Henuz daha radyo, televizyon nedir bilinmediği devirlerde rahmetli Erzurumlu mutasavvıf Muhammed Lutfi Hazretlerinden işittikleri şu bilgileri buyuklerimiz naklederlerdi bize cocukken:
“Ahir zaman yaklaştığında her evden dışarıya bir pencere acılırmış; o zamanda bir takim calgıcı kızlar turer ve ulu orta oynarlarmış; tum ev halkı da gozunu o pencereye dikerek gecirirmiş gunlerini, gecelerini... Sonra Deccal diye yalancı bir Mesih cıkarmış ortaya; imanı sağlam olmayan herkesi kandırırmış! Her turlu dunya nimeti onun yanında olurmuş. Bu arada, muminlerin onderi “Mehdi” lÂkaplı zat da insanları Deccal’ın şerrinden korumak icin bir grup inananla caba sarfedermiş”...
40 yıla yakin zaman gecti aradan. O gun, acaba nasıl diye merak ettiğimiz o 'pencere' simdi her evin başkoşesinde ve hemen herkesin gozu onda!.. Kim bilir hangi mecazlarla gecmişin koşullarında hangi gunumuz gerceklerine işaret edilmiş boyle... Nice işaretler var bu tur! Birazını dahi cozebilenler biliyorlar ki, yakın gecmişle karsılaştırınca artik bahsedilen o gunlere geldik veya 'daha'sına cok yaklaştık şimdilerde...
Elektrik bir aractır orneğin, ustura da! Faydalı amaclar icin de kullanabilirsiniz, kolaylık sağlarlar; zararlı amaclar icin de... Televizyon da oyle; konumuz ise onun Deccaliyetin amacına hizmet doğrultusunda kullanılması...
Hemen hepimiz duymuş, okumuşuzdur: "Kucuk alametleri tamamlandığında kıyametin, sıra buyuk alametlere gelir"...
Dunyayı, kendi dunyalarından ibaret zanneden bireyler ve onların oluşturduğu topluluklar, olup bitenleri kendi koyleri olceğinde ele alma şartlanmaları yuzunden, buyuk capta bunların dunya yaşamını nereye goturduğunu goremiyorlar...
Televizyon yayınlarının, eğlendirici, dinlendirici, eğitimi destekleyici, duşundurucu, bilgilendirici, yaşadığımız dunyada olup bitenlerin farkında olmamızı sağlayıcı işlevleri de bulunuyor elbette. Bu yayınlar bir yana. Ancak bunlarla birlikte, bircok yerde sıkca rastlarız, bazı yayınların toplum uzerindeki olumsuz etkileri uzerine yazılan veya konuşulanlara... Bireylerin sosyal, duygusal, psikolojik, kulturel, millî, manevi gelişimleri uzerinde olumsuz etkilerine; davranışlarda, ilişkilerde, alışkanlıklarda olumsuz etkilerine... Bunların otesinde, dil ve iletişim becerileri uzerinde olumsuz etkilerine... "Bunlar toplumu yozlaştırıyor, ruh sağlığını bozuyor, insanların birbirine yabancılaşmasını tırmandırıyor, insanları değersizleştiriyor, metalaştırıyor, nesne duzeyine indirgiyor", denir sıkca...
Peki ama bunların gerisinde ne var, cıkış noktasındaki ana sebep ne?..
Kur'an-ı Kerim'de, "insanlık bilincinin" acığa cıkısından once dunya yuzunde yaşayan "insansıların" ozellikleri olarak "kan dokuculuk ve fesat cıkarıcılık" vurgulanır! Bu iki vurgunun geniş iceriğini duşunursek eğer goruruz ki, Deccaliyet de bireyleri yoğun olarak bu neanderthal vasıflara yoneltmektedir! Kan dokuculuk ve fesat cıkarıcılık! (İnsansılar ve insan konularında geniş bilgi icin sitemizden Bilincin Arınışı kitabını okuyabilirsiniz.) Bu bilgi ışığında baktığınızda, "insanları" huzursuz eden şeyin aslında, genelde bu neanderthal (insanSI) yaşamın orneklenmesinin olduğunu gorebilirsiniz.
İzlenenlerde sergilenenler hangi oğeleri iceriyor? On plÂnda sunulan karakterlerde coğunlukla hangi vasıfları goruyorsunuz?..
Genellikle kibir, gurur, kendini beğenmişlik, bencillik, cıkarcılık gibi ozellikler bunların başında geliyor!
Bu karakterler guclerini neden alıyorlar?.. Birbirlerine karşı besledikleri kin, nefret, hırs, intikam, ustunluk taslama gibi duygulardan...
Bu duygularıyla harekete gecince ne tur guc gosterilerine girişiyorlar?.. Kavga, savaş, hırcınlık, saldırganlık, ofke, inatcılık, hiddet, şiddet, kabalık, zorbalık, yenilgiye uğratma, incitme, kırma, canını acıtma, hukmetme, oc alma, katletme, zarar verme turunden davranışlarla...
Kahramanların ozellikleri bunlar! Bu arada, onların karşısında gucsuz durumda kalanlar, tehditlere karşı koyabilmek icin hangi yollara başvuruyor, neyle karşılık vermeye calışıyorlar?.. Yalan, dedikodu, iftira, riya, taklitcilik, aldatma, hırsızlık, calma, cırpma, vs. ile... Karşı taraftaki kahramanların karakteristik ozellikleri de bu ve benzeri turden...
Bunların sonucunda yaşananlar neler? Uzuntu, sıkıntı, ağlama, dovunme, sızlanma, dargınlık, bunalım, sarsıntı, depresyon, duygusal travmalar... Ve dahi, doyumsuzluk, gorgusuzluk, edepsizlik...
Sonuc; bunlara kapılan yığınlar, bunları hayatın cok normal ve kabul edilebilir bir parcası olarak algılamaya başlıyor. Cizilen imaj, dış dunyanın ilkel, korkunc, vahşi bir yer olarak algılamasına neden olabiliyor... Boyle bir duzen imajı karşısında her turlu negatif hislerle dolu kişiler ve beraberinde, davranışlarına yon vermeye başlayan korku, haset, kıskanclık, dedikodu, yalan, cıkarcılık, yargılama, kamplaşma, kutuplaşma, isyan, duşmanlık, vs., vs...
Taklitcilikle yaşayan bircok insan, ekranda ve gercek yaşamda olup bitenler arasındaki farkı ayırtedebilecek durumda olmayınca, izlenen negatif icerikli sahneleri kendilerince oynamaya ve uygulamaya başlıyor. Taklit ettiği bu davranışlar, bir sure sonra kendi davranışları haline geliyor... Ve sonrasında her tur fesat, saptırma, aldatma, incitme, kırma, kan dokme toplumlarda eksik olmuyor...
İşte size "nasıl neanderthal olunur" eğitimi... "Salih" insan olma yolunda binlerce yıl suren ıslah oluştan, ani bir donuşle geriye ve hatta insanlık oncesi cehalet devrine gidiş!..
Oysa insanı mutluluğa ve huzura goturen onca ozenilecek insanlık vasfı varken: Karşısındakine saygı duymak, sevgi duymak, değer vermek, oncelik vermek, yardımcı olmak, destek olmak; başkalarını da gozetmek, yanıbaşındakini, komşusunu, toplumu, cevreyi gozetmek; hatasını farketmek, bağışlanma dilemek, soz dinlemek, başkalarını anlamaya calışmak, kendi hatalarını duzeltmeye calışmak, hayırlı dilekte bulunmak, kendini karşısındakinin yerine koyabilmek, paylaşmak, verici olmak, hoşgormek, kusurları ortmek, karşısındakini kırmamak, incitmemek, rıza gostermek; kibar, zarif, ozenli olmak; comert, icten, işbirlikci, uzlaşıcı, barışcı, sabırlı, sakin olmak...
Ne yazık ki bunlara ozendiren kahramanları da Deccal'in dunyasında bulmanız mumkun değil! Cunku onların yeri orası değil!
Hepsi bir yana, henuz daha en basit insanca davranışlar olan, "teşekkur etmek", "lutfen" demek, "rica etmek", "ozur dilemek" erdemlerinden uzaksa toplumlara sunulan modeller, daha otesinde ne bekleyebilirsiniz ki?..
Dunyadaki tum lisanlarda koşulsuz bicimde yaşanan ve "şukran" hissini ifade eden, ve bu sebeple de sadece "geniş zaman" kipiyle kullanılan "teşekkur ederim" sozu, teşekkur "ediyorum" ya da teşekkur "ettim" şeklinde gecmiş zamanda kalması koşuluyla bir borc odeme veya vazifeyi baştan savma duzeyine indirgenirse eğer... Şukranını ifade etmede dahi boyle bir yuzeyselliğe şartlanan toplumlar, insani değerleri daha ne kadar ileri goturebilirler?
"Lutfen", "rica", "ozur", "teşekkur" gibi hissedişler birer zarafet ifadesidir! Bunları karşımızdakine sunarken, gecmişte kalan bir eylemi değil, o an yaşadığımız hissiyatı ifade ederler! "Ediyorum", "diliyorum", "ettim", "diledim" gibi cekimlerle gecmişte bırakılıp, terkedilmezler! 'Yaptım kurtuldum' veya 'gecmişte kalsın' der gibi dillendirilmezler! "Ozur dilerim", "teşekkur ederim", "rica ederim"dir orijinal ve anlamlı halleri. Ama bunları hissedebilmek ve dile getirebilmek icin de, sırtına kalas bağlı gibi eğilemeyen benlik gururu değil, rukûa, secdeye gidebilen olgun, geniş bir gonul gerektir... İnsanlık değerlerini yaşayabilmenin basit eşiğidir boyle incelikler.
Ne kadar ozlu ifadeyle ortaya konmuş Kuran-ı Kerim’de bu onemli gercek: Fesat cıkarma ve kan dokuculukle yaşayan "insansılar" karşısında, Adem ve eşinin "insan" olarak ortaya koydukları vasıflar: "Hatasını farketme, kabul etme ve itiraf etme", "ozur − bağışlanma dileme", "hatasını gidermeye calışma", "hayırlı dilekte bulunma" turunden davranışlarla... "Ya Rabbi, icine duştuğumuz bu zulmu, karanlığı biziz kendine reva goren. Kendi yaptığımızın neticesi olarak bunu yaşamaktayız... Ozur dileriz, lutfen bizi bağışla! Cunku eğer bizi bağışlamazsan, bu hatamızdan dolayı affetmezsen, biliyoruz nasıl perdeli bir halde kalacağımızı! O hale donmek istemiyoruz! Biliyoruz affedilmezsek kimlerin durumuna duşeceğimizi ve nasıl ziyan edenlerden olacağımızı."
Ne fayda gelin gorun ki, Muslumanların dahi buyuk coğunluğuna gore Kur'an'da verilen bu acıklamalar, sadece gecmişte yaşanmış tarihsel hikayeler, ya da mitler...
Bunları ne icin konu ettik?.. Şunun icin:
Beyninizden gecen herşey ruhunuzda kayda geciyor; bunu hatırlayasınız diye...
Mazeretin gecerli olmadığı o sonsuz yaşamınızı, şu anda ve her anda her algıladığınızla imar ettiğinizi hatırlayasınız diye...
Biliyoruz ki herkes, gideceği yerde bulacağını buradan elleriyle goturecektir.
Buyuk coğunluk, TV'de izlediklerinin kendi beyinlerini nasıl etkilediğini bilmiyor; hic farkında olmadan nasıl olumsuz etkilendiklerinin, hayata bakışlarının nasıl yonlendirildiğinin farkına bile varamıyorlar. Oysa beyin, her algılananı (hayal dahi olsa) ayrım yapmadan daima veritabanına kaydetmekte ve daha sonra da kacınılmaz bicimde her an o veritabanının getirisini ortaya koymaktadır! Seyredilen ilkellik ve cekişmeler yetmiyormuş gibi, bir yandan da yoğun olarak yapılan yorumlarla kişi, kendi kendini o cıkmazın icine iyice gommektedir.
"Bilgi bankanıza yukledikleriniz" neanderthal ve ayrılığı yaşatan bakış acısının karşılığı olsun istiyorsanız, onlara yer acın! Yoksa onlardan uzak durun! İnsanî değerlerden başkasına yer vermeyin!..
Ahmed Baki
Yazının Orjinalini BURADAN okuyabilirsiniz.
__________________
Kendimize Bir Bakalım, İnsan mıyız? İnsanSI mı?
Dini Bilgiler0 Mesaj
●29 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Kendimize Bir Bakalım, İnsan mıyız? İnsanSI mı?