Deist veya ateistlerin sorduğu “Allah cennete veya cehenneme gideceğimizi biliyorsa bizi neden yarattı?” sorusunun cevabı…

“–Allah bizim cennete ve cehenneme gireceğimizi biliyorsa, neden bizi imtihan ediyor?” derler.

Ya da;

“–Allah her şeyi bildiği hÂlde neden bizi yarattı?” derler.

Duşunmezler ki;

Kendileri karne adında, diploma adında en basit bir kÂğıt parcasını vermek icin eğitim deyip yıllarca imtihan ustune imtihan etmekteler. Tembelin kalacağını, calışkanın gececeğini bildikleri icin boyle yapmaktalar. Sonra bir işe alacaklarında da, ancak yığınla imtihanların başarı olcusune gore verilen diplomayı sormaktalar. Yoksa, kapıdan geri cevirmekteler.

Şimdi;

Şu olsun bu olsun, tum dunyada boyle bir nizÂm ile hareket eden bir insanın, aynı şekilde Rabbi tarafından imtihan edilip ona gore bir diploma ve gidiş yeri belirlemesine itiraz mantığı uretmesi, kendi kendisine aptal demesidir.

Kendisi;

Herkese kurduğu imtihan ve diploma sistemine gore mahrumiyet veya nÂiliyet yaşatırken AllÂh’ın boyle yapmasını hangi mantıkla yanlış bulabilir?

İmtihana gore değil de rastgele olsaydı hukumler, yani yok yere kendini doğrudan cehennemde bulsaydı, o zaman şoyle sormayacak mıydı:

“Allah beni niye imtihan etmedi?”

Bunu soracaktı ve şunu demeyecekti:

“Allah ilm-i ezelîsi ile benim cehennemlik olduğumu bilir. İmtihan etmesine gerek yoktur.”

Bu suallerdeki «bildiği hÂlde niye» vurgusunun cevabı budur. Allah TeÂlÂ, insanları imtihan ederken, onların asla itiraz edemeyecekleri şahitler ve deliller tespit ettirir. Melekler

şahittir, amel defterleri kayıtları tutmaktadır. Hatt uzuvlar, eller, ayaklar şahitlik edecektir. MekÂnlar şahitlik edecektir. Ayrıca insanın kendi vicdÂnı da kendi hukmu hususunda, itirafcı olacaktır.

CenÂb-ı Hak, kimseyle mukayese edilemez. LÂkin anlaşılması icin şoyle bir teşbih yapılabilir:

Tecrubeli bir muallim, bir talebesine;

“Calışmazsan sınıfta kalırsın!” dedikten sonra imtihanlar başlar ve talebe gercekten sınıfta kalır. Talebenin muvaffakiyetsizliğinin sebebi, muallimin îkazı mıdır? Onun başarısız olacağını bilmesi midir? Elbette değildir.

Bu sualler, aslında;

“Allah niye imtihan ediyor?”,

“Nicin kendisini inkÂr edenlere, emrini tutmayanlara azÂb ediyor?” diye sormak icindir. Bu hususta haddimizi bilmemiz gerekir.

Zira;

CenÂb-ı Hak, «FÂil-i Mutlak»tır; dilediğini yapabilecek yegÂne guc ve kudret sahibidir. «MÂliku’l-Mulk»tur, butun kÂinat O’nun mulkudur. «FÂil-i MuhtÂr»dır, yani mulkunde dilediği gibi tasarruf eder. Kimsenin O’na -hÂşÃ‚- hesap sormaya hakkı yoktur, haddi de değildir.

Rabbimiz, imtihan etmeyi murÂd etmiştir. Cenneti ucuz değildir. Cehennemi de luzumsuz değildir.

CenÂb-ı Hak, bu imtihanda sonsuz merhamet sergilemiştir.

İnsanı bu imtihanda istîdatlı kılmıştır. Akıl ve idrÂk vermiştir. Mecnunları, kucukleri, imtihan hÂrici tutmuştur.
KÂinattaki her şeyi bir tefekkur malzemesi olarak halk etmiştir. Eğer insan AllÂh’ın verdiği aklı ve kalbi, guzelce kullanırsa, tefekkur onun icin bir îmÂn anahtarı olacaktır.
CenÂb-ı Hak; insana verdiği akıl ve idrÂke yol gosterecek, semÂvî kitaplar, peygamberler gondermiştir. Onların yetiştirdikleri tebliğ, emr-i bi’l mÂruf ve nehy-i ani’l-munker vazifesini deruhte eden Hak dostları, kıyÂmete kadar devam edecektir.
Âyet-i kerîmede buyurulur:

“(Yerine gore) mujdeleyici ve sakındırıcı olarak peygamberler gonderdik ki insanların peygamberlerden sonra AllÂh’a karşı bir bahaneleri olmasın! Allah izzet ve hikmet sahibidir.” (en-NisÂ, 165)

CenÂb-ı Hak, idrÂk etmeye yetecek omur vermiştir. Âhirette sızlanan kişilere şoyle seslenileceği bildirilmiştir:
“…«Sizi, duşunup oğut alacak kimsenin duşunup oğut alabileceği kadar yaşatmadık mı? Size uyarıcı da (peygamber) gelmişti. (Buna rağmen dinlemediniz!)

Oyle ise tadın azÂbı!

Cunku zÂlimler icin hicbir yardımcı yoktur».” (FÂtır, 37)

CenÂb-ı Hak; insanı inkÂrı veya gunahı işler işlemez kahretmemiş, son nefese kadar tevbe ve ıslah icin muhlet vermiştir.
Gunahların affı icin bircok vesileler halk etmekte, şerleri ancak misliyle cezalandırmakta, sÂlih amelleri ise en az 10 misliyle mukÂfatlandırmaktadır.
Butun bunlara rağmen cehennemlik olanlar sebebiyle, Allah TeÂlÂ’yı -hÂşÃ‚- ithÂm etmek; kustahlıktır, edepsizliktir, haddi aşmaktır.

Mufessir Elmalılı Hamdi Efendi şoyle der:

“CenÂb-ı Hakk’ın azÂbı mahz-ı adÂlet, mağfireti de mahz-ı fazl u ihsandır.”

Yani Rabbimiz, azÂb ediyorsa bu zulum değildir. Tamamen adÂlettir. Bağışlıyor ve cennet ihsÂn ediyorsa, bu da kulun hak edişi değildir. Tamamen Rabbimiz’in comertce ikrÂmıdır.

AdÂlet; nimetlerin bedelini odeyip odememe husûsundadır. Lutufta adÂlet aranamaz. AllÂh’ın bizleri var etmesi, O’nun lutfundandır. Bizim hak etmemizden değildir. Lutfeden ise, isterse verir, istemezse vermez. Dilediğine az, dilediğine cok ihsÂn edebilir. Hic kimse O’na bu hususta hesap sorma hakkına sahip olamaz.

Kul ise dÂim her bakımdan hesap ile muhataptır. Cunku kendisine nimetler, mes’ûliyetler ve vazifeler verilmiştir.

Bizler de, bir bedel odemediğimiz hÂlde, meccÂnen, yani tamamen AllÂh’ın lutfuyla yoktan var edildik. Varlıklar icinde insan, insanlar icinde ummet-i Muhammed’den kılındık. Bir bedel odemeden nÂil olduğumuz butun bu nimetlere mukabil, bedel odeyerek Âhirete intikal edeceğiz.

Yani bu dunyada şukur borcumuzu îf etme mes’ûliyetiyle yaşadıktan sonra, Rabbimiz’in huzûruna cıkarılacağız. Orada, dunya imtihanının karnesi mevkiinde olan amel defterlerimizi okuyacağız. Hayat kasetimizi seyredeceğiz. Buyuk-kucuk hicbir şeyin ihmal edilmeden kaydedildiği hayat dosyalarımız onumuze serildiğinde, Rabbimiz’den «adÂlet» değil, «merhamet» dileneceğiz.

Zira bu dunyada yaptığımız sÂlih ameller, Rabbimiz’in bize olan lutufları karşısında Âdet bir hic mevkiinde kalacaktır.

Nitekim bir defasında Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

“‒Hic kimse amel (ve ibÂdet)i sayesinde kurtuluşa eremez!” buyurmuşlardı.

AshÂb-ı kiram hayretle;

“‒Siz de mi kurtulamazsınız ey AllÂh’ın Rasûlu?” diye sordular.

Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-;

“‒(Evet) ben de ancak AllÂh’ın rahmet ve keremiyle kurtulabilirim!” buyurdular. (Muslim, MunÂfikîn, 76, 78)

Hukukta menfaat ve zarar dengesi vardır.

Bu imtihanın sonunda ebedî cennet gibi yuksek bir nimet vardır. Butun ilÂhî yardımlara rağmen, kaybedenlere ise ebedî husran olması, adÂletin ta kendisidir.

İnsan, fÂnî bir mahlûk olduğu hÂlde; CenÂb-ı Hakk’ın emrine ÂmÂde kıldığı yeryuzundeki diğer varlıklar uzerinde tasarruf ederken, kendini serbest hisseder.

MeselÂ, insan;

Koyunların, ineklerin, tavukların ve balıkların; etinden, sutunden, yumurtasından istifÂde eder. «Buna hakkım var mı?» diye sormaz.
Varlıklar arasında değerli ve değersiz ayırımı
Değersiz bulduğunu cope atar, kıymetli bulduğunu saklar.

«Buna ne hakkım var!» demez.

İşci calıştırır; «Ona emretmeye ne hakkım var?» demez. «Parasını veriyorum ya!» der.
HÂl boyle iken;

CenÂb-ı Hakk’ın bizzat var ettiği, can verdiği, akıl, fikir, idrak ve omur verdiği, peygamber ve kitap gonderdiği kullarından curuk cıkanları ve isyan edenleri azÂba ayırmasına kim ne hakla itiraz edebilir?

Kaynak:Yuzakı Yayınları, Aklın Cinneti DEİZM

__________________