
Hamd ve ovgu, şukur ve minnet alemlerin Rabbi olan Allah’a (c.c) mahsustur. Selam olanın sonsuz selamı ve salatı, başta Hz. Muhammed (s.a.v) uzerine, varlık alemine cıkmış butun mumin ruhların ve bu yuzyılda Allah’ın (c.c) rızasına, razı olan din kardeşlerimin uzerine olsun.
Sabır, bir musibet ve belaya uğrayanın telaş ve feryat etmeyip, sonunu bekleyerek tahammul ile katlanması, muharebede secaat gostermek, bir kimseyi bir şeyden alıkoymak, oğrendiği bir şeyi başkasının da oğrenmesi icin takat gostermektir. [1]
“Asra and olsun ki; insanlar husran icindedir. Ancak iman edip salih amel işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır.’’[2]
Kur’an-ı Azimuşşan’ın hakikatini ve bu hakikate ulaşmanın yolunu tarif eden bu yuce sure, cok derin ve anlamlıdır. Kısa ve oz olarak işaret ettiği manalarını zikredecek olursak, şu anlam demeti cıkar karşımıza:
Kullukla vazifeli olarak bu dunya imtihanına gonderilen insana; ‘’Nereden geldim, nereye gideceğim, ben neyim veya vazifem nedir?” gibi soruların cevabı yanı sıra, sınırlarını da belirliyor. Şoyle ki; Ey insan, insanı insan eden, belki de sultan eden imandır. İmandan sonra bu hakikatleri ilmelyakin, aynelyakin ve hakkalyakin yaşayıp şahit olmaktır. Bu, islam fıtratı uzerine yaratılan insanın, fıtri ihtiyacı ve hakkıdır. Hak ve mevcut halkların hakkı olan bu fıtri temayule, hayatıyla ve hayatı pahasına sahip cıkmak, insan olana bir borctur. Adı İslam, tabii olanı Musluman olan, bu kimliği korumanın yolu da sabırdır. Farklı musibetlere karşı gosterilen dayanma ve direnme yolu sadece onu değil, hemcinslerinin de kurtuluşu mujdesidir. Aksi durum ise; dunyasını zindana cevirmek, ahiretini de ebedi yok oluş inancı ile idam-ı ebediye cevirmektir. Yaşanan her an acı, huzun, kayıp ve sıkıntıdır. Binlerce kez pişmanlıktır. “Keşke hic bu dunyaya gelmeseydim” temennisidir.
İmandan ve gereklerini yaşamaktan yoksun insan, umutsuz bir şekilde bu vakıanın gereğini huzunle yaşıyorsa da, Musluman bu işin bilincindedir ve olmalıdır. Kitabı olan Kur’an-ı Kerim’in bildirmesi sonucunda karanlıkta olan, aydınlanmayan bircok hakikat aydınlanmış ve insanın zihninde canlanmıştır. Bunlardan biri “kalu bela” olayıdır. “Hem Rabbin ademoğullarının bellerinden zurriyetlerini alıp onları nefislerine karşı şahit tutarak; “Rabbiniz değil miyim’’ diye şahit gosterdiği zaman “Evet Rabbimizsin, şahidiz” dediler. Kıyamet gunu “Bizim bundan haberimiz yoktu” demeyesiniz.’’[3] ayeti kerimenin bildirmesi gereği, insan hur iradesiyle kulluk gorevini yuklenmiştir.
“Sen bizim Rabbimizsin’’ sozu gereği dunya imtihanı acılmış. Acaba hangi kulum, ne şekilde, verdiği sozde duracak gerceğini gozumuze ve gozlere gostermek icin. Ezeli ve ebedi ilmi gereği, Rabbimiz, herkesin ve bizlerin nasıl ve ne şekilde davranış sergileyeceğimize vakıftır. Bununla birlikte, bazı kutsal isim ve sıfatları gereğince, bizleri bu gerceğe şahit tutmak onun isteğidir.
Yaşamış şahitler olarak, yarın, yuzleşeceğimiz akıbete itiraz etmemek ve tek dayanağımız olan kısır aklımıza emaneti vermemek icin Rabbimiz, bizleri tek başımıza ve birbirimize bırakmadı. Gondermiş olduğu peygamberleri ve kitapları ile kendini bize tanıttı. Vazifelerimizi bize bildirdi. Sebep, sonuc ve hikmetleriyle, acıkladı ve emretti. Uygun, faydalı yerli yerinde, belli bir hedefe yonelik olan ilahi sırlarını devamla hakim kıldı. Karışık, birbirini curutecek etkisiz hale getirecek, tumunu inkara sevk edecek, kısaca yarı yolda bırakacak sorulara tabi tutmadı. İkna ediciliği hak oluşunda saklı olan İslam prensiplerine ikna olan insan, her şeye rağmen yola devam etti. Davasının, maddi ve manevi ihtiyaclarını bilmesi ve karşılaması guzelliği, onu bu yolda yuruttu. Yola koyulması ile başladıysa da sıkıntılar, dertler, huzunler, ayrılıklar ve hasretler, yine de yılmadı. Nefs-i emmarenin inadına attığı her bir adım, bir başka adıma enerji oldu.
O yurumelidir, yurumeye gayret sarf etmelidir ki; Yolun uzerinde izlenmeyi, keşf edilmeyi, anlamayı ve ilan edilmeyi bekleyen guzellikleri gorebilsin. O anladıkca, fark ettikce ince sırlarıyla beraber, gormeyenlere gosterme ferasetine sahip olabilsin. Guzergaha devam, tam ileri dedikce dağlara, ovalara, pınarlara ve collere uğrar. Kararlı yuruyuşu boyunca, kimi yerde adımlarını rahat atmakta zorlanır. An gelir yabani otlar dolanır ayağına, kiminin dikenleri batar, kanatır. Kimi ise ayağın dibinde yer bulur, mikroplara davetiye cıkararak. Acı verir, aciz ve muhtac eder musibetzedeyi. Care yurumek, ancak yurumek ise, basit bir operasyon ve hafif bir acı, derdine derman oluvermiştir. Yol boyunca dort mevsime uğrar. İlkbaharla dirilir, gelişir, dort bir yana yayılır. İmanın butun guzelliklerini, ilkbahar guzelliğinde ruhunda hisseder, inanır. Yazla olgunlaşır, meyve verir, golge olur sıcaktan kavrulanlara. Serin bir hava, soğuk ici ferahlatan bir tas su olur.
Yolunu, kaybetmiş bir cocuğun ellerini, şefkatle tutup yuvasına kavuşturan anne, baba olur. Esmiştir sonbaharın yelleri, ruzgarıyla fırtınasıyla gelişinin mujdesini vererek. Peşinden başlamıştır gorevi biten yaprakların savrulup dağılmaları. Gorevlerini yapmıştır ağaclar, butun meyvelerini vererek kupkuru sapsarı benziyle. Terk etmiş dostluk ve yakınlık duyduğu varlıklar. Kimi olmuş, kimi cekip gitmiş, kimi de kaybolmuş. İnsan olması hasebiyle her kaybolup giden ve onu terk edene buyuk bir huzun duyarken, kış basar hayatını. Duygularına, fikirlerine, hayallerine, umitlerine, istek ve arzularına ilk karını yağdırarak. Afallar insan! Bu da mı varmış diye. Oysa unutmuş olmalıydı dorduncu mevsimi. Umitsizlik, caresizlik, perişanlık kaplamıştır her yanını. Derin derin duşunur uzun kış gecelerinde. Onu yola koyan soruları ve cevaplarını tekrar gozden gecirerek, sağlamasını yapar. Acaba derken, nefsi nefes darlığı ceker. Kalbiyle, ruhuyla, aklıyla butun ozellikleriyle zorlanır. Daraldıkca, ruhundaki potansiyel direnişin farkına varır. Bol oksijenli derin nefeslere yerini bırakıp giden, misafir olan musibetleri duşunur. Hayatı boyunca en cok haz duyduğu an dondurucu soğuğu en fazla hissettiği kış gecelerimmiş der. Kendini sorgularken, ruhunda feveran eden bu hisleri kelimelerle, butun alemlere duyuru yapmaya engeli kalmamış. Derinden yukselen sesle der.
O (c.c) varsa -ki olmalıdır.- Benim ve butun kainatın varlığı O’nun (c.c) varlığına delil ise, O’nun (c.c) varlığı benim varlığımdan daha gercektir. O (c.c) haber vermiş ise doğrudur. Bildirdiği şeyleri inkar etmek istiyorsan, O’nu (c.c) da inkar etmen gerekir. Yoktan var olanları ve kendi varlığını inkar edebiliyorsan O’nu (c.c) da inkar et. Bunu yapamıyorsan ey nefsim; O’na teslim ol. Emekleyerek de olsa, surunerek de olsa, sabırla yola devam et. Ustelik ‘’Allah sabredenlerle beraberdir’’ ayeti kerimesi, bu yolun yolcularının yalnız olmadığını bildirmiyor mu? Yola devam ettikce, Allah-u Teala, yardımlarıyla, rahmetiyle, hikmetleriyle ona eşlik ettiğini hatırlatır. Risale-i Nurun bir yerinde bu ayet-i kerimeyi zamanın doktoru Ustad Bediuzzaman bu şekilde acıklayarak, ikna yoluna girmektedir. Şoyle ki:
Cenab-ı Hak, Hakim isminin muktezası olarak, vucud-u eşyada bir merdivenin basamakları gibi bir tertip vaz etmiştir. Sabırsız adam teenni ile hareket etmediği icin, basamakları ya atlar duşer veya noksan bırakır. Maksud damına cıkamaz. Onun icin hırs mahrumiyete sebeptir. Sabır ise muşkulatın anahtarıdır.
1) Hırs; hasaret ve muvaffakiyetsizliğin sebebidir.
2) Sabır; kurtuluşun anahtarıdır. Durub-u emsal hukmune gecmiştir.
Demek Cenab-ı Hakkın inayet ve tevfiki sabırlı adamlarla beraberdir. Cunku sabır uctur.
Hakkın ta kendisi, şeref ve yucelik sahibi olan, her şeyi bir maksatla, ilahi bir sırla, yerli yerinde, en faydalı bir şekilde yaratan Hakim, Allah’tır (cc). İsmi gereğince, her bir şeye, bir merdivenin basamakları gibi bir duzen ve sıralama yerleştirmiş. Sabırsız davranan insan acele hareket ettiğinden dolayı, bu duzen ve sıralamaya dikkat etmez. Hırs gostererek iki veya uc basamağı bir adımda atlatmaya başlar. Bir zaman sonra dengesini kaybeder ve yere duşer. Artık yola devam edemez. İnsanın biyolojik ve psikolojik durumu gozetilerek duzenlenmiş basamakları sırası gozetilerek takip etmemek kayıptır. Cunku her bir basamağın ona sağlayacağı faydadan, getiriden, bereketten, deneyim ve gucten yoksun kalır. İlk basamağın verdiği guven ve guc, ikinci basamağa yukselmek icin etkili ve surekli bir kuvvete sebep olur. Basamak atlayarak, amaca ulaştığını sanan, hedefine varamaz, kendinden beklenenlere cevap veremez. Cektiği sıkıntı katlanırken, harcadığı zaman ise heba olmuş gitmiş. Tekrar başa donup usul ve kaidelerine gore hareket, tek caresidir. Bundan dolayı ac gozluluk ve aşırı istek olan hırslı hareket, kişinin istediğini elde edememesine sebeptir. “Başarısızlığın sebebi hırs ise, kurtuluşun anahtarı sabırdır.” atasozleri toplumda yer bulmuş ise, bu sozlerin gerceklik ve haklılık derecesinden kaynaklanıyor sanırım. Demek Cenab-ı Hakkın yardımı ve hedefe ulaştıracak kıvama getirmesi, sabreden insanların kısmetidir. Yardım ve başarı sabredenlerle beraberdir.
Sabır uctur dedik:
1) Masiyetten kendini cekip sabretmektir. Şu sabır takvadır. “Allah takva sahipleriyle beraberdir.’’[4] sırrına mazhar eder.
İtaatsizlikten, isyandan kendini koruyup, gunahları işlememek noktasında sabırlı davranmaktır. Bu şekilde sabırlı davranmak takvadır. Kişinin de Allah’tan (c.c.) korkarak şupheli şeylerden kacınması ve yasağın sınırlarına dahi yaklaşmaması, Allah’ın (c.c) rahmetini, yardımını ve devamlı beraberliğini gerekli kılar. Takva ile insan bu sırra kavuşur ve sırrın bir ilan edicisi ve aynası olur.
2) Musibetlere karşı sabırdır ki; tevekkul ve teslimdir. ’’Muhakkak ki Allah (c.c) tevekkul edenleri sever’’ [5] “Muhakkak ki Allah (c.c) sabredenleri sever’’[6] şerefine mazhar eder. Ve sabırsızlık ise, Allah’tan (c.c) şikayeti tazammun ediyor. Ve ef’alini tenkit ve rahmetini ittiham ve hikmetini beğenmeme cıkar. Evet, musibetin darbesine karşı şekva suretiyle elbette aciz ve zayıf insan ağlar. Fakat şekva O’na (c.c) olmalı, ondan olmamalı. H.z Yakub (a.s)’ın ‘’De ki: Ben derdimi de uzuntumu de ancak Allah’a (c.c) sunarım.’’[7] gibi olmalı.
Yani musibeti Allah’a (c.c) şekva etmeli (şikayet etmeli). Yoksa Allah’ı (c.c) insanlara şekva eder gibi ‘’Eyvah. Of!’’ deyip ‘’Ben ne ettim ki, bu başıma geldi’’ diyerek aciz insanların, rikkatini tahrik etmek zarardır, manasızdır.
Felaketlere, dertlere, sıkıntılara karşı tahammul gostermek, dayanmaya calışmak ve gereğini yerine getirmek sabırdır ki, bir diğer anlamı tevekkul ve teslimdir. Sebeplere başvurmak ve Allah’ın (c.c) verdiği sonuca razı olmak tevekkul ise, Musluman da, sonuc ne olursa olsun teslim olandır. Bu sabrın sonucu olan tevekkul ve teslimiyetin meyvesi ise, Allah-u Teala’nın sevgisidir. En buyuk huzursuzluk ve mutsuzluk olan sabırsızlık ne anlama geliyor? Goren ve gosteren insan icin:
Birincisi: Allah-u Teala’nın hikmetle, rahmetle, inayetle ve adaletle ve bircok isim ve sıfatları gereği yapmış olduğu bircok işlerini, fiillerini sabırsızlık gostererek eleştirir. Rahmetini rahmet olarak gormez. ‘’Rahmet bunun neresindedir’’ deyip yargılar, rahmet olarak gormez. Kısaca, ilmin, adaletin ve hilmin birleşmesinden doğan hikmetinin[8] gereğini ve sonucunu sabırsızlık gostererek beğenmez.
Evet, bir de insan aciz ve zayıf olduğu icin de, bir musibet karşısında yakınma ve şikayet anlamında ağlar. Kendi zayıflığımızı, caresizliğimizi, yardıma muhtac oluşumuzu, ağlayarak ifade ederiz. Fakat bu şikayetlerimizin şeklini guzel tayin etmemiz gerekir. Verilen ornek gereği, sabır kahramanı Hz. Yakub’u yoldaş almalıyız. Hazin durumumuzdan dolayı şikayetimiz Allah’a (c.c) olmalı. Yoksa başımıza getirdiklerinden dolayı, ondan olmamalı.
Bir de derdimiz, uzuntumuz, ihtiyacımız, sorunumuz olunca, O’na (c.c) sunmalı. O’nunla (c.c) dertleşmeli, O’nunla (c.c) konuşmalı ve yalnız O’dan (c.c) yardım beklemeliyiz. Yani, ilk başta nefsimizi ve başımıza gelen musibeti Allah’a (c.c) şikayet etmeliyiz. Yoksa Allah’ı (c.c) insanlara şikayet eder gibi ‘’Eyvah, of! ‘’ deyip ‘’Ne yaptım ki, bu bela beni buldu‘’ diyerek kendi kendimize haksızlık etmemeliyiz.
“Kaderi tenkit eden, başını orse vurur, kırar. Rahmeti ittiham eden, rahmetten mahrum kalır.’’[9] Hakikati gereğince, kendimize zulum etmemeliyiz. Hicbir şeye gucu yetmeyen, aciz ve muhtac insanların, acıma ve merhamet duygularını tahrik edip, uzmek, gucunu aşan carelere zorlamak faydasızdır. Cunku hicbir insanın rahmeti ve şefkati, Rahman ve Rahimin onune gecemez.
3) İbadet uzerine sabırdır ki; şu sabır onu makam-ı mahbubiyete kadar cıkarıyor. En buyuk makam olan ubudiyet-i kamile canibine sevk ediyor.
Farz ve sunneti birbirinden ayırmadan, araya ucurumlar koymadan, buyuk bir ciddiyet ile ibadet etmek, insan ve Musluman olmanın bir gereğidir. ‘’Sizin terbiyeniz Rabbinizin elinde olduğundan, daima O’na (c.c) muhtacsınız. Ve terbiyenize lazım olan butun levazımatı veren O’dur. O’nun (c.c) o nimetlerine şukur lazımdır. Şukur ise ancak ibadettir.’’[10]
Hilkat-i beşerdeki (insanın yaratılışındaki) hikmetin takva olduğuna ve ibadetin neticesi de takva olduğuna işaret vardır. Ey muhatap olan insanlar! Havf ve reca ortasında bulunmakla, takvayı reca ederek (dileyerek, onceliğe alarak ) Rabbinize ibadet ediniz. Bu itibarla insan, ibadetine itimat etmemelidir. (guvenmemelidir), ve daima ibadetin artmasına devam etmelidir.[11] Ve keza (boylece), ibadet yaratılışın ( yokluk karanlıklarından, varlık alemine cıkmanın) ucreti ve neticesidir. Bu itibarla sevap ibadetin ucreti olmayıp, ancak kereminden olduğuna işarettir.
Allah’ın (c.c) emirlerini yerine getirmenin, nehiylerinden kacınmanın bircok hikmet ve gerekleri vardır. Sabrın gucu ile ibadetlerimizi yapar ve devam edebilirsek, Allah’ın (c.c) sevdiği insan makamına ulaşırız. Bu hal ve durum sureklilik arz ettikce, mukemmel kul, mukemmel kulluk yoluna sevk eder muslumanı.
Felaketlere, isyanlara, zulumlere, acılara ve dertlere beşik olan bu dunyanın sakini olarak, sukunet, durulma ve huzur icin; Ya Hay, Ya Kayyum diyerek yeni bir dirilişle Rabbimize donelim. O affedicidir, Afu’dur, Ğafurdur, affetmeyi sever. İnşallah bizleri de affeder. Az da olsa surekli olan ibadet Rabbimizin makbulu ise, az da olsa devamlı O’na (c.c) donelim. Cunku en buyuk lezzet ve sefa O’nun (c.c) sohbetindedir. Omur boyu ve ebeden uzun uzadıya sohbetler ve lezzetler dileği ile…
[1] Abdullah Yeğin: Yeni lugat, s.595
[2] Asr Suresi
[3] A’raf Suresi: 172
[4] Bakara, 194
[5] Al-i imran Suresi:159
[6] Al-i imran Surasi:149
[7] Yusuf Suresi:86
[8]Yeni Lugat: Hikmet
[9] Lem’alar:28
[10] İşarat-u’l icaz: 250
[11] işarat-u’l icaz:252
KAYNAK
__________________