Bisikleti bilmeyenimiz yoktur. Belki coğumuz icin bisiklete binmek cocukluk yıllarında kalmış en buyuk zevk ve eğlence kaynaklarından birisi olmuştur. İki tekerlek uzerinde gidersiniz. Pedalı cevirdikce kah aheste aheste, kah hızlıca hareket edersiniz.

İki teker uzerindesinizdir; ama pedallar sayesinde hızlı veya yavaş hareket edersiniz. Ve pedalı cevirdiğiniz surece hareket edersiniz. Tembellik eder de pedalı devre dışı bırakırsanız, belli bir sure daha, ama azalan bir hızla yolunuza devam edersiniz. Bir sure sonra bisikletten inmek veya bisikletinizle birlikte duşmek şeklindeki iki secenekten birini tercih edersiniz. Eğer bir yokuşa gelmişseniz bu iki secenek daha kısa bir sure icinde karşınıza dikiliverir.

Hayatımız da aslında bir bisiklet gibidir. Dengeli bir hayat icin hayatın pedallarına olculu ve dengeli bir gayrete, calışmaya, cabalamaya ihtiyac vardır. Zorluklarla mucadeleye, sabır ve metanetle sıkıntılara karşı koymaya ihtiyac vardır.

Hayatımızdaki iniş-cıkışlar
Buyume, gelişme, terakki zorluklarla mucadelenin neticesidirler. Ozellikle insanlar zorluklarla yuz yuze geldikce gelişir, yeteneklerini geliştirirler. İclerinde saklı hazineleri ancak sıkıntılarla sarmaş-dolaş oldukları zaman keşfedebilirler.

Dunya uzerinde surduğumuz hayat yolunda bazen yokuşlarla, bazen inişlerle, bazen de duzluklerle karşılaşırız. Bazen keskin virajları dikkatli ve dengeli olarak almamız gerekebilir. Bazen cok dikkatli ve duşuk tempolu hareket zarureti doğabilir. Ama her halukarda hayat bisikletimizdeki pedallar onemini devam ettirir. Ozellikle de yolumuz bir yokuşa denk geldiğinde.

Hayat yolundaki bisiklet maceramız devam ederken, bu yolun hep duz, engebesiz, virajsız, tehlikesiz olmasını isteriz. Boyle olunca da bisikletimizi buyuk bir keyifle sureriz. İşte bu rahatlık bize kazandırdığı lezzetli ve tatlı nimetlerin yanı sıra, her an karşılaşacağımız bir dizi tehlikeye de hamiledir.
Hemen hatırlatalım, hayatımız suresince bizi bekleyen zorluklar sadece bela ve musibetler, hastalık veya afetlerden ibaret değildir. Bize Yuce Rabbimiz tarafından lutfedilen nimetler de derecesine gore birer imtihandır.

Ve belki bu imtihanları kaybetme riski, zorluklarınkine gore daha yuksek olabilir. Orneğin, buyuk sıkıntılara, hastalık ve musibetlere sabır ve tevekkulle karşı koymuş bir insanı veya bir topluluğu duşunun. Onca sıkıntının ardından bir rahmet ve lutf-u İlahi olarak gelen nimetler, zahmetlerin yerine gelen rahmetler, zorlukların yerine gelen rahatlık ve kolaylıklar, zillete sabırla katlanarak gelen izzet-u ikramlar eğer hakiki şukurle mukabele edilmez, ihlasa halel veren tehlikelere karşı dikkatli olunmaz ise hem dunyevi, hem uhrevi hayatı tehlikeye duşurecek tablolar yaşanabilir.

İşte bu tehlikeli ve bir tur kılıc sırtında olan halete dikkat cekmek isteyen buyuk zatlar, “Şukur” imtihanının “Sabır” imtihanından daha zor ve tehlikeli olduğunu ifade etmişlerdir.

“Tembel” ve “Tenperver” miyiz?
İnsanoğlu cok ilginc ve şaşırtıcı ozelliklere sahiptir. Dunya uzerindeki canlılar icinde, her ne kadar zorluklarla ve tehlikelerle dolu olursa olsun yaşadığı ortama en kısa zamanda ve kolayca uyum sağlama ozelliğine sahiptir. Coğrafya farklılığı, iklim farklılığı, bolge farklılığı gibi daha sıralanabilecek pek cok farklığa rağmen, yeryuzunun hemen her yerinde insan unsuru yaşayabilmektedir. Bu ozelilik insanın dışındaki hicbir canlı icin gecerli değildir.

İnsanlar icin cok onemli olan bu ozellik ve potansiyel, kotuye kullanılması halinde aynı boyutta buyuk tehlikeleri peşinde getirir.

Orneğin cok calışmaya, koşuşturmaya ve zorluklarla mucadele etmeye alışkın birisi, rahat ve kolay şartlara kolayca alışabilir, kendini kaptırabilir.
Orneğin cok buyuk maddi sıkıntılar ceken, belki yiyebileceği kuru bir dilim ekmeği dahi bulamadığı badireleri atlatan, beklenmedik bela ve musibetlere ducar olan bir kişi, canını dişine takarak calışıp cabalar. Bu caba ve mucadele azminin semerelerini kısa veya uzun vadede gorur. Rahat bir hayata nihayet ulaşır. Belki daha onceden hayal bile edemeyeceği imkanlara ve nimetlere ulaşır. İşte bu surecin başlamasıyla birlikte, rahatlık icinde zor bir imtihan donemi de başlayacaktır.

Tembellik ve tenperverlik, yani rahata duşkunluk, hayatımızın her ne bolumunde olursa olsun, mayınlı bir tarlayı andırır. Başınıza gelecek tehlikenin boyutunu bilemezsiniz. Tedbirli ve temkinli olunmadığı takdirde en dehşetli gailelerden birisi her an kapınızı calabilir.

Bediuzzaman'a gore tenperverlik ve meylurrahat, rahata ve keyfe duşkunluk butun meşakketlerin, zorlukların ve daha da ilerisi butun rezaletlerin yuvasıdır. İnsanlardaki himmet ve gayret ozelliklerinin bir nevi ayağına prangalar vurur. Bu guzel meziyetleri sefalet zindanına atar. (Munazarat)
Rahata, lukse, zenginliğe, el ustunde tutulmaya ve diğer irili-ufaklı nimetlere alışan bir kişi, kendisini başka bir mucadelenin icinde bulur:
Rahat ve cafcaflı hayatını devam ettirebilme.

Elde ettiği hayat standardını daha da yukselterek surdurebilme.
Bu tablo, gerek ferdler seviyesinde, gerek toplum capında benzer şekillerde kendini gosterir. Hatta İslama hizmet gayretinde olan grup ve cemaatlar icin de aynı durumların gecerli olduğunu soyleyebiliriz. Cunku insan unsurunun olduğu her yerde, insani zaaflar benzer şekillerde kendini gosterir. Dolayısıyla benzer neticeleri ortaya cıkarır.

Rahatla gelen zahmetler:
Dunya hayatındaki hicbir gelişme, ilerleme surekli, devamlı olmamıştır. Cunku gelişme oranında zorluklar azalmış, rahata ulaşıldığı olcude hantallık, tembellik, vurdumduymazlık baş gostermiştir. Rahatlık, atalet, durağanlık insanlardaki idealizmi, gayreti, himmeti torpuleyen en azılı duşmanlar olmuştur.

Butun insanlık tarihi boyunca gozlemlenen bu değişmez kanun, İslam ummetinin de yakasını bırakmamıştır. Aşılmaz zorluklarla, gecilmez sıkıntılarla, tehlikelerle, azılı duşmanlarla, fakr-u zaruretle yuz yuze geldikce Muslumanlar gayrete gelmiş, İlahi bir guce dayanmaktan aldıkları manevi gucle kendilerinin bile inanmakta gucluk cektikleri buyuk neticeler elde etmişlerdir.
Buyuk zaferlerle gelen goz alıcı zenginlikler, şan ve şohretler Muslumanların en guclu dayanak noktaları olan ihlası, gayreti, himmeti, azmi ve fedakarlığı alıp goturmuştur. Ruhsuz bir bedene donuşen Musluman toplumlar kısa zamanda kokuşmaya başlamış, kısa zamanda tarih mezarlığındaki yerlerini almışlardır.

İman ve Kur'an hadimleri “DİKKAT!”

İslam'a ve Kur'an'a hizmet iddiasıyla boy gosteren nice cemaat, grup ve hareketler vardır ki, belli bir maddi yapılanmaya ve imkanlara ulaştıktan sonra, bizzat kendi mensuplarını hayal kırıklığına uğratır.
Nice gayretli, ihlaslı, fedakar insanlar vardır ki, gerek kendi imkanlarıyla, gerekse icinde bulundukları hizmet cevresinin katkılarıyla ulaştıkları parlak sonucları, zamanla, yanlış şekilde kullanmışlardır. Hem kendilerine, hem de cevresine buyuk zararlar vermişlerdir.

Hizmet faaliyetlerini derinden etkileyen, hizmet icin bir araya gelenlerin amiplere taş cıkartırcasına bolunmelerine, parcalanmalarına sebep olan, sonucta gucten ve takatten kesilmeyi netice veren bu hastalığın elbette caresi, tedavisi vardır. Cunku her gecenin gunduzu olduğu gibi, her duşuşun bir de kalkışı vardır ve bu da yukarıda yer verdiğimiz kanunun bir gereğidir.
Ancak tam bu noktada hastalığın teşhisi tam ve doğru olarak belirlenmelidir. Ta ki ona gore bir tedavi sureci başlatılabilsin.

İşte hastalığın bazı tipi gostergeleri:
Dunyevi hayatın daha rahat, konforlu ve luks olabilmesi icin, icinde bulunduğu hizmeti terk etmek, hatta hizmetin imkanlarını bu yonde kullanmak.
Ehl-i dunyaya tasannu, tezellul ve riya ile yanaşmaya calışmak.
Namert, himmetsiz, hamiyetsiz bir kısım ehl-i dunyaya dalkavukluk etmek.
Bu hasletler en buyuk darbeyi en başta icinde bulunulan hizmete indirecektir. Boyle davranan kimseler kısa vadede bir şeyler elde etseler de, bu hatalarının cezasını fazlasıyla cekerler. Yani maksatlarının tersiyle karşılık gorurler.
Bazen olur ki, dunyevi imkanlara var gucuyle calışan, ama hizmeti de terk etmek istemeyen bazı kimseler, mala, paraya, pula olan duşkunluklerine hizmet kılıfı bulmaya calışırlar.

O hırslarına bir nevi kutsallık susu verme gayretine girerler. Ehl-i dunyanın şatafatlı gorunuşlerine, guclerine, buyuk şirketlerine, maddi gelirlerine olan hayranlıkları, onlara yanaşmaya, bu uğurda kendi davasından bir cok tavizler vermeye yoneltir. Ne var ki, ehl-i dunya, ozellikle de din karşıtları parasını, yardımını ucuza vermez, cok pahalıya satarlar. Bir senelik dunyevi hayata bir nebzecik yardım etmeye karşılık, hadsiz, sınırsız ebedi hayatı tahrip edecek şeyler isterler. Boylesi korkunc tehlikeleri dahi goze alabilen bazı gafiller, o hırslarıyla bu oyuna gelirler ve İlahi gazabı uzerlerine celb ederler.

Teşhis ve tedavi
İlahi rıza yerine dinsizlerin rızasına koşanlar, bu yaptıklarının karşılığını, maalesef, cok ağır oderler. Tabii kendileriyle birlikte nice fedakar insanların hamiyetlerini, halisane gayretlerini heba ederler. Temiz kalplerinde cok derin yaralar acarlar. Bu elim hastalığın, iman ve Kur'an hizmetini yerle bir edecek bu illetin en tesirli ilacı kanaat ve iktisattır. (Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup)

Kudsi bir davaya hizmet edenler ne kadar buyuk bir azimle, ne kadar sıkı bir gayretle calışırlarsa o kadar cok netice alırlar, muvaffak olurlar. Bu tempolu faaliyeti terk edip, tembellik gosterdiklerinde ise elde ettikleri buyuk sonucları bir bir ellerinden kacırmaya, kaybetmeye başlarlar. Bu hastalığın yegane ilacı, dava uğruna calışıp cabalamaya devam etmektir. dava insanlarının vazifelerini kudsi, hizmetlerini ulvi gormeleri, her bir saatlerinin bir gun ibadet hukmune gecebilecek bir kıymette olduğunu anlamalarıdır. (Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup)

Bediuzzaman, Munazarat isimli risalesinde, tembellik ve tenperverlik hastalığını, bağlantılı olan diğer hastalıkları da dikkate olarak değerlendirir. Doğrudan Kur'an'dan aldığı tedavi yontemlerini ve kullanılması gerekli ilacları dikkatlere şu ifadelerle sunar.

“Hayat bir faaliyet ve harekettir. Şevk ise matiyyesidir (bineğidir). İşte, himmetiniz şevke binip mubareze-i hayat (hayat mucadelesi) meydanına cıktığı vakit, en evvel duşman-ı şedid (cok şiddetli ve tehlikeli duşman) olan yeis (umitsizlik) rastgelir. Kuvve-i maneviyesini kırar. Siz o duşmana karşı “La takne tu”(“Umidinizi kesmeyin.” Zumer Suresi, 39:53.) kılıncını istimal ediniz.

“Sonra muzahemetsiz olan (zorluk ve sıkıntı vermeyen) hakkın hizmetinin yerini zapteden meyluttefevvuk (ustun gelme ve yuksek gorunme meyli) istibdadı hucuma başlar. Himmetin başına vurur, atından duşurtturur. Siz “Kunu Lillahi”(Allah icin yapınız) hakikatini o duşmana gonderiniz.

“Sonra da ilel-i muteselsiledeki (sebepler dunyasında dikkat edilmesi gerekli sebepler, basamaklar) terettubu (belli bir sıra ve sistemle olma) atlamakla muşevveş eden (karıştıran) aculiyet (acelecilik) cıkar, himmetin ayağını kaydırır. Siz, “İsbiru vesabiru verabitu”yu (“İbadette, musibette ve gunahtan kacınmakta sabırlı olun; sabır yarışında duşmanlarınızı geride bırakın; her an cihada hazırlıklı bulunun.” Al-i İmran Suresi, 3:200) siper ediniz.

“Sonra da, medeni-i bittab (medeni yaratılışlı) olduğundan ebna-yı cinsinin (aynı turden olanların, diğer insanların) hukukunu muhafazaya ve hakkını onlar icinde aramaya mukellef olan insanın amalini (emellerini, umitlerini) dağıtan fikr-i infiradi (kişisel menfaat duşuncesi) ve tasavvur-u şahsi (kendi şahsını merkez yapma tasavvuru) karşı cıkar. Siz de, “Hayrun nesi en feuhum ninnasi” (“İnsanların en hayırlısı onlara faydalı olandır.” el-Acluni, Keşfu'l-Hafa, 2:463; el-Munavi, Feyzu'l-Kadir, 3:481, no: 4044.) olan mucahid-i ali-himmeti (yuksek himmet sahibi mucahid) mubarezesine cıkarınız.

“Sonra, başkasının tekasulunden (tembelliğinden) gorenek fırsat bulup, hucum edip belini kırar. Siz de, Vealallahi (legayrihi) felyetevekkelul mutevekkilune” (“Tevekkul etmek isteyenler Allah'a guvensinler (başkalarına değil).” İbrahim Suresi, 14:12.) olan hısn-ı hasini (sarsılmaz kaleyi) himmete melce (sığınak) ediniz.

“Sonra da acz (acizlik, zayıflık) ve nefsin itimatsızlığından neş'et eden (ortaya cıkan) ve işi birbirine bırakmak olan duşman-ı gaddar geliyor. Himmetin elini tutup oturtturur. Siz de, “La yedirrukum mendalle izehtedeytum” (“Siz doğru yolda oldukca, sapıtmış olanlar size zarar veremez.” Maide Suresi, 5:105.) olan hakikat-i şahikayı (yuksek ve yuce hakikat) uzerine cıkarınız. Ta, o duşmanın eli o himmetin damenine (eteğine) yetişmesin.

“Sonra, Allah'ın vazifesine mudahale eden dinsiz duşman gelir; himmetin yuzunu tokatlar, gozunu kor eder. Siz de “Vessakim kema umirte” (“Emrolunduğun gibi dos doğru ol.” Şura Suresi, 42:15.) “Vele teteemmar ala seyyidike” (Efendine efendi olmaya calışma.) olan kar-aşina ve vazifeşinas olan hakikati gonderiniz. Ta onun haddini bildirsin.


“Sonra, umum meşakkatin (zorlukların) anası ve umum rezaletin yuvası olan meylurrahat (rahatlık meyli) geliyor. Himmeti kaydeder (her tarafını bağlar), zindan-ı sefalete (sefillik zindanına) atar. Siz de, “Veenleyse lilinsani ille me sea” (“İnsan icin ancak calıştığının karşılığı vardır.” Necm Suresi, 53:39.) olan mucahid-i alicenabı (yuksek ahlaklı mucahid) o cellad-ı sehhara (emredileni aynen yapan cellat) gonderiniz. Evet, size meşakkatte (zorluk) buyuk rahat var. Zira, fıtratı muteheyyic (heyecanlı, aktif) olan insanın rahatı yalnız sa'y ve cidaldedir (calışma ve mucadele etmededir).

Son olarak, Bediuzzaman'ın Yirmi Dokuzuncu Mektup'ta doğrudan Nur talebelerine yonelik ifade ettiği gayet onemli ve hassas bir uyarıya birlikte kulak verelim:
“Ey kardeşlerim, dikkat ediniz. Vazifeniz kudsiyedir, hizmetiniz ulvidir. Herbir saatiniz, bir gun ibadet hukmune gecebilecek bir kıymettedir. Biliniz ki, elinizden kacmasın.”

KAYNAK

__________________