Yaratılan Her Şey Allaha Aynadır


İcinde yaşadığımız arz kuresi ve uzerimizdeki gokler, bir zamanlar vucud sahasında değillerdi. Allah’ın iradesi onları var etmeyi diledi ve boylece varlıklar yaratıldı.. Herbir varlık, adeta şoyle soyler: “Ya Rabbena, biz yoktuk, bizim talebimiz de yoktu. Senin lutfun, bizim soylemediklerimizi işitti.” (1)

“Rabbin Âdemoğullarının bellerinden zurriyetlerini aldı ve onları kendilerine şahit tutup ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ dedi. Onlar da, ‘evet Rabbimizsin’ diye şehadet etti” (A’raf suresi, 172) ayeti, ehl–i tasavvufca en meşhur ayetlerden biridir. MevlÂna, bu ayeti şoyle değerlendirir:
“Her an u zaman Allah’tan, ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ hitabı gelir. Gelir de, cevherler ve arazlar var olur. Eğer o cevherlerden, o arazlardan ‘Evet’ cevabı zuhur etmiyorsa, onların ademden vucuda gelmeleri hakîkatte ‘Evet’ demeleridir” (2)

Bu noktadan baktığımızda, “elest meclisinin” muhatapları sadece insanlar değildir. Butun varlık Âlemi, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” hitabına mazhardır. Onların, Allah’ın iradesine uygun olarak bu Âleme gelmeleri bile, “Evet, Sen bizim Rabbimizsin” anlamındadır. Yine MevlÂna’nın ifadesiyle:
“Varlık aynası nedir? Yokluktur. Varlık, ancak yoklukta gorulur. Nitekim zenginler, fukaraya ikramda bulunurlar”. (3)

Doktor, şifaya muhtac olanlarda hunerini gosterir. Terzi, bicimsiz kumaşlara şekil verir. Marangoz, kaba keresteleri mobilya haline getirir... Butun bunlardaki yokluk ve noksaniyet, SÂni’in san’atına ayna olmalarını sağlamıştır. (4) Onun gibi, binbir isimle musemma olan Cenab-ı Hakkın aynası, yokluk Âlemidir. O, Âlemi var edip, uzerinde nakışlarını gostermektedir.

Varlık Âlemine gelenlerin gorevi ise, Allah’a ayine olmaktır. MevlÂna bunu şu kıssayla nazara verir: “Hz. Yusuf’a uzak diyardan bir dostu gelir. Hz. Yusuf sorar: Bize ne getirdin? Dostu cevap verir: Sana her ne getirsem zÂid olacaktı. Duşundum taşındım, sana bir ayna getirdim.” (5)

İşte bunun gibi, herşey Allah’ın cemal ve kemaline aynadır. Onun emirlerine itaatle vazife gorurler. Asla isyanları yoktur. “Ruzgar, toprak, su ve ateş, Allah’ın kulu ve mutiidir. Onlar, bana-sana karşı bîruh, fakat Allah’a karşı zîruhtur”. (6) Yani, bizim cansız gorduğumuz hava, toprak, su ve ateş, Allah’ın emir ve iradesi karşısında akıllı, ruhlu birer muhataptırlar. Ondan gelen emirleri dinler ve itaat ederler. Mesela, ateşin tabiatında yakıcılık vardır. Fakat Cenab-ı Haktan “Ey ateş, İbrahim’e soğuk ve selÂmetli ol!” (Enbiya suresi, 69) emri gelince, ateş Hz. İbrahim’i yakmaz. MevlÂna, bu olaya telmihle, şoyle bir olay anlatır:
Zalim bir hukumdar, Allah’a inanan insanları ateşe atar, fakat ateş onları yakmaz. Hukumdar, “Ey ateş niye yakmıyorsun?” der. Ateş, şu cevabı verir: “Ben bir kopek kadar da mı olamayacağım? Kopek, sahipleri geldiğinde onlara kuyruk sallar. Ama, yabancılar gelince, onlara diş gosterir. Sen gel, bak seni nasıl yakacağım!”
İşte, toprak, su, hava, ateş, hepsi Allah’ın emriyle hareket ederler. (7)
Bunlar boyle oldukları gibi, bu unsurlarla yaratılan şeyler de boyledir. Mesela “Şu ağaclar, hÂkil olan insanlar gibidir. Elleri mesabesinde olan dallarını topraktan dışarıya cıkarmışlardır. Ağaclar, o dallarla halka doğru yuzlerce işaret ederler. Kulak verenler de, o işaretlerden hoşca ibareler anlarlar. Ağaclar, yeşil bir dil ile ve uzun bir el ile toprağın kalbinden sır soylerler”. (8)

Her bir varlık, bizi Allah’a goturen bir elci gibidir. Trafik işaretleri, anlayanlara sozsuz cumleler soyledikleri gibi, her bir şey dahi, dillerinden anlayanlara cok şeyler derler. Kur’Ân-ı Kerîm, butun mevcudatın Allah’ı tesbîh ettiğini bildirir (Hadîd suresi, 1). Guller Allah’ı tesbih ettiği gibi, bulbuller de eder. KÂinat, muhteşem bir senfonî orkestrası gibidir. En kucukten en buyuğe kadar her şey, bu orkestranın birer uyesidir. Her biri, kendine mahsus dillerle Allah’ı tesbih eder. Dinleyenleri, şu imkan Âleminden vucub Âlemine yoneltir.

Kaynaklar:
1. Mevlana, II, 382.
2. Mevlana, IV, 1038.
3. Mevlana, V, 1482.
4. A.g.e.
5. Mevlana, V, 1463-1481.
6. Mevlana, II, 488.
7. Bkz. MevlÂnÂ, II, 482 - 485.
8. Mevlana, VI, 999.

Şadi Eren (Doc.Dr.)

__________________