Bir mektebin icindeyiz, bir ders-i Âm. CenÂb-ı Hak bu dunyayı bir mektep olarak halketti insan ve cinlere.
لِيَعْبُدُونِ (“…Bana (AllÂhʼa) kulluk etsinler diye.” [ez-ZÂriyÂt, 56])
لِيَعْرِفُونِ (Ben’i (AllÂhʼı) bilsinler diye. [İbn-i Kesîr, IV, 255])
AllÂhʼa kul olacak, AllÂhʼı kalpte tanıyacaklar. Bu şekilde kalpte ufuklar acılacak.
عَلَّمَهُ الْبَيَانَ
(“Ona acıklamayı oğretti.” [er-RahmÂn, 4])
Hikmet ve sırlar o kalpte tecellî edecek. O kalp CenÂb-ı Hakʼla dost olacak. NazargÂh-ı ilÂhî olacak o kalp. CenÂb-ı Hak o kalbi Cennetʼe davet ediyor, DÂruʼs-SelÂmʼa davet ediyor.
Yani insan mukerrem olacak. “Biz benî Âdemʼi mukerrem kıldık…” (el-İsrÂ, 70) buyuruyor. Mukerrem olacak, muhteşem olan Cennetʼe lÂyık hÂle gelecek. Bu şekilde CenÂb-ı Hakʼla bir, cok uzun, bitmeyen bir omur olacak istikbalde, hepimiz icin.
Burada işte CenÂb-ı Hakʼla dostluğu kazanabilmek. Gececeğimiz o bÂdirelerden selÂmetle gecebilmek. Olum Ânı, son nefes, kabir hayatı, kıyÂmet vs… KıyÂmette olan değişik merhaleler.
Mahlûkat arasında en ustun, insanı yarattı. Butun gorduğun mahlûkat, cicekler, yeşillikler, nebÂtat, hepsini insan icin yarattı. CenÂb-ı Hak;
“…Biz, goklerde ve yerde ne varsa ÂmÂde kıldık, duşunen bir toplum icin…” buyuruyor, CÂsiye Sûresi, 13. Âyette. Yani CenÂb-ı Hakkʼın buyuk bir lûtfuna mustağrakız.
CenÂb-ı Hak bize peygamberler gonderiyor. Nasıl bir kulluğumuz olacak, bu dershÂnede nasıl bir talebeliğimiz olacak?..
Ders kitapları gonderiyor. Suhuflar ve kitaplar gonderiyor.
KÂinat, zerreden kureye bir hikmet sergisi, hikmet meşheri. CenÂb-ı Hak bu şekilde kuluna yardım ediyor ki kul, CenÂb-ı Hakʼla dost olacak.
Tabi burada menfî hususiyetler veriliyor insana. Bu menfî hususiyetleri bertaraf edecek. Def-i mazarrat; zarar veren şeyleri kalpten bertaraf edecek. Celb-i menÂfî; AllÂhʼa yaklaştıran hususiyetlerle kalp muzeyyen hÂle gelecek. Yani “l ilÂhe” ile onu bertaraf edecek, nefsÂnî cÂzibeleri. “İllÂllah”, kalpte cemÂlî sıfatların tecellîsi olacak. O kalp, işte CenÂb-ı Hakkʼa yaklaşan;
اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ
(“…Ancak AllÂhʼa kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o gunde fayda bulur).” [eş-ŞuarÂ, 89])
Kalb-i munîb, nefs-i mutmainne olmuş olacak.
Bu şekilde bir dershanenin icindeyiz. Bizden evvelkiler geldi-gecti. Onların kitapları kapandı. Daha bizim kitaplarımız acık. KirÂmen KÂtibîn, devamlı dosyalarımıza gonderiyor her Ânımızı. Orada zaten okuyacağız.
“Kitabını oku, bugun (hesap sorucu olarak) nefsin sana kÂfîdir.” (el-İsrÂ, 14) denilecek. Orada butun hayatımız yeniden seyrettirilecek. Yabancı bir şahit de olmayacak.
Gozlerimiz şahit olacak: Gozlerimiz neler seyretti omur boyu musbet-menfî?
Kulaklarımız musbet-menfî nelere şahit oldu? Nerelerde bulundu?
Deriler konuşacak, buyruluyor. AllÂhʼın verdiği guc-kuvvet nerede harcandı?
VelhÂsıl oyle bir dershanenin icindeyiz.
CenÂb-ı Hak:
قَدْ اَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ
“Muʼminler felÂh buldu (kurtuldu).” (el-Muʼminûn, 1) buyuruyor. Nasıl muʼminler kurtuluyor?
اِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًا buyuruyor CenÂb-ı Hak.
“…Muhakkak ki insan cok zÂlim, cok cÂhildir.” (el-AhzÂb, 72)
Hangi insan cok cÂhil? Nefsine uyan. Nefsinin hevÂsına kanan. Seraplara aldanan. Bunlar, bu tip ise “ظَلُومًا” cok zÂlim, cok cÂhildir. Başkasına zulmetmekten ziyade kendisine zulmetmesi, Âhiretini helÂk etmesi. Yani, AllÂhʼın emirlerinin dışında bir hayat yaşaması, haramlara bulaşması, kerahatlere bulaşması. ZÂhir ve bÂtın haramlar, sırf zÂhir haramlar değil, bÂtın haramlar da dÂhil, amel-i sÂlihten uzaklaşması.
Diğer bir sıfat “جَهُول” cok cÂhil. Niye cok cÂhil? Nicin dunyaya geldiğini, kimin mulkunde yaşadığını, nicin geldiğini, geliş niye, gidiş niye, Âkıbet niye, farkında değil! Yani bir husran ve bir şaşkınlık!
NefsÂnî problemleri aşamayarak, yani gunah problemini bertaraf edemeden, ebediyet yurdu Âhiretini birkac gunluk fÂnî dunyaya değiştirme hamÂkatine duşen insan, “ظَلُومًا جَهُولًا”. CenÂb-ı Hak; “cok zÂlim cok cÂhildir” buyuruyor.
Buna nefs-i emmÂre deniliyor. Bu, Rabbinden uzak, butun kotulukleri rahatlıkla işliyor. Yani isyankÂr bir nefs. Bu sıfatı hÂiz olan nefsin yegÂne maksadı, hevÂ-hevesini rahat yaşamak. İlÂhî irÂdenin dışında kendi irÂdesiyle yaşamak. Bu, nefs-i emmÂre oluyor; bu, felÂket! İnsanın en buyuk gafleti burada başlıyor. “ظَلُومًا جَهُولًا” burada başlıyor. Yani bu nedir? Kalp gozune bir perde cekilmesi, yani gozun onune iki parmağın konulması gibi.
Başka neye benziyor bu gaflet? Bu kadar peygamber geliyor, kitaplar geliyor, irşadlar oluyor; bu gaflet neye benziyor? Gunun ortasında Guneşʼi kaybetmeye benziyor. Guneşʼin ortasında Guneşʼi gormemeye benziyor.
Gaflete dûcÂr olan insan, diğer bir misalle, okyanus ortasında dumeni kırılmış gemi gibi hangi girdapta batacağı belli değil.
Ne yapıyor fıtrat? CenÂb-ı Hak;
نَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي
(“…Rûhumdan ufurduğum zaman…” [el-Hicr, 29; SÂd, 72]) buyuruyor. Birtakım meziyetler veriyor. Bu, fıtrattaki meziyetleri koreltiyor nefsÂnî hayat.
CenÂb-ı Hak buyuruyor EnfÂl Sûresi, 22. Âyet:
“Şuphesiz ki yeryuzunde yuruyen canlıların Allah katında en kotusu, duşunmeyen sağırlar ve dilsizlerdir.”
Nicin duşunmuyor? Âyetlerle derinden;
CenÂb-ı Hak;
اَفَلَا تَتَفَكَّرُونَ
اَفَلَا تَعْقِلُونَ
“Duşunmez misiniz?” (el-En‘Âm, 50)
“Akıl erdirmez misiniz?” buyuruyor. (Bkz. Âl-i İmrÂn, 65; el-A‘rÂf, 169; el-Bakara, 44, 76; el-En‘Âm, 32…) Onlar duşunmuyor.
Nasıl bir sağır? Vahyin sesini duymuyor, ilÂhî emirleri duymuyor, AllÂhʼın hitÂbından mahrum.
Orada bir, Cehennemʼden CenÂb-ı Hak bir manzara bildiriyor. FÂtır Sûresi 37. Âyette; burada mucrimler diyorlar ki;
“‒Y Rabbi bizi bu Cehennemʼden cıkar diyorlar. Cıkar y Rabbi, ne olursun cıkar diyorlar. Biz o kotu amellerimizi, hayırlı amellere cevireceğiz.” diyorlar.
CenÂb-ı Hak iki şey soruyor:
“–Size diyor, duşunecek kadar dunyada zaman, bir omur vermedik mi size?”
Her şeyi duşunuyorsun dunyaya ait.
“–Duşunecek bir zaman vermedik mi?”
İkincisi;
“–Bir peygamber gelmedi mi?”
“‒Evet y Rabbi, ikisi de oldu, gaflete daldık.”
CenÂb-ı Hak:
“‒O zaman azÂbı tadın!” buyuruyor. Kurtuluş yok.
VelhÂsıl kurtuluş, bu dunyadaki “عَمَلًا صَالِحًا”, “اَحْسَنُ عَمَلًا” CenÂb-ı Hakkʼa yaklaştıracak amellerimiz. KurʼÂnʼı rehber edinmemiz. Rasûlullah Efendimiz…
مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَ
(“Kim Rasûl’une itaat ederse AllÂhʼa itaat etmiş olur.” [en-NisÂ, 80])
Allah Rasûluʼne bir itaatle. Oʼnun her hÂline…
Rasûlullah Efendimiz buyuruyor ki…
İşte;
قَدْ اَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ
“Muʼminler felÂh buldu.” (el-Muʼminûn, 1)
اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ buyuruyor.
“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” buyuruyor. (BuhÂrî, Edeb, 96)
AshÂb-ı kirÂm, o cahiliyede, Rasûlullah Efendimizʼi sevdi, omurlerini Oʼnun hayatıyla şekillendirmeye gayret etti. O heyecanla yaşadı. Hayatlarının her Ânını daima Efendimizʼin hayatıyla mîzan etti. Zalûm ve cehûl sıfatından kurtuldu.
Efendimiz’in gonlunde ne vardı?
Bir; hidÂyet bekleyen insanlar vardı. Onları hidÂyete kavuşturmanın, Cehennem’den kurtarmanın derdi vardı.
İki; mu’min olmuş, fakat takvÂya erişmemiş gÂfil insanları o gafletten kurtarma gayreti vardı.
Daha ne vardı?
Her muslumanın derdine derman olabilmek vardı. Her muslumanı kendine zimmetli biliyordu. Onun derdine derman olmak vardı.
Kur’Ân eğitimine revac vermek vardı. Mekke’de, o zor zamanlarda DÂru’l-ErkÂm’ı kurdu. Medîne-i Munevvere’ye hemen hicrette de AshÂb-ı Suffe’yi tesis etti.
Demek ki bu şekilde bir hayırlı bir insan yetiştirme, bir rahmet insanı yetiştirme ve bu rahmet insanını butun insanlığa, butun dunyaya gonderebilme, onlarla emr-i bi’l-mÂrûf, nehy-i ani’l-munker’de bulunabilme…
Efendimiz, her muslumanı kendi zaafıyla tedavi ediyordu. “Senin icin en hayırlı amel budur, senin icin en hayırlı amel şudur, senin icin faydalı olan davranış boyledir…” diye her mu’minle tek tek Rasûlullah Efendimiz meşgul oluyordu.
Ne vardı Allah Rasûlu’nde başka? Allah rızÂsı icin bir revac vermek vardı, Allah rızÂsını daha fazla kazanmaya bir gayret vardı. Onun icin seherler uzun muddet secdelerle ve kıyamla devam ediyordu. CenÂb-ı Hak “ahsen-i takvîm” buyuruyor. En guzel bir yaratık, en guzel CenÂb-ı Hakk’ın bir kulu olmanın gayreti vardı.
Bunun sıfatları neydi? İncelik vardı, şefkat vardı, hissiyat vardı, duygu derinliği vardı, zarÂfet vardı, letÂfet vardı, rahmet vardı. “رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ” (Âlemlere rahmet) olmak vardı.
Ozellikle gonul Âleminde kimler vardı? HidÂyet bekleyenler vardı. Ummetin muzdaripleri vardı. Kimsesizleri, yaralıları, yoksulları vardı. Gozu yaşlı mÂsumlar vardı. Caresiz yaşlılar vardı. BelÂlar altında inleyen kanadı kırıklar vardı.
Ne vardı Allah Rasûlu’nde başka?
Allah icin infak vardı. İkram etmenin heyecanı vardı. Oyle bir comertlik ki, kendi aclığını, comertlikle kendi aclığını unutuyordu. Devamlı tevzî hÂlindeydi.
İslÂm’ın guler yuzunu tevzî etmek vardı.
Hakkı tutup kaldırmak vardı. ZÂlimlerin zulmune engel olmak, mazlumların imdadına yetişmek vardı.
Îman kardeşliğini korumanın gayreti vardı.
Sadece AllÂh’a tevekkul, rız ve teslîmiyet vardı.
Seherler vardı en muhimi. Uzun uzun seherler vardı.
Seherlerde ne vardı? Gozyaşı vardı, Kur’Ân-ı Kerîm vardı, ilticÂlar vardı.
Allah korkusu, Allah sevgisi en ust seviyedeydi ve en ustun, bizlere misal bir takv vardı.
İrfan vardı, ihsan vardı. Ve bunlarla, bu ashÂb-ı kirÂma aksetti Efendimiz’in bu dunyası. Ve bir asr-ı saÂdet medeniyeti meydana geldi.
Bu medeniyetin insanlarında ne vardı?
AllÂh’a hamd vardı, şukur vardı.
“اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ”
(“Hamd (ovme ve ovulme), Âlemlerin Rabbi AllÂh’a mahsustur.” [el-FÂtiha, 2])’i yaşama vardı, yaşama gayretleri vardı. AllÂh’a bir hamd, şukur vardı, teşekkur vardı.
Zikr-i dÂimî vardı. Her gorduğu şeyde CenÂb-ı Hakk’ı hatırlama vardı. Kulluk vardı. Vef vardı. FedakÂrlık vardı. Paylaşmak vardı. Caresizlere care olabilmek vardı. Bir gonul kazanmak vardı…
“Emrolunduğun gibi…” (Hûd, 112) “فَاسْتَقِمْ كَمَا اُمِرْتَ” Âyet-i kerîmesinin şumûlune girebilmenin gayreti vardı.
VelhÂsıl O’nun gonlunde ne vardı? Butun mahlûkat vardı. Kendini butun insanlıktan -muslim, gayr-i muslim- mes’ûl goruyordu. Butun AllÂh’ın yarattığı mahlûkat vardı. Butun hayvanat, nebÂtat vardı. Butun insanlık vardı.
Onun icin bu cihan, O’nun gibi mustesn bir gonul, hicbir zaman gormedi. Yer ve gokler O’nun gibi muhteşem bir gonle şahit olmadı. İnsanlık nÂmına beşeriyette her guzel ne varsa, saÂdet, O’ndan aldı. AshÂb-ı kirÂm ve ardından gelen halkalar hangi guzelliğe sahipse hep O’ndan tahsil ederek aldı. Ancak insan, bir mu’min, Efendimiz’in izinden gitmekle kÂmilleşir…
osmannuritopbas.com
__________________
NefsÂnî Hayat, Fıtrattaki Meziyetleri Koreltir
Dini Bilgiler0 Mesaj
●28 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaþam & Danýþman
- Eðitim Öðretim Genel Konular - Sorular
- Dini Bilgiler
- NefsÂnî Hayat, Fıtrattaki Meziyetleri Koreltir