HANEFİ MEZHEBİ
İmam-ı Âzam lĂ‚kabıyla şohret bulan Ebû Hanîfe'ye izĂ‚fe edilen fıkıh ekolunun adı. Ebû Hanife'nin asıl adı NumĂ‚n, babasının adı SĂ‚bit, dedesinin adı ise Zûta'dır. Zûta, Irak ve İran'ın muslumanların eline gecmesinden sonra musluman olmuş ve Kûfe'ye yerleşmiştir. O ve oğlu SĂ‚bit Kûfe'de Hz. Ali ile goruşmuştur
Ebû Hanîfe H. 80 yılında Kûfe'de doğdu, varlıklı bir ailenin cocuğu olarak orada yetişti. Irak ve Hicaz Ebû Hanife'nin yetiştiği donemde onemli iki ilim merkezi hĂ‚lindeydi. Cunku Hz. Omer (o.23/643) devrinde Fustat (eski Mısır), Kûfe ve Basra gibi buyuk İslĂ‚m şehirleri kurulmuş ve bu merkezlere aralarında bircok sahĂ‚benin de bulunduğu binlerce musluman yerleşmişti. Hz. Omer Kûfe'ye fasih Arapca konuşan kabîleleri yerleştirmiş ve Abdullah b. Mes'ûd (o. 32/652)'a onlara ilim oğretmesi icin gondermiş, "kendisine ihtiyacım olduğu halde Abdullah'ı size gondermeyi tercih ettim" demiştir (İbnu'l-Kayyim, İ'lĂ‚mu'l-Muvakkin, I, 16, 17, 20).
İbn Mes'ûd, Kûfe'nin kuruluşundan Hz. Osman'ın halifeliğinin sonlarına kadar Kûfelilere Kur'Ă‚n ve fıkıh oğretmiştir. Bu sayede orası, pekcok kurrĂ‚, fıkıh ve hadis bilginiyle dolmuştur. Onun talebelerinin dort bin dolaylarında olduğu soylenir. Ayrıca Kûfe'de Sa'd b. Ebî Vakkas (o. 55/675), Huzeyfe İbnu'l-YemĂ‚n (o. 36/656), SelmĂ‚n-ı FĂ‚risî (o. 36/656), AmmĂ‚r b. YĂ‚sir (o.34/657), Muğîre b. Şu'be (o. 50/670), Ebû Mûsa-Eş'ar, (o. 44/664) gibi. seckin sahĂ‚biler de bulunuyordu (en-NeysĂ‚bûrî, Ma'rifetu Ulûmi'l-Hadîs, nşr. es-Seyyid Muazzam, Kahire 1937, s. 191, 192). Bunlar İbn Mes'ûd'a yardımcı oluyorlardı. Hz. Ali Kûfe'ye geldiğinde buradaki fakihlerin cokluğuna sevinmiş,
"Allah, İbn Mes'ûd'a rahmet etsin, bu şehri ilimle doldurmuş; İbn Mes'ûd'un oğrencileri bu şehrin kandilleridir" demiştir (el-Kevserî, Fıkhu Ehli'l-Irak ve Hadisuhum, Nasbu'r-RĂ‚ye mukaddimesi, I, 29, 30).
Mısır'a yerleşen sahĂ‚bilerin uc yuz dolaylarında olmasına karşılık el-İclî, yalnız Kûfe'ye yerleşen sahĂ‚bilerin bin beş yuz dolaylarında olduğunu, bunlardan yetmiş kadarının Bedir savaşına katıldıklarını soyler.
Kûfe'de bu alim sahĂ‚belerden feyiz ve ilim alarak ictihad yapabilecek dereceye ulaşan tĂ‚biîlerden bazıları da şunlardır: Alkame b Kays (o. 62/681), el-Esved b. Yezîd (o. 75/694), Şurayh b. e1-HĂ‚ris (o. 78/697), Mesrûk b. el-Ecda' (o. 63/683), AbdurrahmĂ‚n b. Ebî LeylĂ‚ (o. 148/765), İbrahim en-NehĂ‚î (o. 96/714), Âmiru'ş-Şa'bi (o. 103/721), Said b. Cubeyr (o. 95/714), HammĂ‚d b. Ebî Suleyman (o. 120/738).
İşte Hanefi mezhebînin kurucusu Ebû Hanîfe (o.150/767) boyle bir ilim ortamında yetişti. Ebû Hanife'nin fıkhı, kendisinden on sekiz yıl ders aldığı Hammad b. Ebî Suleyman vĂ‚sıtasıyla, İbrahim en-NehĂ‚î, Alkame ve Esved yoluyla, Abdullah b. Mes'ûd, Hz. Ali ve Hz. Omer gibi sahĂ‚be bilginlerine dayanır. Hz. Omer'in Irak ekolune etkisi tbn Mes'ûd vasıtasıyla olmuştur. Hz. Ali ise kazĂ‚ ve fetvĂ‚larıyla Iraklılara onderlik yapmıştır.
Kûfe aynı donemlerde hadîs malzemesi bakımından da zengindi. Muctehidlerin kullandığı ibĂ‚det, muĂ‚melĂ‚t ve ukûbĂ‚tla ilgili hukum hadislerinin sayısı sınırlı olduğu icin, bu konularda Hicaz'ın hadis malzemesi butun şehirlerin bilginlerince biliniyordu. Cunku onlar hacc dolayısıyla sık sık Mekke ve Medîne'yi ziyaret ediyorlardı. Aralarında kırktan fazla hacc ve umre yapan vardı. Sadece Ebû Hanife elli beş kere haccetmişti. İmam BuhĂ‚rî'nin (o. 256/869) hocalarında AffĂ‚n b. Muslim el-EnsĂ‚rî el-Basrî'nin (o. 220/835) şu sozu Irak yoresinin hadîs bakımında ne kadar zengin olduğunu gostermeye yeterlidir: "Kûfe'ye gelip dort ay oturduk. İsteseydik yuz bin hadis yazardık; ancak elli bin hadis yazdık. Biz yalnız herkesin kabul ettiği hadisleri aldık. Cok hadis yazmamıza Şerîk b. AbdillĂ‚h (o. 177/793) engel oldu. Kûfe'de Arapca'sı bozuk ve hadis rivĂ‚yetinde gevşeklik gosteren kimseye rastlamadık" (el-Kevserî, a.g.e.,I, 35, 36).
AffĂ‚n hakkında, İbnu'l Medinî;
"Hadisteki bir harfte şuphesi olsa o hadisi almazdı"; Ebû Hatîm ise; "imamdır, sikĂ‚dır." demiştir. Boyle titiz bir hadisci kûfe yoresinde dort ayda Ahmed b. Hanbel'in (o. 241/855) Musned'indekinden daha cok hadis toplayabilmiştir.
Ebû Hanife Kûfe'de once Kur'Ă‚n-ı hıfzetti. Sarf, nahiv, şur ve edebiyat oğrendi. Kûfe, Basra ve butun Irak'ın en onde gelen ustadlarından hadis dinledi ve fıkıh meselelerini oğrendi. Doğuştan mantık, zekĂ‚, hĂ‚fıza gucu ve calışkanlığı ile ilim sahipleri arasında temayuz etti. Onun ilme yonelmesinde Âmiru'ş-Şa'bî'nin etkisi olmuştur. NumĂ‚n, hacc seyahati sırasında, bizzat sahĂ‚belerden hadis dinlemiş olan AtĂ‚ b. Ebî Rabah (o. 115/733) ve İbn Omer'in mevlĂ‚sı NĂ‚fi' (o. 117/735) gibi tĂ‚biîlerden bazıları ile temas etmiş ve onlardan da hadis dinlemiştir.
Hocası HammĂ‚d'ın vefĂ‚tında Ebû Hanîfe kırk yaşlarında idi. Onun vefĂ‚tıyla boşalan kursusunde ders vermeye başladı. Ebû Hanife'nin ders ve fetvĂ‚ vermedeki usûlu, rivĂ‚yet ve anĂ‚necilerin sema' (dinleme) usûlunden farklıdır. Onun ders halkasında iki turlu muzĂ‚kerenin oluştuğu anlaşılıyor a) Talebeleri icin verdiği duzenli fıkıh dersleri. b) Dışarıdan ve halk tarafından cevabı istenilen sorular (istiftĂ‚). Hanefi mezhebi istişĂ‚re esasına dayandırılmıştır. Ebû Hanife meseleleri tek tek ortaya atar, oğrencilerini dinler, kendi goruşunu soyler ve onlarla konuyu bir ay hattĂ‚ daha fazla sureyle munĂ‚kaşa ederdi. Meselenin incelenmesinde hazırlığı olan ve ictihad derecesinde bulunanlar da duşunce ve ictihadlarını soyledikten sonra, bu mesele hakkında muzĂ‚kere bitmiş sayılır ve sıra Ebû Hanife'ye gelirdi. O, meseleyi yeniden izah ve tasvir ettikten, kendi delillerini ve ictihadını ortaya koyduktan, gerekli duzeltmeler yapılıp cevaplar verildikten sonra, alınan karar coğu defa delillerden tecrit edilerek son derece veciz cumlelerle, bizat kendisi tarafından imlĂ‚ ettirildi. Bu imlĂ‚ vecizeleri daha sonra fıkıh kaideleri hĂ‚line gelmiştir (Hatîb, Tarihu BağdĂ‚d XI, 307 vd.; el-Kevserî a.g.e., I, 36 vd.). Ebû Hanife'nin bu ilim halkalarında İslĂ‚m'ın butun hukumleri yani ibĂ‚dĂ‚t, muĂ‚melĂ‚t ve ukubĂ‚ta Ă‚it emir ve yasaklarını yeni baştan gozden gecirilerek incelenmiştir. Konularına gore tasnîf edilip tedvîn edilen bu hukum ve meseleleri ZĂ‚hiru'r-RivĂ‚ye adıyla kaleme alan Muhammed b. Hasen eş-ŞeybĂ‚nî'dir. (o.189/805). eş-ŞeybĂ‚nî daha kucuk yaşta iken Ebû Hanîfe'nin ilim meclislerinde hazır bulunmaya başlamış; eğitimini daha sonra Ebû Yusuf'un yanında tamamlamıştır. Ebû Hanife, oğrencileri icin şoyle demiştir: "İclerinizde otuz altı tane yetişkin olanı var, onlardan yirmisekizi kadılık, altısı muftîlik, ikisi de hem başkadılık ve hem de fetvĂ‚ makamına lĂ‚yıktırlar (el-BezzĂ‚zî, MenĂ‚kıb, II, 125). Bunlar da Ebû Yûsuf ve Zufer'dir"
ZĂ‚hiru'r-RivĂ‚ye kitapları altı tane olup, daha sonraki bilginlere tevĂ‚tur yoluyla nakledilmiştir. Bunlar; " el-Asl (veya el-Mebsût)", "el-CĂ‚miu's-Sağîr", " el-CĂ‚miu'l-Kebîr" " es-Siyeru's-Sağîr", "es-siyeru'l-Kebîr" ve "ez-ZiyĂ‚dĂ‚t" adlarını alırlar. Hanefi mezhebinin temellerini oluşturduğu icin bunlara "MesĂ‚il-i usûl"de denilmiştir. ZĂ‚hiru'r-Rivaye'de Ebû Hanife, Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed'in goruşleri toplanır. Devrin ozelliği olarak Ebû Hanife fıkıh meselelerini talebelerine imlĂ‚ ettirmiş olmalıdır. Bu altı kitap metinlerinde kendisine isnad edelin meselelerin ona Ă‚it olduğunda şuphe yoktur. HattĂ‚ meselelerin ifadesinde vecîz metinlere bile Ebû Hanife'nin sozu ve uslûbu olarak bakılabilir.
ZĂ‚hiru'r-RivĂ‚ye kitapları HĂ‚kim eş-Şehîd Ebû Fazl Muhammed el-Mervezî (o. 334/945) tarafından kısaltılarak bir araya getirilmiş ve eser el-KĂ‚fr adını almıştır. Kendi devrinde bu eser Hanefi mezhebinin goruşlerini, meselelerini oğrenmek isteyene yeterli gorulmuştur. el-KĂ‚fı, bir bucuk asır kadar sonra Şemsu'l-Eimme es-Serahsî (o. 490/1097) tarafından şerhedilmiş ve el-Mebsût isimli bu eser otuz cilt hĂ‚linde basılmıştır.
Ebû Hanife'nin kendisine isnad olunan ve gunumuze ulaşan kitapları dah cok akaid ve kelĂ‚m konularına Ă‚ittir. el-Fıkhu'l-Ekber, KitĂ‚bu'l-Âlim ve'l-Muteallim, KitĂ‚bu'r-RisĂ‚le, beş tane el-Haşiyye kitabı, el-Kasidetu'n-Nu'mĂ‚niyye, Ma'rifetu'l-MezĂ‚hib, Musnedu'l-İmam Ebî Hanife (Bunların rivĂ‚yet, nusha ve şerhleri icin bk., Brockelmann, Galş Fuad Sezgin, Gas; Halim SĂ‚bit Şibay, " Ebû Hanife ", İA, IV, 26, 27).
Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed, mezhebin teşekkulunde etkili olmuş buyuk Hanefi muctehidleridir. Ebû Yûsuf, mal, vergi ve devlet hukukuna dair Kitabu'l-HarĂ‚c adlı eserini yazmış, hanefî meıhebinin devlet ricĂ‚li ve kitleler arasında yayılmasına katkıda bulunmuştur. AbbĂ‚sî halifesi HĂ‚run er-Reşîd zamanında "kĂ‚dıu'l-kudĂ‚t (baş kadı)" olmuş, boylece mezhebin icrĂ‚ ve kazĂ‚da uygulanması yolunu acmıştır.
es-Serahsî'nin, el-Mebsût'undan sonra Hanefi fıkhını acıklayan ve geliştiren te'lifler devam etmiştir. el-KĂ‚sĂ‚nî'nin (o. 587/1191) BedĂ‚yiu's-Sanayi' fi Tertîbi'ş-ŞerĂ‚yî' adlı eseri son derece sistemli ve değerli bir eserdir. Daha sonraki onemli te'lîf ve şerhlerden bazıları da şunlardı. el-MerginĂ‚nî'nin (o. 593/1197) el-Hidvye adlı eseri. Bunun başlıca şehrleri İbnu'l-HumĂ‚m'ın (o. 861/1457) Fethu'l-Kadîr, es Siğnakı'nin (te'lif: 700/1300) en-NihĂ‚ye, el-BĂ‚bertî'nin (o. 786/1384) el-İnĂ‚ye ve el-KurlĂ‚nî'nin (o. VIII/XIV. asır) el-KifĂ‚ye adlı eserleridir. en-Nesefi'nin (o. 710/1310) Kenzu'd-DekĂ‚ik'i sonraki onemli te'liflerden olup, yine aynı muelif tarafından, el-NĂ‚fı adıyla şerhedilmiştir. Diğer onemli şerhleri; ez-Zeylaî'nin (o. 743/1342) Tebyînu'l-HakĂ‚ik'i ile İbn Nuceym el-Mısrî'nin (o. 970/1562) el-Bahru'r-RĂ‚ik adlı eserlerdir. Osmanlılar doneminde yazılan en onemli eserler şunlardır: Molla Hursev'in (o. 885/1480) ed-Durer'i ve buna Vankulî (o. 1000/1591) ile başkaları tarafından yazılan şerhler, el-Halebî'nin (o. 956/1549) el-Multeka'l-Ebhur'u ile bunun ŞeyhzĂ‚de (o.1078/1667) tarafından te'lif edilen Mecmau'l-Enhur adlı şerhi. TimurtĂ‚şî'nin (o.1004/1595) Tenvîru'l-EbsĂ‚r'ı ile el-Haskefî'nin (o. 1088/1677) ed-Durru'l-MuhtĂ‚r'ına yazılan şerh ve İbn Âbidîn (o. 1252/ 1836) tarafından yazılan Reddu'l-MuhtĂ‚r ale'd-Durri'l-MuhtĂ‚r adlı buyuk şerh de onemli eserlerdendir. Yine Tanzimat devrinde Ahmed Cevdet Paşa başkanlığındaki bir komisyon tarafından 1869-1876 yılları arasında hazırlanan 1851 maddelik Mecelle medenî hukuk alanında meydana getirilmiş onemli bir calışmadır. Mecelle, şahıs, aile ve miras munĂ‚sebetlerine ve aynî haklara Ă‚it bircok onemli konuları fıkıh ve fetvĂ‚ kitaplarına bırakmıştır. Mecelle'nin şerhleri arasında; Ali Haydar Efendi'nin (o.1355/1936) Duraru'l-HukkĂ‚m adlı Turkce şerhi ile Mes'ud Efendi'nin (o. 1310/1893) Arapca Mir'Ă‚t-ı Mecelle'si zikredilebilir. 1875 M. tarihinde Mısır adliye nĂ‚zın Muhammed Kadri paşa tarafından tedvîn edilen el-AhkĂ‚mu'ş-Şer'iyye ile 1917 tarihli Osmanlı Hukuk Âile KararnĂ‚mesi diğer kanun mecelleleridir.
Hanefi mezhebinin ozelliklerine gelince bizzak Ebû Hanife ictihad ederken takip ettiği usûlu şu şekilde acıklamıştır: "Allah'ın kitabındakini alır kabul ederim. Onda bulamazsam Rasûlullah'ın mûtemed alimlerce mĂ‚lûm, meşhur sunnetiyle amel ederim. Onda da bulamazsam ashĂ‚b-ı kiramdah dilediğim kimsenin re'yini alırım. Fakat iş, İbrahim en-Nehaî, eş-Şa'bî, el-Hasenu'l-Basrî ve AtĂ‚'ya gelince, ben de onlar gibi ictihad ederim" (el-Mekkî, MenĂ‚kıb, I, 74-78; ez-Zehebî, MenĂ‚kıb, s. 20-21). Ebû Hanife fıkhı; "kişinin leh ve aleyhte olanı, yani iyi ve kotuyu tanımak" diye tanımlar ve meselelerin hukumlerini kitap, sunnet, icmĂ‚ ve kıyas delillerinden birisine bağlar. Herhangi fıkhî bir mesele once Kur'Ă‚n Ă‚yetleri ile karşılaştırılır. Âyetin İbĂ‚re, işĂ‚re, iktizĂ‚ veya delĂ‚letinde bir şey varsa ona bağlı olarak cozulurdu. Kur'Ă‚n'da bir cozum bulunmazsa, sunnete başvurulur. Ancak Hanefilerin sunnetin Hz. Peygamber'e dayanmasını tĂ‚yin hususunda ozel metotları vardır. Bu usûle gore, her an'ane bir sunnet olmayabilir. MutevĂ‚tir ve meşhur hadisler dışında kalan haber-i vĂ‚hid ve mursel hadisler ozel incelemeye tĂ‚bi tutulur.
Ebû Hanife haber-i vĂ‚hidi (tek rĂ‚vînin rivĂ‚yet ettiği hadis), rĂ‚vînin guvenilir (sika), fakih ve adĂ‚letli olması; rivĂ‚yet ettiği şeye aykırı bir amelde bulunmaması şartıyla kabul eder. MeselĂ‚ Ebû Hureyre'nin (o. 58/677) rivĂ‚yet ettiği; "Birinizin kabına kopek batarsa, birisi temiz toprakla olmak uzere, onu yedi defa yıkasın" (BuhĂ‚rî, Vudû', 33; Muslim, TahĂ‚ret, 89, 91, 92, 93) hadîsini Ebû Hanife kabul etmez. Cunku Ebû Hureyre bu hadisle amel etmez ve boyle bir kabı uc kere yıkamakla yetinirdi. Bu durum hadîsi rivĂ‚yet bakımından zayıflatmakta, hattĂ‚, Ebû Hureyre'ye isnadını bile şupheli bir duruma sokmaktadır. Ebû Hanife'nin Ă‚hĂ‚d haberleri kabulde esas aldığı prensipleri şoylece ozetlemek mumkundur:
a) AhĂ‚d haber, İslĂ‚m hukukunun kaynakları tek tek incelendikten sonra elde edilecek ortak esaslara gore değerlendirilir. Eğer Ă‚hĂ‚d haber bu esaslarla catışırsa, iki delilden daha kuvvetli olanı alınır; catışan tek rĂ‚vili haber terkedilerek sozkonusu esasa dayanılır ve boyle bir haber "şĂ‚z" sayılır.
b) ÂhĂ‚d haber Kur'Ă‚n'ın genel ifadesine (Ă‚mm'e) veya Kur'Ă‚n'da bulunan bir lĂ‚fza (zĂ‚hir anlama) aykırı duşerse, haber terkedilerek Kitap'la amel edilir. Burada da iki delilden daha kuvvetli olanı tercih vardır. Cunku Kur'Ă‚n'ın subûtu kat'îdir. Ebû Hanîfe'ye gore, delĂ‚let bakımından Kur'Ă‚n'ın zĂ‚hirleri ve genel ifadeleri kesindir. Haber, Kur'Ă‚n'ın Ă‚mm ve zĂ‚hirine aykırı olmaksızın, onun mucmel'ini beyan ederse, bu haber kabul edilir. Bu, Ă‚hĂ‚d haberler Kur'Ă‚n'da olmayan bir hukmu ona ilĂ‚ve anlĂ‚mına gelmez.
c) ÂhĂ‚d haberin meşhur sunnetle catışması hĂ‚linde, kuvvetli olan meşhur sunnet esas alınır.
d) ÂhĂ‚d haber, kendisi gibi tek rĂ‚vili bir haberle celişirse, rĂ‚visi daha bilgili ve fakîh olan tercih edilir.
d) İki haberden birisinde, senet veya metin bakımından fazlalık varsa, ihtiyat yonu duşunulerek bıi fazlalık kabul edilmez.
e) ÂhĂ‚d haberle, kacınılması imkansız olan "umumî belvĂ‚", yanı sık sık vukû bulduğu icin herkesin yapmak zorunda kaldığı hususlarda amel edilmez. Bu gibi durumlarda haberin mutevĂ‚tir veya meşhûr olması gerekir.
f) Yine Ebû Hanife Ă‚hĂ‚d haberlerin, seleften hic kimse tarafından tenkid ve ta'n'a uğramaması; rĂ‚vînin onu işittiği andan rivĂ‚yet ettiği ana kadar ezberinde tutması, haberi kimden aldığını hatırlamaması halinde, yazısına guvenmemesi; şupheli hallerde uygulanmayan had cezalarında değişik rivĂ‚yetler bulunursa, ihtiyat yonunun tercih edilmesi; başka haberlerle desteklenene Ă‚hĂ‚d haberlerin alınması gibi prensipler geliştirmiştir (M. Zahid el-Kevserî, a.g.e., I, 27, 2Aynı Muellif; Te'nîbu'l-Hatîb,1361 Kahire, s. 152-154).
Mursel hadisler icin de bazı şartlar ongorulmuştur. Senedi Hz. Peygamber'e ulaşmayan ve senedinde kopukluk bulunan hadîse mursel veya munkatı' hadis denir. ŞĂ‚fiîler mursel icin birtakım kabul şartları one surerken; Ebû Hanîfe ve İmam MĂ‚lik mursel hadisi kayıtsız-şartsız kabul eder. Yalnız hadîsi rivĂ‚yet eden rĂ‚vinin sika olmasını yeterli gorurler. Diğer yandan mursel hadis, kendisinden daha kuvvetli olan bir delille catışmamalıdır. İslĂ‚m'ın ilk devirlerinde mursel hadislerle amel edilmiştir. HattĂ‚ İbn Cerîr et-Taberî (o. 310/922), "mursel haberi mutlak olarak reddetmek hicrî ikinci yuzyılın başında ortaya cıkan bir bid'attır" demiştir. BuhĂ‚rî ve Muslim gibi mûteber hadisciler eserlerinde mursel hadislere yer vermişler, bunları delil olarak zikretmişlerdir (Buharî, EzĂ‚n, 95; Ebû Zehra, Usûlu'l-Fıkh, s. 111).
Ebû Hanife'nın az hadis bildiğini, hadise gereken onemi vermediğini veya hadislere muhĂ‚lefet ettiğini, ya da zayıf hadisleri aldığını one surenler, mezhep imamlarının hadisleri kabul icin ileri surdukleri şartları tetkik etmeyen kimselerdir. Fitne ve yalanın yaygın olduğu bir devirde, Hz. Peygamber şoyle buyurdu, diyerek hadis nakleden herkesin rivĂ‚yet ettiği hadîsi kabul edenler, Hanefîlerin hadislere muhĂ‚lefet ettiğini sanırlar. Halbuki onlar, kitap, sunnet ve sahĂ‚bilerin hukumleri gibi nass'ların kaynaklarını araştırmada son derece titizlik gostermişler; nass'a dayanan ve kabule lĂ‚yık gorulen, birbirine benzer meseleleri cıkardıkları temel prensibe dayandırarak bir kaide altında toplamışlardır. Tarafsız Ă‚limlerin incelemesini gore, Ebû Hanife'nin ictihad şûrĂ‚sında kendisine yardımcı olan hadis hĂ‚fızlarının bulunduğu ve ictihadlarında bizzat ustadlarından oğrendiği dort bin kadar hadis kullandığı acığa cıkmıştır. Onun bazı hadisleri reddetmesi, hadisin sıhhati icin ileri surduğu şartlara bu hadislerin uymaması yuzundendir. Ebû Hanife sahih hadîsi reddetmek bir yana, mursel ve zayıf hadisleri bile kıyasa tercih etmiştir (İbn Hazm, el-İhkĂ‚m fi Usuli'l-AhkĂ‚m, Nşr. A.M. Şakir Mısır (t.y.), s. 929; el-Kevserî, Te'nîb, s. 152; Mekkî, MenĂ‚kıb, II, 96).
Ebû Hanife ictihadlarında kıyas ve istihsana cok yer vermiştir. Kıyas; hakkında Kur'Ă‚n ve sunnette hukum bulunmayan bir meselenin hukmunu, aralarındaki ortak illet dolayısıyla, hakkında nass bulunan meselenin hukmune bağlamak demektir. Aslında daha once sahĂ‚be devrinden muctehid imamlar devrine kadar kıyasa başvurulmuştu. Ebû Hanife'nin yaptığı, kıyası kaideleştirmek, cok kullanmak ve henuz meydana gelmemiş hĂ‚diselere de uygulamaktan ibarettir (İbnu'l-Kayyim, İ'lĂ‚mu'l-Muvakkıîn, l, 77, 227).
Kıyas uygun duşmeyen yerde Ebû Hanife istihsan yapardı. Ebû'l-Hasen el-Kerhî (o. 340/951) İstihsĂ‚nı şoyle tarif eder: "Muctehidin daha kuvvetli gorduğu bir husustan dolayı, bir meselede benzerlerin hukmunden başka bir hukme başvurmasıdır" (Ebû Zehra, a.g.e., s. 262). İmam MĂ‚lik; "İstihsan ilmin onda dokuzudur" derken; İmam Şafiî, istihsanı şer'i bir delil saymamı ve onu " Bir kimsenin keyfine gore bir şeyi beğenmesi, hoş ve guzel bulmasıdır"sozleriyle reddetmiştir. HattĂ‚ o, el-Umm adlı eserinde, "KitĂ‚bu İbtĂ‚li'l-İstihsĂ‚n" başlıklı bir bolum ayırarak, istihsĂ‚na hucum etmiştir (bk. el-Umm, VII,267-277). İbn Hazm'a gore istihsan; "Nefsin arzuladığı ve beğendiği şekilde hukmetmektir" (İbn Hazm el-İhkĂ‚m, s. 22; İbn Hazm İbtĂ‚lu'l-KıyĂ‚s, s. 5-6)
Ancak hicbir İslĂ‚m hukukcusu, bu arada Hanefiler istihsĂ‚nı bu şekilde anlamamışlardır. Aksi goruşte olanlar yanlış anladıkları icin tenkitte bulunmuşlardır. Kıyası kabul edenler arasında Hanefilerin kastettiği anlamda istihsan yapmayan yoktur. Şafiilerin istihsĂ‚nın aleyhinde one surdukleri deliller, doğru bulunursa, bu onların benimsediği kıyası da gecersiz kılar (M. Ebû Zehra, Usûlu'l-Fıkh, s. 270 vd.)
el-Kevserî'nin, Ebû Bekir er-RĂ‚zi'den (o. 370/980) nakline gore, istihsan iki alanda cereyan eder. a) İctihad ve re'yimize bırakılmış miktarların miktar ve tespitinde re'yimizi kullanmak. Mehir, nafaka, tazminat bedeli, yasak ava karşılık kesilecek hayvanın takdirlerinde olduğu gibi. b) Daha kuvvetli bir delilden dolayı kıyası terketmek. es-Serahsî (o. 490/ 1097) bunu şoyle acıklar: "Gercekte istihsan iki kıyastan ibaret olup, birisi acık (celî


Yukarıdaki kıyasa şu orneği verebiliriz: Kurt vb. yırtıcı hayvanların etleri haram olduğu gibi, ictikleri suyun artığı da haramdır. Aynı şekilde yırtıcı kuşların da hem etleri, hem de artıkları haramdır. Bu zĂ‚hir (acık) kıyasın bir sonucudur. İstihsana gore ise, hafi (gizli) kıyas yoluna gidilerek, başka bir sonuca ulaşılır. Şoyle ki; yırtıcı hayvanların artıkları salyaları karıştığı icin pistir, cunku salyaları onların pis olan etlerinden meydana gelmektedir. Yırtıcı kuşlar ise, suyu gagalarıyla ictikleri icin artıkları salyalarıyla temas etmez. Gagaları de kemik olduğu icin artıkta herhangi bir eser bırakmaz. Buna gore, istihsĂ‚nen yırtıcı kuşların artığı olan su pislenmez, ancak ihtiyat bakımından boyle bir suya mekruh denilir.
Bazan şer'i bir delille catışan kıyas terkedilerek istihsan yoluna gidilir. Kıyasa gore, unutarak yiyip icen kimsenin orucu bozulur, fakat bu kimsenin orucunu bozulmayacağına dair Hz. Peygamber'den rivĂ‚yet edilen bir hadis (Buharî, Savm, 26; Muslim, Sıyam,171) sebebiyle kıyas terkedilmiştir. Yine namazda kahkaha ile gulenin, kıyasa gore yalnız namazının bozulması gerekirken, hadisle abdestinin de bozulacağı bildirilmiştir. (Zeylaî, Nasbu'r-Raye, I, 47). İstisnĂ‚' (sanatkĂ‚ra bir iş ısmarlama) akdinde, akde konu olan şey, akid sırasında mevcut olmadığı icin kıyasa gore akdin bĂ‚tıl olması gerekirken, her devirde bu turlu akitle muĂ‚mele yapılageldiğinden, onun sıhhati uzerinde icmĂ‚' veya orf teşekkul etmiş ve bu yuzden kıyas terkedilmiştir. Bazan zarûret yuzunden kıyas terkedilerek istihsan yapılır. MeselĂ‚; kadının butun vucudu mahremdir. Fakat, hastalık hĂ‚linde doktorun onun bazı uzuvlarına bakması cĂ‚iz olur. Burada, "zarûretler haram olan şeyleri mubah kılar" kaidesi uygulanır. Yukarıdaki orneklerden de anlaşılacağı gibi, Hanefilerin uyguladığı istihsan ya nass'a, ya kıyasa, ya icmĂ‚'a yahut da zarûrete dayanmaktadır. Bu temele dayanan istihsĂ‚nı, başka kavramlar altında da olsa ŞĂ‚fiîlerin de kabul etmesi gerekir. ŞĂ‚fiî'nin itirazları belki, sadece orf sebebiyle istihsan ceşidini icine alabilir. Cunku orfun hukum istinbĂ‚tı icin bir temel teşkil edip etmemesi bu iki mezhep arasında ihtilĂ‚flıdır (bk. eş-ŞĂ‚fiî, el-Umm, VII, 267 vd.; el-Kevserî, a.g.e., I, 23-27; es-Serahsî, el-Mebsût, X, 145; es-Serahsî, el-Usûl, II, 201; Ebû Zehra, Usûlu'l-Fıkh, s. 263-273).
Hanefî mezhebi Irak'ta doğmuş ve AbbĂ‚sîler devrinde ulkenin başlıca fıkıh mezhebi olmuştur. Mezhep ozellikle doğuya doğru yayılarak Horasan ve MĂ‚verĂ‚unnehir'de en buyuk gelişmesini gostermiştir. Bircok unlu Hanefî hukukcu bu ulkelere mensuptur. Mağrib'te Hanefîler V. yuzyıla kadar MĂ‚likîlerle beraber bulunuyorlardı. Sicilya'da ise hĂ‚kim durumda idiler. Abbasîlerden sonra Hanefi mezhebinde bir gerileme gorulmuşse de, Osmanlı devletinin kurulmasıyla yeniden gelişme olmuş; Osmanlı sınırları icinde, halkı başka bir mezhebe bağlı olan yerlere bile, İstanbul'dan Hanefi mezhebine sĂ‚lik hĂ‚kimlerin gonderilmesi, mezhebe buralarda resmîlik kazandırmıştır (Mısır ve Tunus'ta olduğu gibi). Gunumuzde Afganistan, Pakistan, Turkistan, Buhara, Semerkand gibi Orta Asya ulkelerinde hanefîlik hakimdir. Bugun Turkiye ve Balkan Turkleri", Arnavutluk, Bosna-Hersek, Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya muslumanları genel olarak Halefîdirler. Hicaz, Suriye Yemen'in, Aden bolgesindeki muslumanların bir kısmı da Hanefidir (Ebû Zehra, Ebû Hanife, terc. O, Keskioğlu, İst. 1966, s. 473 vd.).
__________________