CenÂb-ı Hak, mÂrifetine muhabbet etmiş ve bu kÂinÂtı yaratmıştır. MevlÂn Hazretleri bu hakikati, Mesnevî’sinde şoyle ifade buyurmaktadır:

“ŞÃ‚nı ve kudreti pek yuce olan Allah, gizli bir hazine idi. Guzelliğinden, buyukluğunden oturu gayb perdesini yırttı. Ve kara topraktan ibÂret olan şu dunyayı sayısız varlıklarla, guzelliklerle, hesapsız nîmetlerle doldurdu da goklerden daha parlak bir hÂle getirdi.

Gercekten de Allah gizli bir hazine iken bilinmek istedi. Guzelliklerle dopdolu olduğundan coşup taştı ve toprağı atlaslar giyinmiş bir sultan gibi susledi, donattı.” (Mesnevî, 2862-2863. beyitler)

CenÂb-ı Hak insanı da mumtaz bir varlık olarak halkedip, ona rûhundan ufledi, kendisinden bir sır bahşeyledi. Yuce ZÂt’ıyla dostluk seviyesine cıkmasına vesîle olacak istîdatlar lûtfetti.

Bizler, sayısız varlık icinde “insan” olmak icin hicbir bedel odemedik. Herhangi bir mahlûk olarak da yaratılabilirdik. LÂkin Rabbimiz’in buyuk bir lûtfu olarak, meccÂnen, insan olarak yaratıldık. CenÂb-ı Hakk’ın dostluğuna erişebilmeyi mumkun kılan istîdatlarla muzeyyen kılındık.

Fakat herkes bu dostluk kapısından gecmeye liyÂkatli değil. Gecebilmek icin, her koşesinde ayrı bir imtihan bulunan bu cihanda, gonul Âlemini mÂsivÂdan, yani Allah’tan uzaklaştıran her şeyden temizlemek ve o kalbi, CenÂb-ı Hakk’ın cemÂlî esmÂsıyla suslemek gerekiyor. Zira Rabbimiz, cemÂlî sıfatlarını kendilerinde muşÃ‚hede ettiği kullarını seviyor ve onları, husûsî yakınlık ve dostluğuna mazhar kılıyor.

Mesel Rabbimiz îman dÂiresine girerek mu’min olan kulunu seviyor. Âyet-i kerîmede; “Allah, îmÂn edenlerin dostudur…” (el-Bakara, 257) buyruluyor. Fakat bu îmÂnı her turlu şerden, kotuluk ve fitneden îtin ile koruyan muttakî kullarını, yani takvÂda mesafe katetmiş kullarını ise daha cok seviyor. Bunu da şoyle ifade buyuruyor:

“…Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O’ndan en cok korkanınızdır.” (el-HucurÂt, 13)

Yine “RahmÂn” ve “Rahîm” esmÂsının sahibi olan CenÂb-ı Hak, merhametli kulunu cok seviyor. “İnsanlara merhamet etmeyene, Allah da merhamet etmez!” (BuhÂrî, Tevhid, 2) buyruluyor hadîs-i şerîfte. Efendimiz bir defÂsında ashÂb-ı kirÂma;

“Nefsim kudret elinde bulunan AllÂh’a yemîn ederim ki, birbirinize merhamet etmediğiniz surece cennete giremezsiniz.” buyuruyor. Onlar:

“–YÂ RasûlÂllah! Hepimiz merhametliyiz.” dediklerinde de Efendimiz şu mukÂbelede bulunuyor:

“–(Benim kastettiğim) merhamet, sizin anladığınız şekilde yalnızca birbirinize olan merhamet değildir. Bilakis butun mahlûkÂta şÃ‚mil olan merhamettir, (evet) butun mahlûkÂta şÃ‚mil merhamet!..” (HÂkim, Mustedrek, IV, 185) Yani her şeyi kuşatan bir merhamet…

Peki, CenÂb-ı Hakk’ın merhamet esmÂsı, bizim uzerimizde ne kadar tecellî hÂlinde? Merhametimiz, sadece şahsımıza mı? Yoksa hÂle hÂle etrafımızdaki butun mahlûkÂta şefkat ve merhamet kanatlarımız uzanıyor mu?

Hazret-i MûsÂ’ya; “Beni kalbi kırıkların yanında ara!”[1] buyuran Rabbimiz, merhametimizin garip, yetim, yoksul ve muzdariplere uzandığı kadarıyla bizi dostluğuna kabul buyurur.

Bir duşunelim, mesela Yemen’de, Suriye’de, Arakan’da zulum altında inleyen din kardeşlerimizin vicdanları parcalayan sessiz cığlıkları, gonullerimize ne kadar tesir ediyor? Merhametimizi ne kadar galeyÂna getiriyor? Kalplerimiz, muslumanların dertlerine derman olabilmek, mÂtemlerin civÂrında bulunabilmek hissiyÂtıyla ne kadar titriyor?

Yine merhametimiz, kapımızdaki hayvanata kadar uzanıyor mu? Cunku Efendimiz şoyle buyuruyorlar:

“Yeryuzundekilere merhamet edin ki, gokyuzundekiler de size merhamet etsin!” (Ebû DÂvûd, Edeb, 58)

VelhÂsıl “Allah” diyen bir kalbin, merhametten uzak olması duşunulemez. İnsan da merhamette seviye katettikce, AllÂh’ın muhabbet ve dostluğuna nÂil olur.

Yine “el-Afuvv” esmÂsının sahibi olan CenÂb-ı Hak, affedici olan ve ayıpları orten kullarını seviyor. Âyet-i kerîmelerde:

“(Ey Rasûlum!) Affedici ol! İyi ve guzel olan şeyleri emret! (Delil kabul etmeyen ısrarcı) cÂhillerden yuz cevir.” (el-A‘rÂf, 199)

“O (takv sÂhipleri) ki bollukta da darlıkta da Allah icin infÂk ederler; ofkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da ihsan sahibi olanları sever.” (Âl-i İmrÂn, 134) buyruluyor.

Yani Hakk’ın dostluğuna talip isek dÂim etrafımıza af nazarıyla bakacağız. Şahsımıza yapılan kusurları gormeyeceğiz. BilÂkis onları ortmek icin Âdeta uzerine bir şal atacağız. Allah TeÂlÂ’nın, biz kullarının sayısız kusur ve hatÂlarını gizleyip affettiği gibi, biz de affedici olacağız. Zira gonullerinde Allah TeÂlÂ’nın muhabbetini taşıyanlar, affetmeyi de severler. AllÂh’ın kullarını cokca affedeceğiz ki, bizler de ilÂhî affa lÂyık hÂle gelelim ve CenÂb-ı Hakk’ın “SettÂru’l-uyûb” sıfatından hisseyÂb olalım.

Yine Hakk’a yakın olmak istiyorsak comert olacağız. Zira “Kerîm” olan Rabbimiz, comert kullarını cok seviyor. Efendimiz, comertliğin ilÂhî muhabbet ve yakınlığa vesîle olduğunu şoyle haber veriyor:

“Allah TeÂl comerttir, ihsan sÂhibidir; comertliği ve yuksek ahlÂkı sever…” (Suyûtî, CÂmiu’s-Sağîr, I, 60)

VelhÂsıl uzerimizde cemÂlî sıfatların tecellîlerini coğaltmaya gayret edeceğiz ki, AllÂh’ın dostluğuna liyÂkat kazanalım. Bunun icin de her an; “…Nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir…” (el-Hadîd, 4) Âyetini dÂim gonlumuzde taşıyacağız, hic unutmayacağız. Zira Şeyh Şiblî Hazretleri’nin, kursude Âhiret ahvÂlini anlatan bir vÂize dediği gibi, Rabbimiz insana kıyÂmet gunu soracak;

“Ey kulum! Ben seninleydim, her an yanı başındaydım, sana şah damarından daha yakındım; fakat sen kiminleydin?! (Sen kimin dostluğuna talip olmuştun!)”

Kendi zaaflarımıza karşı da dÂim du hÂlinde:

“YÂ Rabbi! Hislerimizi kendi rızÂn ile te’lif eyle!” diyerek O’na ilticÂda bulunacağız. Cunku insanoğlu, Rabbiyle beraberliği nisbetinde hak yolda ve istikÂmet uzeredir. Rabbinden gÂfil kaldığı ve O’nu unuttuğu olcude de nefsÂniyetin hoyratlığına ve şeytanın idlÂline dûcÂr olur.

Diğer taraftan, dostluğun gerektirdiği bir husus da, bu dostluğu korumak icin AllÂh’a, Rasûl’une ve İslÂm’a muhÂlif olanların karşısında yer almaktır. Nitekim Âyet-i kerîmede Efendimiz’in yanında bulunan mu’minlerin, kuffÂra karşı “şedîd” (şiddetli, tÂvizsiz) olduğu bildirilmektedir. (Bkz. el-Fetih, 29)

Dolayısıyla mu’min, asl gayr-i muslimlere benzemeyecek. Zira hadîs-i şerîfte;

مَنْ تَشَبَّهَ بِقَوْمٍ فَهُوَ مِنْهُمْ

“Herhangi bir topluluğa benzemeye calışan, onlardandır.” (Ebû DÂvûd, LibÂs, 4/4031) buyruluyor.

CenÂb-ı Hak, Tebbet Sûresi’nde, lÂyıkına muhabbet ve mustahakkına nefreti bilhassa ifade etmekte. Hem de Hazret-i Peygamber’in en yakın akraba hukmunde olan oz amcası hakkında; “İki eli de kurusun!” buyurarak.

Cunku Ebû Leheb, Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e duşmandı. Dolayısıyla nefrete mustahak oldu. Bu durumda ona olan nefret, Hazret-i Peygamber’e ve CenÂb-ı Hakk’a olan muhabbetin bir nişÃ‚nesidir. Bu, kufre karşı da ne vaziyette olmamız gerektiğini gosteren bÂriz bir misaldir.

Yine Allah ve Rasûlʼunun duşmanlarını methetmekten, onlara en ufak bir iltifat nazarıyla bakmaktan bile kendimizi korumalıyız. Zira bu bakışlar, onların îtibÂrını artıracağından, AllÂh’ın gazabına sebebiyet verecektir. Hadîs-i şerîfte buyrulur:

“MunÂfığa, «efendi» demeyiniz. Eğer onu efendi kabul edecek olursanız, Azîz ve Celîl olan Rabbinizʼin gazabını uzerinize cekmiş olursunuz.” (Ebû DÂvûd, Edeb, 83; Ahmed bin Hanbel, V, 346)

Unutmamak lÂzımdır ki, bir din duşmanının yaptığı bir duvara bile “aman ne guzel” demekten dolayı kalbe menfî bir tesir Ârız olur. Bu da îmÂnımıza zarar verir.

Bugun bilhassa televizyonun bazı menfî yayınlarından, internetin cıkmaz sokaklarından ve insanı isrÂfın hoyratlığına savuran modalardan uzak kalmaya gayret edip, îman cevherini korumaya calışacağız. Cunku Hak ile dostluk, bunu gerektirir.

VelhÂsıl AllÂh’ın muhabbetine, yakınlığına ve dostluğuna giden yol, yaşayışımızla ilÂhî ahlÂka bir ayna olabilmekten gecmektedir. Oyle bir ayna ki, ona bakan herkes, orada nefsÂnî zaaflarla mÂlûl hÂlleri değil, Hakk’ın cemÂlî esmÂsının tecellîlerini seyretmelidir. Zira kesÂfetle buğulanmış ve kararmış kalplerin ilÂhî ahlÂktan ve Hakk’ın dostluğundan alacağı hicbir nasip yoktur.

CenÂb-ı Hak cumlemize, Habîb-i Edîbi’nin guzel ahlÂkıyla ahlÂklanarak dostluğuna kabul buyurduğu sÂlih ve sÂliha kullarından olabilmeyi lûtf u keremiyle ihsan buyursun.

Âmîn!..

Dipnot:

[1] Ebû Nuaym, Hilye, II, 364.





Osman Nûri Topbaş
Şebnem Dergisi, Yıl: 2019
Ay: Ocak Sayı: 167


__________________