CenĂ‚b-ı Hak Ă‚yet-i kerîmelerde;
“…Hic duşunmuyor musunuz?” (el-En’Ă‚m, 50)
“…Aklınızı kullanmıyor musunuz?” (el-Bakara, 44) buyururken, acaba kullarının;
“Nasıl gunumu gun ederim? Ten plĂ‚nında nasıl daha rahat ve zevk u safĂ‚ icinde yaşarım?..” diye duşunmesini mi istiyor?
Yoksa;
“Şu kısacık hayat sermĂ‚yesi ile ebedî olan Ă‚hiret yurdunu nasıl kazanırım? Her saniye tukenen ve bir daha ele gecmeyecek olan sayılı nefeslerle, sonsuz olan Ă‚hiret saĂ‚detine nasıl vĂ‚sıl olurum? Gunden gune tĂ‚katten duşen şu bedenimle, ebedî olan gencliğe nasıl kavuşurum? Nefs ve şeytanın desîselerine duşmeden, tertemiz geldiğim şu dunyadan Rabbimin huzuruna yine tertemiz olarak yuz akıyla nasıl varabilirim?..” diye duşunmesini, bu hususta derin derin tefekkur etmesini mi istiyor? Cunku Rabbimiz, dunyayı insanlar ve cinler icin bir imtihan Ă‚lemi olarak tezyin etmiş.
Hic şuphesiz ki bu kĂ‚inatta hicbir zerre, boş ve abes yere yaratılmış değil! [1]Bu cihan, insan idrĂ‚k ve şuuruna kudret eliyle tutulmuş bir hikmet ve tecellîler aynası. Bu aynadaki sır ve hikmetleri gorebilmek ise, gonul aynasının berraklığına bağlı.
Cunku aslında bu Ă‚lemde her zerre, diri bir gonle sahip insanla konuşmakta. Butun varlıklar, hĂ‚l lisĂ‚nıyla beyan durumunda. KĂ‚inatta HĂ‚lık’ını tanıtmayan hicbir zerre yok! Ne guzel bir ifadedir:
“CenĂ‚b-ı Hak o kadar zĂ‚hirdir ki, zuhûrunun şiddetinden gĂ‚ibdir.”
Mesela biz, hava ile yaşıyor, fakat bizi cepecevre kuşattığı hĂ‚lde onu goremiyoruz. Sadece teneffus etmek sûretiyle hissediyoruz. Yine renkleri, uzay boşluğunda karanlık icinde gelip, atmosfer vesilesiyle ortaya cıkan Guneş ışığı sĂ‚yesinde goruyoruz. Guneş ışığı olmayınca, renkler gozden kayboluyor. LĂ‚kin hakikatte varlığını kaybetmiyor.
Yani butun mahlûkat, kendisini yoktan var eden HĂ‚lık TeĂ‚lĂ‚’nın muhur izini taşıyor. İnsana duşense, ilĂ‚hî kudret akışlarının tefekkurunde derinleşerek, bu ilĂ‚hî nakışları ibret nazarıyla gorebilmek, okuyabilmek.
Rabbimiz’in, Sevgili Rasûl’une ilk emri de “Oku!”[2]olmuştur.


Hak dostlarından Ahmed er-RifĂ‚î Hazretleri şoyle der:
“Tefekkur, Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in ilk amelidir. Zira butun farzlardan once O’nun ibadeti, AllĂ‚h’ın mahlûkĂ‚tını ve nîmetlerini duşunmekten ibĂ‚retti. Oyleyse siz de tefekkure iyi sarılın ve onu ibret vesîlesi yapın.”
Dolayısıyla insan evvelĂ‚, icerisinde yaşadığı bu kĂ‚inĂ‚tın nicin yaratıldığını, kimin mulkunde yaşadığını, nereden gelip nereye gitmekte olduğunu, bu dunyaya hangi maksatla gonderildiğini tefekkur edecek. Cunku Rabbimiz şoyle buyuruyor:
“Biz gokleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları, oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık.” (ed-DuhĂ‚n, 38)
“Ben cinleri ve insanları, ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım.” (ez-ZĂ‚riyĂ‚t, 56)


CenĂ‚b-ı Hak mahlûkĂ‚tına dĂ‚imĂ‚ ikram hĂ‚linde. Trilyonlarca, katrilyonlarca, belki daha da fazla varlığın, bir o kadar ceşitli ve birbirinden farklı rızkını kim tedĂ‚rik ediyor ve bunları en isabetli şekilde kim tevzî ediyor? İnsaf ve iz’an sahibi bir aklın birazcık duşunmesi gerekmez mi?
1915 yılında 1,5 milyar olan insanlık, şimdi 7 milyarın uzerinde. Dunyanın imkĂ‚nları israf edilmedikce herkese yetiyor. Nufus arttıkca, sofralar da artıyor. Ne buyuruyor MevlĂ‚mız:
“Ben onlardan rızık istemiyorum. Beni doyurmalarını da istemiyorum. Şuphesiz rızık veren, guc ve kuvvet sahibi olan ancak Allah’tır.” (ez-ZĂ‚riyĂ‚t, 57-58)
Yine insan, fĂ‚nîliğini tefekkur edecek. Zira; “Yeryuzunde bulunan her canlı fĂ‚nîdir.” (er-RahmĂ‚n, 26) buyruluyor. Yani oyle bir gun gelecek ki, yarını olmayacak!
“Olum sarhoşluğu gercekten gelir de: «İşte (ey insan) bu, senin oteden beri kactığın şeydir!» denir. Sûr’a ufurulur; işte bu, geleceği vaad edilen gundur.” (Kāf, 19-20)
İşte o gun hepimiz icin mechul bir gun!..


Bu dunya, Hazret-i Âdem -aleyhisselĂ‚m-’dan gunumuze gelinceye kadar sayısız mahlûkat ile doldu ve boşaldı. Peki, şimdi onlar nerede? Bizler de bir muddet sonra nerede olacağız? ZĂ‚limler-mazlumlar, Ă‚bidler-fĂ‚sıklar vs. hepsine olum geldi cattı ve şimdi hepsi kıyĂ‚met saatini beklemekte…
Bu fĂ‚nî cihanda birkac gun surecek bir seyahat icin bile nice hazırlık yapılırken, donuşu olmayan bir yolculuğa cıkacağı kesin olan bir kimsenin hic hazırlık yapmaması, hangi kelimelerle ifade edilmelidir?
Mu’mine duşen; havf ve recĂ‚ dengesi, yani ilĂ‚hî gazaba uğrama korkusu ve ilĂ‚hî rahmete nĂ‚il olma umidiyle kulluğunu son nefese kadar devam ettirebilmesidir. Cunku havf, şımarmamak; recĂ‚ ise, kullukta bedbinliğe duşmemek icin zarûrîdir.
İnsanın uzerinde derin derin tefekkur etmesi gereken bir diğer husus da, ustunde hayat kitabını satır satır doldurduğumuz şu Ă‚lemde sergilenen ilĂ‚hî sanat hĂ‚rikalarıdır.


SĂ‚dî-i ŞîrĂ‚zî ne guzel buyurmuştur:
“Akıl sahipleri nazarında ağaclardaki her bir yaprak mĂ‚rifetullĂ‚hı anlatan bir dîvandır. GĂ‚filler icin ise butun ağaclar, bir tek yaprak bile değildir.”
Diğer bir Ă‚rif zĂ‚t da şoyle demektedir:
“Bu Ă‚lem, gercek akıl sahipleri icin seyr-i bedĂ‚yî, ahmaklar icinse yemek ve şehvetten ibĂ‚rettir.”
İbret penceresinden baktığımız zaman goruyoruz ki, her yer ilĂ‚hî kudretin muhteşem tecellîleriyle dolu. MeselĂ‚, on tonluk bir fili on yaşındaki bir cocuk cekip goturuyor. Diğer taraftan, cıplak gozle gorulemeyecek kadar kucuk bir virus, guclu-kuvvetli nice pehlivanı yere seriyor.
Gokyuzu, başka bir ibret tablosu. Her an genişleşe de[3]hicbir Ă‚rıza yok. Sayısız yıldız, fĂ‚nîliğin değişmeyen bir Ă‚kıbeti olarak doğumundan bir muddet sonra omrunu tamamlayıp kara delikten gecerek yıldız mezarlığında kayboluyor. BĂ‚kî olan ise yalnız CenĂ‚b-ı Hak!


Atmosferdeki hava, farklı gazların terkibinden muteşekkil. Fakat oyle muhteşem bir denge var ki, insan aklı hayran kalıyor. Biri artıp diğeri eksilse butun canlılar mahvolur. MeselĂ‚ havadaki % 21 nisbetinde olan oksijen, birazcık fazla olsa, Dunya’daki her şey bir kıvılcım ile tutuşup yanardı.
Ne ibrettir ki, altımızdaki magma tabakası, muthiş bir ateş deryĂ‚sı; ustumuzdeki Guneş ise, muazzam bir alev topu… LĂ‚kin MevlĂ‚mız, kullarına bu iki ateş arasında serin ve selĂ‚met bir hayat lûtfediyor. Rabbimize ne kadar şukretsek az!..
Yine toprak terkîbi ayrı bir hikmet cumbuşu. O kara topraktan, binbir ceşit renkleriyle cicekler, farklı şekil ve tatlarıyla meyveler nasıl cıkıyor? Toprağın bağrındaki hangi yuksek teknolojiye sahip fabrika bunları uretiyor? ZĂ‚hiren bakıldığında toprak sadece su ile buluşuyor. LĂ‚kin neticede sayısız nebĂ‚tĂ‚t cıkıyor…
Su H2O; yani iki hidrojen, bir oksijenden oluşuyor. Biri yanıcı, diğeri yakıcı. Eğer oksijen ve hidrojen serbest kalsa, Dunya bir ateş topuna doner, her şey birbirine girer, hayat mumkun olmaz! Ancak ne buyuk bir sanat ve kudrettir ki, CenĂ‚b-ı Hak, yanıcı ile yakıcıyı birleştiriyor ve onu, yani suyu, butun mahlûkat icin bir hayat kaynağı hĂ‚line getiriyor.
Yine kendimize baktığımız zaman da bu ilĂ‚hî tanzim goze carpıyor. MeselĂ‚ tek ayakla olsa yuruyemezdik. Veya ayaklarımızın biri diğerine gore daha uzun olsa rahat hareket edemezdik. Tek kollu olsaydık işlerimizi duzgun yapamazdık. Goz, kulak, dil hepsi ayrı bir tanzîm-i ilĂ‚hî. Biri olmasa, vucudumuzun Ă‚henk ve dengesi kayboluyor.
Bugun “Ver gozunu, al dunyayı!” deseler, kim değişir?
Fakat bir mu’min icin uzerinde en fazla tefekkur edilip şukredilmesi gereken husus, Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e ummet olmamızdır. Cunku O, Ă‚lemlere rahmet olarak gonderilmiştir. O, gonulleri tezkiye eden ve kalplere Ă‚b-ı hayat sunan ilĂ‚hî bir rahmet deryĂ‚sıdır. O’na benzeyebilmek ve O’na yakınlaşabilmek, AllĂ‚h’a yakınlaşmak ve dost olmak demektir.
Şeyh SĂ‚dî’nin şu îkĂ‚zını da, bu dostlukta hic unutmamak îcĂ‚b eder:
“Yuzunu dostunun duşmanına cevirirsen, dostun sana az bakar. Dostunu seviyor ve ondan iyilik gormek istiyorsan, onun duşmanının sozuyle hareket etme!
Dostunun duşmanıyla aynı evde kalıyorsan, (yani gonul kapını şeytana acmış ve boylece rûhĂ‚nî tefekkurden uzaklaşıp nefsĂ‚nî tefekkure dalmışsan) dostunun sana yabancı kalmasına rĂ‚zı oluyorsun demektir.”
VelhĂ‚sıl kĂ‚inattaki kudret akışları, Ă‚deta sessiz ve sozsuz ilĂ‚hî şiirlerdir. Bu şiirleri okuyabilmek, kalplerdeki duyuşların derinliği nisbetinde mumkundur. Ve Rabbimiz, bu kadar ilĂ‚hî azamet tecellîleri neticesinde kullarına şu îkĂ‚z ile hitap etmektedir:
“Şuphesiz Biz ona (doğru) yolu gosterdik. İster şukredici olsun ister nankor!” (el-İnsĂ‚n, 3)
Rabbimiz, bizleri tefekkursuzluk gafletinden muhĂ‚faza buyursun! Kalbimizi, aklımızı, duygu ve duşuncelerimizi rızĂ‚-yı ilĂ‚hîsiyle te’lif eyleyecek rûhĂ‚nî bir tefekkur iklîminde yaşamayı, cumlemize nasîb eylesin!
Âmîn…


Dipnotlar:
[1]Bkz. el-Mu’minûn, 115.
[2]Bkz. el-Alak, 1.
[3]Bkz. ez-ZÂriyat, 47.


Osman Nuri Topbaş

Şebnem Dergisi, Yıl: 2019 Ay: Nisan Sayı: 170

__________________