasıl bir tavır almamız gerektiğini de rahatlıkla anlayabiliriz. Kafirlerin, yerel işbirlikcileri ile el ele verip, Muslumanlara karşı savaş actığı bugunlerde, Allah'ın ipine toptan sarılıp, mezhebi ve kavmi hicbir on koşul olmaksızın Kufur gucleri karşısında kenetlenmiş tuğlalar gibi olmazsak, icine duşeceğimiz zillet bir yana, yeryuzunde bu fiilimizin doğal bir sonucu olarak ortaya cıkacak kaos ve fitneden de sorumlu olma tehlikesi ile karşı karşıyayız. Acaba hangimiz boylesi bir sorumluluğu taşımaya talip olabiliriz? Acaba hangimiz, tam da omuz omuza vererek, sımsıkı bir dayanışma ile birbirimize bağlanmamızı gerekli kılan bu zaman diliminde kardeşlerimize karşı savaş acabiliriz? Boylesine tarihi bir kavşakta boylesine bir fiilin vebalini kim yuklenebilir?

Şehid Seyyid Kutub, cahiliyenin Muslumanlar ustundeki tahakkumune karşılık, ayette ifade edilen "Sıkı bir dayanışma" vecibesinin Muslumanlarca ihmali halinde doğacak sonucu şu cumlelerle ifade eder:

"İslÂm, birbirlerine dost olan fertlerden oluşan bir toplumla cahiliyeye karşı koymadığı zaman, cahiliye toplumu Musluman fertlere baskı yapmaya, onları dinlerinden dondurmeye calışacaktır. Cunku Musluman fertler, dayanışmalı cahiliye toplumuna karşı koyamayacaklardır. İslÂm var olduktan sonra cahiliyenin ona ustunluk sağlaması sonucu tum yeryuzunu fitne ve kargaşa kaplayacaktır. Cahiliyenin İslÂm’a ustunluk sağlaması, kulların ilahlığının Allah'ın ilahlığını ortadan kaldırması ve insanların tekrar kulların kulu olmasıyla yeryuzunde bozgunculuk meydana getirecektir. Kuşkusuz bu, en buyuk bozgunculuktur." 1

Hassaten, 20. Yuzyıl İslami Hareket onderlerinin, adeta tırnaklarıyla kazıyarak Emperyalizm karşısında oluşturdukları Evrensel İslami Direnişin bu ve benzeri ic catışma ihtimallerinden zarar gormesini engellemek icin gayret gostermek, butun Muslumanlar uzerinde ciddi bir sorumluluk değil mi? İşgalciler ve İşbirlikcileri tarafından ozenle zihinlere nakşedilmeye calışılan tefrikaya karşı, yekvucut olmamız ve Muslumanların bir arada oldukları mesajını olabildiğince guclu bir şekilde cahiliyeye vermemiz, tarihi bir mecburiyet değil mi? Bu konuda, cemaatlerimize, Âlimlerimize ve medya organlarımıza oldukca hayati vazifeler duşmuyor mu? Oylese bu sessizlik neden? Her konferansta, her programda Muslumanların birliğinden bahseden Musluman cemaatler hangi yuce sebebe binaen ses vermiyorlar? Hutbelerinde, sohbetlerinde ve her fırsatta Muslumanların birliğini izah eden Âlimlerimiz neden bu konu ile ilgili girişimlerde bulunmuyorlar? En ufak bir tehlike karşısında Muslumanları uyandıran medya kuruluşlarımız neden bu konu ustune eğilmiyorlar? Tekrar ve olabildiğince vurgulu bir şekilde ifade etmek istiyorum ki, boylesi bir vakitte, boylesi bir ic catışma ihtimaline karşı Muslumanlar arası dayanışmayı kuvvetlendirmek, İslami Hareketin -Irak başta olmak uzere- butun cephelerde altı oyulan evrensel kardeşliğini yeniden tahkim ve tesis etmek zorundayız. Cunku bizim sessizliğimize karşılık, bu sessizlikten istifade eden odaklar, Muslumanlar arasındaki ayrılıkları daha da ilerilere taşıma gayretindeler.

Gectiğimiz gunlerde elime ulaşan ve Turkce' ye cevrilen iki vesika bu gayretlerin ne boyutta olduğunu anlayabilmemiz icin onemli. Birincisi; Irak'ta, Emperyalist ve işbirlikci guclere karşı savaş verdiğini ifade eden, El Kaide orgutu onculuğundeki "Mucahidler Şurası" isimli oluşumun ideallerini iceren ve hareketin bugunku lideri Ebu Hamza El Muhacir tarafından kaleme alınmış uzunca bir yazı. Yazıda, Emperyalist İşgal kuvvetlerine ve yerli işbirlikcilerine karşı mucadeleden bahsedilirken, konu oylesine oteye taşınmış ki kendilerine "Mucahid" diyen kişiler aynı zamanda kendilerinin fakihliğine de soyunarak, Caferi mezhebine mensup olanların; canlarının helal, mallarının ganimet ve kadınlarının cariye hukmunde olduğuna dair huccet arayışına girmişler ve bulmuşlar! Ciddi anlamda uzuldum. Bu tasavvur kaymasının, ustelik Turkiye Muslumanlarınca her fırsatta mucadelelerine destek sağladığımız kişilerin zihninde yer etmiş olması, Muslumanların vatanlarını, ırzlarını ve mallarını korumayı gaye edinmesi gerekenlerin kurtarmaya gittikleri ulke halkının yuzde altmışını aktif duşman ilan etmesi, bizce anlaşılabilir bir tavır değildir. Cok basit bir misalle konuyu izah edersek, Irak’ta olduğu gibi Cecenistan'da da varlıklarını işgalcilerin varlığına dayandıran işbirlikci bir iktidar hukum surmekte. Ancak hic birimiz kendisine "Mucahid" adını veren bir kimsenin, Caharkale'de bir sokak ortasında yahut Vedeno'da bir pazar yerinde bombalar patlattığına şahit olmadık, duymadık. Benzer şekilde işbirlikcilerle aynı mahallede yaşayan halkın da, işbirlikci gibi gorulerek katledildiğine, kadınlarının cariye olarak alındığına dair bir bilgi de ulaşmadı bize. Oyle ki Kafkas Cephemizde işgalcilere ve işbirlikcilere karşı mucadele sancağını taşıyan ve boylesi zor fakat ecri de zorluğu olcusunde bol bir amele talib olanların, direnişin askeri ve siyasi sınırını oldukca akil bir şekilde cizmeleri ve fıkhi olarak fiillerini sağlam temellere dayandırmaları neticesinde, Cecen halkı, kendisini mudafaa eden kardeşlerine her fırsatta sahip cıkmış, zor durumlarda yardımlarına koşmayı en temel kardeşlik hukuku olarak gormuştur. Irak Cephesinde ise durum neredeyse bunun tam aksi.

Elime e-posta yoluyla ulaşan bir diğer mesajda ise, ismini acıklamayan bir kardeşimiz, Turkce'ye aktarılan bir kitabın yakında kitapcı vitrinlerinde olacağını soyleyerek, bilgisayarda kullanabileceğim halini de e-posta adresime iletmiş. Gecen sure icerisinde kitabı inceleme imkÂnı buldum. Kitap, "Şia Şirk ve Riddet Taifesidir" gibi ısırıcı bir hukum cumlesi ile isimlendirilmiş. İsminden iceriğini tahmin ettiğinizi duşunerek iceriği hakkında detaya girmiyorum. Duşunun, İşgalciler ve İşbirlikcileri butun mesailerini, Mezhepler arası bir catışma cıkarma yoluna adamışlarken, bununla eş zamanlı olarak, İstanbul'un gobeğinde, tanınmış onlarca yazar-cizer, alim, aydın ve STK yetkilileri davet edilerek, onculuğunu Suudlu Dr. Sefer b. Abdurrahman el-Hevali'nin yaptığı ve Irak Musluman Alimler Birliği Başkanı Dr. Haris ed-Dari'nin katılımıyla gercekleşen bir toplantıda 'Safevi İran hedeflerine saldıran direnişcilerin direnişi takdire şayan' ilan ediliyor. Bir yandan Şianın şirk ve riddet taifesi olduğuna dair bir kitap basılıyor, boylesi bir metin Turkce'ye tercume ediliyor. Yayınlayan kardeşlerimiz kendilerince iyi niyetli olabilirler ki, biz kimsenin niyetini yargılama makamı değiliz. Ancak Turkiye gibi Ehl-i Sunnet ve Şia'nın ic ice yaşadığı bir ulkede boylesi bir eserin yol acacağı sorunları duşunmemek, en hafif tabiri ile aymazlık değil mi? Felaket senaryosu cizmekten ve parcası olmaktan Allah'a sığınıyorum. Ancak boylesi yazıların ve yonlendirmelerin etkisinde kalan Turkiyeli bir Sunni Muslumanın, Turkiyeli Şii Muslumanlardan birisini katletmesinin vebalini ustlenebilirler mi acaba bu kardeşlerimiz? Boyle bir olay sonrasında ortaya cıkacak sorunların boyutunu duşunmezler mi? Irak'ta yaşanan anlamsız catışmalara benzer bir ayrışmanın Turkiye'de olması kimin işine yarar, emperyalistlerden ve işbirlikcilerdinden başka?

Allah'tan korkun! Size ABD, İsrail minnettar olmasın da kim olsun. Şeytan size minnettar olmasın da kim olsun!

Ortadoğu uzerinde Emperyalist ve Siyonist mahfillerin, derin stratejik hedefleri olduğunu gayet iyi biliyor ve her ortamda ifade ediyoruz. Ancak, bu stratejik hedeflerin Muslumanlar uzerinde nasıl tatbik edildiğini gormuyor veya gormek istemiyoruz. Cokca geriye gitmeksizin, Birinci Dunya Savaşı surecini ve hemen oncesini anımsayalım ve bolgede Siyonist bir devletin vucuda gelmesi icin gayret gosteren Batılı guclerin İslam Ummetini nasıl, kavmi temelde parcalara ayırıp birbirine kırdırdığını yeniden hatırlayalım. Batı jargonlu bir uslupla eğitilmiş, Turkcu Jonlerin, Osmanlı'da iktidar olması ile başlayıp, Arap Uluscuğu fitnesi ile devam eden psikolojik operasyon neticesinde, onlarca parcaya bolunen Muslumanların ortasına kondurulan Siyonist Rejimin, bolgeye nasıl yerleştirildiğini ve İslam Ulkelerinin bu surecte nelerle uğraştığını bir duşunelim. Hic mi ders almıyoruz? Kavmi temelde ortaya cıkan ve saflarımızı paramparca eden kavmiyetcilik fitnesi, Siyonist Rejimin Ortadoğu'da bir guc haline donuşmesinin en buyuk sebebi değil midir? Gecmişte kavim temelinde cıkardıkları ic catışma cıkarma oyununu, daha yuz yıl gecmeden, bu sefer "Mezhepler" ustunden sahneye koyanlara bir kere daha ve goz gore gore aldanacak mıyız? Baktığı vakit Allah'ın nuru ile bakan ve bir delikten iki kere ısırılmayan basiretli Muslumanlar olarak, ustumuze duşen, bu fitnenin vatanlarımız uzerinde hesapları olan işgal guclerinin varlığından kaynaklandığı idrak etmektir.

Hassas bir surecten geciyoruz. Kardeşlik ve dayanışma bilincimiz, sabrımız ve direnişimiz uzerinden esaslı bir imtihana tabi tutuluyoruz. Kalplerimiz birbirinden koparılmaya calışılıyor. Birileri; iman edenlerin, tevhid, nubuvvet ve mead gibi temel inanclarda bir olanların, aslında duşman oldukları iddiasını dilden dilden aktarıyor. Hulasa fitne ateşi, ateşi yakanlar tarafından her gecen gun biraz daha alevlendiriliyor. Allah'a ve ahiret gunune iman eden herkesin, Modern Buas fitnelerine karşı Nebevi Metodun ve Medine kardeşliğinin golgesine sığınması kacınılmazdır. Resulullah'a varis olduğunun bilincinde olan Âlimlerimizin, Buas Fitnesinde Peygamberimizin yaptığı gibi Muslumanları cahiliye fitnesine karşı uyarmaları ve uyandırmaları omuzlarındaki bir mesuliyettir. Medya organlarımızın, her habere, her bilgiye kaynağını araştırmaksızın yer vermemesi şu donemde eskisine gore daha da elzemdir. Unutmayalım ki, aslı astarı olmayan ve Kur'an ayeti ile de iftira olduğu hukme bağlanan İfk Hadisesinin, Muslumanlar arasında fitneye donuşmesinin asıl ve temel sebebi feraset sahibi olamayan donemin medyasıdır. Yine İfk Hadisesine bağlı olarak ortaya cıkan fitne, Evs ile Hazrec Kabilesi arasında cahiliye doneminin kabile kavgalarına benzer bir savaşa donuşecekken Resulullah(s.a.v.)'ın, olaya mudahalesini ve hem Buas gunu fitneye alet olmak uzere olan Muslumanlara hem de gunumuzun fitneye alet olması muhtemel Muslumanlarına hitab eder mahiyetteki konuşmasını bir daha hatırlayalım:

"Ey Musluman Topluluğu! Allah'tan korkunuz. Ben aranızda bulunuyorken ve Allah sizi İslam ile şereflendirmişken, size İslam ile ikramda bulunmuş, cahiliyenin kirlerinden arındırmış ve kufurden uzaklaştırıp, kalplerinizi birbirine yakınlaştırmış iken, nasıl olur da Cahiliye davası guderek birbirinize duşersiniz?" 2

Vahdet şiarımız, işgalcilere ve işbirlikcilere karşı mukavemet misyonumuz, fitneye alet olmamak ise tarihi sorumluluğumuzdur. Enfal yetmiş ucten oğrendiğimiz şiarımızı unutmamak, misyonumuzu ifa etme noktasında bir adım dahi geri adım atmamak ve fitnenin her turlusunden beri olmak temennisiyle.

Davamızın sonu Allah'a hamd etmektir. Bize duşen sorumluluk, samimi bir niyet ile Allah'a yaklaşma vesileleri aramak ve yalnızca O'ndan istemektir.

Rabbimiz icimizdeki beyinsizler yuzunden bizi helak etme!

"Rabbimiz, bizi ve bizden once iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve kalplerimizde iman edenlere karşı bir kin bırakma. Rabbimiz, gercekten sen, cok şefkatlisin, cok esirgeyicisin." 3

ALINTIDIR.
__________________