Arkadaşlar uzun bir yazı ama okunmaya değer..




İstemenin Esrarı

Dolunay, sakin bir okyanus sahilini aydınlatıyor; serin ruzgÂr, dalgaların dansıyla buluşuyordu. Cıplak kumsal bir anda uğultularla doluverdi. Yuzlerce kaplumbağa, binlerce kilometrelik yolculuğu tamamlayarak karaya ayak bastı.
Kocaman govdeleriyle kumsalda tanklar gibi ilerledi; tepeyi aşarak, arka taraftaki araziye dağıldılar. Burası, her yıl geldikleri, yumurtalarım bırakıp okyanusa dondukleri sahildi. Toprağı kazdılar, binlerce yumurtayı bıraktılar; sonra da guneş doğmadan geri gittiler.
Guneş, yumurtaları emanet alan toprağı ısıttı; bulut ve ruzgÂr serinletti; yağmur ıslattı. Toprak sevimli hayatlara annelik yapmayı bekliyor; yakında doğacak kimsesizleri bağrına basmaya hazırlanıyordu.
Bir sabah guneşin ilk ışıkları yukseldiğinde, yerin derinlerinden sesler yukseldi. Kabuklarını catlatan yavrular, toprağı omuzladı, esnetti. Yırtıcı rakunlar1 derinlerden gelen iniltileri duyarak koşup geldi; heyecanla toprağı kazdı.
Oncu kaplumbağa yavruları gozlerini acar acmaz ac rakunlara yem oluyordu. Cevre can pazarına donmuştu. Arkadan gelen yavrular ordular gibi topraktan cıktı ve hemen onlerindeki tepeye tırmanmaya başladı. Sıcak guneşin altında kuruyup olmekten kurtulmalarının tek yolu, tepenin ardındaki okyanusun serin sularına kavuşmak olacaktı. Gizli bir Bilinc, ne yonde ilerleyeceklerini kucuk kalplerine ilham etmişti. Hepsi de, yoneldikleri tepenin ardında okyanusun beklediğinden emin, aynı yonde hareket ediyordu.
Rakunlardan kurtulanlar, bu kez bu can pazarından haber alan yırtıcı kuşlarla karşılaştı. Uzun bacaklı ve keskin gagalı kuşlar, kanatlarıyla emekleyen yavruların yollannı kesti. Tepenin etekleri kıyamet meydanını andırıyordu. Bir yandan canlarını suya taşımaya cırpınanlar, diğer yandan hayatları o kucuk canlarla karınlarını doyurmaya bağlı olanlar karşı karşıya gelmişti. Cırpınan kimileri bir calılığın altına gizleniyordu. Kimileri kayaların aralıklarına duşup kurtuluyordu.
Soluksuz ilerleyen kimi yavruların kumsala inmeyi başardıklarını gorduk. Yırtıcı kuşlar arkalarından koşuyordu. "Hadi kucuğum, cırpın, az kaldı!" diyorduk bu acıklı belgeseli izlerken. Kimileri okyanusa dalmayı başarmış; canlarına kast eden yırtıcılardan kurtulmuşlardı.
Bir tanesine odaklanmıştık. Kumsala iyice yaklaşmış, ancak ilerleyecek gucu kalmamıştı. HÂl kucuk kollarını cırpmaya cabalıyor, soluğunun son saniyesine kadar direnerek suya yetişmeye cırpınıyordu. Yırtıcı bir kuşun onu gorduğunu ve hızla ona yoneldiğini fark ettik. Sol kolumdan sıkıca tutan Furkan Arife baktım: Kucuk yavrunun birazdan olecek olmasından uzulduğunu, Furkan Arifin doktuğu gozyaşından anlamıştım.
Kuş anîden durdu ve donup kacmaya başladı. Ardından kaplumbağa yavrusunun yanında kocaman bir timsah beliriverdi. Timsah ağzını iyice yaklaştırdığında, avuc kucukluğunde vucudunun o canavar dişlerin arasında ezilip gideceğini duşunmuştum. Timsah başını yavaşca yana eğdi, yavruyu ağzına aldı. Uzuntumden, başımı onume eğdim, yutkundum: "Allah'ım, hikmetine sığınırım; ama bu zavallı bir can ve Sen ona dunyada bu kadar omur tanıdın.." dedim kalbimde.
Başımı kaldırıp tekrar ekrana baktığımda, yavrunun timsahın ağzında ezilmeden beklediğini fark ettim. Timsah suya yoneldi;
dalganın temas ettiği kumsal şeridinde ağzını actı ve yavru, suzulerek okyanusa akıp kayboldu. İlerde başka timsahlar da, başka yavrulara yardım ediyordu.
Bu olay, muhteşem bir mucize gibi gorunuyor. Kurtuluşu beklediğimiz yerde yok oluş, yok oluşu beklediğimiz yerde kurtuluş yaşıyoruz.
Belgeseli cekenler, sonra kameralarını okyanus sularına yonlendirdiler. Suya yuzlerce yavru yetişmişti; kurtulduklarını sanıyorduk. Oysa şimdi de yırtıcı balıklara yem oluyorlardı.
Yavrular doğar doğmaz, kendilerini muthiş bir sırat koprusunde buldular; caresizdiler. Başlarında kendilerini doğa yasalarından sakındıracak bir koruyucu kudret gorunmuyordu. Kucuk kollarını cırpmaktan ve suya yetişmeye cabalamaktan başka bir şey yapamazlardı.
Ama gizli bir el onlara okyanusun yerini bildirdi. Onlara, 'Yerinizde durmayın ve şu yonde cırpının!" dedi. Akılları hayatı kavrayacak kadar gelişmiş olamazdı; sanki ruhsal varlıklar onları surekli teşvik ediyordu.
Cırpınmak zorundaydılar; zira, teslim olanlar boş alanda ac midelere yem oluyordu. Kimisini kaya aralıkları, kimisini calılar kurtardı. Kimisi, buyuk hayvanların kavgasını fırsat bilerek kacıştı. Kimisi timsahlar tarafından toplanarak suya taşındı. Bu yarış, son nefeslerine kadar surecek; kaplumbağaların bazıları, hayat yolculuklarını daha erken bitirerek sonsuz hayatlarına gocecek.
Hepimizin hayatı da boylesi bir seruvenden ibaret olacak. Kimileri dunyaya gelir gelmez, sonsuzluğa gocecek. Hayatımızın akışı boyunca birbirini takip eden nice olumcul tehlikeler atlatacağız.
Bir an gelecek, umulmadık ve beklenmedik bir kolaylıkla °lum bizi anîden alıp goturecek. Hayat budur. Doğduğumuz gunden oleceğimiz gune kadar, doğanın şartlan karşısında sahip olabileceğimiz guc, kaplumbağa yavrularının sahip olabileceği kadardır.
Kişisel gelişim, başarı teknikleri, yontemler ve stratejiler bize sadece "nasıl daha iyi cırpınabileceğimizi" oğretebilirler. Tum cırpınışımıza rağmen bir rakun bizi yiyecek mi? Bir yırtıcıya yem olacak mıyız? Yoksa bir ruzgÂr bizi destekleyecek mi? Bir timsahın ağzında kurtuluş okyanusuna taşınacak mıyız? Gelişim stratejileri boyle sorulara cevap vermiyor.
İstemenin Esrarı'nda cırpınma tekniklerini anlatmıyoruz; Yaratıcıyla iletişim kurmanın, Ondan kendimiz ve sevdiklerimiz icin harika yaşantılar dilemenin yolunu anlatıyoruz.
Hayatımızda yuzlerce kişisel gelişim kitabıyla karşılaşacağız. Onlar bize başarıyı anlatırken, "doğaustu bir gucun desteğiyle başarabileceğimizi" soyler. Doğaustu guce ilişkin tanımlar, İslÂm'dan, Hıristiyanlıktan, Hinduizmden veya diğer dinlerden ve inanclardan etkilenerek yapılanabilir. Soz konusu doğaustu guc kitaplarda, yerine gore, "Yaratıcı, Tanrı, Kozmik Bilinc, Evrensel Ruh, İcinizdeki Ucuncu Kafa, İcinizdeki Dev" gibi isimler almıştır. Herkes kendine gore bir sınırsızlık tasarlamakta ya da sınırsızlık, her inanışta farklı vasıflarla tanımlanmaktadır.
Dinlerden uzak durmayı tercih eden sekuler felsefelerse, daha kolaycı bir yontemi onerdi: "Yaratıcı sizsiniz; icinizde sınırsız bir enerji, yaratıcı bir kudret var ve siz istediğiniz her şeyi yaratırsınız" dediler. Sonra da, bir mikroba yenik duşecek acizlikteki insana, evreni yaratmanın yollarını oğretmeye kalkıştılar(l). Boylesi onculerin(!) dinlerle alay edişlerini, kendilerini birer tanrı sanışlarını, gurura kapılışlarını hayretler icerisinde izlersiniz. Oysa onlarla aynı gercekleri paylaşıyoruz ve onlar evrenin Tek ve Sınırsız Sahibini tanıyanların şimdiden gorduklerini, ceset elbiselerini cıkarıp dunyadan ayrıldıklarında algılayacaklar.
Kişisel gelişim akımının dunyaca tanınmış onculerinden Anthony Robbins şoyle der: "Başarılı insanlar, kotu ya da iyi, ne olursa olsun, her şeyi kendilerinin yarattığına inanırlar. Kimse bunu ispat edemez. Ama, bu yararlı bir yalandır."2
Yalanlarla oyalanacak vaktimiz var mı? Olumden sonrasını goremeyen bir başarı felsefesi, yok oluş felsefesidir. Bizler sonsuzluk yolcularıyız ve bize sonsuzluğu gosteremeyen bir bakış acısından gercek başarıya ve mutluluğa ulaşmamız imkÂnsızdır.
Kişisel gelişim stratejilerini doğru yorumlamalı ve cok onemsemeliyiz. Onlar bize daha etkili calışma yontemlerini kazandırmaya calışıyor. Zaten Yaratıcı, "İnsan icin ancak calıştığı (nın karşılığı) vardır" demektedir.
Peki, calıştığımızın karşılığını biz mi yaratacağız? Calıştığımızda, zihnimizden gecen karşılığı mı alacağız? Yaratıcı der ki, "Bir topluluk kendilerinde olan durumu değiştirmedikce, Allah da onları değiştirmez." 4 Şu hÂlde, calışıp cırpınmamız; kendimizde olanı değiştirmemizdir. Sonra da Yaratıcının hayatımızda bazı mucize değişiklikler yaratmasına hazırlanacağız.
Toprak, cırpınmayan kaplumbağa yavrularına mezar olurdu. Gayreti yarı yolda terk edenler, okyanusa ulaşamazdı. Oysa, asıl onemlisi, gizli bir kudret onlara yonlerini bildirmeseydi, cırpınma gucu vermeseydi, onları yırtıcılardan kurtarmasaydı, timsahları yardıma gondermeseydi, asla başaramazlardı.
Hepimiz her goreve aday olarak geleceğiz yeryuzune... Ama gorevler ve makamlar sayılıdır; hayat plÂnlanmıştır. Kimisi satacak, kimisi alacak, kimisi gulecek, kimisi guldurecek... Hangi rol bize verilecek? Rollerimizi mutlak ozgurlukte belirleyebilecek miyiz?
Bizler Sınırsız bir Kudretin gozetimi altındayız. Cırpınışlarımız dualarımızla ve isteklerimizle yan yana geldiğinde, bir şeylere lÂyık olacağız. LÂyık olduklarımız zamanla hayatımızı kuşatacak... İstemenin Esrarı, bize en guzel değerlere lÂyık olmanın yollarını acmayı amaclıyor.
Hz. MevlÂna, "Kuru duayı bırak; ağac isteyen tohum eker." demiştir. Bu soz doğrudur; ama, her ekilen tohum ağac olamayacaktır. Yaratıcı İrade onaylamadığı surece, ekilen tohumlar ve sergilenen cabalar curuyup gidecektir. Diğer yandan, ekilen tohum yoksa, dualar da karşılıksız bırakılacaktır. Zira Yaratıcı İrade, ruhsal istekleri, calışmalarla ic ice gecirmiş; boylece evreni hem maddî ve hem de ruhsal hareketlilikle yoğurmuştur. Ruhsal hareket yoksa, maddî hareket meyvesiz kalacaktır. Maddî hareket yoksa da, ruhsal hareketler yetersiz bırakılacaktır.

Anthony Robbins, Sınırsız Guc, İnkılap Kitapevi, s.81 3 Kur'an; 53: 39 4Kur'an; 13: 11

Dr.Muhammed Bozdağ
__________________