Aşk, şiddetli sevginin adıdır. Tasavvuf dilinde, Allah’a muhabbet anlamında kullanılır. (1)
İnsan, aşkı ya mecazi kullanır, ya da hakîkî. Mecazî aşk, fanilere gonul bağlamaktır. Hakiki aşk ise, Allah’ı sevmektir. Bazen mecazî aşk, hakîkî aşka vesile olur. (2)
Bu konunun en carpıcı misali, Leyla-Mecnun kıssasıdır denilebilir. Mecnun, Leyla’ya sevgisinden deli-divane olur. Collere duşer. Gozleri Leyla’ya benziyor diye, colde ceylanlarla arkadaş olur. Bir gun bulunduğu yere bir kopek gelir. Kimse ilgilenmezken, Mecnun kopeğe buyuk ilgi gosterir. Niye boyle yaptığını sorarlar, “Siz bilmiyorsunuz, bu kopek Leyla’nın diyarından gelmiştir” der. Neticede, Leyla’yla bir araya geldiğinde, hayır, der, Leyla sen değilsin. “Sen yuru Leyla ki ben Mevla’yı buldum.” Der. Boylece kendisindeki mecazî aşk, gercek aşka inkılap eder.
Yunus Emre’ye “Bana Seni gerek Seni” dedirten de, aynı İlÂhi aşktır. Yunus Emre ve MevlÂna gibi Hak aşığı olan zatlar, aşktan bahsettiklerinde “İlahî aşkı” kastederler. Bundan sonraki “aşk” ifadelerine bu noktadan bakmak gerektir.
Her şeyden evvel “aşk” fikrî bir mesele değildir; hÂlî ve vicdanîdir. Yani, matematiğin, kimyanın meseleleri gibi, net ifadelerle anlatılması ve anlaşılması mumkun olmayıp, ancak halen ve vicdanen bilinir. Bu noktada aşk, subjektif bir karakter arz eder. MevlÂna, bunu şoyle dile getirir: Biri “Aşıklık nedir?” diye sordu. “Benim gibi olursan anlarsın” dedim. Kalem ki, carcabuk yazıp gidiyordu. Aşkın tefsîri bahsine gelince, tahammul edemeyerek yarıldı. Akıl, aşkın şerhinde camura batmış merkep gibi aciz kaldı. (3)
MevlÂna’nın verdiği şu misalden hareketle, aşık olmayı manevî bir sarhoşluk olarak anlayabiliriz. “Bir sarhoş meyhaneden cıkıp da yolunu şaşırınca, cocukların maskarası ve eğlencesi olur. O sarhoş, boylece sekr halinde bulunur. Cocuklar ise, onun şarap zevkinden ve sersemlik neşesinden habersiz olarak arkasına takılır. Allah’ın aşkından sarhoş olanlardan başka, butun halk cocuk mesabesindedir. Heva ve hevesten kurtulmuş olanlardan başkası, buluğa ermiş değildir.” (4)
Şu sozler ise, İlahî aşktan nasibini almayan ve dunyanın fani işleri icinde boğulup gidenlerin halini anlatır: “O cocuklar bir kamışa binerler ve ‘bu bizim burağımız veya mubarek gidişli duldulumuzdur’ derler. Yuklenmiş oldukları kamışı taşıdıkları halde, cehillerinden boburlenirler ve kendilerini ata binmiş vehmederler.” (5)
Ustteki ifadelerde olduğu gibi, tasavvuf ehli divanlarında “şarap-meyhane” gibi mazmunlara sıkca yer vermişlerdir. MÂnÂdan nasibini almayanlar bu ifadeleri zahirine gore değerlendirmişler, o buyuk zatları yanlış tanımış ve anlatmışlardır.
Nitekim yuce Allah, “Onların Rabbi, onlara tertemiz bir şarab takdim eder” (Dehr Sûresi,21) buyurmaktadır. Ayette gecen “şarab” kelimesi, şu anda Turkcemizde kullandığımız “icki” anlamında olmayıp, “temiz icecek” mÂnÂsındadır.
Şu muhavere aşıklar arasındaki mertebe farklılığına işarettir: İlahî aşk mensublarından Yahya b. Muaz, Bayezid-i Bistami’ye şoyle der: “Muhabbet kadehinden o kadar ictim ki, sonunda mestoldum.” Bayezid, şu anlamlı cevabı verir: “Muhabbet şarabını kase kase ictim. Lakin ne şarap bitti, ne de benim hararetim gecti.” (7)
Evet, Hak aşığı olan zat, her şeyi “Mevla’nın diyarından” gelmiş olarak gorur. Daha once ifade ettiğimiz gibi, Mecnun her vesileyle Leyla’yı hatırladığı gibi; Âşık da “Her şey bana Seni hatırlatıyor” der, varlıklardan Allah’ı bulur, Allah’ta fani olur. Hatta, Hallac-ı Mansur gibiler, kendilerini tamamen yok farz edip “Ene’l-Hak” bile derler. Şuphesiz, boyle aşıkların bu gibi sozleri, şerîatın zahirine aykırıdır. Manen sarhoş iken boyle soylemişlerdir. MevlÂna, boylelerin halini, kıpkızıl hale gelen demirin “ben ateşim” demesine benzetir. (8) Ancak, şu muhim hatırlatmayı da yapmadan edemez: “Sen, sarhoş olanlardan kılavuzluk arama!” (9) Yani, boyle zatlar, hidayet uzere olmakla beraber, peşinde gidilecek kimseler değildir.
Tekrar aşığın dunyasına donecek olursak... Evet, aşık bu dunyada kendini gurbette gorur. “Vatan sevgisi imandandır” (10) hadisini tasavvufî mÂnÂsıyla değerlendirir. Gercek vatanı “Bezm-i Elest” olarak kabul eder. Şu dunya zindanındaki gunlerini tamamlayıp, İlahî huzura vuslatı en buyuk gaye bilir. (11)
“Aşık, gamdan da, sururdan da hÂlîdir. Baharsız, hazansız daima yeşil ve tazedir.” (12) Onun hali, şu manaları terennum eder:
“Hoştur bana Senden gelen
“Ya gonca gul, ya da diken
“Ya hil’atu ya da kefen
“Narın da hoş, nurun da hoş.”
Aşık, Allah’tan gelen lutfu ve kahrı lutuf olarak gorur. MevlÂna, buna şoyle dikkat ceker: “Gerek Âlim olsun, gerek cahil olsun, isterse aşağılık biri bulunsun, herkes lutuf ile kahrı fark eder. Lakin, kahırda gizlenmiş lutfu, yahut lutuf icindeki kahrı az kimse bilir.” (13)
Kaynaklar:
2. Eraydın, Tasavvuf ve Tarikat, s. 203
3. Mevlana, I, 137.
4. Mevlana, V, 1583-1584.
5. Mevlana, V, 1588.
6. Mevlana, VI, 54 (İzbudak).
7. Tahiru’l-Mevlevi, 1, 72
8. Mevlana, VII, 436.
9. Mevlana, VII, 567.
10. Aclunî, I, 345.
11. Bkz. Mevlana, XI, 995.
12. Mevlana, III,, 907.
13. Mevlana, IX, 390-391.
__________________
Tasavvufi anlamda aşk nedir?
Dini Bilgiler0 Mesaj
●31 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Eğitim Öğretim Genel Konular - Sorular
- Dini Bilgiler
- Tasavvufi anlamda aşk nedir?