Once akli olma meselesini acıklığa kavuşturmamız gerekiyor. Sahasında yetkili kişilerce akli olan ve her aklın kabul etmesi gereken nice meseleler var ki, o konunun dışında olanlarca zor anlaşılıyor, bazen de inkar ediliyor. Mesela, sahasının uzmanlarınca genler, atomlar yahut galaksiler hakkında verilen bilgilerin coğunu aklımız almıyor, ama bu gercekleri kabul etmeme gibi bir yanlışlığa da duşmuyoruz.

“Kuran’ın butun meseleleri akli midir?” sorusuna da “Evet.” diye cevap veriyor ve ekliyoruz: Şu var ki, ondaki her meseleyi her akıl idrak edemeyebilir.

Once Kur’anın nazil olduğu donemdeki dunya efkarına ve inanc yapısana bir goz atalım. O gun insanların hemen hepsi “şirk” hastalığına maruzdu. Bir yaratıcı olduğuna herkes inanıyor, ama kim olduğu konusunda herkes şirk yolunu tutuyor, O’na ortaklar koşuyorlardı. Arap yarımadasında ve daha bircok yerde putlara tapılıyordu. Bir kısım insanlar Sava nehrine, bir kısmı guneşe, bir kısmı yıldızlara, ayrı bir bolume de ineğe taparken, Yahudiler Uzeyr aleyhiselama, Hıristiyanlar ise İsa aleyhisselama ve annesi hazreti Meryem’e uluhiyet isnat ediyorlardı.

İnsanları putların yarattığına inanmak ne kadar akıl dışı ise, peygamberlere uluhiyet isnat etmek de o kadar akıl ve mantıktan uzaktı.

Bu inancların hepsi batıl ve hepsi akıl dışıydı. İşte boyle bir ortamda Kur’an-ı Hakim nazil oldu. Ve en buyuk dava olarak da “tevhidi” yani Allah’ın bir olduğu gerceğini nazara verdi.

Bir tarafta butun ceşitleriyle şirk, ote yanda Allah’ın bir olduğu, butun hukmun ancak O’na ait olduğu, kudretinin, iradesinin ve sair sıfatlarının sonsuz olduğu, boyle sıfatlara ancak bir tek zatın sahip olabileceği hakikatine dayanan tevhid davası.

Bu tablo akla tek uygun inancın tevhid inancı olduğunu acıkca gostermektedir.

İlimleri fizik ve metafiik olarak, başka bir ifadeyle maddeye dayalı ve manevi ilimler olarak ikiye ayırdığımızda, manevi ilimlerde akla uygun tek rehberin Kur’an olduğunu rahatlıkla soyleyebiliriz. Zaten, Kur’ana inanmayanlar da başka bir alternatif ortaya koyamıyor, sadece inanmamakla yetiniyorlar.

Madde esaslı fiziki ilimlere gelince, onlarla Kur’an-ı Kerimin catışması zaten duşunulemez. Şoyle ki: Bu alem icin “kitab-ı kainat” tabiri kullanılmakta, boylece butun fen ilimlerinin İlahi hikmetin tercumanları olduklarına işaret edilmektedir.

“Kur'an, şu kitab-ı kebir-i kainatın bir tercume-i ezeliyesi..” Sozler

Kudret ve irade sıfatından gelen bu kainat kitabı, atomlardan sistemlere kadar hikmetlerle dolu olduğu gibi, kelam sıfatından gelen ve Kur’an-ı Kerim de yine baştan başa hep hikmet doludur.

Kur’an-ı Kerim’in bir ismi de Kur’an-ı Hakim’dir. Hakim; hikmet sahibi, demektir.

Hikmet hakkında bir cok tarifler yapılmıştır. Bunlar icerisinde en cok kullanılan iki tarif şoyledir:

“Eşyanın hakikatinden bahseden ilim”

“Bir işi en doğru ve faydalı bicimde yapmak.”

Bu tariflerin birincisine gore, bu kainatın nicin yaratıldığı, ne vazife gorduğu, insanların bu dunyaya nicin gonderildiği, bu dunya hayatını tamamladıktan sonra nereye gidecekleri gibi soruların en doğru cevapları Kur’an-ı Hakimdedir. Zira, Kur’an, butun alemleri yaratıp, kainat ağacından insan meyvesi suzen ve “dunya hayatını ahiret icin bir tarla yapan” Allah’ın fermanıdır.

İkinci tarife gore, Kur’an-ı Hakim, insanlara maddi ve manevi cihazlarını en faydalı şekilde nasıl kullanacaklarını, omur sermayelerini en karlı bicimde nasıl değerlendireceklerini, yeme ve icmeden, toplum hayatı surmeye kadar her sahada insanın nasıl hareket edip nelere dikkat etmesi gerektiğini en mukemmel şekilde ortaya koymuştur.

Nur Kulliyatında Kur’anın gayesi hakkında şoyle buyruluyor:

“Kuranın vazife-i asliyyesi: Daire-i rububiyetin kemalat ve şuunatını ve daire-i ubudiyetin vezaif ve ahvalini talim etmektir.” Sozler

Bu iki temel konuda Kur’anın verdiği butun dersleri akıllar tereddutsuz kabul ederler.

Daire-i Rububiyet denilince, ozetle Cenab-ı Hakk’ın zatı, şuunatı, sıfatları, fiilleri ve isimleri anlaşılır. Bu konularda Kur’ana uymayan butun goruşler yanlış, butun inanclar batıldır.

Daire-i ubudiyet, ozetle, insanın kulluk gorevini ifade eder. Bu konuda da Kur’anın butun hukumleri aklidir. Şu var ki, ibadete dair hukumler, nasıl emredilmişlerse oylece işlenir ve amel sahasına konulurlar. “Taabbudi” denilen bu hukumlerde akli bir değerlendirme yapılamaz. Mesela, “Nicin sabah namazının farzı iki rekat, akşamın ki uc rekat olmuş?” veya “ Nicin oruc başka ayda değil de Ramazan ayında tutuluyor? “ gibi bir soru sorulamaz ve bu konunun akli delillerle ispatına kalkışılamaz.

Demek ki, Kur’an’ın hicbir hukmu akla ters duşmez. Yeterli bilgiyle donanmış gercek bir akıl, inat yahut ideolojik saplantı yoluna girmediği taktirde Kur’an’ın hukumlerini tasdik eder. Ama, elbette ki, her akıl Kur’an’ın her hukmunun hikmetini tam olarak kavrayamaz.

Gerceği bulmak isteyen ve delilleri onyargıdan uzak olarak değerlendiren, ayrıca konuya muhatap olacak seviyede bilgi donanımına sahip olan her akıl, gerceği bulur ve teslim olur.

KAYNAK

__________________