Okuyucuya basit dinî bilgiler vermek icin yazılmış kitaplarda "ef'al-i mukellefîn" diye bir bahis vardır. Bilgi ve amel sisteminin mukemmel bir şekilde ozetlendiği bu bahis, yapıp ettiklerimizin "dinî" değerinin/karşılığının ne olduğunu tesbit eder. Eğer sistemin temelini teşkil eden nassları yerinden oynatırsanız "ef'al-i mukellefîn" de, onların tekabul ettiği karşılıklar da buharlaşır.


"Varsın olsun; bundan ne cıkar!" diyenler olabilir. Boyle duşunenler, bu tavırlarıyla Kur'an ve Sunnet nasslarının bize ne dediğini ve bizden ne istediğini cok fazla onemsemediklerini ortaya koymuş olurlar. Bu da hem "sahih dinî bilgi", hem de "doğru amel" bakımından onemli bir eksikliğin işaretidir.


"Kur'an'daki butun emirler farziyet ifade eder" diyen kişi aslında bir Usul kaidesi vaz ederek ef'al-i mukellefînden bahs etmektedir. Ama eksik, boluk-porcuk, temelsiz ve tutarsız bir şekilde... Bu sozun sahibine gore "(Ramazan geceleri) fecir vakti beyaz iplik siyah iplikten size secilene kadar yeyin, icin..." (2/el-Bakara, 187) ayeti gereği Ramazan geceleri yemek ve icmek farzdır, hem de iftar ettikten sonra şafak sokunceye kadar!...


Duyan da Kur'an'ın emir ve yasaklarının mahiyeti, ayetlerin delalet vecihleri, edatların anlamları, nuzul sebepleri, ayet ve surelerin tenasup tarzı, nesh, muteşabihat, Kur'an-Sunnet ilişkisi... gibi Ulumu'l-Kur'an bahisleri konusunda ciddiye alınır ozgun/farklı bir bilgi sistemi ortaya konmuş olmasına rağmen insanların "Kur'an'da birleşme"ye yanaşmadığını sanır...


Hz. Ali (k.v)'nin "Kelimetun hakk urîde bihÂ'l-bÂtıl" (kendisiyle batılın murad edildiği hak bir soz) tesbitini hatırlamanın tam sırasıdır. Hatırlanacağı uzere Haricîler de "L hukme ill lillÂh" (Allah'tan başkasının hukum koyma/hakemlik yapma yetkisi yoktur) derken hak bir soz soyluyordu. Ancak bu sozu, "Hakem olayı"na karışan, bu olayı tasvip eden, hakemlerden ve onları nasp edenlerden teberri etmeyen, hatta onları tekfire yanaşmayan herkesi İslam dairesi dışına cıkarma şizofrenisinin payandası olarak kullanıyorlardı.


Bu psişik durumu yaşayanların dikkat cekici bir ozelliği daha var: Kendileri butun Ummet'in ulemasına, Sahabe'ye, hatta Hz. Peygamber (s.a.v)'e pervasızca muhalefet ederken "fikir ozgurluğu" borusunu otturmenin sarhoşluğu ile mest olurken, bir başkası "Ben Hz. Peygamber (s.a.v)'in hadislerine, Sahabe'nin tavrına ve ulemanın goruşune tabi oluyorum" dediği zaman ne "yobazlığı" kalır, ne "din istismarcılığı"... Arkasına bir de "maymuncuk" eklemeyi ihmal etmezler: "Gerici... Cumhuriyet duşmanı!"...


Hacc menasiki arasında "Şeytan taşlama"nın ve bu ibadeti belirlenen sure icinde yerine getirmemenin hukmunun ne olduğunu sorsanız ne karşılık verirler? Ben soyleyeyim: "Kur'an'da boyle bir şey yoktur. Dolayısıyla yapmasanız da olur." Vacip, mustehap, mubah, mekruh..... kategorileri ve bunları ahkÂm sahasında gorunur kılan sebepler hakkında en kucuk bir fikri olmayan bu zevatın Kur'an ve Sunnet ahkÂmı hakkında tek bildikleri "olsa da olur, olmasa da"dır...

Oyleyse kendilerine bir teklifimiz olacak: Hacca gidecek olursanız, bu ibadeti sadece ilgili Kur'an ayetleri ile sınırlı olarak yapmayı deneyin. "Hacc menasiki" ile ilgili olarak Sunnet'le sabit olan hukum ve uygulamaları dikkate almadan yapılacak bir haccın nasıl olacağını boylece hep birlikte gormuş oluruz.
__________________