
Ustat Bediuzzaman hazretleri “Ben imanın cereyanındayım. Karşımda imansızlık cereyanı var. Başka cereyanlarla alakam yok.” diyerek Yeni Said donemindeki buyuk manevi cihadının iman eksenli olduğunu ve butun gayretinin, insanları imansızlık afetinden korumak ve kurtarmakta merkezileştiğini acıkca beyan ediyor. Ote yandan “her bir gunah icinde kufre giden bir yol” olduğunu soyleyerek, bu iman hizmetinin cok onemli bir yonunun de gunahlarla ve sefahatle mucadele etmek olduğuna işaret etmiş oluyor.
Ustadımız Eski Said doneminde, kendi ifadesiyle, “İslamın hayat-ı ictimaiyyesiyle” yakında ilgilenmiş ve toplum hayatını tehlikelerden korumak ve ona doğru bir yon vermek icin buyuk gayret gostermiştir. Bu gayretler icerisinde, yanlış garplılaşma hareketiyle verdiği ilmi mucadelesinin ozel bir yeri vardır.
Tanzimat doneminde bir kısım aydınların garp medeniyetine hayran olmalarına ve batı kulturunu ulkemize butunuyle ve aynen taşımak istemelerine karşı, Ustat Hazretleri “Japon modeli” uzerinde durmuş, bizim de Japonlar gibi garbın sadece ilmini, tekniğini alıp kendi manevi değerlerimizden taviz vermememiz gerektiğini butun gucuyle savunmuştur. Kendisiyle aynı fikri savunan dava arkadaşı Mehmet Akif Ersoy bu manayı şoyle dile getirmiştir:
Alınız ilmini garbın alınız sanatını,
Veriniz hem de mesainize son sur’atını.
Ustat hazretleri, coğu dersinde olduğu gibi, bu konuda da nefsine hitap ederek, butun Muslumanlara şoyle bir tebligatta bulunmuştur:
“Ey nefis! Ehl-i dunyaya, hususan ehl-i sefahete, hususan ehl-i kufre bakıp, suri zinet ve aldatıcı gayr-i meşru lezzetlerine aldanıp, taklit etme. Cunku; sen onları taklid etsen, onlar gibi olamazsın. Pek cok sukut edeceksin. ...”
Baştaki “ehl-i dunya, ehl-i sefahet, ehl-i kufur” sıralaması cok onemlidir.
Ehl-i dunya, sadece dunya hayatını duşunen ve onun icin calışan kimselerdir. Bunlar, ahiret hayatına hic ilgi duymadıkları icin dunyanın servet ve makamlarıyla oyalanır, nefislerini boylece tatmin etmeye calışırlar. Bunların buyuk coğunluğu, dunyaya geliş gayelerini, “dunya nimetlerinden olabildiğince istifade etmek ve dunya zevklerini azami derecede tatmak” şeklinde belirlediklerinden, sefahate duşer, gunah ve isyan bataklığında bir hayat gecirirler.
Bunların ehl-i kufur olma tehlikeleri cok buyuktur. Sefahate, bir uyuşturucu muptelası gibi kendini kaptıran insan, olum otesinde butun gunah ve isyanlarından sorguya cekileceğini duşunmek bile istemez. Nur Kulliyatı’ndan İkinci Lem’ada ornekleriyle izah edildiği gibi, bu kacış onu, once cehennemin olmamasını temenniye, daha sonra kademeli olarak ahiretin inkarına goturup dinden cıkarabilir.
Ustat hazretleri bir Muslumanın garp kulturunu butunuyle kabul etmesinin mumkun olamayacağına dikkat cekerken, konuyu ayrı bir cepheden ele alıyor ve bir Muslumanla bir Hristiyanın, Peygambere iman ve bu imanın şahsi hayatlarına aksetmesi konusunda cok buyuk farklılık gosterdiğini onemle ifade ediyor.
Kur’an-ı Kerim, Muslumanların hem şahsi ve aile hayatlarına, hem de toplum hayatına esaslar getirmiş, Allah Resulu de (asm.) bunları ummetine butun tafsilatıyla anlatmış ve hayatıyla fiilen sergilemiş, ders vermiştir. Bir Musluman Allah’a nasıl inanacağından, namazını nasıl kılacağına, ahlak binasını nasıl şekillendireceğinden, ticarette hangi esaslara uyacağına kadar her şeyi Peygamber Efendimizden oğrenmiştir.
Ustat Hazretleri buna cok guzel bir ornek veriyor ve Peygamber Efendimize (asm.) iman etmeyi merkezi bir lambaya teşbih ederek, bir Muslumanın her konuda o merkezi lambadan ışık aldığını, her şeyiyle ona bağlı olduğunu nazara veriyor. Bundandır ki, bir Musluman, Peygamber Efendimizden (asm.) alakasını kesse, hem ruh aleminde, hem ahlak dunyasında, hem de dunyevi işlerinde tam bir cokuntuye uğrar. Ve sonunda kufur karanlığına duşebilir.
Bir Hristiyan icin durum cok farklıdır. Onun gerek şahsi hayatı, gerek toplum hayatı Hz. İsa’nın (as.) İncil’den alıp tebliğ ettiği İlahi prensiplerle değil, beşeri kanunlarla ve toplum kulturuyle belirlenmiştir. Bu kulturun bazı esasları, temelde yine dine dayansa bile, uygulamada durum cok farklıdır. Bir yasaktan sakınan kişi, bunu Hz. İsa’ya değil, kanunlara uymasının bir neticesi olarak yapmaktadır. Bunun icindir ki bu şahsın Hz. İsa’ya (as.) bağlılığı tamamen kopsa da yaşama duzeninde buyuk bir değişiklik olmaz.
İslamiyet, hem ferdin şahsi hayatını, hem de toplum duzenini tanzim konusunda emir ve yasaklar vaz’etiği icin, bir Muslumanın bu emirlere uyması “sevap”, uymaması “gunah ve isyan” olmaktadır. Beşeri kanunların hakim olduğu Hristiyan toplumlarda boyle bir durum soz konusu değildir. Onlarda emirlere uymanın bir mukafatı yoktur. Ancak, yasaklara uymamanın cezaları vardır. Yani, bir Hristiyan toplumunun duzeni, İlahi emir ve yasaklarla değil, beşeri kanunlarla temin edilmektedir.
Bundan dolayı, bir Musluman, Peygamber Efendimizin (asm.) yolundan donse, “hayat-ı ictimaiyyede bir zehir” hukmune gecer.
Allah’a ve ahirete inanmayan insanlar, gunlerini gun etme konusunda hayvanları ornek almış gibidirler. Onların olum konusundaki temel duşunceleri şoyle ozetlenebilir: “Nasıl olsa oleceğiz. Olumden sonra da bir başka hayat ve bir başka alem olmadığına gore, olumu duşunup rahatsız olmak yerine, onu hic duşunmeyip dunya zevklerinden mumkun olduğu kadar cok faydalanmalıyız.”
Peygamber Efendimiz (asm.) ise bir hadis-i şeriflerinde “Lezzetleri acılaştıran olumu cok zikrediniz.” buyururlar. Olumu hatırlamak, kişiyi ebedi hayat icin daha fazla sermaye tedarik etmeye goturur. Yine olumu duşunmek, ahirette “zerre miskal hayrın da, şerrin de” hesaba gireceğini hatırlatmakla, kişiyi gunahlardan, isyanlardan ve gayr-ı meşru zevklerden uzaklaştırır.
Olumu duşunmek, insanı hayvandan ayıran cok onemli bir ozelliktir. Cenab-ı Hak, hayvanlara olumu bildirmemiştir. Zira, onların makamları sabit olduğundan boyle bir bilgi onları daha fazla amel işlemeye sevk etmeyecek, aksine hayatlarını karartacak, uzuntulerini artıracaktır. Buna ise Allah’ın rahmeti ve hikmeti musaade etmemiştir.
Olumu duşunmeyip sefahet yolunu takip eden insanlar, ayette haber verildiği gibi hayvanlardan daha aşağıdırlar. Zira hayvan gunahsızdır, isyansızdır. Aklı olmadığı icin olumu bilmemekte ve kendisine kaderin cizdiği bir hayat tarzını aynen surdurmektedir. Aklı olduğu halde ahiretini duşunmeyen, İlahi haberleri ve tehditleri hice sayan insanlar elbette hayvandan daha aşağı bir derekeye duşerler. Bunun neticesi ise cehennemde ebediyen azap cekmektir.
KAYNAK
__________________