Kainatta Zikrullah ve Seher
Butun varlıklar kendilerine mahsus bir surette Allah'ı zikrederler. Fakat bu hususta varlıklar farklı seviyelerdedir. Mahlukat icinde gafletten en uzak olanı cemadattır. Cunku onlar, yemek icmek, hava teneffus etmek gibi ihtiyaclardan mustagnidirler.
"Yedi gok, yer ve bunlarda bulunan herkes O'nu tesbih eder. O'nu hamd ile tesbih etmeyen hicbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbîhini anlamazsınız..." (el-İsrĂ‚, 44)
Rabbimiz, "el-Hay" ism-i şerîfinin tecellîsi ile, yarattığı butun varlıklara hayat nasîb etmiştir. KĂ‚inatta esĂ‚sen "cansız" denilebilecek hicbir varlık yoktur. Bitki, hayvan, insan gibi canlıları dikkate alarak, canlılık, yalnız onlara mahsus gorulurse de, bir atomun icindeki maddelerin cumbuşunu ilĂ‚hî muhabbet gozluğuyle temĂ‚şĂ‚ edersek, cansız zannedilen bir maddenin aslında sĂ‚hip bulunduğu muthiş canlılığın hayranlığı ve dehşeti icinde kalırız. Bu dehşet, mikro varlıklardan makro varlıklara doğru mutemĂ‚diyen artarak tezĂ‚hur eder.
CenĂ‚b-ı Hak yarattığı canlı-cansız butun mahlukĂ‚tına kendini tanıtmış ve onları dĂ‚imî bir sûrette zikir ile vazifelendirmiştir. Bu sebeple butun varlıklar, yaradılışları muktezĂ‚sınca kendi hĂ‚llerine mahsus bir sûretle Rablerini tanırlar ve O'nu zikrederler.
CemĂ‚dĂ‚t, nebĂ‚tĂ‚t ve hayvĂ‚nĂ‚t, aynı zamanda Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz'i ve diğer peygamberleri de tanırlar. Bu hĂ‚l nebevî mûcizelerde mutemĂ‚diyen gorulur. Onlar yeri geldiğinde taşa, asĂ‚ya ve benzeri cansız varlıklara AllĂ‚h'ın lutfuyla Ă‚detĂ‚ ruh verirler. Bu sebepledir ki Ebû Cehl'in elindeki taşlar, Peygamberimizin mûcizesi olarak lisĂ‚na gelmiş, O'nun doğruluğunu tasdîk etmiş ve Hakk'ı zikretmiştir. Hazret-i MûsĂ‚'nın elindeki asĂ‚ ise yine AllĂ‚h'ın lutfuyla ejderhĂ‚ya donuşmuş, Firavun'u korkutmuştur. Yine bir zamanlar Kızıldeniz, ilĂ‚hî emre boyun eğerek Hazret-i MûsĂ‚ ve ashĂ‚bına yol olmuş, buna mukĂ‚bil sıra Firavun ve askerlerine geldiğinde ise, onları tanıyıp helĂ‚k etmiştir. Mescid-i Nebevîdeki hurma kutuğu, RasûlullĂ‚h'a firak ve hasretinden inleyerek ağlamıştır. Ayrıca bir cok hayvan da, kendilerine zulmeden sahiplerini, yine o Varlık Nûru'na şikĂ‚yet etmişlerdir.
Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ şu veciz beyitleriyle cemĂ‚dĂ‚tın ilĂ‚hî emre itaat etmelerini ne guzel ifĂ‚de eder:
"Gormez misin? Bulutlar, guneş, ay ve yıldızların hepsi de bir nizam uzere hareket ederler. Bu sayısız yıldızların her biri, vaktinde doğar, doğuş zamanları ne geri kalır, ne de once olur.
Bu hĂ‚rikaları nasıl oldu da, peygamberlerin mûcizelerinden bilmedik, anlayamadık? Onlar taşı ve asĂ‚yı akıllı hĂ‚le getirdiler. Bunları gor de obur cansızları asĂ‚ ile, taş parcası ile kıyas et.
Taş parcalarının azîz Peygamber Efendimize ve asĂ‚nın da Hazret-i MûsĂ‚'ya itaat etmeleri, diğer cansız sandığımız butun varlıkların Hakk'ın emrine nasıl boyun eğdiklerini haber verirler.
Onlar derler ki: "Biz AllĂ‚h'ı biliyoruz ve O'na itaat ediyoruz. Biz rastgele yaratılmış boş şeyler değiliz. Biz hepimiz Kızıldeniz'e benzeriz. O, deniz olduğu halde batırıp boğacağı Firavun ile İsrĂ‚iloğullarını tanıyıp ayırd etti.
Nerede bir ağac ve taş varsa, Hazret-i MustafĂ‚'yı gorunce apacık selĂ‚m vermişti ya. İşte cansız bildiğin her şeyin de canlı olduklarını boylece bil!.."
YĂ‚ni sadece insanlar ve cinler değil, hayvĂ‚nat ve hattĂ‚ cemĂ‚dĂ‚ta kadar butun varlıklar, yuzu suyu hurmetine yaratıldıkları Fahr-i KĂ‚inĂ‚t -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz'i ilĂ‚hî bir sır ile tanırlar. O'na sonsuz bir muhabbetle kayıtsız şartsız itaat ederler. Fakat dunyĂ‚ hayatındaki imtihan sırrına binĂ‚en insanoğlunun gozlerine cekilen gayb perdesi, bunun farkedilmesine coğu zaman mĂ‚nî olur. Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-'in bizleri gafletten uyandırıcı şu hadîs-i şerîfleri, ne kadar ibretlidir:
"Cinlerin ve insanların isyankĂ‚r olanları dışında, yerde ve goklerde bulunan butun varlıklar, benim, AllĂ‚h'ın Rasûlu olduğumu bilirler." (Ahmed bin Hanbel, Musned)
Bu da gosteriyor ki AllĂ‚h ve Rasûlunu tanıyıp itaat etme keyfiyeti sĂ‚dece insana munhasır değildir. Bilakis bu hususta diğer mahlûkĂ‚tın, gayr-i irĂ‚dî olarak daha ileri seviyede bulunduğu bile soylenebilir.
Âyet-i kerîmede CenĂ‚b-ı Hak bu gerceğin bir başka varlıktaki tezĂ‚hurunu de şoyle bildirir:
"... Kuşları ve tesbih eden dağları da DĂ‚vud'a boyun eğdirdik. (Bunları) biz yapmaktayız." (el-EnbiyĂ‚, 79)
Rabbimiz Ă‚yetlerinde gĂ‚filleri uyandırmakta, yarattığı her şeyin kendisini tanıdığını ve bizim idrĂ‚kimiz dışında bir hĂ‚l lisĂ‚nı ile Halık'ını zikrettiğini bildirmektedir. MahlûkĂ‚tın zikrini işitebilmekse, ancak ibĂ‚det, zikir, tesbîh ve samîmî bir kulluk hayatı netîcesinde gonlun saf hĂ‚le gelmesi ve boylece gaflet perdelerinin kalkıp hakîkat Ă‚lemine vĂ‚kıf olmasıyla mumkundur. Yûnus Emre Hazretleri'nin sarı cicekle sohbeti de bu kabildendir. Buyuk Hak dostu Aziz Mahmûd HudĂ‚yî Hazretleri'nin şu kıssası, bitkiler Ă‚leminin de zikrullĂ‚h ile meşgûl bulunduklarını ne guzel ifĂ‚de eder:
Birgun UftĂ‚de Hazretleri, muridleriyle berĂ‚ber bir kır sohbetine cıkmıştı. Emri uzerine butun dervişler kırın en guzel yerlerini dolaşarak hocalarına birer demet cicek getirdiler. Ancak Kadı Mahmud Efendi'nin elinde sapı kırılmış, solgun bir cicek vardı sĂ‚dece... Diğerlerinin neşeyle elindekileri hocalarına takdîminden sonra Kadı Mahmûd, boynunu bukerek bu kırık ve solmuş ciceği UftĂ‚de Hazretleri'ne takdîm etti. UftĂ‚de Hazretleri diğer murîdĂ‚nın meraklı bakışları arasında sordu:
"-EvlĂ‚dım Mahmûd! Herkes demet demet cicek getirdikleri hĂ‚lde sen nicin sapı kırık, solgun bir cicek getirdin?"
Kadı Mahmûd edeple başını onune indirerek cevap verdi:
"-Efendim! Size ne takdîm etsem azdır. Ancak hangi ciceği koparmak icin elimi uzattıysam, onu "AllĂ‚h, AllĂ‚h" diyerek Rabbini tesbîh eder bir hĂ‚lde buldum. Gonlum onların bu zikirlerine mĂ‚nî olmaya rĂ‚zı olmadı. CĂ‚resiz ben de elimdeki, tesbîhine devĂ‚m edemeyen şu ciceği getirmek zorunda kaldım."
Hazret-i MevlÂn buyurur:
"Kuşların sultanı leylektir. Onun "lek, lek"leri nedir bilir misin? O:
Hamd u lek, şukru lek, mulku lek, yĂ‚ MusteĂ‚n! (YĂ‚ni hamd sana, şukur sana, mulk senin ey kendisinden yardım beklenen Rabbim!) demektir."
Muhyiddîn-i Arabî -kuddise sirruh- da bu hususta şoyle buyurur:
"Butun varlıklar kendilerine mahsûs bir sûrette AllĂ‚h'ı zikrederler. Fakat bu hususta varlıklar farklı seviyelerdedir.
MahlûkĂ‚t icinde gafletten en uzak olanı cemĂ‚dĂ‚ttır. Cunku onlar, yemek icmek, hava teneffus etmek gibi ihtiyaclardan mustağnîdirler.
CemĂ‚dattan sonra nebĂ‚tat gelir ki, ihtiyac başlar. ZîrĂ‚, toprak, su ve guneşten aldıkları gıdĂ‚ları ilĂ‚hî tĂ‚yinle terkîb edip rengĂ‚renk cicekler, yapraklar ve meyveler vucûda getirirler.
Daha sonra hayvĂ‚nĂ‚t gelir. Bunların hayatî fonksiyonları nebĂ‚tĂ‚ttan daha mutekĂ‚mildir. Bundan dolayı ihtiyacları coğalmıştır. NefsĂ‚niyet artmıştır.
İnsanın ihtiyĂ‚cları ise bitmek tukenmek bilmez. Benlik, hayĂ‚lĂ‚t ve dunyevî ihtiraslar onu devamlı gaflete sevk eder."
Âyet-i kerîmede buyurulur:
"Ey insan! Seni yaratıp seni duzgun ve dengeli kılan, seni istediği gibi şekillendiren, kerem sĂ‚hibi (ihsĂ‚nı bol) Rabbine karşı seni aldatan nedir?" (el-İnfitar, 6-8)
KĂ‚inĂ‚t sayfalarındaki esrar ve hikmeti gercek anlamıyla telakkî edebilmek, ancak gonul Ă‚leminde derinleşmeye bağlı bir keyfiyettir. Gonul gozuyle yeryuzune ve semĂ‚ya nazar eden bir mu'min, kalbinin bambaşka bir hissiyat ile dolduğunu farkeder. Kur'Ă‚n-ı Kerim, goklerde ve yerde zerreden kurreye herşeyin HĂ‚lık'ını zikr u tesbihte bulunduğunu îlĂ‚n etmektedir. Goklerin, yerin, dağların, ağacların, cimenlerin, guneşin, ayın, yıldız ve yıldırımların, hayvanların, yuvarlanan taşların, hattĂ‚ yere duşen sağlı sollu golgelerin sabah-akşam secde ettiğini şoyle bildirir:
"Goklerde ve yerde bulunanlar da onların golgeleri de sabah akşam ister istemez sadece AllĂ‚h'a secde ederler." (er-Ra‘d, 15)
"AllĂ‚h'ın yarattığı herhangi bir şeyi gormediler mi? Onun golgeleri, kuculerek ve AllĂ‚h'a secde ederek sağa sola doner." (en-Nahl, 48)
Âyet-i kerîmeler, onumuze son derece ihtişamlı bir manzara seriyor. Bu manzarada secdeler, golgelerin de iştirĂ‚kiyle...
hĂ‚ldedir. YĂ‚ni biri varlığın; diğeri de o varlığın golgesinin olmak uzere aynı anda cift secde... KĂ‚inĂ‚tın her zerresi, inanarak veya inanmayarak hep birlikte Rabb'e ibĂ‚det icin secdeye varmış ve kendisini HĂ‚lık'ının huzûrunda vazifesini îfĂ‚ etmeye vermiş... Butun kĂ‚inĂ‚t secdedeyken, hattĂ‚ munkir ve gĂ‚fillerin varlıkları bile gayr-i irĂ‚dî Hak TeĂ‚lĂ‚'nın irĂ‚desine rĂ‚m olmuşken, heyhĂ‚t ki o gĂ‚fillerin kalbleri inkĂ‚r ve mĂ‚siyetin gaflet ve şaşkınlığı icindedir!..
AllĂ‚h'tan başka ilĂ‚hlar edinen gĂ‚filler de bilmezler ki, putlaştırdıkları eşyanın golgesine varıncaya kadar butun varlık, aslında o inkĂ‚r ettikleri AllĂ‚h'a yonelmiş hĂ‚lde ve Rabb'in butun kĂ‚inĂ‚ta koyduğu nizĂ‚ma tĂ‚bî durumdadır! Bu ne buyuk aldanış ve ziyandır!
Yine Ă‚yetlerde golgelerden, eşyĂ‚dan, canlılardan ve meleklerden muteşekkil bir sahne tasvîr ediliyor. Hepsi bir ibĂ‚det vecdiyle ve huşû icinde vazîfesini îfĂ‚ ediyor. AllĂ‚h'a ibĂ‚det etmekten kacınıp, emrine muhĂ‚lefet etmek bedbahtlığı ise yalnızca insanoğlunun şaşkın gĂ‚fillerine Ă‚id bir keyfiyet olarak kalıyor. Âyet-i kerîmeler, butun mahlûkĂ‚tın ve hattĂ‚ golgelerinin bile Rablerine boyun bukuşunu, bu gĂ‚fillerle Ă‚detĂ‚ istihzĂ‚ edercesine yuzlerine carpıyor.
Gercekten etrafımızı bir ibret nazarıyla seyredersek, ufukların derinliklerine doğru uzanan goklerin yerlere kapanışı, dağların uzanışları ne değişik bir secde hĂ‚lidir. Ağacların, cicek ve cimenlerin, hayvanların ve insanların, sağdan soldan topraklara duşen golgeleri, o heyecanlı secde hĂ‚lini ne guzel sergiler. Sanki toprak her varlığın golgesinin bir seccĂ‚desidir. Yağmur hĂ‚disesi de, sanki bir semĂ‚vî ağlayış, cakan şimşeklerin arkasından gelen gok gurultuleri, semĂ‚nın sînesinden fışkıran Ă‚şikĂ‚re feryatlardır.
Yerdeki ve goklerdeki mahlukĂ‚tın hĂ‚lleri duyarlı bir yurek icin ne muthiş bir irşaddır. En kucuk bir boceğin iğne ucu kadar kalbindeki niyazlarından taa cesim ve haşmetli hayvanların kukreyişlerine kadar hepsi ilĂ‚hî kudret akışlarının ayrı ayrı tezĂ‚hurleridir.
Bulbullerin bir damlacık yureklerinden dokulen feryat nağmeleri, kumrulardan yayılan "hû, hû"lar, leyleklerin "lek, lek"leri, alıcı gonuller icin ne duygulu tesbihlerdir. Hak TeĂ‚lĂ‚ Ă‚yette şoyle buyurur:
"Gormez misin ki; goklerde ve yerde olanlar guneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaclar, hayvanlar ve insanların bircoğu AllĂ‚h'a secde ediyor: Bircoğunun uzerine de azap hak olmuştur..." (el-Hacc, 18)
Gorulduğu gibi varlıklar ve hattĂ‚ cemĂ‚dĂ‚t, hep tesbihĂ‚t hĂ‚lindedir. Ne yazık ki insanların bir kısmı AllĂ‚h'ın zikrinden gĂ‚fil kalmaları sebebi ile azĂ‚ba dûcĂ‚r olacaklardır. Gercekten cihandaki zerrelerden kurrelere kadar her şey Halık'ını tanımakta, kuşlar bile ibĂ‚det ve niyazlarını bilmekte, dağlar, dereler zikr u tesbîhe devam etmektedir. HĂ‚l boyleyken kĂ‚inĂ‚tın bu ihtişamlı zikir, tesbih ve ibĂ‚det programı karşısında bile insanın intibĂ‚ha gelmemesi ve bu ibretli manzaradan hisse alamayıp alık ve abus bir hĂ‚lde Hakk'ın zikrinden mahrum kalması, insanlık haysiyetiyle bağdaşmayan ne acı bir kayıptır.
Şuphesiz ki, ilĂ‚hî unsiyetin yolu, kulun Rabbini unutmamasıdır. Basîret sahibi mu'minler hangi yone baksalar O'nun zikir nûrunu; neye kulak verseler O'nun tesbih nĂ‚ğmelerini dinlerler. Bizler de bu dunya hayatında Rabbimizi ne kadar anarsak yarın ukbĂ‚da ilĂ‚hî vuslata o seviyede vĂ‚sıl oluruz.
Temiz bir vicdanla yaşamanın, îmĂ‚nla olup ebedî huzur ve safĂ‚ya kavuşmanın yolu Rabbi unutmamaktır. Zîra Rabbini unutanın omru, bir gaflet girdabındaziyan olur gider. O gafletten ancak olumle uyanılır. LĂ‚kin o vakit her şey bitmiş ve buyuk bir husranın icine duşulmuş olur.
Âyet-i kerîmede buyurulur:
"AllĂ‚h'ı unutan ve bu yuzden AllĂ‚h'ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan cıkan kimselerdir." (el-Haşr, 19)
SahÂbeden biri:
"YĂ‚ RasûlallĂ‚h! İslĂ‚mî hukumler coğaldı. Bana AllĂ‚h'ın rızĂ‚sını ve Ă‚hiret saĂ‚detini kolayca kazanacağım bir şey oğret ki yapayım." deyince, -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ona:
"Dilin zikrullĂ‚h tesbihiyle dĂ‚imĂ‚ ıslak olsun." buyurmuşlardır.
AllĂ‚h'ı zikretmek, AllĂ‚h lafzını sĂ‚dece kelime olarak tekrarlamaktan ibĂ‚ret değildir. Zikir, ancak tahassus istîdĂ‚dının merkezi olan kalbde mekĂ‚n bulduğu zaman niyet ve amellerin seviye bulmasına Ă‚mil olur. İşte bu keyfiyette bir zikir, kulun bezm-i elestte, "Evet! Sen bizim Rabbimizsin!" şeklinde CenĂ‚b-ı Hakk ile yapmış olduğu ahdine vefĂ‚ gostermesi ve o sadĂ‚katle Rabbini aslĂ‚ unutmamasıdır.
ZikrullĂ‚h'tan gĂ‚fil kalmanın buyuk tehlikesinden dolayıdır ki CenĂ‚b-ı Hak biz kullarına bu hususta pek cok îkĂ‚zlarda bulunmuştur. HattĂ‚ Hazret-i MûsĂ‚ ve HĂ‚rûn -aleyhimesselĂ‚m- birer peygamber oldukları hĂ‚lde CenĂ‚b-ı Hak onları Firavun'a gonderirken:
"Sen ve kardeşin, birlikte Ă‚yetlerimi goturun. Beni anmayı ihmĂ‚l etmeyin." (TĂ‚hĂ‚, 42) buyurarak, onları dahî bu îkazdan hĂ‚ric tutmamış, bu sûretle muhtemel ki bizlere bir ornek ve ibret teşkil etmesini murĂ‚d eylemiştir.
Mu'min gonullerin gaflet katılığından kurtulup ilĂ‚hî rızĂ‚ya nĂ‚il olabilecek hassĂ‚siyete ulaşmasının yolu, zikr-i dĂ‚imîden gecmektedir. Bu da bir muddet veya bir mevsim değil; bir omur boyu, her nefes alıp verişte zikrullĂ‚h şuurunu taşımakla mumkundur ki ancak bu sĂ‚yede mĂ‚nevî uyanıklık hĂ‚sıl olur.
CenĂ‚b-ı Hak Kur'Ă‚n-ı Kerîm'de:
"ÎmĂ‚n edenlerin AllĂ‚h'ı zikretme ve O'ndan inen Kur'Ă‚n sebebiyle kalblerinin urpermesi zamanı daha gelmedi mi?" (el-Hadîd, 16) buyurur. Bu Ă‚yet, Mekke'de cile ve sıkıntı icinde yaşadıkları hĂ‚lde, hicretten sonra bol rızık ve nîmetlere kavuştukları icin gevşeyen bir kısım sahĂ‚bîyi uyarmak icin nĂ‚zil olmuştur. Bu itibarla bizler de Rabb'e sonsuz bir muhabbet iklîmine girerek, dunyevî ihtirasların ve fĂ‚nî menfaatlerin sarsamayacağı bir mĂ‚nevî zindeliğe erişme gayreti icinde bulunmalıyız.
ZîrĂ‚ sevenler sevdiklerini dĂ‚imĂ‚ gonullerinde taşırlar ve aslĂ‚ hatırlarından cıkarmazlar. Sevgisiz bir kalb ise ham toprak gibidir. MĂ‚rifet sevmektedir. ZîrĂ‚ varlığın sebebi muhabbettir. CenĂ‚b-ı Hak zĂ‚tına duyduğu muhabbet sĂ‚ikıyla bilinmeyi murĂ‚d etmiş ve bu Ă‚lemi yaratmıştır. Sevginin buyukluğu, sevilen uğrunda yapılan fedĂ‚kĂ‚rlık olcusundedir. İşte seherlerde uyanıp Hak TeĂ‚lĂ‚'ya ilticĂ‚ etmek de bu hĂ‚lin en bĂ‚riz misĂ‚llerinden biridir.
Mu'minlerin dĂ‚imî bir zikrullĂ‚h şuuruna sĂ‚hip bulunması gerekmekle birlikte, diğer taraftan zikrin en bereketli vakti, "seher"lerdir. CenĂ‚b-ı Hak gecenin bu vaktinde îfĂ‚ edilen zikre, sĂ‚ir zamanlardakinden daha fazla kıymet vermektedir. ZîrĂ‚ seherlerde zikir ve ibĂ‚detle meşgûl olabilmek, diğer zamanlardan daha zordur. Bu sebepledir ki seherleri ihyĂ‚, kulun Rabbine karşı duyduğu hĂ‚lisĂ‚ne muhabbet ve ta‘zîmin bir ifĂ‚desidir. Gonuldeki aşk ve muhabbet-i ilĂ‚hiyyenin şiddeti ne kadarsa muhakkak ki gece namazına ve tesbihĂ‚ta rağbet de o derecede tezĂ‚hur eder. Bu bakımdan da, gece namazı ve tesbîhĂ‚tı, Ă‚detĂ‚ yuce yĂ‚r ile buluşup sohbet etme mĂ‚hiyeti taşır.
Âyet-i kerîmelerde buyurulur:
"Gecenin bir kısmında O'na secde et; gecenin uzun bir bolumunde de O'nu tesbih et. Şu insanlar, carcabuk gecen dunyayı seviyorlar da onlerindeki cetin bir gunu (Ă‚hireti) ihmĂ‚l ediyorlar." (el-İnsan, 26-27)
"(O muttakî kimseler geceleri namaz kılmak ve istiğfar etmek icin) yanlarını (tatlı) yataklarından kaldırırlar. Rablerinin azĂ‚bından korkarak ve rahmetini umarak duĂ‚ ederler. Kendilerine verdiğimiz rızıklardan da hayır yollarına infak ederler." (Secde, 16)
Hakîkaten, kemĂ‚le erişmiş mu'minler icin geceler, derûnundaki sukûnet ve feyz dolayısı ile mustesna bir ganîmettir. Bu ganimetin kadrini lĂ‚yıkı ile bilenler bilhassa gece yarısından sonra yani cihanı derin bir sukûnetin kapladığı hengamda duĂ‚, ibadet ve Hakk'a yanık yalvarışların kabûlu icin Rablerine teveccuh etmenin feyizli zeminini bulurlar. Nasıl ki gunduzler, beden gıdĂ‚sını temin maksadıyla calışma vaktiyse, onların nazarında geceler de rûha gıda verip kalbi feyz-i ilĂ‚hî ile aydınlatmanın fırsat demleridir....
Bir Hak dostuna, talebeleri, hikmetini anlayamadıkları bir mes'ele sorarlar:
"-Efendim, etrafımıza baktığımızda goruyoruz ki, kopekler diğer bazı hayvanlar gibi eti icin kesilmeyip eceli ile olurler. Ustelik sĂ‚ir hayvanlara nazaran, bir batında cokca yavruladıkları hĂ‚lde bir turlu coğalmazlar.
LĂ‚kin, insanlar ibĂ‚det kastıyla ekseriyetle koyunları kurban etmekte ve eti ile de gıdĂ‚lanmaktadırlar. Koyunlar bu kadar sarfiyĂ‚tın zıddına umumiyetle tek kuzu yavrularlar. Ama yine de sayıları bir turlu eksilmez hattĂ‚ aksine artar. Koyunlardaki bu bereketin hikmeti acabĂ‚ nedir?"
O zĂ‚t, soruyu tebessumle dinledikten sonra şu hikmetli cevabı verdi.
"-Ne ibrettir ki hayvanlarda muşĂ‚hede ettiğiniz bu hĂ‚l, seher vaktinin bereketine bĂ‚riz bir işĂ‚rettir. Cunku seherler, rahmet ve feyzin sağanak hĂ‚linde boşandığı bir bereket vaktidir. Kopekler, gece boyunca havlayıp dururlar. Ancak seher vakti uykuya dalarlar. Koyunlar ise seher vaktinde uyanıktırlar. Bu yuzden seher vaktinin bereketinden paylarına duşeni alırlar."
Gorulduğu uzere seherlerini uykuya mahkûm edenler, cole, denize ve yalcın kayalıklara yağan bereketli nisan yağmurlarının hebĂ‚ olması gibi, bu bereket ve feyizden mahrum kalırlar.
YĂ‚ Rabbî! Biz kullarını bir nefes bile Sen'den gĂ‚fil eyleme! Gunlerimizi ve gecelerimizi zikrullĂ‚hın bereketiyle tenvîr eyle! Seherlerin feyz yağmurlarıyla gonlumuzu ihyĂ‚ eyle! ZikrullĂ‚hın ihtişamlı hakîkatinden hisse alabilmeyi cumlemize nasîb eyle! Senin azamet-i ilĂ‚hiyyeni idrakten mahrum kalanlara da hidĂ‚yet eyle!
Seherlerde Sen'i zikredenler hurmetine vatanımızı ve milletimizi şerirlerin şerlerinden muhĂ‚faza eyle! İcinde bulunduğumuz maddi, manevî, ictimaî ve iktisadî şu zor gunleri, saadet gunlerine tahvil eyle!...
Osman Nuri Topbaş
Kaynak: netpano
__________________
Kainatta Zikrullah ve Seher
Dini Bilgiler0 Mesaj
●30 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaţam & Danýţman
- Eđitim Öđretim Genel Konular - Sorular
- Dini Bilgiler
- Kainatta Zikrullah ve Seher