Tarikatın imamı, samedĂ‚nî gavs, rabbĂ‚nî Ă‚lim, sıddîkıyet sırlarının madeni, hak ve hakikatin bahası, ŞĂ‚h-ı Nakşbend Muhammed el-Uveysî el-BuhĂ‚rî kuddise sirruh hazretlerinin bazı menkıbeleri hakkındadır.
ReşehĂ‚t'da naklolunduğuna gore hicrî 718 yılının muharrem ayında dunyaya geldiler. HĂ‚ce Ali RĂ‚mitenî hazretlerinin zamanıydı. Doğuşu ve vefatı Kasr-ı Ârifan'da vuku buldu. Kasr-ı Ârifan, BuhĂ‚rĂ‚'ya bir fersah mesafede bir koydur.
Velayetinin nişanları ve keramet nurları cocukluk cağlarından itibaren sîmasında belirdi.
BahĂ‚eddin, HĂ‚ce Muhammed Baba SemmĂ‚sî hazretlerinin elinde yetişti. Emir KulĂ‚l hazretlerinden da aynı şekilde terbiye gordu.
HĂ‚ce Mahmud Fağnevî hazretlerinin zamanından, Seyyid Emir KulĂ‚l hazretlerinin zamanına kadar bu tarikat mensubları cehrî zikir icin toplanırlardı. HĂ‚ce BahĂ‚eddin Nakşbend hazretleri gelince cehrî zikri terkedip hafî zikri ihtiyar etti. Cunku HĂ‚ce AbdulhĂ‚lık GucduvĂ‚nî hazretlerinin rûhĂ‚niyeti tarafından ona, azimetlerle amel etmesi, ruhsatlardan gucu yettiği kadar sakınması, cehrî zikirden de sakınması emredilmişti.
Hatta Emir KulĂ‚l hazretlerinin etrafında cehrî zikir icin halka cevrildiği zaman BahĂ‚eddin dışarı cıkar ve iştirak etmez, bu hareket onlara ağır gelir ve ofkelerine aldırmaz, havatırlarını duzeltmek icin de teveccuh etmezdi. BahĂ‚eddin, Emir KulĂ‚l hazretlerinin hizmetinden geri kalmaz, ona karşı olan Ă‚dabında zerre kadar kusur etmez, onun butun emirlerine karşı mustesna bir teslimiyet gosterirdi. Emir KulĂ‚l hazretleri de ona her zaman iltifat eder, bu iltifatı gun gectikce artardı. Hatta bazan ihvanı huzuruna gelip BahĂ‚eddin'in bazan gordukleri hareketlerini anlattıklarında onları kaale almazdı. Cunku onu kıskanıyorlardı. Emir KulĂ‚l hazretleri onlara cevabını tehir edip buyuk kucuk butun ihvanı mescidde topladıkları vakit onlara dedi ki:
- HĂ‚ce BahĂ‚eddin hakkında bazı yanlış zanlara kapılmışsınız. Allah TeĂ‚lĂ‚ onu kabul etmiştir. Fakat siz onu tanıyamadınız. Benim nazar kılıp iltifat edişim, Cenab-ı Hakk'ın onu kabul buyurmasındandır.
Bu sozunu bitirdikten sonra HĂ‚ce BahĂ‚eddin'i istedi. BahĂ‚eddin o zaman imarete sut taşıyordu. BahĂ‚eddin gelince ona iltifat edip:
- Oğulcuğum, HĂ‚ce Muhammed Baba SemmĂ‚sî'nin senin hakkındaki vasiyetini yerine getirdim. (Goğsune işaret ederek): Goğsum senin terbiyen icin kurudu. Artık sana verebileceğim bir şey kalmadı. Senin istidadın fevkalade yuksektir. Var git bundan sonra kendine şeyh ara, istidadına gore onlardan istifĂ‚de et!" dedi.
HĂ‚ce BahĂ‚eddin bundan sonra yedi sene MevlĂ‚nĂ‚ Arif hazretlerine, sonra Şeyh Halil hazretlerine hizmet eyledi.
İki defa hacca gittiler. İkinci yolculuklarında HĂ‚ce Muhammed PĂ‚risa beraberinde idiler. Hosarasan'a vardığı zaman, HĂ‚ce Muhammed PĂ‚risa ve beraberindekileri PĂ‚vend yoluyla Nişabur'a gonderdi. Kendisi, MevlĂ‚nĂ‚ Zey-nuddin TaybĂ‚dî hazretlerini ziyaret icin Taybad'a gidip uc gun onunla kaldı. Hac donuşuyle ihvanıyla Nişabur'da toplanıp sonra Merv'e gitti. Bir muddet orada kaldı. Emir KulĂ‚l hazretleri son hastalıklarında butun ihvanına vasiyet etti. Emir KulĂ‚l hazretlerine:
- HĂ‚ce BahĂ‚eddin Nakşbend cehrî zikir yapmıyor, ona nasıl tĂ‚bi olabiliriz? dediklerinde Emir KulĂ‚l:
- Allah ona ne vermişse hepsi hikmettir. Ona muhalefet etmeyin! buyurdu.
Şeyh Ahmed bin Allan MakĂ‚mĂ‚t'ında der ki: Hazret-i HĂ‚ce Alaeddin Attar kuddise sirruh, HĂ‚ce BahĂ‚eddin Nakşbend hazretlerinin kudsi sozlerinden nakletmiştir: "Cocukluk gunlerimde Cenab-ı Hak bana buyuk şeyh HĂ‚ce Baba SemmĂ‚sî hazretleriyle şereflenmeyi muyesser kıldı ve beni evladlığa kabul ettiler.
HĂ‚ce BahĂ‚eddin Nakşbend hazretlerinin muhterem dedeleri anlatıyor: "Oğlum BahĂ‚eddin'in doğumundan uc gun sonra HĂ‚ce Baba SemmĂ‚sî, ihvanından bir topluluk ile Kasr-ı Hinduvan'a geldiler. Kendisine intisab etmek istiyordum. Ona tam bir muhabbetim vardır. Aynı şekilde onu etrafımızdaki pek cok insan da seviyordu. Gonlume oyle geldi ki, "ona şu oğlumu gostereyim, onun hakkında bir de adak adayayım." KemĂ‚l-i tazarru ile ona gittiğimde buyurdular ki:
- Bu benim oğlumdur. Onu evladlığa kabul ettim.
Bundan sonra yuzunu ihvanına cevirerek -ki bu meclisde Seyyid Emir KulĂ‚l hazretleri de bulunuyordu- ona hitaben:
- Buralara uğradığımda bu guzel kokunun ne kadar arttığını size kac defa soylemiştim. İşte o guzel koku bu mubarek cocuktan geliyordu. Ben bu cocuğun muktedĂ‚-yı alem, yani cumle alemin tĂ‚bi olacağı bir zĂ‚t olacağını umid ediyorum.
HĂ‚ce Alaeddin Attar hazretleri anlatır:
"Ben onsekiz yaşlarındaydım. Dedem de benim bir an once evlenmem icin gayret ediyordu. Beni, SemmĂ‚s'a, HĂ‚ce Baba SemmĂ‚sî hazretlerine rica etmem icin gonderdi. Ben o mubarek beldeye varıp mubarek simasıyla şereflendiğim gun akşam vakti kendileriyle sohbet ettim. Sohbetinin bereketi hasıl oldu. İcimde tam tazarru ve meskenet duydum. Gecenin sonunda kalkıp abdest aldım. İcinde cemaat bulunan bu mescide girdim, iki rekat namaz kılıp başımı secdeye koydum. Bircok dua ve tazarru ederken bu esnada dilime geldi ve: "Ya Rabbi, bana, belalara tahammul kudreti, muhabbet mihnetine dayanma kuvveti ver" dedim.
Sabah olunca HĂ‚ce Muhammed Baba SemmĂ‚sî hazretleri bana teveccuh edip, firasetiyle, benden sĂ‚dır olanları bana haber verdi. Dedi ki:
"Evladım, dua ederken, Ey Rabbim, bu zayıf kuluna, razı olacağın şeyi ver" de. Cunku Hak TeĂ‚lĂ‚'nın rızası, kulunun belaya uğramasında değildir. Eğer O, sevdiğine bir bela gonderirse, ondaki hikmetini de bildirir. İnsanın kendi ihtiyarıyla belayı istemesi cok tehlikeli bir iştir. Sabretmek zordur. Kulun edebde kusur etmesi yakışmaz," dedi. Bundan sonra sofra serildi. Yemekten sonra HĂ‚ce Baba SemmĂ‚sî hazretleri bana sofradan bir corek verdi. Onu almak istemedim. Bana: "Bunu al, sana faydası olur" buyurdular. Ben de coreği aldım.
HĂ‚ce Hazretleriyle beraber Kasr-ı Ârifan yoluna koyulduk. Yolda ben onun bineğinin arkasından ihlasla gidiyordum. Bazan da gonlume havĂ‚tır geliyordu. İcime her tefrika geldikce bana donup: "Gonlunu muhafaza etmen gerekir" diyordu. Bu hallerin muşahedesinden sonra bana yakîn hasıl oldu. Hazretine muhabbetim arttıkca arttı. Yolda HĂ‚ce Hazretlerinin sevenlerinin bulunduğu bir yere uğradık. Menzile varınca HĂ‚ce Hazretlerinin bir talebesi guleryuzle ve teslimiyetle karşılayıp oraya indirdi. HĂ‚ce hazretleri o menzile inince o murid birdenbire muztarib oldu. HĂ‚ce hazretleri ona: "Bu halinin sebebi nedir? Doğruca soyle!" dedi. O da: "Evimde sut var, ekmek yok" diye cevap verdi. HĂ‚ce hazretleri bana donup: "O coreği şimdi getir. Gorduğun gibi şimdi faydası oldu." buyurdular.
Bu geliş ve gidişlerimizde beni devamlı murakabe eder, her an kendilerine muhabbetim artardı.
Yine HĂ‚ce Alaeddin Attar hazretleri naklederler: "HĂ‚ce BahĂ‚eddin Nakşbend Hazretleri şoyle anlatmışlardı: HĂ‚ce Muhammed Baba SemmĂ‚sî hazretleri vefat edince dedem beni Semerkand'a goturdu. Orası sayısız dervişle dolu bir ehl-i kĂ‚lb diyarıydı. Beni onların yanma goturup gosterince onlara karşı tazarru ve muhabbetim coğaldı. Her biri bana iyi gozle ve halisane bakıyorlardı. Bundan sonra beni Buhara'ya getirdi. Orada evlendirdi.

Kasr-ı Ârifan'da ikamet ediyordu. (Bu esnada HĂ‚ce BahĂ‚eddin hazretleri buyurdular ki): "BuhĂ‚rĂ‚'da Kasr-ı Ârifan'da iken HĂ‚ce Ali RĂ‚mitenî hazretlerinin tĂ‚c-ı şerifleri bana ulaşıp geldi. O tac bana geldikten sonra halim iyileşip başkalaştı. Kalbimde muhabbet dolup taştı, umidim kuvvetlendi. Sonra Emir KulĂ‚l hazretleri Kasr-ı Ârifan'a teşrif ettiler ve buyurdular ki:
"HĂ‚ce Baba SemmĂ‚sî hazretleri bana, "Oğlum BahĂ‚eddin'den terbiye ve şefkatini esirgeme! Eğer onun terbiyesinde kusur edersen sana terbiye hakkımı helal etmem" demiş, HĂ‚ce Emir KulĂ‚l de "Eğer HĂ‚ce Hazretlerinin vasiyetini bırakıp da senin terbiyende kusur edersem namerd olayım" diye adamıştı.
HĂ‚ce BahĂ‚eddin Nakşbend hazretleri anlatıyorlar:
Bir gece ruyamda Hakim AtĂ‚'yı gordum. Turk şeyhlerinin buyuk-lerindendi. Ruyamda bana bir dervişi vasiyet etti. Ben de o dervişin simasını daima hatırımda tutardım. Kendisiyle goruşmek isterdim. Ruyamı nineme soyledim, "Oğlum sana Turk şeyhlerinden bir futuhat olacaktır" diye tabir etti.
Bir gun BuhĂ‚rĂ‚'da gezerken o derviş ile buluştum. İsmi Halil idi. Fakat sohbetinde bulunmak nasib olmadı. Kederli bir vaziyette evime dondum. O akşam birisi gelip: "Derviş Halil seni cağırıyor" dedi. O zaman cok sevindim ve bir mikdar hediye alıp hemen tazarru ve teslimiyetle gittim. Sohbetiyle şereflendim. Bana iltifat buyurdular. Ruyamı soylemek istedim. Bana Turkce olarak: "Senin gonlundeki malûmumdur. Beyana hacet yoktur" dedi. Bu sozu işittiğimde bana bir hĂ‚l gelip muhabbetim arttı. Hizmetlerine devam ettim.
Bir muddet sonra Maveraunnehir sultanı vefat etti. Saltanatı veraset yoluyla o dervişe intikal edip kendisine Sultan Halil denilmeğe başlandı. O dervişi Buhara'dan goturduler. O da beni bareberinde goturdu. Saltanatından once kendisinde nasıl guzel haller gordumse, saltanatından sonra da o halleri gordum. Bana kĂ‚h yumuşak, kĂ‚h sert muamele ederek tarikat Ă‚dabını oğretirdi. Marifet Ă‚dabı hususundaki terbiyesinin seyr u sulûkde cok faydasını gordum. Altı sene saltanat surdu. Butun sırlarına mahrem oldum. Her işini de ben idare ederdim. Ama zahirde hademe gibi zahir hizmetine koşardım. Cok kerre has ihvanı toplandıklarında derdi ki: "Her kim bize Allah rızası icin hizmet ederse, halk icinde aziz, Allah katında ise mukarreb ve mukerrem olur." Bu sozunden beni kastettiğini anladım. Zira benden başka kimse ona Hakk rızası icin hizmet etmezdi. Bu sozunden maksadı şu idi: Sultana hizmet, saltanatından dolayı olmayıp doğrudan doğruya Allah'ın azametinin golgesi olduğu icin layıktır.
Altı sene sonra saltanatı zeval buldu. Bundan sonra kalbim dunyadan tamamen soğudu. Ondan sonra BuhĂ‚ra'ya gidip Zivertun koyunde ikamet ettim.
HĂ‚ce Alaeddin Attar hazretleri, HĂ‚ce BahĂ‚eddin Nakşbend hazretlerinin şoyle anlattıklarını nakletti: "Benim uyanıp tevbe ve inabe etmeme sebeb şu hadise olmuştur: Birisiyle bir evde yalnız oturuyordum. Gonlumde onunla sohbet arzusu belirdi. Ona dondum, konuşmaya başladım. O anda kulağıma bir ses geldi, diyordu ki: "Her şeyi bırakıp butun kalbinle hazretimize yoneleceğin vakit gelmedi mi?" Bu sesi duyduktan sonra bana başka bir hal geldi. O evden cıktım. Kararsızdım. Yakınlarda bir su buldum. O su ile guslettim. Elbisemi de yıkadım. Bu mahviyet icinde iki rek'at namaz kıldım. seneler gecti, bir daha bu namaz gibi namaz kılmak istedim, fakat muktedir olamadım."ŞĂ‚h-ı Nakşbend Hazretleri buyurdular ki: "Cenab-ı Hak'dan uc şey istedim. Hatifden ses gelip "Onlar nelerdir?" dedi. Ben dedim ki:
Birincisi: Buhara'daki kabristanda ne kadar yatan varsa cumlesine şefaat edeyim, s İkincisi: Benim tarikatıma girenler vuslat makamı ile muşerref olsunlar. Tarikatım kıyamete kadar devam etsin. Daima murşidleri bulunsun.
Ucuncusu: Hayatta vuslat muyesser olmadığı takdirde vefatlarından sonra kabirde terbiye edip vuslata erdireyim.
Cevaben, "Bu uc muradın da kabul olundu" diye hitab geldi. Bu mubarek tarikata girenler icin bundan buyuk mujde olmaz.
HĂ‚ce BahĂ‚eddin Nakşbend anlatır: "Cezbe halinin galebesi ve kararsızlık zamanlarımda bir gece BuhĂ‚rĂ‚'nın etrafındaki kabirleri ziyaret ettim. Uc kabir gordum. Her birinde bir kandil yanıyordu. O kandillerin yağları vardı, fakat fitillerini biraz cıkarmak lĂ‚zımdı ki ışığı artsın. O gece, HĂ‚ce Muhammed VĂ‚si' hazretlerinin kabrini ziyaret ettim. Bana işaret olundu, o zĂ‚tın kabrine goturduler. O kabirde dahi yanar kandil gordum. Orada kıbleye doğru oturdum. Bana bir gaybet arız oldu. Şunu muşahede ettim: "Kıble tarafından bir duvar yarılıp bir buyuk taht gorundu. O tahtın uzerine buyuk bir zĂ‚t oturmuş, onune yeşil bir perde cekilmiş ve tahtının etrafını buyuk bir cemaat cevirip oturmuşlar. O cemaat arasında HĂ‚ce Baba SemmĂ‚sî hazretleri de bulunuyordu. Bundan anladım ki onlar hĂ‚cegĂ‚n cemaatidir. Fakat o taht uzerinde oturan kimdir diye merak ettim. Cemaatın ve o zĂ‚tın duruşundan heybet duydum. Cemaattan biri bana dedi ki: "O buyuk taht uzerinde oturan zat HĂ‚ce Abdulhalık GucduvĂ‚ni'dir. Etrafında oturan cemaat da halifelerinden Ahmed Sıddık, HĂ‚ce EvliyĂ‚-yı Kebir, HĂ‚ce Arif Rivgirî, HĂ‚ce Mehmed Fağnevî, HĂ‚ce Ali RĂ‚mitenîdir. HĂ‚ce Muhammed Baba SemmĂ‚sî'ye gelince: "Hayatta iken bununla goruştun. Sana tĂ‚c-ı azizanı verdi, biliyor musun?" dedi. Ben de "Evet biliyorum" dedim. Fakat ben o tac-ı şerifi unutmuştum. Buyurdu ki: "O tĂ‚c sana bir keramettir. Eğer sana bir belĂ‚ gelirse o tĂ‚c bereketiyle gider" dedi. O cemaattan biri bana dedi ki: "HĂ‚ce Abdulhalık GucduvĂ‚nî hazretleri sana birkac nasihat edecek. Suluk yolu hakkında buna ihtiyacın var."
Kalktım HĂ‚ce hazretlerinin elini optum. İzin verdiler, HĂ‚ce Abdulhalık GucduvĂ‚nî hazretlerinin yuzunden perdeyi kaldırdılar. Selam verip mubarek ellerini optum. Huzurlarında ayakta durdum. Suluk başlangıcından ortalarına ve sonlarına dair halleri anlattılar. Soylediği sozlerden birisi şu idi: "BahĂ‚eddin! O kabristanda kandilleri sana gostermeleri bir işarettir ki, senin bu tarikatta kabiliyetin vardır. Fakat kabiliyet fitilini biraz hareket ettirmek lĂ‚zımdır. Ta ki kabiliyetin meydana cıkıp Hakk'ın sırları kandilinde zahir ola! Yani kabiliyetinin gereğiyle amel etmen lĂ‚zımdır ki maksad hasıl ola. Her halinde ayağını şeriat caddesi uzerine koyasın. Azîmetlerle amel edesin. Sunnetlere tĂ‚bi olup butun sunnetleri gucun yettiği derecede yaşamaya calı-şasın. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in hadis-i şeriflerini daima onunde Masın. O'nun ve şerefli ashabının izlerini takib edesin."
Bu nasihatlardan sonra şoyle buyurdular: "Şimdi Nesef tarafına gidip Seyyid Emir KulĂ‚l'ın hizmetine devam et. Yolda giderken bir ihtiyara rastlarsın. Sana sıcak bir ekmek verecektir. Onu al fakat bir şey soyleme. Sonra bir atlıya rastgelirsin. Onun tevbe etmesi senin elindedir."
Bundan başka bazı işaretlerde daha bulundular. Bu sozlerinden sonra o cemaattan birisi bana dokunup gaybet halinden sahv haline getirdiler. O mezar başından kalkıp Zivertun'daki menzilime geldim. Evimdekilerden tĂ‚c-ı şerifi istedim. Onu gorunce halim değişti. Cok ağladım. Yola cıktım. Sabah namazını MevlĂ‚nĂ‚ Şemsuddin mescidinde kıldım. Yola devam ettim. Bir ihtiyara rastladım. Bana bir sıcak ekmek verdi. Hızır aleyhisselam idi. Sonra bir kervana rastladım. "Ey yiğit, nereden geliyorsun ve ne vakit yola cıktın?" dediler. Guneş doğarken yola cıktığımı soyledim. Şaşırdılar ve, "O koy buraya dort fersahdır. Biz gecenin başında cıktığımız halde buraya ancak gelebildik" dediler.
Oradan gectikten sonra bir atlıya rastladım. Selam verdim. Bana, "Sen kimsin? Ben senden korkuyorum!" dedi. Ben de: "Onunde tevbe edeceğin kimseyim" dedim. O da gelip onumde tevbe etti. Atı şarap yuklu idi. Hepsini doktu.
Oradan Nesef'e varıp Seyyid Emir KulĂ‚l hazretlerinin sohbetiyle muşerref oldum. O tacı huzuruna goturdum. Bir muddet sukût ettiler. Sonra, "Bu tĂ‚c-ı şerif azizler hazarĂ‚tının tĂ‚c-ı şerifleridir" buyurdular. "Evet efendim" dedim. Bu tacı on cıkı icinde muhafaza etmemi emir buyurdular. Sonra nefy u isbatı habs-i nefesle hafî olarak yapmamı bana telkin ettiler.
HĂ‚ce Abdulhalık GucduvĂ‚nî hazretlerinden işittiklerimin cumlesiyle amel ettim. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hazretlerinin ehĂ‚dîs-i nebeviyyelerini onumden eksik etmedim. Ashab-ı kiram hazarĂ‚tının izlerini takib ettim. Onlara tĂ‚bi oldum. Âlimlerden ayrılmadım. Cenab-ı Hakk'ın yardımıyla O'nun nice eserlerini muşahede ettim..
HĂ‚ce AlĂ‚eddin Attar, HĂ‚ce BahĂ‚eddin Nakşbend hazretlerinden nakleder: "İlk zamanlarımda idi. Bir gece Zivertun mescidinde kıbleye donmuş ve bir direğe dayanmış olarak oturuyordum. Fena gaybetinin eseri başladı. Ağır ağır beni istila etti. Ben tamamen mahvoldum. Bu tam mahv u fena halinden sonra bana: "Uyan! Sen matlub ve maksuda vasıl oldun!" dediler. Bundan bir muddet sonra beni vucuduma geri verdiler."
HĂ‚ce AlĂ‚eddin Attar, HĂ‚ce BahĂ‚eddin Nakşbend hazretlerinin şoyle anlattığını nakleder: "İlk zamanlarımda idi. Zivertun'da bir bahcede idim. Aile efradım da benimle beraber o bahcede bulunuyorlardı. İlĂ‚hî cezbe, rabbani inayet eserleri zahir olmaya başladı. Bana bir ıztırab ve kararsızlık hali geldi. Hicbir işim olmadığı halde malum işimle de meşgul olmadım. Kalktım, kıbleye donup oturdum. Bu teveccuh esnasında bana gaybet hali geldi ve fenayı hakikiye donuştu. FenĂ‚-fillah'ın hakikatına ulaştım. Bu esnada kendimi bir denizde ve sonu olmayan bir yıldız olarak gordum ve mahvoldum. Vucudumda hayat eseri kalmadı. Ben bu halde iken başımdakiler beşerî halimin bana iadesi icin ağlıyorlarmış.
HĂ‚ce BahĂ‚eddin Nakşbend kuddise sirruh'a başlangıc zamanlarında Uveys el-Karanî radıyallahu anh'ın rûhĂ‚niyeti teveccuh etmiş, zahirî ve bĂ‚tınî alĂ‚kalardan ayrı olarak onunla mulakat etmiştir. Aynı şekilde Muhammed bin Ali el-Hakîm et-Tirmizî hazretlerinin rûhĂ‚niyetine teveccuh edip onunla da butun alĂ‚kalardan sıyrılmış olarak mulakat eylemiştir.
HĂ‚ce Hazretleri ilk zamanlarında Uveys el-Karanî hazretlerinin rûhĂ‚niyetine teveccuh edip kendi vasıflarından sıyrılarak uzun muddet onun siretiyle yaşadı. Sonra tekrar kendi siretine girdi.
HĂ‚ce Nakşbend hazretleri buyurmuşlardır ki: "Bu tarikatte kendi vucudunu nefy edip nefsini gormemek buyuk bir başarı olup Allah'a vasıl olmanın ve kabul edilmenin sermayesidir. Bu şekilde ben kendi nefsimi butun tabakalardaki mevcudatın nefislerine nisbet eyledim, butun mahlukat ile kıyas ettim, hakikat gozuyle hepsini de kendi nefsimden guzel buldum. Butun fazlalıklara baktım, her birinde bir fayda gordum, kendi nefsimde gormedim. Sonra kopeğin artığına baktım, "bunda da ne fayda olacak?" dedim. Sonra kendime geldim gordum ki onda da bir fayda vardır. Gercek olarak bildim ki asla nefsimde bir menfaat yoktur."
HĂ‚ce Alaeddin Attar anlatıyor: "HĂ‚ce Nakşbend hazretleri, bu tarikatta olanlara şefkatinden dolayı himmet yuceliğinin ne olduğunu oğretir ve derdi ki: "Maksuda ermek icin ayağınızı başıma basıp gecmedikce size hakkımı helal etmem."
HĂ‚ce Nakşbend hazretlerinin sozlerini toplayan HĂ‚ce SalĂ‚h der ki: "Şu hadise, muridin butun menzillerinde şeyhinin onun rehberi olduğunu gosterir. Butun hal ve sıfatlardan terakki etmek, şeyhin zahir ve bĂ‚tın lûtf u himmetine bağlıdır. Cunku muridi himmet burakına bindirip beşeri kayıdlardan mele-kiyyet burclarına yukseltecek olan şey, murşidin himmetidir. Hazret-i Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem, Hazret-i Ali radıyallahu anh'e emretti ki, "ayaklarınla omuzlarıma bas, Kabe duvarındaki putları kır." Hazret-i Nakşbend, bu sozuyle bu hĂ‚diseye işaret etmiştir.
İlim ehli birisi şoyle anlatır:
"HĂ‚ce hazretlerine muhabbetim olduğu halde gidemezdim. BuhĂ‚rĂ‚'da ilimle meşgul olduğum gunlerden birinde akşam vakti HĂ‚ce hazretlerine gitmekte niye acele etmiyorsun?" dedi. Ben de: "Onun nurani meclisini bu kesif vucudumla ne hakla kirletebilirim? Onun huzuruna gitmem icin temizlenmem lĂ‚zım" diyerek ozur beyan ettim. O talebesinin teşvikiyle HĂ‚ce hazretlerinin menziline ertesi sabah vardım. Mubarek simasıyla şereflendim. İhvanından birine donup dedi ki: "Ehl-i ilimden olup bize muhabbeti olan biri vardır. Bazı vakitlerinde bizimle sohbet etse.." Sonra bana donup: "Sizinle niye az goruşuyoruz?" dedi. Ben de "Sizin meclisinizi bu kesif vucudumla bulandırmaya ne hakkım olur?" dedim. Bana dedi ki: "HĂ‚l bildiğin gibi değil. Gel gidelim, sana bir arkadaşımı gosdereyim" dedi. Beni bir yere goturup bir kopek gosterdi. Yolda beni hem tecrube eder, hem sohbet ederdi. Bana dedi ki: "İşte arkadaşım bu hayvandır. Sizin hikayeniz de ne ola kil?" Sonra bir şiir soyledi: "Şu kopeğin hali, ruhu icin bir mahal, kalbi icin bir kıymet takdir edenin halinden daha guzeldir."
Bunu HÂce hazretlerinden nakleden zÂt der ki:
"Bak ey kardeşim! Bu emsalsiz tevazu, bu mustesna zattan sĂ‚dır olmuştur. O, terakki ettiği makamlara bununla terakki etmiş, nail olduğu şeylere bununla nail olmuştur. Onun tarikatının temeli budur. Şeyh Ebu Medyen bu mĂ‚nĂ‚ya işaret ederek: "Nefsi icin hal ve makam isteyen kimse, muamele tariklerinden cok uzakta kalmıştır."
AtĂ‚ullah el-İskenderî "Hikem" inde der ki:
"Butun ma'sıyet, gaflet ve şehvetlerin aslı nefisden razı olmak, butun taatlarm ve manevi uyanıklık halinin devamı, iffetli olmanın aslı da nefsin emrine uymamaktır. Nefsinin emrine uymayan bir cahile tĂ‚bi olmak, nefsinin emrine uyan bir Ă‚lime uymaktan daha iyidir. Bu tecrube edilmiş bir ilactır. Oldurucu zehiri bununla giderip şifa bulabilirsin."
HĂ‚ce Alaeddin Attar hazretleri, bu yolun hakikat erlerinden nakleder ki, şoyle buyurmuşlardır:
"Bu tarikata giren, kendi nefsini Firavundan yuz kat aşağı bilmedikce bu tarikattan istifade edemez."
Kıpcak sahrası tarafından BuhĂ‚ra'ya buyuk bir ordu gelip kaleye girdiler. Asker hayli fazlaca olduğu icin izdiham sebebiyle bir kısmı dışarıda kaldı ve orada otururdu. Orayı mescid yapmışlar, cemaatle namaz kılarlardı. Bizzat kendisi de o temizlik işlerine iştirak ettiğini sonra bize nakletti.
HĂ‚ce BahĂ‚eddin Nakşbend hazretlerinden naklolunmuştur, şoyle anlattılar: "İlk cezbe hallerindeydim. Kendisiyle Allah icin muhabbetleştiğimiz birisiyle karşılaştım. Bana dedi ki: "Oyle zannediyorum, Allah katında sevgililerdensin. "Ben de dedim ki: "Sevgililerin nazarı bereketiyle onlardan olmayı umid ediyorum." Bana sordu:
- Gunlerini nasıl geciriyorsun?
- Bulunca şukrediyorum, bulamazsam sabrediyorum, dedim. Tebessum etti ve dedi ki:
- Bu iş gayet kolay. Asıl mesele, bir haftada bir lokma yiyecek, bir yudum icecek bulamadığın zaman nefsini razı edip boyun eğdirmektir. Oyle ki sen ona bir şey vermeyeceksin, o da sana baş kaldırıp istemeyecek!
Kendisine ısrar ederek bu hususta bana yol gostermesini rica ettim. Dedi ki: "Sahraya cıkacaksın. Nefsin butun mahlûkattan umidini kesinceye kadar yuruyeceksin. Belki biri cıkar da faydası olur, diye umid edemez hale geleceksin. Bu şekilde uc gun yola devam et. Dorduncu gun karşına bir dağın eteklerinde cıplak bir ata binmiş bir suvari cıkacak. Ona selam verip gec. Sen uc adım gidince, arkandan: "Ey delikanlı! Yanımda bir ekmek var, almaz mısın?" diyecek. Sen ona donup bakma. Bu şekilde yoluna devam et" dedienin
rahmetine nail olsunlar.
Ben onun soylediği şekilde sahraya girdim. Uc gun muddetle yola devam ettim. Donduncu gun dağın kenarında bir atlı karşıma geldi. Selam verip gectim. Bana ekmek vermek istedi, ben donup bakmadım.
O aziz, bana bundan sonra gonul yapmamı, kimsesiz fakirlere, gonlu kırıklara, halktan hic kimsenin donup bakmadığı duşkunlere hizmetle meşgul olmamı, duşkunluğun ve kalbi kırıklığın ne olduğunu go2:umle gormemi emretmişti. Dediği şekilde ve soylediği muddet kadar bununla meşgul oldum.
O aziz bana bir muddet de hayvanların hizmetinde bulunmamı, bunu da meskenet ve ihlas ile yapmamı, onların da aynı sekide Allah'ın mahlukatı olduklarını, onlara da Cenab-ı Hakk'ın, rububiyyet nazarıyla baktığını, herhangi birinin sırtında veya bir yerinde yara varsa sarmamı emretmişti. Emrettiği şekilde ve soylediği muddet kada, r hayvanların hizmetiyle meşgul oldum. Yolda bana bir hayvan rastladığı zaman o gecinceye kadar durup o gecmeden gecmezdim. Uzun bir muddet buna riayet ettim.
Sonra bana, kedi ve kopekleriyle meşgul olup onlara hizmet etmemi emretmişti. İhlas ve mahviyetle onlardan meded umarak hizmette bulundum.
O aziz sonra bana, "Sen o kopeklerden birine rastlayacaksın. Onun sebebiyle buyuk bir seadete nail olacaksın" demişti. Bunu ganimet bilerek işareti uzere bu hizmetle meşgul oldum. Bir gece bir kopeğe rastladım. Bana başka bir hal geldi. Bu kopeğin yanında onunla beraber tazarruda bulundum. Bana oylesine bir ağlamak geldi ki anlatamam. Ben bu hal icindeyken bu kopek sırtını yere koymuş, yuzunu semalara cevirmiş, dort elini semaya acmış, buyuk bir huzun icinde ah ederek tazarru ile dua ediyordu. Ben de tazarru ve mahviyetle ellerimi kaldırıp onun dediklerine "Ă‚min" dedim. İşte bu hayvan uzunca dua ve tazarru ettikten sonra sukûnet bulup eski haline geldi.
Bu vakitlerde sıcak bastığı zaman evimden yine dışarıya cıktım. Yolda, guneşin cemalini seyre dalmış bir guneş keleri gordum. Onun bu halinden o kadar zevk aldım ki, gonlume, ondan şefaat rica etmek geldi. Huzurunda hurmet ve mahviyetle durdum. Ellerimi kaldırdım. Bu hayvan istiğrak halinden gecti, sırtını yere koydu, yuzunu semaya cevirdi, bir muddet dua etti. Ben de "Ă‚min" dedim.
O aziz sonra bana yollarda hizmet etmemi soylemişti. Onun emrine gore yolda insanlara tiksinti verecek bir şeyi gorsem onu hemen temizleyip oradan uzaklaştıracaktım. Her tarafın toz toprak icinde kalmadığı vakit olmazdı. O azizin bana emrettiği her işi sadĂ‚katle yerine getirdim. Her birinin faydasını gordum. Terakki etmemde bunların buyuk faydası oldu."
İşte bak ey kardeşim, bu sulûku iyi duşun, anlamaya calış. Bu yolda ilerlemek ne riya ile, ne cok namaz kılmakla, ne cok oruc tutmakladır. Tam fenaya erip CenĂ‚b-ı Hakk'ın rızası olan hicbir hizmeti kucuk gormeden calışmaktadır.
Abduılkadir GeylĂ‚nî hazretleri buyururlar ki: "Ey kardeşlerim! Ben Allah'a sadece gece namaz kılmakla, gunduz oruc tutmakla, ilim okutmakla değil, comeırdlik, tevazu ve sadr selĂ‚meti ile vĂ‚sıl oldum."
HĂ‚ce Nakşbend hazretleri ihtiyarlık zamanlarında şunu anlatmıştı:
"Sulûkumun ilk zamanlarında idi. Bir menzilde ihvanımızla beraber kalıyorduk. O gece gusletme ihtiyacı hasıl oldu. Dışarıya cıktım, nereye var-dımsa buz tutmuş. Altından su almak icin buzu k'ıracak bir şey de bulamadım. Kendi ihtiyacım icin ihvanımı rahatsız edecek bir ses cıkarmayı da istemedim. İclerinden kimseyi de tanımıyordum. Cunku hepsiyle de yeni goruşuyordum. Yanımda eski bir kurk vardı. Bu soğukta Zivertun'dan Kasr-ı Ârifan'a yurudum. Evimize vardım. Onları da halimden haberdar edip rahatsız etmek istemedim. Evin etrafından gusletmek icin musaid bir imkĂ‚n aradım. Mescidin havuzunun kenarında deriden bir kova buldum. İyice bir meşakkat cektikten sonra buzu kırabildim. Bu sebeble elim de yaralandı. Kovaya suyu doldurup guslettim. Eski kurku giydim. Aynı geldiğim gibi gece Kasr-ı Ârifan'dan Ziver-tun'a gittim.
Duşun ey kardeş! Bak, tarikatımızın imamı zahirini duzeltmek icin calışıp şeriatın incelikleriyle nasıl amel ediyor! Bir gecesini bile o haliyle gecirmiyor. Teyyemmume ruhsat varken azimetle emrolunduğu icin butun meşakkatlere katlanıyor, ihvanından hicbirini rahatsız etmeden, halini onlardan gizleyerek, kendi evine bile duyurmadan ihlasla amel ediyor. Bu hadisede, sana bircok dersler vardır. Şeriatın incelikleriyle amel etmen icin, Allah yolunda nefislerine olan muamelelerini, mĂ‚sivĂ‚dan nasıl sıyrıldıklarını, Allah yolunda hizmetten başka endişeleri olmadığını duşun, anla!
HĂ‚ce BahĂ‚eddin Nakşbend anlatır:
"Yine aynı cezbe halinde idi. Uzun zaman yuruduğum icin ayağım dikenden yaralanmıştı. Omuzumda eski bir kurk vardı. Kış mevsimiydi. Hava cok soğuktu. O gece muhakkak seyyid Emir KulĂ‚l hazretlerinin sohbetinde bulunmak istiyordum. Menzile vardığımda Emir KulĂ‚l hazretleri ve dervişleri oturmuşlar, o da sohbet ediyordu. Beni gorunce "O kimdir?" diye sordu. Beni tanıyınca, "Derhal onu bu menzilden cıkarın!" dedi. O anda nefsim baş kaldırıp isyan edecek oldu. Beni teslim almak istedi. Allah'ın yardımı imdadıma yetişti ve, "Bu zull u inkisara Hak nzası icin tahammul edeceğim. Kapı bu kapıdır, bundan başka gidecek kapı var mı?" dedim. Başımı, tevazu ve mahviyetle sahibimin eşiğine koydum. "Ne olursa olsun, başımı bu eşikten kaldırmayacağım" dedim. Kar, ağır ağır yuzume vuruyordu. Hava daha da soğumuştu. Sabah yaklaşınca Seyyid Emir KulĂ‚l hazretleri menzilden cıkarken ayağını eşikteki başım uzerine bastı. Sonra beni alıp iceriye girdi. Bana: "Oğulcuğum, artık seadet libası uzerindedir", dedi. Mubarek eliyle ayağımdaki dikenleri cıkardı. Yaraları temizledi. Bana bircok lûtuflarda bulundu.
Ey sĂ‚dık murid! Tarikatımızın imamının cektiği meşakkatlere bak. Kapıdan kovulmasına rağmen başını eşiğe koyup sadakat gostermesine bak.
BahĂ‚eddin kapıya geldiği vakit, Emir KulĂ‚l hazretlerinin onu tanımadığını zannetme. Emir KulĂ‚l, o altının ne kadar halis olduğunu, haddinden fazla mucahede ve meşakkate ihtiyacı bulunmadığını biliyordu. Fakat halis altın, taşlara sikke olarak nakşedilmesi ve gecerliliğini uzun zaman devam ettirebilmesi icin daha birtakım muamele gormesi lĂ‚zımdır. Biraz daha temizlenmeğe ihtiyacı vardır. Bunun icin suluk erbabının hizmet ve mucahede ateşiyle terbiye edilmesi onlar icin zaruridir. Bu sebeble sen de muridlik altınını temizle.
Bu gibi Allah adamlarıyla karşılaştığın zaman sadĂ‚kat ve edebini muhafaza et. Emirlerine ve yasaklarına dikkat et. Senin mayana karışan bazı kotu hasletler boyle temizlenir. Onları sevenleri sev. Sevmediklerini sevme. Tukenmeyen hazineye boyle nail olursun.
Bundan sonra HĂ‚ce Alaeddin Attar, HĂ‚ce BahĂ‚eddin Nakşbend hazretlerinin kendi riyazat ve mucahedelerini anlattığını, bir de muridlerin daha işin başında iken gevşeklik gosterdiklerini anlatıp şoyle buyurduğunu nakletti: "Her sabah, başını kapının eşiğine koymuş birine rastgelir miyim? diye bakıyorum, bir tane goremiyorum. Gorduğum şu ki, hepsi şeyh olmuşlar, iclerinde murid yok."
HĂ‚ce Nakşbend hazretleri muridliğin şartından bahsederek: "Murid, şeyhin elinde, gassal elindeki meyyit gibi olacak. Ona karşı irade ve ihtiyarı bulunmayacak. Şeyhine tamamen teslim olacak ki onu zahirî ve bĂ‚tınî pisliklerden temizlesin," buyurdu.
Bir muridin bunu anlaması, butun devalara sahib olması demektir. Bu anlaşılmadığı icin netice alınmıyor. Bu Allah'ın bir lûtfudur, dilediğine verir. Fakat, maalesef muridlerin pek coğu birtakım hayallere tutulmuşlar, yanlış şeylere bağlanmışlar. Şeyhleri onların hayallerine uymayan bir hakikat soylediği zaman hemen baş kaldırıyorlar. Anlaşılıyor ki onlar yanlış itikadlarının muridi olmuşlar. Şeyhlerine talebe, MevlĂ‚'ya murid olan yok. Bunun icin hepsi şeyh olmuş, murid yok, buyurulması bundandır.

HĂ‚ce Nakşbend hazretleri anlatıyor:
Bir vakit ben BuhĂ‚rĂ‚'da, Seyyid Emir KulĂ‚l de Nesef'de idiler. Beni onun mubarek sohbetinde bulunma arzusu sardı. Nesef taraflarına yoneldim. Hizmetine ulaştığım zaman bana: "Oğlum mubarek bir vakitte geldin. Yemeği hazırladık fakat pişirmek icin odun lĂ‚zım" dedi. Hizmete kabul edildiğimden o kadar mesrur oldum ki, Cenab-ı Hakk'a şukrederek odun toplamağa gittim. Dikenli odunları sırtıma yuklenerek menzile geldim dilimden, "Maksud Kabe'sinin cemali bizi oylesine cezbetti ki, o neş'e ile dolaşırken sırtımızda cektiğimiz dikenli odunlar bize ipek gibi yumuşak ve tatlı gelirdi" mısraları dokuldu.
HĂ‚ce Hazretleri, bağlandığı kapının dikenlerini ipekten yumuşak ve tatlı bulduğu icin vuslat semasına yukselmiş, bu sayede terakkî etmiştir.
Sen boyle yapamasan bile onların huzurunda ve gıyabında tazarru ve mahviyet goster. Onlara karşı gelme necasetinden, istiğfar ve teslimiyet suyuyla temizlen. Ozur beyan ederek zînetlen ve şunu bil ki, hepsi elde edilemeyen şeyin hepsi terkedilmez.
Naklolunur ki, HĂ‚ce BahĂ‚eddin Nakşbend hazretleri Kasr-ı Ârifan'da bir mescidin inşasında başı ustunde taş taşırdı ve: "Senin işini can u gonulden yaparım. Nasıl olur da yapmam ki! Senin yukunu başım ustunde taşırım. Nasıl olur da taşımam ki!" beytini terennum ediyordu.
HĂ‚ce Hazretleri burada Rasûl-i Ekrem Efendimizin Hendek savaşındaki hareketlerine ve ashab-ı kiramının izlerine tĂ‚bi olmuşlardır. Bilindiği gibi onun yolu Rasûlullah'ın ve ashabının yoludur. Onun yolunda hizmet en buyuk seadettir.
ReşehĂ‚t'da naklolunur ki: "Zamanın buyuklererinden olan Şeyh Nureddin BuhĂ‚rĂ‚'da vefat edince HĂ‚ce Nakşbend hazretleri şeyhin yakınlarına taziyede bulunmaya gitti. Onlar yuksek sesle ağlıyorlardı. Oraya gelenler bundan rahatsız olmuşlardı. Onları yuksek sesle feryad etmekten nemetmelerine rağmen herbirisi bir şey soyledi, HĂ‚ce Hazretlerinin sozunu tutmadılar. HĂ‚ce Hazretleri de: "Benim ecelim geldiği zaman size olumun yolunu oğretirim" dedi.
MevlĂ‚nĂ‚ Muhammed der ki: "Bunu iyice merak ettim. HĂ‚ce Hazretleri son hastalığında iken evinden cıkıp ribata gitti. Halvette oturdu. Yakın ihvanı da yanında idiler. HĂ‚ce hazretleri etrafındakilerin yuzlerine fazla bakmadan onlara şefkatli olmalarını tavsiye ediyordu. Son nefesinde ellerini uzun bir muddet kaldırdı, dua etti. Duasını tamamlayıp ellerini yuzune surdu. Sonra Ă‚hiret yurduna intikal ettiler."
HĂ‚ce Ubeydullah Ahrar, HĂ‚ce AlĂ‚eddin Attar'dan nakleder; HĂ‚ce AlĂ‚eddin diyor ki: "HĂ‚ce BahĂ‚eddin Nakşbend hazretleri son nefeslerinde iken yanında bulunuyordum. Bakışları bana ilişti. "Ya AlĂ‚eddin! Yemek sofrasını koy, yemek ye!" buyurdular. Emirlerini tutmuş olmak icin ya bir lokma yedim, ya iki lokma. Gozlerini kapattı. Sonra acıp dort defa: "Yemek ye!" buyurdular. Oradakiler, "Acaba HĂ‚ce hazretleri muridleri terbiye icin yerine kimi bırakacak?" diye gonullerinden geciriyorlardı. HĂ‚ce hazretleri firaset buyurup:
- Şu vaktimde gonlumu karıştırmayınız! Bu iş benim elimde değildir. Allah TeĂ‚lĂ‚ kimi tayin ederse sizin terbiyenizle o meşgul olur!" buyurdular.
HĂ‚ce Ali der ki: "HĂ‚ce Nakşbend hazretleri bana kabrini kazmamı emir buyurdular, işimi bitirip huzurlarına geldim. Acaba HĂ‚ce hazretleri yerine kimi bırakacak? diye meşgul oluyordum. Firasetle: "Hicaza yolculuk yaparken dediğimi derim: Bana kavuşmak isteyen HĂ‚ce Muhammed PĂ‚risa'ya kavuşsun! dedi ve Ă‚hirete intikal eyledi. Rahatsızlığının ikinci gunuydu.
HĂ‚ce AlĂ‚eddin Attar anlatır: "HĂ‚ce Hazretleri son nefeslerinde iken Yasin suresini okumaya başladım. Surenin yarısına gelince oyle nurlar zuhur etti ki tahammul edemeyip okumayı bıraktım. Kelime-i tevhidle meşgul olmaya başladım. Biraz sonra son nefeslerini verdiler.
Yediyuz doksan bir senesi Rebiulevvel ayının onucuncu gunu ve pazartesi gecesi idi. Allah TeĂ‚lĂ‚ hazretleri butun din kardeşlerimizi feyzinden ve şefaatlerinden mahrum etmesin, amin.


- Bu yazı Muhammed b. Abdullah el-HĂ‚nî'nin ADABisimli kitabından derlenmiştir. Yayınevi: Erkam
__________________