CenĂ‚b-ı Hak Ă‚yet-i kerîmede:


“O ki, hanginizin daha guzel davranacağını sınamak icin olumu ve hayatı yaratmıştır…” (el-Mulk, 2) buyurmak sûretiyle, bu cihĂ‚na gozlerini acan her insanın, aslında bir imtihanın icine doğduğunu ifĂ‚de etmektedir. LĂ‚kin herkesin bu dunyada baktığı pencere farklı. Nitekim kimi bu fĂ‚nî cihĂ‚na sadece gaflet penceresinden bakıyor. Bunun icin de, temĂ‚şĂ‚ ettiği kĂ‚inĂ‚tın nakış nakış hikmetle tezyin edildiğini goremiyor. Her koşesinin ayrı bir ibret levhası olduğunu anlayamıyor. Onun gorebildiği, sadece bir geometriden ibaret kalıyor. CenĂ‚b-ı Hakk’ın “el-BĂ‚rî” ve “el-Musavvir” esmĂ‚sının tecellîlerinden gĂ‚fil kalan; ruzgĂ‚rların, derelerin ve dağların sessiz lisĂ‚nından bir şey hissetmeyen hantal kalplere ne yazık!..
Kimi bu dunyayı sadece zevk u safĂ‚ penceresinden seyrediyor. Gunlerini nefsinin suflî arzuları peşinde israf ederek tukettiği icin, idrĂ‚ki ilĂ‚hî azameti tefekkur etmekten Ă‚ciz bir vaziyette korleşiyor. Bunlar gibi daha pek cok pencere mevcut… Fakat Rabbimiz’in bizlerden istediği, bu imtihan Ă‚lemine dĂ‚imĂ‚ Ă‚hiret penceresinden bakabilmek.


Zira o pencereden bakan kimse, kudret-i ilĂ‚hiyyenin tabiatta vucûda getirdiği sonsuz hĂ‚rikalardaki ilĂ‚hî sanatın zevkine erer. Sermayesi aynı toprak olan bitkilerin rengĂ‚renk yaprak ve ciceklerine, bunlardaki menevişlere, ağacların renk, koku, lezzet ve şekilde sonsuz farklılık arz eden meyvelerine, ancak bir-iki haftalık omru olduğu hĂ‚lde kelebeğin kanatlarındaki hĂ‚rika desenlere, insanın yaratılışındaki hĂ‚rikulĂ‚deliğe nazar eder. Gozun gormesi, beynin idrĂ‚k etmesi gibi sonsuz ilĂ‚hî hĂ‚rikalar ve bunların “lisĂ‚n-ı hĂ‚l” denilen sırlı beyanlarına dikkat eder, kulak kabartır.
İşte o zaman kul, kendisinin ve kĂ‚inĂ‚tın yaratılış hikmetine ereceğinden, hayatı bambaşka bir mĂ‚nĂ‚ kazanır. Kalbi, ancak o zaman mĂ‚rifetullah ve muhabbetullah tecellîleriyle kemĂ‚l bulacağından, gercek saĂ‚deti tadar. Gonlu, ancak o zaman gercek mĂ‚nĂ‚da zikrullah ile buluştuğundan, huzura erer. Dolayısıyla hakikî mĂ‚nĂ‚da basîret ehli olmak da, en fazla bir iki gun sonrasını duşunmekle değil, hayatı ancak ebediyet penceresinden seyredebilmekle gercekleşir.


Bu sebeple Rabbimiz, pek cok Ă‚yet-i kerîmede sonsuz olan Ă‚hiret hayatı karşısında bir an mesĂ‚besinde bile olmayan şu fĂ‚nî cihĂ‚na aldanmamaları husûsunda kullarını şoyle îkaz etmektedir:
“Huzûrumuza cıkacaklarını beklemeyenler, dunya hayatına rĂ‚zı olup onunla rahat bulanlar ve Ă‚yetlerimizden gafil olanlar yok mu, işte onların, kazanmakta oldukları (gunahlar) yuzunden varacakları yer, ateştir!” (Yûnus, 7-8)


“Dunya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Muttakî olanlar icin Ă‚hiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır. HĂ‚lĂ‚ akıl erdiremiyor musunuz?” (el-En‘Ă‚m, 32)[1]


Hamd olsun, Rabbimiz bu sene de uc aylara kavuşma nîmetini bahşetti. İnşĂ‚allah tertemiz bir sûrette bayrama erişebilmeyi de kereminden lûtfeylesin.
Unutmayalım ki, her şey bir emek ister. Emeksiz yemek bile olmaz.
Bakımı guzel yapılmayan bir tarladan, verimli bir mahsul almak mumkun olur mu?
Toprakla buluşturulmayan bir tohumdan, filiz beklemek akıl kĂ‚rı mıdır?
Terbiye edilmeyen bir gonulden, fazîlet numûnesi davranışlar sergilemesi ne kadar beklenebilir?


Yine Rabbimiz şoyle buyurmaktadır:
“Bilsin ki insan icin kendi calışmasından başka bir şey yoktur.” (en-Necm, 39)
Oyleyse ilĂ‚hî rahmetin tuğyĂ‚n ettiği bu mubarek zaman dilimlerinde, kulluk icin yaratıldığımızın idrĂ‚kiyle sĂ‚lih amellerin peşinde koşalım. Bir sĂ‚lih ameli bitirdiğimizde, hemen bir başka sĂ‚lih ameli arasın gozlerimiz. Ayaklarımız bir başka sĂ‚lih ameli işlemek arzusuyla koşsun. Gonullerimiz, sĂ‚lih amel iştiyĂ‚kıyla coşsun. Cunku şeytan dĂ‚imĂ‚ fırsat kolluyor. Tard edildiği Cennet’in yolu uzerinde oturup, ayakları istikĂ‚metten kaydırabilmenin gayretiyle, var gucuyle calışıyor. Hem de hic dinlemeden, hic durmadan. Bu sebeple mu’min, dĂ‚imĂ‚ uyanık olacak. Gafletten uzak durmaya calışacak.



CenĂ‚b-ı Hakk’ın şu emrini dĂ‚imĂ‚ yaşayacak:
“Boş kaldın mı hemen (başka bir) işe koyul. Ve yalnız Rabbine yonel.” (el-İnşirĂ‚h, 7-8)
Nitekim Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in hayatında hic boş vakit yok. Bir bakıyorsunuz Rabbi ile mulĂ‚kat hĂ‚linde, huşû uzere namazını edĂ‚ ediyor. Bir bakıyorsunuz emr-i bi’l-mĂ‚ruf ve nehy-i ani’l-munker vazifesiyle, gonulleri CenĂ‚b-ı Hak ile buluşturabilmenin gayretinde. Bir bakıyorsunuz yetim, fakir, kimsesiz, yoksulların derdiyle dertlenip, onların sıkıntılarını gidermek icin cırpınıyor. Onlara garipliklerini, yetimliklerini unutturuyor. HattĂ‚ onların gonullerini huzura kavuşturmadan kendisi huzur bulamıyor. Bir bakıyorsunuz, İslĂ‚m’ı oğrenmek icin gelen cĂ‚hiliye insanına, cihĂ‚nın en guzel muallimliğini yapıyor, onları tezkiye ve terbiye ediyor. Bir bakıyorsunuz, Ă‚ilesinin işlerinde onlara yardımcı oluyor. Bir bakıyorsunuz, cocukların saf ve temiz gonul topraklarına, AllĂ‚h’a muhabbet tohumları ekiyor. VelhĂ‚sıl gece gunduz demeden ve hic durmadan calışıyor. Hem de buyuk bir aşk ve muhabbetle…


Bizler de bu RamazĂ‚n-ı Şerif’te Hakk’a yakınlığımızı artırmanın gayretinde olalım. İbadetlerin, gonullerimizde buyuk bir lezzet hĂ‚line gelmesi icin CenĂ‚b-ı Hakk’a duĂ‚ edelim.
MeselĂ‚ namazlarımız bizler icin buyuk bir lezzet olsun. Âyet-i kerîmelerde:
“Gercekten mu’minler kurtuluşa ermiştir, onlar ki, namazlarında huşû icindedirler.” (el-Mu’minûn, 1-2)
“…Muhakkak ki, namaz, hayĂ‚sızlıktan ve kotulukten alıkoyar…” (el-Ankebût, 45) buyrulmuşken, kendimizi şu suallerle sık sık hesaba cekelim:
“Acaba benim namazım, dĂ‚imĂ‚ ilĂ‚hî huzurda bulunduğumun idrĂ‚kini gonlume ne olcude nakşedebildi? Benim gozumu haram manzaralardan, kulağımı ve dilimi boş ve yanlış sozlerden ne kadar korumakta? Namaz, gonlum icin bir mîrĂ‚c oldu mu?..” Cunku, nasıl ki bir ağacın koklerindeki curuk; dal, yaprak ve meyvelerinde zĂ‚hir olursa, kişinin gonul dunyasındaki bozukluk da, namazla ifşĂ‚ olur. Zira namaz, insanın ic dunyasını gosteren bir nevî rontgen gibidir.


Muhammed MĂ‚sum Hazretleri şoyle buyuruyor:
“Namaz, kulu CenĂ‚b-ı Hakk’a yaklaştıran en muhim ibadetlerin başında gelir. Namaz, sonsuz kudret sahibi CenĂ‚b-ı Hakʼtan bir nişan taşır. Namazdaki yakınlığı, başka bir yerde bulmak mumkun değildir. Namazda, kul ile Allah TeĂ‚lĂ‚ arasındaki perdeler kalkar. Bunun icin namaza «mu’minin mîrĂ‚cı» buyrulmuştur.


Kişi namazı ne kadar huşû ile (yani kalp ve beden Ă‚hengi icerisinde) kılarsa, mîrĂ‚cı o kadar kĂ‚mil olur. Bu da, namaz kılarken Sunnet-i Seniyyeʼye ne kadar riĂ‚yet edildiğine bağlıdır…
Namaz, sadece bildiğimiz şekillerden ibĂ‚ret değildir. Namazın gayb Ă‚leminde bir hakîkati vardır ki, butun hakîkatlerin ustundedir…”
Yine bu RamazĂ‚n-ı Şerîf’te oruclarımız, gonullerimize lezzet olsun. Bizim merhametimizi ve comertliğimizi artırsın. Nîmetlerin kadrini idrĂ‚k ettirsin. Bizleri cimrilik ve israftan uzak tutarak, riyĂ‚zat uzere yaşamaya alıştırsın.
Nitekim Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-’in hayatı, riyĂ‚zat uzere gecti. Bu hakîkati Hazret-i Âişe VĂ‚lidemiz şoyle naklediyor:
“Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-’in Ă‚ile efrĂ‚dı; Medîne’ye geldiği gunden vefĂ‚t ettiği gune kadar, uc gun arka arkaya buğday ekmeğiyle karnını doyurmadı.” (Muslim, Zuhd, 20)


“Dilesek doyabilirdik. (Yani bu aclık, yokluktan değildi. Gazvelerden bize ganimetler ve benzeri imkĂ‚nlar gelirdi.) Fakat Hazret-i Muhammed -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- (mu’min kardeşlerini kendine tercih makamında) îsĂ‚rda bulunurdu. (Boylece elimize geceni bu şuur ve idrĂ‚k ile hemen infĂ‚k ederdik.)” (Beyhakî, Şuabu’l-ÎmĂ‚n, III/62, [1396])
Yine oruclarımız, tefekkurumuzu artırsın. Cunku yarım gun ac kalmakla, bedenî ve zihnî ihtiyaclar yaşıyoruz. Ne kadar Ă‚ciz ve muhtac olduğumuzu derinden idrĂ‚k ediyoruz. CenĂ‚b-ı Hakk’ın nîmetlerine karşı ne kadar şukretmemiz gerektiğini daha iyi anlıyoruz. Zira Rabbimiz bu hususta kullarına cok ağır bir tehditte bulunuyor:
اِنَّا هَدَيْنَاهُ السَّب۪يلَ اِمَّا شَاكِرًا وَاِمَّا كَفُورًا
“Şuphesiz Biz ona (doğru) yolu gosterdik. İster şukredici olsun ister nankor!” (el-İnsĂ‚n, 3)


Yani ister şukrederek Cennet’i tercih et, boylece ebedî bir saĂ‚det ve huzurun icerisinde ol; istersen nankorluk ederek, derileri kavuracak, her Ă‚nı ayrı belĂ‚lı, sert ve dehşetli bir Cehennem’i tercih et! Karar senin!..
Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh-, bir kimseye rastlamıştı. Onun devamlı bir sûrette;
“–AllĂ‚h’ım, beni azlardan eyle!” diye duĂ‚ ettiğini gorunce;
“–Nicin boyle duĂ‚ ediyorsun?” diye merakla sordu. O ise bu suĂ‚le;
“–Allah TeĂ‚lĂ‚; “…Kullarımdan şukredenler pek azdır.” (Sebe, 13) buyuruyor. Ben de o mes’ûd azınlıktan olmayı talep ediyorum.” mukĂ‚belesinde bulundu.
Bu guzel duşunceye hayran kalan Hazret-i Omer ise bu defa;
“–Yazık bana, herkes Omer’den daha akıllı ve bilgili!” diye hayıflandı. (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, VII, 81)
Yine icerisinde bulunduğumuz bu gunler, sadaka ve infaklar vesîlesiyle, nazargĂ‚h-ı ilĂ‚hî olan gonulleri kazanma mevsimi. CenĂ‚b-ı Hak butun mahlûkĂ‚tına, “RahmĂ‚n” ve “Rahîm” esmĂ‚sının tecellîsiyle devamlı veriyor. Dolayısıyla bir kul da, “veren el” olacak. RiyĂ‚ ve ucuptan kacınarak verecek. Verirken gonlunde bir burûdet olmayacak, “Malım azaldı!” diye uzulmeyecek. Aksine; “Malım bereketlendi. Bu infĂ‚kım inşĂ‚allah beni Hakk’a yakınlaştırır.” diye sevinecek. Bu aşk ve şevk ile CenĂ‚b-ı Hakk’a verir gibi verecek. Zira Ă‚yet-i kerîmede; يَاْخُذُ الصَّدَقَاتِ “sadakaları Allah alır” (et-Tevbe, 104) buyruluyor. Verdiği kimseye de bir teşekkur edĂ‚sı icerisinde olacak. Şunu da hic unutmayacak ki, aslında insanın gercek malı, aldığı değil, verdiği yani infĂ‚k ettiği maldır.


Nitekim Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in hĂ‚neleri icin bir koyun kesilmiş ve Âişe VĂ‚lidemiz de kesilen koyundan civardaki ihtiyac sahiplerine dağıtmıştı.
Bir ara Efendimiz; “Ondan geriye ne kaldı?” diye suĂ‚l edince Âişe VĂ‚lidemiz;
“–Bize sadece bir kurek kemiği kaldı.” mukĂ‚belesinde bulundu. Bunun uzerine Rahmet Peygamberi Efendimiz;
“–Desene (yĂ‚ Âişe), bir kurek kemiği hĂ‚ric, dağıttıklarımızın hepsi bizim oldu!” buyurdular. (Tirmizî, KıyĂ‚me, 33)
Rabbimiz, rızĂ‚sına nĂ‚il olacağımız bir RamazĂ‚n-ı Şerîf gecirebilmeyi cumlemize lûtf u keremiyle ihsĂ‚n eylesin.
Âmîn!..


Dipnot:
[1]Bkz. el-Kehf, 45; el-Ankebût, 64; en-NĂ‚ziĂ‚t, 38-39.




Osman Nuri Topbaş / Şebnem Dergisi
Yıl: 2018 Ay: Mayıs Sayı: 159


__________________