T. Ziya ERGUNEL kaleme aldı, Semerkand Dergisi

“PÂdişÃ‚h-ı Âlem olmak bir kuru kavg imiş
Bir velîye bende olmak cumleden a’l imiş.”
(Yavuz Sultan Selim)

[(Anladım ki) cihan padişahı olmak (cabası) bir boş kavgadır. Hepsinden iyisi, bir Allah
dostuna bağlanmak imiş.]

Bir veliye bağlanmanın cihan padişahlığından daha iyi, daha doğru, daha yuceltici olduğunu soyleyen kişi bir cihan padişahı ise biraz durup duşunmek gerekiyor. Oyle ya, dunya haritasına bakıp “Ne kadar da kucukmuş!” diyen, sekiz yılı biraz aşan saltanat doneminde Osmanlı topraklarını neredeyse uc kat genişleten, devlet hazinesini ağzına kadar altınla dolduran cihan padişahı Yavuz Sultan Selim Han soyluyor bunu. Âleme sultan olmuş birinin er eteğini tutanlara gıptası, gozumuzu nereye yahut neye dikmemiz gerektiğini anlatması bakımından onemli.

Tarih kitapları bu cengÂver Osmanlı sultanının “Yavuz” tarafını fazlaca nazara verir de asıl huviyetini, yani “Selim” yanını ihmal eder. Bu sebeple olmalı, mesela yukardaki mısralar Yavuz Sultan Selim’e ait midir, değil midir; oteden beri sorgulanır.

Yavuz’un “Selimî” mahlasıyla tertip eylediği Divan’ının Farsca olduğu doğrudur. Bize tevaturen ulaşan Turkce birkac şiir yahut beyti bizzat Yavuz mu yazmıştır, yoksa ona atfen başkaları mı soylemiştir, bilinmez. Esasen cok onemli de değildir bu. Cunku Yavuz’un boyle duşunmeye, boyle soylemeye son derece musait bir Selim tarafı vardır. Sadeliği seven, debdebe ve ihtişamdan hoşlanmayan bir padişahtır o. Şehzadeliği zamanından beri her oğunde tek ceşit yemek yer, ağactan tabaklar kullanır. Mercidabık zaferinden sonra Şam’da adına okunan Cuma hutbesinde, kendisini “HÂkimu’l-Haremeyn” (Mekke ve Medine’nin hÂkimi) olarak vasfeden imamı, “Hayır, HÂkimu’l-Haremeyn değil, HÂdimu’l-Haremeyn (Mekke ve Medine’nin hizmetcisi)” diyerek duzeltir. Mısır seferinden donuşte, merasimle karşılanacağını bildiğinden gecenin bir yarısında gizlice girmiştir Topkapı Sarayına.

Yavuz, ikindi guneşine benzetilir. Omru kısa fakat golgesi uzundur. Genc denilebilecek bir yaşta olum doşeğinde iken musahibi Hasan Can’ın, “HunkÂrım, CenÂb-ı Hakk’a teveccuh eyleyip, O’nunla olacak zamandır” telkini uzerine sitemle, “Ya sen bizi bunca zamandır kimin ile bilirdin?” diyen bir mana sultanıdır aynı zamanda. Vefatına yakın gunlerde devlet erkÂnının Rodos’a sefer teklifini duyunca “Bizim şimden geru sefer-i ahiretten gayri seferimiz yoktur” (bizim bundan sonra ahiret yolculuğundan başka seferimiz yoktur.) diyebilecek kadar da keşf u keramet sahibidir. Son anlarında Yasin-i Şerif’i ikinci defa okurken “SelÂmun kavlen min rabb’ir-rahîm” ayetinde ruhu kabzedilerek imrenilecek bir husn-i hatimeyle gocup gitmiştir yalan dunyadan.

Cihan padişahlığını da hakkıyla ifa etmiş bulunan Yavuz’un bu vazifeyi “kuru kavga” olarak nitelemesi, bir Allah dostuna bağlanmaya nispetledir. Yoksa bu hayatta hepimizin şu veya bu seviyede dunyevî sorumlulukları vardır ve bunları en iyi şekilde yerine getirmek de vazifelerimiz arasındadır. Telkin edilen, dunyevî vazife ve sorumluluklardan yuz cevirmek değil; baki olana, fani olana kıyasla oncelik ve onem vermemiz gerektiğidir.

Herhalde insanın şu fani dunyada erişebileceği en yuksek mevki cihan padişahlığıdır. Padişah-ı Âlem olanın iradesinden daha ust bir irade yoktur dunya olceğinde. Kayıtsız şartsız bir hurriyet boyle bir makamda mumkun gibi gorunmektedir. Buna rağmen Yavuz Sultan Selim Han, irade, imkÂn ve hurriyete en ust seviyede malik olunan boyle bir mevkiin karşısına, ustelik bundan daha Âl bulduğu koleliği koymaktadır. “Birine veya bir şeye bağlanmak, raptolmak” manasına gelen “bende” kelimesi aynı zamanda “kole” demektir cunku. Bir veliye bağlanmak tarzında dahi olsa, bendelik yahut koleliğin bu dunyadaki her şeyden, her makamdan, hatta cihan sultanlığından da ustun gorulmesi izaha muhtac bir tercih.

Bilindiği uzere “dunya” kelimesi “denî” ile aynı kokten gelir. “Seviye olarak en altta bulunan, en aşağıda yer alan” manasınadır. Dolayısıyla dunyalık mevki ve makamlar ne kadar yuksek gorunurse gorunsun, sonucta bu “aşağı seviye”nin sınırları dahilindedir. Halbuki “velî” Allah dostudur. Velayet, Allah TealÂ’ya yakınlığı, bu yakınlık da dunyanın fevkinde bir yucelik yahut aşkınlığı ifade eder. Veliye bende olmak, elini alıp eteğini tutarak ona bağlanmaktır. Bir Allah dostuna bağlanan, bağlılığında samimi, rabıtasında ısrarlı ise mutlaka onunla beraber yucelir, dunyanın ustune cıkar. Bu sebepledir ki evliyaullahın, Allah dostlarının izinde yukseklere kanat acanların mevkii, dunyanın aşağı seviyesine ve yukselmeye mani ağırlığına mahkum butun makamlardan daha ÂlÂdır, daha yucedir.

Ote yandan, bir Allah dostuna bağlanmak, sağladığı fayda bakımından da Âleme padişah olmaktan daha ÂlÂdır. Dunyanın kendisi gibi mevki ve makamları da fanidir. İnsan kulluğunu, ahiretini, ebedi hayatını unutacak derecede butun mesaisini bu gelip gecici şeyler icin harcarsa, dunya hayatını bir kuru kavga, boşuna bir caba ile heba etmiş olur. Yaradılış gayemizi unutmadan dunya hayatını yaşamanın, kulluğumuzu ihmal etmeden dunyalık sorumluluk ve vazifelerimizi yerine getirmenin tek yolu ise istikamet uzere olmaktır. İstikamet, velilerin alamet-i farikasıdır. Allah dostlarının eteğine sıkıca sarılıp onlarla yol almak hem tarif uzere yurumekten daha ÂlÂdır, hem ayağımızın kaymasına, kuru kavga ile omur tuketmeye manidir.

Padişah-ı alem olmak yanında, Allahu alem, bir veliye de bende olmuş Yavuz Sultan Selim Han’ın tavsiyesine kulak vermek, Allah dostlarına bağlanmanın kadrini bilmek gerek. Cunku yol tutmanın bundan iyi yolu yoktur.
__________________