Mukaddes Değerlere Hurmet

Yirminci yuzyılda ulaşım vasıtalarının gelişmesine paralel olarak ortaya cıkan hız artışı, buyuk olcekli nufus hareketlerinin tetikleyicisi olmuş; boylece farklı milletlerin insanlarıyla tanışma ihtiyacı kendini daha derinden hissettirmiştir. Gunumuzde farklı kultur ve inanclara mensup insanların bir arada yaşaması, artık geri donuşu olmayan sosyal bir realitedir.
İnsanlık tarihi boyunca olduğu gibi, gunumuzde de en cok konuşulan konulardan biri, din; diğeri de milliyetciliktir. Felsefî ve dinî konuların global olcekte konuşulduğu bir dunyada yaşıyoruz. Dinî inanc ve hayata ait hassasiyetin derecesini, dinî değerlere yapılan saygısızlık ve hakaretler karşısında meydana gelen infiallerde gormekteyiz. Doğrusu, bu infialler, aysbergin gorunen yuzune benzetilebilir. Zîr bu infiallerin doğurduğu menfî neticelere hep birlikte şÃ‚hit olmaktayız. Ayrıca boyle bir hÂdisenin, provokasyon turu faaliyetler gibi ateş-barut misÂli olduğunu duşunduğumuzde, o dinin butun muntesipleri uzerinde de menfî tesirler yapacağını soylemek guc değildir. Bu sebeple, din gorevlilerinin, siyasetcilerin, yazarların ve medyanın, diğer dinlerin dinî değerlerine saygısızlık îm eden, onları aşağılayan, alay ve eğlence konusu yapan, hakaretvÂri karikatur, yazı, konuşma, beyanat ve uygulamalardan kacınması elzemdir. Esasen bu davranış, en azından insan hakları ve dunya barışı adına butun insanlardan beklenir. Bizim medeniyetimizde mukaddesata saygı esas olup, canımızdan bile aziz tuttuğumuz değerlerimize yapılan saldırılar karşısında tepkimiz olculudur.

Uslûbumuz
Peygamber Efendimiz (sas) doneminden gunumuze kadar İslÂm dunyasında, Muslumanlarla gayrimuslimler ic ice yaşamıştır. Bu durumun tabii bir neticesi olarak, mustakil bir İslÂm hukuku doğmuştur. Gayrimuslimlerle milletler arası ve millî munasebetleri inceleyen İslÂm hukuku kitaplarının telifi hicri ikinci asrın başlarına kadar gitmektedir. Bu konularda başlangıctan itibaren birtakım ‘sabitelerimizin’ var olduğunu iftiharla soyleyebiliriz.
İnancımızda ibadetlere dÂir ihlÂs ve samimiyet, kul ile Allah arasındadır ve neticesi Âhirete havale edilir. Ancak ahlÂk ve hukuk felsefemizde; insanlar arası munasebetler, kul hakkı, cemiyetin sağlığı ve huzuruna ait uygulamalar acısından ‘oteki’ kavramı yoktur. Bu alanda butun ihtiyaclarının dikkate alındığı, muhtemel problemlerin kaynaklarının onceden tespit edilip cozume kavuşturulduğu bir ‘insan anlayışı’ vardır. Siyaset felsefemiz de, yukarıda zikredilen insan anlayışı uzerine inşa edilip uygulanmıştır. Bundan dolayı Muslumanların mukaddesatına hakaret edilse, dinî hakları kısıtlansa veya yasaklansa bile, misilleme yapılmaz ve bu davranış Musluman ulkeler icin hicbir zaman emsal teşkil etmez. Siyaset felsefemize gore, inanclar değil, sadece fert ve cemiyetin sağlığını ve huzurunu bozucu suclar ve duşmanca faaliyetler cezalandırılır. Bu anlayışta ‘kotu’ olan insan değil, insanın tutum ve davranışlarıdır.
İslÂm inancında, Hz. Mûsa (as) ve Hz. İsa’nın (as) peygamber; Tevrat ve İncil’in semÂvî kitaplar olduğuna iman etmeyen kimse, Musluman olamaz. Değil kabul etmemek, bunların orijinal hÂllerine karşı saygısız bir uslûp bile, Musluman’ı kufre goturur. Hatt kulturumuzde, peygamberlerin isimlerini hazret ve aleyhisselÂm gibi ifadeler kullanmadan zikretmek saygısızlık olarak değerlendirilir.
Mukaddes kitabımız Kur’Ân-ı Kerîm’de butun peygamberler bir zincirin halkaları gibi kabul edilir ve hayatlarından sıklıkla bahsedilir. En cok tekrarlananı ise, Hz. Mûsa (as) kıssasıdır. Hz. Mûsa’nın (as) hayatı ceşitli boyutlarıyla teferruatlı anlatılır. Ayrıca Kur’Ân-ı Kerîm’de ismi gecen tek kadın Hz. Meryem’dir ve kadın olarak en cok ondan bahsedilir; hatt Meryem adında mustakil bir sûre bulunur. O, butun kadınlara ustun kılınmıştır. Mu’min kadınlara ornek olarak gosterilen iki kadından birisi Firavun’un karısı Asiye, diğeri ise Hz. Meryem’dir (Tahrim, 66/12). Hz. İsa (as) da hemen her yerde Meryem oğlu İsa olarak anılır. Kur’Ân’da ‘Abdullah’ kelimesi bir yerde Peygamberimiz Hz. Muhammed (sas) (Cin, 72/19); bir yerde de Hz. İsa (as) icin kullanılır (Meryem, 19/30). Gul, Hristiyanlıkta Hz. Meryem’in; İslÂm’da ise, Hz. Muhammed’in (sas) semboludur.
Peygamberimizin (sas) dilinde butun peygamberler hep hurmetle anılır. Bunun sadece bir misÂlini şu hÂdisede gormek mumkundur. Safiyye Validemiz, Yahudi asıllı olması sebebiyle diğer eşlerinin kendisine dokunan îmÂlı ifadelerde bulunduğunu Peygamberimiz’e (sas) soylediğinde, O’nun (sas) cevabı: “Siz benden nasıl daha hayırlı oluyorsunuz?! Kocam Muhammed (sas), babam Harun (as), amcam da Mûsa (as) demedin mi?” (İbn Hacer, İsabe, IV, 347) şeklinde olmuştur. Bu saygının bir yansıması olarak, Mûsa, İsa, Meryem, İslÂm toplumlarında Muslumanlar tarafından sıklıkla kullanılan isimler olagelmiştir.
İslÂm hukukunda gayrimuslimlerin hem dinî değerlerine hem de dinî hukumlerine saygı duyulur. Gayrimuslimlerin dinleriyle ilgili butun işlerinde dinî inanclarıyla baş başa bırakılmaları temel bir prensiptir. Bu prensip, hem ferdî munasebetlerde, hem de devlet yonetiminde gecerlidir. İstisnaî uygulamalar ve ferdî hatalar hicbir zaman bu hukmu değiştirmeye yeterli değildir.

Tavır ve duruşumuzda olcu
Muslumanlar ozellikle ehl-i kitabın mukaddesatına bu kadar saygılı olmalarına rağmen, 2006 yılı başlarında yayımlanan karikatur vak’asında olduğu gibi dinî değerlere yapılan saygısızlığın farklı ulkelerde tekrar tekrar yayımlanması tesaduflerle izah edilemez. Elbette boyle bir vak’anın psikolojik-sosyolojik sebepleri ve bununla nelerin hedeflendiği ayrı bir konudur. Ama şu gercek ki, bu tur hÂdiseleri cıkaranlar fanatiklerdir. Fanatikler ise her zaman zararlı olmuşlardır. Bunların oyununa gelinirse, hÂdiseler devletler arası, milletler arası ve dinler arası catışmalara donuşebilir; surgun ve soykırımlara kadar ulaşabilir.
Doğrusu, İslÂm dininin alay ve eğlence konusu yapılması yeni değildir (Maide, 5/57). Peygamberler hakkında, şair, sihirbaz, kÂhin, şohret ve itibar meraklısı, -hÂşÃ‚- deli denilmesi de yeni değildir. Dun olduğu gibi bugun de bu tur ithamlar, itham edeni buyutmediği gibi, peygamberleri de, Peygamberimiz’i (sas) de, kucultmez. Cunku O’nun (sas) şanını Allah (cc) yuceltmiştir (İnşirah, 94/4). Muslumanların vazifesi ise, O’nu (sas) daha iyi anlamaya ve evrensel mesajını herkese ulaştırmaya calışmak olmalıdır.
Dahası, muşrikler “Rahman evlÂt edindi.” iftirasında bile bulunmuşlardır. Bu iftira, Kur’Ân’ın ifadesiyle neredeyse gokleri catlatacak, yeri yaracak ve dağları parcalayacak (Meryem, 19/90-91) kadar buyuk olmasına rağmen, yine de Allah TeÂl onları hemen helÂk etmemiş, diğer kullarına gonderdiği erzaktan mahrum bırakmamış ve doğruyu bulmaları icin onlara muhlet vermiştir.
İslÂm toplumunda insana saygıyı farklı acılardan yerleştirmeye yonelik anlatılan bircok menkıbeden birisinde ifade edildiği uzere; Hazret-i İbrahim (as) yanına gelenlere inanıp inanmadıklarını sorup, inananlara ziyafet sofraları hazırlayınca ve inanmayanları da ikramsız geri yollayınca, CenÂb-ı Hak, Hazret-i Halil’e hitaben, “Ey İbrahim, onlar senelerden beri Beni inkÂr ediyor ve ZÂt’ıma yakışmayan değişik isnatlarda bulunuyorlar. Fakat Ben her şeye rağmen onların rızklarını kesmedim!” diyerek bu hakikati hatırlatmıştır.
Hukuk felsefesinde hakaret, duşunce olarak kabul edilmez. Hic kimse, başkasının kişilik haklarını ihlÂl edemez. Dolayısıyla hicbir insana hakaret edilemez. Hele hele Peygamberlere hic mi hic hakaret edilemez. Herhangi bir peygambere hakaret, ona tÂbi olan milyonlarca, milyarlarca mu’mini rencide etmek, haklarını ciğnemek ve yok saymak mÂnÂsına gelir. Zaten dunden bugune hakaretler duşunce sefaletinin ve fikri acizliğin ifadesi olagelmiştir.
Hakaret; duşunce, ifade ve basın hurriyeti gibi kavramlarla perdelenemez. Bazı ulkelerde mukaddesata hakaretin suc olarak kanunlarda yer almayışı, fiilî bir durum olmakla birlikte hakikatte olması gereken bu değildir. Bilindiği gibi hakaret, coğu hukuk sistemlerinde cezai mueyyideyi gerektirmektedir. AİHM’nin bu paralelde hukumleri vardır. Cunku hicbir hurriyet sınırsız değildir. Onemli olan, vicdan ve sağduyu ile cizilebilen eleştiri ve hakaret arasındaki ince cizgiye riayet etmektir.
Mukaddesatı, Mumtaz Turhan’ın ifadesiyle kulturun sert tabakası olarak kabul edebiliriz. Tabii olarak mukaddesata hakaret karşısında hicbir Muslumanın susması ve hakaretleri cevapsız bırakması beklenemez. Demokratik tavır sergileme elbette her Muslumanın hakkıdır. Bu tavrın şiddet boyutuna ulaşması ise, Muslumanların haklı davalarında haksız duruma duşmelerine sebep olabilmektedir.
Muhtemelen kasıtlı bir provokasyon karşısında, devlet adamlarından halk kitlelerine kadar butun Muslumanların sağduyulu davranması gerekir. Hicbir Musluman kendi kin ve nefretini sondurmek icin mantık ve muhakeme dışı bir davranışta bulunamaz. Dahası, basiretsiz bir hareketle, yabancı ulkelerde yaşayan yaklaşık 30 milyon Muslumanın hayatını riske atamaz.
Muslumanların demokratik tavırları ve ticarî boykotları normal kabul edilebilir. Fakat inancı ne olursa olsun, can ve mal masuniyeti ihlÂl edici bir hareket asla kabul edilemez. Cunku İslÂm hukukunda hem suc ve ceza ferdidir, hem de devletin yetkili organı olan mahkemelerin dışında hicbir kişi ve kurumun cezalandırma yetkisi yoktur. Ne bu dunyada, ne de Âhirette hic kimse başkasının gunahını yuklenmez (bkz. En’am, 6/164, İsra, 17/15, Fatır, 35/18, Zumer, 39/7, Necm, 53/38). Babanın sucundan dolayı cocuk, cocuğun sucundan dolayı baba cezalandırılamaz. Zaten din adamlarının, sivil halkın, cocukların, kadınların sıcak savaş anında bile oldurulemeyeceği Peygamberimiz’in (sas) emridir. Bunlar, değişmez hukukî prensiplerimizdir.
Hicbir zaman şiddeti şiddetle bastırmak kalıcı bir cozum değildir. Onemli olan bataklığı kurutmaktır. Bataklığın kurutulmasında ise, hoşgoru ve diyalog hayatî onem arz etmektedir. Elbette yuzyılların birikimini kısa bir zaman diliminde cozuvermeyi beklememek gerekir. Ama eğer evrensel barış hedefleniyorsa, diyalogdan başka alternatifimizin olmadığı bilinmelidir. Cunku dunya dinleri arasında barış olmaksızın bu dunyanın insanları arasında da kalıcı barış olmayacaktır. Unutmayalım ki, hepimiz aynı geminin yolcularıyız. Cocuklarımıza daha huzurlu bir dunya hazırlama hepimizin ortak sorumluluğudur.
Mukaddesata saygı konusunda yakın ve uzun vadeli gerekli onlemler alınmadığı takdirde dunyanın beklenmedik handikaplara mÂrûz kalacağı tahmin edilebilir. Bu handikapları sıfırlamak mumkun olmasa bile, azaltabilmenin onemli bir yolu, hem fertler arasında, hem de devlet yonetiminde inanca saygılı olmaktır. Esasen inanca saygı duşunceye saygının, duşunceye saygı da insana saygının gereğidir. Bugun, gecmişte Yunus Emre ve MevlÂna orneklerinde, gunumuzde Bediuzzaman’ın: “Bizler muhabbet fedaileriyiz.” ifadesinde ve şahsî hayatında zirveleştiği şekliyle, insana sevgiyi one cıkaran anlayışa her zamankinden daha fazla muhtacız.
Netice/b>
İslÂm’ın temel esaslarına uymayan ceşitli inanclar ve olumsuz davranışlar Kur’Ân’da eleştirilmekle birlikte, hicbir zaman hakarete tenezzul edilmez. İlÂhlık atfedilen putlara bile hakaret edilmemesi, bizzat Kur’Ân-ı Kerîm’de emredilir (6/108). Pratik hayattaki onemi sebebiyle bu Âyet, İslÂm hukuk metodolojisinde referans gosterilir ve benzeri hÂdiseler icin emsÂl oluşturur.
Bizim medeniyetimizde misilleme olarak bile mukaddesata hakaret edilemez. Halktan yoneticisine kadar butun Muslumanlar, genelde diğer inancların, bilhassa ehl-i kitabın dinî değerlerine ve hukumlerine her zaman saygılı olmuşlardır. Bu yuzden, butun inanc mensuplarından, bilhassa Yahudi ve Hristiyanlardan, dinî değerlerimize ve dinî hukumlerimize saygı beklemek en mÂsûm ve en tabii hakkımızdır.
Doğrusu, 2. Vatikan Konsulu kararlarında (1965) bizzÂt Kur’Ân’da Hz. Meryem’e ve Hz. İsa’ya (as) verilen değer takdirle zikredilir, Muslumanların inanc esaslarına, ibadetlerine ve dinî değerlerine saygılı bir uslûp kullanılır. Konsul, ayrıca Muslumanlarla Hristiyanlar arasında vuku bulan gecmişteki anlaşmazlıkları ve kavgaları unutmaya davet eder. Butun insanlığın faydası icin herkesi barışa, hurriyete, sosyal adalete ve ahlakî değerleri muhafazaya cağırır. Elbette, bu uslûp, kilisenin resmî goruşunu yansıtır. Teorik temelin onemi kucumsenmemekle birlikte, bu uslûbun evrensel ahlÂkî bir değer olarak ferdî ve ictimaî hayata yansıması daha fazla onem arz etmektedir.
Mukaddes değerlere yapılan saldırı ve hakaretler karşısında, inancsızlara karşı, inananların (Musluman, Hristiyan, Yahudi) ortak hareket etmesi gerekir. Hz. İsa’ya (as) veya Hz. Meryem’e yapılacak bir hakarete Muslumanlar sessiz kalamaz. Cunku inancımıza gore, Hz. İbrahim (as) de, Hz. Mûsa (as) da, Hz. İsa (as) da, Hz. Muhammed (sas) de aynı kaynaktan beslenmiş peygamberlerdir.

__________________